-Hizbü’ş-şeytan Olgusu

Kur’an bazı kavramları karşıtları ile birlikte kullanıyor. İman-küfür, tevhid-şirk, günah-sevap, itaat-isyan, iyi-kötü, dünya-âhiret gibi.

Hizbüş-şeytan da bu kavramlardan biridir. Kur’an, ‘Hizbullah’ın zıddı olarak  "hizbü'ş-şeytân". Her ikisi de iki özel toplumu niteliyor. Her ikisi de bu toplulukların sosyal ve siyasi boyutuna işaret ediyor.

 “Şeytan onların üzerinde egemenlik kurmuş ve sonunda onlara Allah’ı hatırlamayı unutturmuştur: İşte bunlar şeytanın yoldaşıdırlar (hizbü’ş-şeytan): Bakın, şeytanın yoldaşları var ya: işte onlar hüsrana uğrayacaklar.” (Mücâdile 58/19)

Hizbullah; Allah’tan yana olanlar, Allah’ın dostları, Allah’ın dininin yardımcıları...

Bir de tam bunun karşısında şeytandan ve şeytanî işlerden yana olanlar...

Bu bir gerçektir; ilk insandan beri bazıları Kur’an’ın Hakikat dediğine tabi olup Haktan yana tavır almıştır. Bazıları da Kur’an’ın batıl dediğini tercih edip yanlıştan yana olmuştur. Kimileri hakkı, kimileri de şeytanî işleri savunur.

Kim Allah’ı, O’nun Rasûlünü ve mü’minleri dost edinirse, onlar hizbullahtır (Mâide 5/57). Kim de şeytanı dost edinirse, onlar da hizbü’ş-şeytandır.

Hizbullah olgusu, sadece bir dost bulma, birini kendine yakın bilme şuuru değil; o aynı zamanda Allah’tan, Rasûlünden ve müslümanlardan yana olma bilincidir.  

Hizbullah olgusu, İslâma ait değerleri benimseme ve yaşama tavrı, Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlerle müttefik olma bilincidir. Onlar müslümanların aleyhine olacak şekilde İslâmın düşmanlarıyla ittifak kurmazlar.

Onların bu tercihi bir saf belirleme, bir kimlik ilanı, bir manifestodur. Allah (cc) onların bu tercihlerinden razı olduğu için onlara dünyada izzet, Âhirette ise cennet vadetmektedir. (Mücadile 58/22)

İşte bu olumlu tipe karşı olumsuz bir tip: Hizbü’ş-şeytan.

 

-Kavram olarak hizbü’ş-şeytan

‘Hizbü’ş şeytan’, şeytanın taraftarı, onun tarafını seçen, onun dostu. Şeytanı razı etmenin gayretinde olan, şeytanın yolundan giden kimsedir veya kimselerdir.

Tefsirciler ‘hizbü’ş-şeytan’ı; şey­tanın ordusu, şeytanın orduları, şeytana tâbi olanlar, şeytanın kavmi şeklinde de açıklamışlardır

Onlar, şeytanın çağrısına kulak verip, müslümanların ve hakkın karşısında yer alırlar. Halbuki şeytan insana düşmandır ve o kendi taraftarların, kendi yandaşlarını ancak ateş’e çağırır. (Fâtır 35/6)

"İşte bunlar şeytanın taraftarlarıdır." Onun kesimi, onun kabilesidir.

"Haberiniz olsun, muhakkak ki şeytanın taraftarları" yaptıkları alışve­rişlerinde "en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir." Çünkü onlar cen­net karşılığında cehennemi, hidâyet karşılığında sapıklığı almış kimselerdir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an,  2/3021)

“Şeytan böylelerini istila eder, etkisi altına alır ve onlara hükmeder.  Yani, böyle kimseler her zaman şeytanın dediğini yaparlar. Öyleki artık onun tebaası (güttüğü kimse) ve taraftarı olurlar.”  (Zamahşerî, el-Keşşaf 4/483)

 “Şeytan onlara galip gelerek”; yani onları eğemenliği altına alarak Allah’ı anmayı unutturmuştur. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir 3/467)

Nitekim bir hadiste buna işaret ediliyor.

Ebu’d-Derda (ra) Peygamberin (sav) şöyle dediğini duydum diyor: “Bir kasabada yahut çölde üç kişi olup da aralarında namaz kılınmazsa mutlaka şeytan onları eğemenliği altına alır. O bakımdan cemaate katılmaya bak. Çünkü kurt (şeytan) sürüden ayrı olan koyunları yer.” (Ebu Davud, Salat/46 no: 547) 

"Onlar şeytanın taraftarlarıdır." Onun sancağı altında yer alırlar. Onun adına çalışırlar. Onun amaçlarını gerçekleştirirler.

Bu münafıklar yahudileri umut bağlanan ve kendilerinden korkulan bir güç kabul ederek onlara sığındıklarından ve destek bekleyip, işbirliği yaptıklarından yüce Allah da müslümanların onlardan umutlarını kesmelerini istiyor. Allah (cc)  düşmanlarına zilleti ve yenilgiyi, Peygamberine ve kendisine ise galibiyeti ve hakimiyeti verdiğini açıklıyor.

            Rasûlüllah’ın hayatında Medine’de yaşayan münafıklar müslümanların güçlenmesini bir türlü hazmedemiyorlar, her türlü fırsatı kollayıp onların aleyhine çalışıyorlardı. Bu sûrenin indiği günlerde, Medine'de münafıklık doruğa çıkmıştı. Yahudiler ise hem sayıca çok ve hem de, İslâm'a ve müslümanlara karşı örgütlen­mişlerdi.

Münafıklar, henüz müslüman olmayanlara; bu adamlara yardım etmeyin dağılıp gitsinler diye öğütte bulunuyorlardı. -Kendilerini kasdederek- şerefli olanların şerefsiz olanları Medine’den sürüp çıkaracağı tehdidini savuruyorlardı. Halbuki şeref ve izzetin Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlere ait olduğunu bilmiyorlardı. (Münafıkûn 63/7-8)

            Bu bağlamda gizliden gizliye müşriklerle ve yahudilerle kendi görüşmeler yapıyor, ittifaklar kurmaya çalışıyorlardı. Ancak Peygamberin yanına geldikleri zaman da müslüman olduklarını, müşriklerden olmadıklarını iddia ediyorlardı. (En’am 6/23)

Allah (cc), Rasûlüllah’ı ve müslümanları, bu her iki düşman kar­şısında uyarıyor, onların yüzlerindeki maskeyi indirerek gerçekte oldukları gibi görünmelerini ve böylece mü'minlerin onlar karşısında tedbirli olmalarını istiyor.

Münafıklar, Peygamberimize ve müslümanlara karşı desteklenme ve işbirliği yapma anlamında yahudileri dost ve müttefik edinmişlerdi. Aralarındaki ortak nokta Peygambere karşı hasım olmak idi.

İşte böyleleri hem iyi olduklarını iddia ediyorlar, hem de Allah’ın gazap ettiği, yani İslâmî daveti boğmaya çalışan müşriklere yanaşıyorlar, müslümanların aleyhine onlarla amaç birliği sağlamaya çalışıyorlardı. 

 ‘Hizbü’ş şeytan’dan ve onların durumundan bahseden âyet, münafıkları anlatan âyetlerin arasında geçmektedir. Müslüman toplum içerisinde ve Peygamber zamanında oynadıkları role bakarsak; münafıklara hüzbü’ş şeytan dememiz mümkündür.

Çünkü bir kaç âyette münafıkların yaptıklarından bahsediliyor ve arkasından da; “Şeytan onları egemenliği altına almıştır, onlar şeytanın taraftarıdır” deniliyor.

Ancak her ne kadar münafık özelliklerini taşıyanlar hakkında ‘hizbü’ş şeytan’ denilse de, anlaşıldığı kadarıyla, Allah’a ve Rasûlüne şiddetle muhalefet eden, mü’minleri bırakıp müşriklerle İslâmın aleyhine çalışma yapan, şeytanın davetine uyup İslâm yolundan uzaklaşan ve bununla yetinmeyerek kendi aralarında bir grup oluşturup Allah’ın dini ile mücadele eden herkes hizbü’ş-şeytan’dır.

Onlar bir taraftan şeytanı memnun edecek işler peşinde iken, bir taraftan da İslâma ve müslümanlara karşı ittifak kurmaya çalışırlar.

Kur’an burada olumsuz bir tip çiziyor ve yaptıklarının yanlış olduğunu belirtiyor, müslümanları uyarıyor. Bu olumsuz tipi ilk temsilcileri Medine’deki münafıklar olabilir.

 

-Hizbü’ş-şeytanın özellikleri

1-Müslümanlara veli/dost olmazlar

            Şeytan tarafından kuşatılan ‘hizbü’ş-şeytan’, mü’minlerden temamen ayrı bir topluluktur. Bunların bir kısmı müslümanların arasında yaşasa bile onlardan değillerdir. İslâmın sağladığı haklardan yararlanırlar ama asla müslümanlara veli (dost/yakın) olmazlar.        

“Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah’a ve Âhiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaşı olduğu kimse için bu arkadaş ne de fenadır.” (Nisâ 4/38)

Her ne kadar Allah’ın gazap ettiği kimselerle dostluk ve yakınlık kurmaya çalışsalar da onlara da yaranamazlar. İki arada bir derede kalırlar. 

Ne onlarladırlar, ne de bun­larla. İkisi arasında bocalayıp dururlar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamazsın.” (Nisâ 4/143)

 

2-Allah’ın gazap ettiği kimseleri veli/dost edinirler

Onlar bütün uyarılara rağmen Allah’ın gazap ettiği topluklarla dayanışma içine girerler. Ancak bu dayanışma sıradan bir işbirliği değil; müslümanların aleyhine bir çalışmadır. Onları zayıf düşürme, altetme, eksizleştirme ve onlara galip gelmek için birlikte çalışma ittifakıdır. (Mücadile 58/14)

Pek çok tefsirciye göre buradaki ‘Allah’ın gazap ettiği’ topluluk Peygamber dönemindeki Medine Yahudileridir. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir 3/466. Zamahşerî, el-Keşşaf  4/482. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3020. İbnü’l-Cevzî, Zadü’l-Mesîr, s: 1410)

Çünkü onlar Peygamberle anlaşma yapmalarına rağmen, müslümanların aleyhine gizli çalışmalara girmişler, müşriklerle işbirliği yapmışlardı. Nitekim Hendek (Ahzab) savaşında fiilen müşriklerin yanında, yani hiziplerin yanında yer almışlardı. Münafıklar da Peygamber (sav) ve müslümanların aleyhine çalışmak üzere onlarla dostluk ve ittifak kurmaya yeltenmişlerdi.

Kur’an gazaba uğrayan başka kişi ve topluluklardan da bahsediyor. (Bekara 3/90. Âli İmran 3/112. Nisâ 4/93. Mâide 5/60. Nahl 16/106 ve diğerleri)

Bu demektir ki burada kendisinden söz edilen belli topluluk değil, benzer yanlış tavırları tekrarlayan ve gazabı hak edenlerdir. Bunlar her devirde farklı topluluklar olabilir.

Bunların ortak özellikleri şeytanî işler çevirmek ve İslâm’a karşı mücadele etmektir.

 

3-Müslümanlar aleyhine çalışma yaparlar

Şeytanın taraftarı olanlar, İslâmın ve müslümanların hakimiyetini ve iyiliğini istemezler. Onun için her devirde ve her fırsatı değerlendirerek müslümanların aleyhine faaliyette bulunurlar. Ellerindeki bütün imkanları devreye sokarlar. Yerine ve zamanına göre metodlara baş vururlar.

Ama şu bir gerçek ki İslâmın ve müslümanların aleyhine konuşmaktan ve çalışmaktan vazgeçmezler. 

 

4-Şeytanı razı etmeye çalışırlar:

Allah’ın dinine karşı bir araya gelip, birbirlerine bu konuda yardım eden, şeytanın emriyle hareket eden, hakikat’ten yüz çeviren kimseler, her devirde, ister grup olsunlar, isterse siyasí bir güç olsunlar; ‘hizbü’ş-şeytan’ sayılırlar.

Onlar bilerek veya bilmeyerek şeytanın hoşlanacağı işleri yapmanın gayretinde olurlar. Şeytanî düzenlerin hakim olması için çalışırlar. Bu amaç için bir araya gelirler. Örgüt kurarlar. Bu örgüt kimi zaman dernek olur, kimi zaman gizli teşkilat olur, kimi zaman parti olur, kimi zaman tarikat olur, kimi zaman da devlet olur.

Şeytan insanlar arasında çirkin işlerin, günahın ve edepsizliğin yayılmasından hoşlanır. (Bekara/169, 268. Nûr 24/21) Adamlarını (askerlerini) bu iş için sevkeder. Bu işlerde başarılı olanların sırtını sıvazlar.

 

5-Yalan yere yemin ederler:

Kur’an onların tavrına şöyle işaret ediyor:

“Müminlerle karşılaştıkları vakit "(Biz de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.” (Bekara 2/14. Bir benzeri: En'âm 6/23-24)

 “Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. (Münafikûn 63/1)

Onlar, Allah’ın kendilerine kızdığı (gazap ettiği) toplulukları veli edinirken bilerek yalan yere ‘biz de müslümanız’ diye yemin ederler. (Mücadile 58/14, 18)

Onlar öylesine yüzsüz, öylesine aldanmışlardır ki, kendilerini kandırdıkları gibi Allah’ı kandıracaklarını zannederler. (Bekara 2/9)  Böyle yemin etmekle bir şey edeceklerinin hayali içindedirler.

 

6-Şeytan gibi hile ve tuzak kurarlar

            Çünkü akıl hocaları şeytandır. Derslerini, metodları, hile ve tuzak yollarını ondan öğrenirler. Tıpkı şeytanın insanlara tuzak kurmaya çalışması gibi. (Nisâ 4/76) Ayaklarını  kaydırıp günaha düşürmesi gibi. Akıllarını çelip doğru yoldan uzaklaştırması gibi.

            Hizbü’ş-şeytan da insanları aldatmak için her yola başvurur. İnsanları günaha sürüklemek, kendi yandaşları yapmak ve özellikle hakka karşı birlikte mücadele etmek için olmadık yöntemler kullanır.   

            En çok da nefislerin hoşlandığı para, şöhret, kadın, içki ve uyuşturucu gibi şeyleri tuzaklarına yem olarak takarlar. İştahları kabartan, insanı aç gözlü yapan, ağzının suyunu akıtan zevkleri ve hedefleri gösterirler.

İslâmın; hayat standartları, uygarlıkları, kültürleri ve günümüz için tehlikeli olduğunu propaganda ederler, İslamı modern hayatı için problem sayarlar. Müslümanları sefih, aldanmış, geri ve -şimdilerde potansiyel terörist- diye takdim ederler. Her türlü basını, siyasi ve ekonomik güçlerini bu hedefler için seferber ederler.

Kurdukları hile ve tuzaklarla kimilerini fuhşa, kimilerini kumar bataklığına, kimilerini boş vermişliğe sürüklerler. Kimilerini batıl ideolojilere kurban, kimilerini kendi çıkarlarına  köle ederler.

 

            7-Şeytanın kuşatması altındadırlar

Şeytan onları çepeçevre kuşatmıştır. Bir başka deyişle şeytan onları egemenliği altına almıştır. Hizbü'ş-şeytân. şeytanın kontrolü ve etkisi altına girdikleri için Allah’ı ve dini hayatlarından çıkarırlar.

Böyleleri şeytanın oyuncağı haline gelip adam gibi yaşamayı unutan ve sonuçta azaba çarptırılma­yı hak eden kimselerdir.

Bir kimse için Allah’ı unutmaktan büyük bir felaket yoktur. Artık o Allah yokmuş gibi düşünür, konuşur ve davranır. Böylesinin hayatında fazilet, yüce duygular ve üstün değerler kalmaz.  

Onun için şeytan, egemenliği altına aldığı yoldaşlarına öncelikli olarak Allah’ı unutturmayı dener. Allah’ı unutanları sevk ve idare etmek ve her türlü günahı işletmek kolaylaşır.

 

Hüseyin K. Ece

25.05.2017

Zaandam-Hollanda