-Gençlik çağı

Gençlik, genelde ergenlik (bülûğ) yaşından orta yaşa kadar geçen süreye denir. Kimilerin göre gençlik otuz yaşına kadar, kimilerine göre kırk yaşına kadar sürer. Gençliğin ergenlik yaşından itibaren  başladığı konusunda söz birliği var.

 “Sizden çocuklarınız bülûğa erdikleri zaman, kendinden öncekiler gibi (odanıza girmek için) izin istesinler” (Nûr 24/58-59) âyetinden hareketle ergenlik çağına giren çocukların artık genç olduğuna hükmedilmiştir.

Gençlik devresinin ne zaman sonra ereceği konusunda herkes farklı görüşler var. “… Sonra gençlikte zirveye ulaşırsınız…”âyetindeki ‘eşüdd’ kelimesi gençliğin zirvesi, sona erme zamanı, en olgunluk dönemi olarak düşünülebilir.

Bu kelime bir âyette biraz daha açılarak şöyle deniyor: 

Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip (eşüddehu) , kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın sâlih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de sâlih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf 46/15)

Ayette geçen “izâ beleğa eşüddehu” kelimesinin anlamı konusunda farklı görüşler var.

 “eşüddeh; şedde”nin çoğuludur. Bu da kişinin kuvvetlendiği, kendi ayaklarına üzerine durmaya, olgunlaşmaya başladığı yaşdır. Kelime ergenlik yaşından daha çok 33 yaşı anlatıyor gibi. Zira, kişi ergen olur ama henüz gücünün kemâline, olgunluğa ulaşamayabilir.” (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyan, 11/284-285)

 “Yani, insan zihnî ve ruhî olgunluk yaşı olarak kabul edilen yaşa vardığında.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1028) 

İnsan bu yaşa ulaştığı zaman, sahip olduğu huy, tabiat veya mizaç güçlenir, yerleşir. Kişi böylece bundan sonra kendini o huylardan kolay kolay uzaklaştıramaz. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 376)

Bazılarına göre bu ifade; “kişi kuvvetinin ve gençliğinin olgunluk çağına ulaştığında” demektir. (Hâzin, M. b. İ. Tefsir, 4/130) Yani beden ve akıl kuvveti olgunluğa ulaşınca demektir ki bu da, 33 yaştan kırk yaşına kadar tamamlanır. (Ebu Bekr el-Cazâirî, Eyseru’t-Tefâsir, s: 1698) 

Bazılarına göre de bu ifade; yani “kişi 18 yaşına ulaştığında” demektir. (el- Ferra, b. Z. Meâni’l-Kur’an, 3/52) Âyetinde devamındaki “kırk yaşına varınca” cümlesi insanın genelde 18den kırk yaşına kadardır güçlü olduğu gerçeğine işaret etmektedir.” (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir 3/222)

Kurtubî’ye göre İbniAbbas bunu; “onsekiz yaşına ulaşınca” diye açıklamış. Ata kendisinden şöyle rivâyet etmiş: “Ebu Bekir Peygamber’le 18 yaşında iken arkadaşlık yapmaya başladı. Peygamber o sırada 20 yaşında idi.” eş-Şa’bi ve İbni Zeyd’e göre de bu ifade “yiğitlik ve olgunluk çağı, ergenlik yaşına gelmek” demektir. el-Hasen de bunu, “kırk yaşına erişmek” diye açıklamış. (Kurtubî M. b. A. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2817. Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1597)

“izâ beleğa eşüddehu” kişinin otuz ile elli yaş arasında olmasına işaret eder. Bundan sonra ihtiyarlık artık alametleri belirmeye başlar. Bu yaşa kadar da aklı ve gücü olgunlaşır, temyiz kabiliyeti kemâle erer. Bu ifade bir başka açıdan yaşın otuzdan kırka doğru uzamaya başlamasını anlatmaktadır. Tefsirci Katade’ye göre âyette kasdedilen kişinin 33 yaşında olmasıdır. (Zamahşerî; Ö. b. M. el-Keşşâf, 4/294)

İbni Abbas’ten gelen bir başka rivâyete göre “izâ belağa eşüddehu” 33 yaştır. İnsanın olgunluğu kırk yaşına kadar tamamlanır. Şa’bi göre bu; kişinin günahlarının veya sevaplarının yazılmaya başladığı ergenlik yaşıdır.  (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 11/284-285)

“hz. Musa’ya ve hz. Muhammed’e vahyin 40 yaşında gelmiş olması bir tesadüf olmasa gerek. Nasıl ki bedenin olgunluk yaşı 23 ise; aklın olgunluk yaşı 33, kalbin olgunluk yaşı da 40 sayılmıştır.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1002)

Kur’an “eşüddehu” kelimesini başka âyetlerde ergenlik yaşı, rüşd yaşına ulaşma gibi anlamlarda kullanıyor.

“Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın...” (En’am 6/152. Bir benzeri: İsrâ 17/34) Her iki âyette de “hatta yebluğa eşüddehu” geçiyor. Bu da gençlik kuvvetinin yerleşmesi ve yaşın olgunlaşmasıdır. (Kurtubî M. b. A. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1256) Bazılarına göre o iyi veya kötü amellerinin yazılmaya başlandığı ergenlik çağına ulaşmak, bazılarında göre de otuz yaş, rüşd yaşına yani aklı en iyi şekilde kullanma çağı anlamındadır. (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyan, 5/393-394)

“eşüddeh” kelimesi bazı âyetlerde yaş, ergenlik akıl, güç ve olgunluk manalarında kullanılıyor. Mesela, hz. Yûsuf’un ve hz. Musa’nın olgunluk yaşını anlatmak üzere;

 “Olgunluk çağına erişince (eşüddehu), ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.” (Yûsuf 12/22)

 “Mûsâ, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca (eşüddehu), biz ona ilim ve hikmet verdik. Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.” (Kasas 28/14)

Her iki âyette de “ve lemmâ beleğa eşüddehu” şeklinde geçiyor. Bu da genellikle  olgunluk (kemâl) yaşı, yiğit olma yaşı, güçlü olma yaşı, kemâl çağı, ergenlik çağına ulaşıp iyice olgunlaşma olarak anlaşılmış. “Bunu bazıları bülüu yaşı, bazıları 18, bazıları da aklın olgunluk yaşı olarak kabul edilen 33 yaş olarak yorumladılar.” (Kurtubî M. b. A. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1621. Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 810) “Bazıları ise ruhun olgunluk çağı olarak kabul ettikleri 40 yaş olartak kabul ettiler.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/433)

Çocukların rüşd yaşını veya akli ve ruhi olgunluk çağlarını anlatmak üzere;

“Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler (eşüddehu) ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar...” (Kehf 18/82)

Âyette “en yebluğa eşüddehuma” şeklinde geçiyor ve iki yetim çocuk söz konusu ediliyor. Bu da diğerlerinde olduğu gibi erginlik yaşına ulaşmak, olgunluk veya aklı başında olma çağı olarak açıklnamış.

İnsanların akıl ve beden yönünden güçlendikleri çağı anlatmak üzere;

 “Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir “alaka”dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir “mudga”dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemâle erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hâle gelsin...” (Hac 22/5)

“O, sizi (önce) topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra “alaka”dan yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl erdirmeniz için yapar.”  (Mü’min 40/67)

Her iki ayette de “li-tebluğu eşüddekum” şeklinde geçiyor. Bu da “olgunluk çağına erişmek, ergenlik yaşına varmak, güçlü yaşa ulaşmak, kemal ve kuvvet çağına ulaşmak, akıl ve beden gücü açısından kemale ermek manasında kullanılmış. (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyan, 9/111. Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1118)

Kimileri yukarındaki yorumlardan bazı hareketle gençlik çağının kırk yaş ile son bulduğu, ondan sonra ihtiyarlık alâmetlerinin belirmeye başladığı görüşüne sahip olmuşlardır. 

Şüphesiz gençlik ve ihtiyarlık yaşları arasında kesin çizgiler yoktur. Ancak takdir edilir ki ne çocukluğa, ne de ak saçlılığa gençlik denmez. Yaşı ilerlemiş birine genç demek biraz iltifat, biraz da onore etmektir.

Bir hadiste Peygamber (sav) “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir” (Tirmizî, Menâkıb/31 30/3768) buyuruyor. Hz. Hasan öldüğü zaman elli yaşında, Hz. Hüseyin şehit edildiği zaman ellisekiz yaşında idi. Ama genç olarak nitelendirildiler.

 

-Fetâ ne demektir

Kur’an gençliği nitelemek üzere kullandığı kelimelerden birisi de “fetâ”dır.

‘el-Fetâ’Kur’an’da türevleriyle birlikte on âyette geçiyor.

‘Fetâ’, taze genç/delikanlı demektir. Araplarda genç hizmetçilere çoğunlukla bir edep ifadesi olarak ‘fetâ/delikanlı’ denmesi âdet olmuştur. Bunun çoğulu; “fityetü, fetyan, feteyat”dır.   (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/127-128. el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 560)

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Hizmetçilerinize kölem , cariyem” demeyiniz; delikanlım/genç (fetâye, fetâyetî) deyiniz.” (Buharî, İlim/16, 44 no: 74, 122. Müslim, Fezâil/170-46 no: 6163. Tirmizî, Tefsir/18 no: 3149. Darimî, F. Kur’an/24)

Şüphesiz ki bir kimseye ‘kölem, hizmetçim, yamağım’ demek ile ‘kardeşim, genç, genç arkadaşım veya ismiyle; Ahmedim, Hasanım demek arasında büyük fark vardır.

Birinci hitap şeklinde karşıdaki aşağı görme, kibir vardır.

Diğerinde ise mütevazilik, karşısındakine Allah’ın yarattığı gibi değer vermek onu onure etmek söz konusudur.  

Eskiden ilim öğrenmek için bir alimin yanına gelen öğrencilere de ‘fetâ’ denilirdi.

‘Feta’  köle ve cariye anlamına da gelmektedir. Kur’an’da bu manada  kullanılıyor.

“Ve şehirde kadınlar (birbirleriyle): “Falan kişizadenin karısı genç kölesinin (fetâ’ha)gönlünü çelmeye kalkmış!” diye dedikodu etmeye başladılar...” (Yûsuf 12/30)

“İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeğe gücü yetmeyen kimse, elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız(olan câriyeleriniz-feteyât)den alsın. Allâh sizin imanınızı daha iyi bilir...” (Nisâ 4/25)

 

-Direniş sembolü gençler: Ashab-ı Kehf

Kur’an, zamanın putperest sultanına karşı açık yüreklilikte karşı duran, onların atalarının dinlerinden yüz çeviren cesur gençlere ‘el-fityetü’ yiğit gençler’ diyor ve onları ‘Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim’ olarak şereflendiriyor. Kitabında onların kısasını bize anlatarak onları ölümsüzleştiriyor.

Kur’an Kehf Sûresi’nin 9-26. âyetlerinde onların hikâyesini anlatıyor.

“(Resûlüm)! Yoksa sen, bizim âyetlerimizden Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakîm'in durumlarını şaşırtıcı mı buldun?

O (yiğit) gençler (el-fityetü) mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! demişlerdi.

Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık.)

Sonra da iki guruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.

Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.

Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.

Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?

(İçlerinden biri şöyle demişti:) «Madem ki siz onlardan ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın.” (Kehf, 18/9-16)

Ashab-ı Kehfi’in gençleri her açıdan müstesna, mükemmel ve ilginç örnektir.

Bazı kaynaklara göre onlar saraya mensup prenslerdi. Belki de zengin, kuvvetli, otorite sahibi olan babaları veya çevreleri vardı. Bugün babalarının sahip olduğu saltanata yarın kendileri sahip olacaklardı. Hoşlarına gidecek her zevk, kullanabilecekleri her imkan, nefislerine hitap eden her eğlence, istediklerine ulaşabilecek her türlü kudrete sahiptiler. Belki de refah, bolluk, zevk ve süsler içinde yaşıyorlardı.

Ancak onlar, tıpkı tarihte nice hak yolunun yolcuları gibi, bu dünya hayatının süslü ve nefse hitap eden tarafını değil, kalplerine doğan ilâhi nûr ile, kendilerini Allah’a götürecek, öldükten sonra da işlerine yarayacak bir inancı, bir hayat biçimini seçtiler. İçinde bulundukları ortamın, çevrelerinin yaşadığı hayatın, atalarının takip ettiği putperstlik dininin doğru yol olmadığını anladılar. Âlemlerin Rabbi Allah’a teslim oldular.

Bütün o zevk ve sefayı, saltanatı ve kudreti, makamları ve asilzâdeliği, süslü elbiseleri ve saltanat nişanlarını bir tarafa attılar. Her türlü tehlikeyi göze alarak Bir olan Allah’a iman ettiklerini açıkladılar.

Onlar “işte gençlik, işte gençler” denilmeyi hak edecek kadar yiğit kimselerdi.

Ashab-ı Kehfi’in gençleri her açıdan müstesna, mükemmel ve ilginç örnektir. Gıpta edilebilecek bir gruptur.

Bu mükemmel sonuç; her şeye rağmen kendilerine başkaları tarafından uygun görülen bir inancı, bir hayat biçimini, bir anlayışı değil, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ı ve O’na ibadeti tercih etmenin mükâfatıdır.

Bu sonuç, nefsin değil kalbin sesini dinlemenin, geçici değil kalıcı olanı seçmenin, münker (kötülüğü) değil ma’rufu (iyi olanı) tercihin ödülüdür.

Görünüşte onlar saray hayatının saltanatını, süslerini, eğlencelerini, prensliği, başkalarına hükmetme yetkisini kaybettiler. Ama onlar öyle bir şey kazandılar ki, ne dünyalıklarla ölçülür, ne de sarayın cezbeli hayatıyla.

Onların imanları, teslimiyetleri, cesaretleri ve sâlih amelleri gelecek nesillere miras ve örnek kaldı.

Gençliğin de ömür gibi fâni olduğunu, elde olan her şeyin geçici olduğunu, her şeyin günün birinde biteceğini, son bulacağını anladılar ve son bulmayacak olan bir Güce bağlandılar.

Allah (cc) onların çok zor şartlar altındaki bu samimi tercihlerinden razı oldu. Bir mağaraya sığınmalarını sağladı ve onları 309 sene mağarada uykuda sakladı. Böylece hem kendi Gücünü, hem hayatın sınırlı oluşunu, hem de Allah rızası için bir şeyin tercih edilmesinin ne kadar büyük bir kazanç olduğunu göstermek istedi.

İşte gençlik, işte gençler...

Mükemmel örnekler...

Hayran bırakan imanî bir tavır...

Gıpta edilebilecek bir sonuç...

İşte hiç bitmeyecek bir nam ve nişan...

İşte hiç tükenmeyecek bir kazanç...

İşte kârı ve zararı bilmenin em mükemmel örneği...

İşte Alllah’ın dışında rab (ilâh) edinilen şeylerin esaretinden kurtulup özgürlüğe kavuşmanın isbatı...

Mağarada 309 yıl ölmeden uyumak ve müslüman gönüllerde sonsuza kadar Hakikatin güçlü şâhitleri olarak yaşamak...

Bu mükemmel sonuç; her şeye rağmen kendilerine başkaları tarafından uygun görülen bir inancı, bir hayat biçimini, bir anlayışı değil, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı ve O’na ibadeti tercih etmenin mükâfatıdır.

Bu sonuç; nefsin değil kalbin sesini dinlemenin, geçici değil kalıcı olanı seçmenin, münkeri (kötülüğü) değil ma’rufu (iyi olanı), dünyayı deği âhireti, geçici saltanatı değil sonsuz mutluluğu, insanların memnuniyetini değil Allah rızasını, uydurma tanrıları değil Allah’a kul olmayı, zilleti değil izzeti, zalim ve sapıklara teslim olmayı değil direnişi, korkaklığı değil yiğitliği tercihin ödülüdür.

Gençlerin mağarada bu kadar uzun süre tutulmalarının bir sebebi de şu olabilir:

Uyanık olun ey gençler, bugün gençsiniz, güçlüsünüz, deli dolusunuz. Ama bu dem geçicidir. Her şey fâni olduğu gibi gençlik çağları da fânidir. Her şey gelip geçici olduğu gibi gençlik de gelip geçicidir.

İşte Ashab-ı Kehf 309 yıl bir mağarada genç olarak uyutuldukları halde, nihayet o gençlik de gitti. Ne onlardan ne gençliklerinden hiç bir eser kalmadı. Ama onların imanları, teslimiyetleri, cesaretleri ve sâlih amelleri gelecek nesillere miras ve örnek kaldı.

Ashab-ı kehf kıyâmete kadar gençlerin önünde neyi tercih etmeleri konusunda ölümsüz bir örnek olarak durmaktadır.

 

Hüseyin K. Ece

25.04.2017

Zaandam