Süslenmek insan tabiatında varolan arzulardan biridir. İnsanlar daha güzel görünmek için tarihten beri çeşitli değerli madenlerle, kıymetli taşlarla, gösterişli elbiselerle, takılarla süslenmeye çalışmıştır. Bugün Türkçe’de bu değerli takılara “zinet” denmektedir.

Biz bu yazıda Türkçedeki manasıyla ziyneti değil, bir Kur’an kelimesi olan “ziyneti” incelemeye, hangi anlamlarda kullanıldığını ve bize ne gibi mesajlar verdiğini anlamaya çalışacağız.   

 Ziynet kelimesinin aslı “ze-ye-ne/zâne” fiilidir. Bu da sözlükte birini güzelleştirmek, süslemek, zinetlemek demektir.

Aynı kökten gelen “zâin”  daima süslü, ziyneti bol kadın, “ziyân”; bezenip süslenecek şey, “zeyn” ise hoş manzaralı şey demektir.

Bunun tef’ıl babı olan “zeyyene” –ki masdarı “tezyîn”dir-; süslemek, güzelleştirmek, donatmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/91)

Tezyîn Türkçe’de şöyle açıklanıyor: “zinetlendirme, süsleme, süslenme, bezeme. Bunun çoğulu olan tezyinât; süsler, bezekler. (Devellioğlu, F. Osmanlıca-Türkçe Lûgat, s: 1107. Komisyon, TDK Türkçe Sözlük, 2/1469)

Osmanlılar süsleme, bezeme sanatında tezyîn’in çoğulu olan tezyînât kelimesini kullandılar. (Doğanay, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 41/81)

Biz bu yazıda “ziynet”i ve özellikle bunun fiili hali olan “zeyyene” fiilini, bu filin ifade ettiği süsleme, bezeme, donatma gibi durumları açıklarken yerine göre “tezyîn” kelimesini kullanacağız.

Dil bilgini R. Isfehânî “ziyneti (çoğulu: ziyen)” şöyle açıklıyor: “Ziynet; ister bu dünyada, ister Âhirette olsun, insanın onuruna gölge düşürmeyen, onu yakışıksız yapmayan, pejmürde bir görünüş vermeyen; tersine güzelleştiren, süsleyen şeydir.” (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319) Ona göre bilgi ve soyut ahlâk gibi manevî, takı ve elbise gibi maddî, boy-pos gibi bedenî olmak üzere, insan hayatına zerâfet, incelik ve güzellik katan her şeydir. Demek ki bu kavram hem bedensel, hem de ahlâkî çağrışım olarak güzel, süslü çekici olan şeyleri ifade etmektedir.

Ziynet güzel ve süslü olan, bayram anlamına geldiği gibi, süslenmeye yarayan nesne manasına da gelmektedir. (el-Cevherî, İ. b. H. es-Sıhah Tâcu’l-Lüga, 5/563. Fîrûzâbâdî, M. Y. al-Kâmus’l-Muhît, s: 1204) Bundan dolayı Kur’an’da bir yerde geçen “yevmu’z-ziyneh” tamlaması “bayram günü” olarak açıklanmıştır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/91)

“Ziynet kelimesi Kur’an’da 11 defa “ziynetün”, 1 defa “ziynetikum”, 1 defa “ziynetuhû”, 3 defa “ziynetuhâ”, 3 defa da “ziynetuhünne” şeklinde toplam 19 defa geçmektedir.

Bunların çoğu maddî, somut süs, görünen güzellik, nefsin hoşuna giden görüntü, ya da insanı cezbeden nimet veya iyi hal, ihtişam, debdebe, kişiyi güzel/süslü gösteren unsur anlamında; bir kaç tanesi ise kişiye ait mahrem değer, iffet, kişiliği değerli gösteren manevî zenginlik, insana huzur veren soyut güzellik anlamındadır

Kur’an’da yıldızlar, yeryüzünü süsleyen her şey, dünya hayatı, saltanat ve hâkimiyet, mal ve çocuklar, binek hayvanları, altın, gümüş vb. takılar, el ve yüzde bulunan süs, ayrıca vücut güzelliği ziynet olarak niteleniyor. (Mesela bak: Yûnus 10/88. Nahl 16/8. Kehf 18/7, 46. Tâhâ 20/59, 87. Nûr 24/31. Sâffât 37/6. Hadîd 57/ 20) Yani hem insanın süs olarak benimsediklerini, hem de varlıklarla ilgili estetik yönü ifade etmektedir.

*

Şöyleki:

“Sizin tanrınız tek bir ilâhtır.

O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbidir. 

Biz, en yakın göğü ziynetlerle, (yani) yıldızlarla donattık.

Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.(Saffât 37/4-7)

Zira yıldızlar (ya da gezegenler) kandil sûretinde (en güzel lamba gibi) göğe asılmaktadırlar.

“Burada kasdedilen gök cisimlerinin kendileri değil ışıklarıdır denmiştir. Dolaysıyla yakın gök ifadesi, ışığı dünyaya ulaşan yıldızların bulunduğu tüm uzayı kaplar.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/885)

Cümledeki yıldızlar tümleç konumundadır. Çünkü Allah (cc) onları süsledi ve onlarlla göğü güzelleştirdi. Çünkü gök onlar sayesinde güzelliğe büründü.

“Bu ifadenin görünen anlamı bütün yıldızların en yakın gökte olmasına işaret ediyor. Burada en yakın gök, yer kürenin etrafında yalnız güneş sistemi değil, genel olarak yıldızların bulunduğu cisim olan saha, yani üç boyut sahasıdır. Gerçi süsleme cisimleriyle değil de ışıklarıyla olduğuna göre, bunların dünyadan görünebildikleri şekillenme ve akislenme sahasına sırf görünüş itibarıyla bu isim verilmiş olması muhtemeldir.

Her iki takdirde de bu şekilde en yakın göğün süslenmesi hatırlatılmakla bu görünen nûrların ve süsün herkes tarafından bile his ve takdir edilebileceği ve fakat daha yukarısının böyle olmadığı anlatılmış oluyor.” (Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 6/430)

Burada yıldızlar ziynet kelimesinden bedeldir. Çünkü yakın gök onlarla tezyîn edildi, gök süsünü yıldızların güzelliğinden ve çekiciliğinden almaktadır. Yıldızların bizzat kendileri müthiş bir ziynet, güzellik ve ihtişamdır. Zira onlar bakanların gözüne parlak inciler gibi görünür. Allah (cc) onları bizzat birer nurlu süs/güzellik olarak yaratmıştır. (Şevkânî, A. b. Muhammed, Fethu’l-Kadir, s: 1446)

Dolaysıyla bir anlamda göğün süsü yıldızlardır, yıldızların süslenmesi göğün de süslenmesi demek mümkündür. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 10/469. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2589)

Bu âyette hem ziynet hem de onun tef’ıl kalıbından fiil hali “zeyyene” kullanıldı. Allah (cc) insanların görebileceği yakın gökteki yıldızları orada süs ve güzellik olarak yarattğını haber veriyor. Bu âyet bir kaç şekilde tefsir edilmiş. Şöyleki: “Biz, göğü orada süs ve güzellik olan yıldızlarla süsledik, donattık. Onlara yörüngeler tayin ettik ve onları birer nur (ışık) yaptık.” “Dünya göğünü tezyin etti (süsledik), çünkü orası yıldızlarla süslendi.” (el-Cevzî, A. b. Muhammed, Zâdu’l-Mesîr, s: 1182) Yani yıldızların kendileri bir süsü olduğu gibi, onların göğe yerleştirilmeleri de ayrı bir güzellik, süsü ve ihtişamdır.

İbni Abbas’tan gelen bir görüşe göre o; “buradaki ziynet yıldızları ziyasıdır (ışığıdır) Çünkü ziyâ ve nûr (ışık) en güzel ve en olgun bir sıfattır. Eğer yıldızlar olmasaydı Güneşin batışıyla gece çok karanlık olurdu” demiş. Yıldızlara ziynet denmesinin sebebi çeşitli şekillerde ama düzgün (mütenasip) olmalarıdır da denilmiş. Bir başka görüşe göre, şayet insan karanlık gecede göğe bakarsa mavi satıh üzerinde parlayan yıldızları ve ziynetin (süsün) en zirve halini görebilir. (el-Hâzin, M. b. İbrahim, Tefsir, 4/15)

Tefsirci Katade yıldızların üç hikmetle yaratıldığını söylemiş: (Gökten haber çalmak isteyen) şeytanlara atılmak, kendileri aracılığıyla yol bulmak ve geceyi aydınlatmak, dünya göğünde bir ziynet (süs) olmak üzere.(Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2589)

Gökteki bu ziyneti (süsü) görmek ve evrenin yaratılışında ana unsurun “güzellik” olduğunu kavramak için gökyüzüne bir defa bakmak kafidir. Gökyüzünde asıl Sanatkarın bu eşsiz sanatında eşsiz güzellik ve ahenk görülür. Üstelik “güzellik” olarada gelip geçici bir ziynet değil, oranın karakteridir. Büyük Sanatkarın bu tasarımı hem yaratmadaki güzellik, hem de “görevi eksiksiz yerine getirme” gerçeği üzerine kuruludur. Gökte (uzayda) her şey bir ölçü (mizan-kader) üzerinedir. Orada her şey görevini yerine getirir ve orada her şey güzeldir.

Bakınız, mavi gökyüzü ve üzerine serpiştirilmiş yıldızlar… Bu tablo şüphesiz insanın görebileceği ve hoşlanabileceği en güzel tablolardan biridir. Gözler bu manzaraya bakmaktan doyamaz. Gönüller onların sunduğu güzelliklerden usanmaz. (Kutub, S. fi-Zılali’l-Kur’an, 5/2983-2984)

*

Bazı hayvanlar binek hayvanı olmalarının yanında aynı zamanda ziynettir, süstür, güzelliktir. İnsanlar onlara sahip olmaktan hoşlanırlar, sevinç duyarlar.

Nahl Sûresinin başında Allah (cc) insanlar için yarattığı bazı hayvanları  ve güzellikleri hatırlatıyor.

“Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.

Yine onlarda onlardan akşam getirirken ve sabah salıverirken sizin güzellik duygunuzu tatmin eden bir boyut vardır.

Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak güçlüklere katlanarak varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek merhametlidir.

Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) ziynet olsun diye (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.” (Nahl 16/5-8)

Altıncı âyette eti yenen veya yük taşıyan hayvanlarda güzellik, sahiplerine sevinç ve sürü veren güzellikler “cemâl-güzellik” kelimesiyle anlatılırken 8. âyette bu durum binek hayvanları ile ilgili olarak “ziynet” kelimesi ile anlatılıyor. Bu dört âyeti bir arada düşünürsek insanların istifadesine sunulan, onların emrine verilen bütün hayvanları ziynet, güzellik ve fayda olduğunu söylemek mümkün. Ziynetin sadece 8. âyetteki üç hayvanı nitelediği de söylenebilir.

Yine âltıncı âyette vahiy, insanın faydasına yaratılan varlıkların üç boyutlu işlevine işaret etmektedir: Zorunluluklar (zaruriyyât), gereklilikler (hâciyyât) ve estetik değerler, güzellikler (tahsiniyât). Bir amaç uğruna yaratılan hayvanlar dünyası da, insanın protein gibi zorunlu, giyinme ve ısınma gibi gerekli, güzellik gibi estetik değer ihtiyacını karşılamaktadır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/497)

  1. âyetteki üç hayvan 6. âyetteki eti yenen hayvanlara bir atıftır. Yani bunlar da iszin için binekl ve süs olmak üzere var edildiler.

İnsanlar at, katır, merkep gibi hayvanlara binek ve yük açısından baksalar da bazı âlimlere göre Allah (cc) bu hayvanları aynı zamanda yeryüzünün süsü olarak yarattı. (el-Cevzî, A. b. Muhammed, Zâdu’l-Mesîr, s: 772) Onlara binmek, onları yük hayvanı olarak kulşlanmak insanlar için aynı zamanda bir güzellik, bir ziynet (süs ve ihtişam), yani hoşa giden bir hasenedir (iyiliktir). (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 2/215)

Ziynet kendisiyle süslenilecek, üzerinde olduğu şeyi süslü ve güzel, albenili gösteren şeydir. Bu güzellik ve süs eğer dünya eşyası ise Allah (cc) kullarının bundan faydalanmasına izin vermiş demektir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1758)

Bu hayvanlar insanlar onları binek ve yük için kullanılsınlar diye ziynet yapıldı. Ya da kendi normal halleri de âdeta bir ziynettir (süstür), güzelliktir. (Zamahşerî, M. b. Ömer. el-Keşşaf, 2/572

Sanki şöyle söyleniyor: “Allah (cc) onları sizin için ziynet kıldı ki onlardan faydalanarak, onları binek olarak kullanarak adeta ziynetleniyorsunuz.” (Taberî, İbni Cerir. Camiu’l-Beyan, 7/562)

Bu kadarcık bir yaklaşım bile İslâmın hayata bakış açısını göstermesi açısından önemlidir. Bu bakış açısında “güzellik-hüsün, cemal veya ziynet” vazgeçilmez bir unsurdur. Nimetlerden amaç sadece inasını zaruri ihtiyaçları olan yeme-içme veya binek, yük taşıma değildir. Bunların dışında onların hoşuna gidecek, onları mutlu edecek güzellikleri var edilmesi de nimettir. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2161)

Sonuçta Allah (cc) bu gibi hayvanları ister süs (ziynet), ister binek hayvanı olarak insanlar için yarattı ve onları insanın emrine verdi (teshîr etti).

Bazılarına göre bu âyette üç hayvanın binek ve yük hayvanı sayılmasından ve yukarıdaki âyetlerde etleri yenenlere işaret edilmesinden hareketle bunların etlerinin yenmesi caiz değildir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 7/562-563. Zamahşerî, M. b. Ömer. el-Keşşaf, 2/572. Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/231) Demek ki Kur’an atları, katırları ve eşekleri diğerlerinden ayrı saydığına göre bunlar eti yenen hayvanlar (en’am) grubuna girmez. Ancak bunların etlerini yemenin caiz olup olmadığı hakkında âlimler arasında farklı görüşler vardır. (geniş bilgi için bak: Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1756-1758)

*

Yeryüzünde ne varsa aslında hepsi oranın ziynetidir, süsüdür. Yeryüzü güzelliğini üzerinde olan canlı veya cansız, bitki veya hayvan, her ne varsa onlardan alır. Üzerinde hiç bir şeyin olmadığı bir yeryüzü düşünelim: Ne kadar soğuk, çirkin, zevksiz, nahoş ve itici olurdu.

Yalnız yeryüzünün sayısız ve çeşitli yaratıklarla süslenmesinin amaçları, hedefi ve sayısız hikmetleri vardır. Üstelik yeryüzünün bu ziynetleri geçicidir. Günün birinde onları ziynet yapan Kudret emir verir, her şey çer çöp olur. Ya da insanın eceli gelir. Ne kadar güzel, süslü, çekici, cazip, debdebeli olsa da bu ziynetleri ölümle terkeder. Allah (cc) bunu şöyle haber veriyor:

Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir ziynet yaptık.

Ve Biz oradaki her şeyi mutlaka kupkuru bir toprak yapacağız.” (Kehf 18/7-8)

Bunun anlamı şudur: Yeryüzünde bulunan her şey, bütün insanları hangisinin daha iyi iş yapacağını denemek imtihandan için bir araç kılındı.

Yani, hem yeryüzününün kendisi güzel olsun, hem de üzerinde yaşayanlar için güzellik ve süs olsun diye o ziynetlendirildi, donatıldı. Bunun böyle olmasının asıl sebebi de insanların denemeye tabi tutulmasıdır. (Zamahşerî, M. b. Ömer. el-Keşşaf, 2/677)

Buradaki ziynet, yeryüzünde bulunan her şeydir. İfade geneldir ve yeryüzünde bulunan her bir şeyin yaratılması, sanatı ve isabetli yapılması açısından bir süs özelliği de taşımaktır. Bu aynı zamanda onları yoktan var edenin varlığına ve gücüne delildir. Bu ayet hz. Peygamber için de bir tesellidir. Sanki şöyle deniyor: “Dünya ve dünyada yaşayanlar için kederlenme. Zira yeryüzünde insanların hoşuna giden ve kendileri için zenginlik saydıkları şeyleri Biz bir deneme/sınama sebebi kıldık. Dileyen bunu anlayıp gereğini yapar, dileyen gaflette kalmaya devam eder.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1880)

 Yeryüzünü süsleyen ziynetin ne olduğu konusunda Kur’an yorumcuları farklı şeyler söylediler. Kimilerine göre bu ziynet erkekler veya halifeler ve âlimler, yöneticiler, insanların faydalandığı ve sevdiği şeyler olabilir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1880. İbni Atıyye Abdulhak. Muharriru’l-Vecîz, s: 1175)

“Allah insanlara, dünyanın kendilerine sunduğu maddî yarar ve zenginliklere karşı benimsedikleri -güzel ya da çirkin- kişiden kişiye değişen tutumları içinde her birinin kendi seciyesini ortaya koyması için fırsat tanımıştır. Son tahlilde bu pasaj, insanların Allah'ın manevî/ruhanî mesajını kabule yanaşmamalarının altında yatan gerçek saikin (bak: bir önceki ayet), hemen hemen her zaman, onların dünya eşyasına (metaına) aşırı ve körcesine bağlılık duymaları ve bunun yanında bir de onlara kendi başarıları olarak görünen şeylerde kendilerini boş ve anlamsız bir gurura kaptırmaları olageldiğini işaret etmektedir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/586)

Yeryüzüne çekicilik kazandıran, onu süslü gösteren, onun için mükemmel ziynet olan bu göz alıcı güzelliklerin sonu bellidir. Yeryüzü bir gün bu ziynetten mahrum kalacak. Herşey günün birinde bu özelliğini kaybedecek. Son Saat geldiği zaman yeryüzü çıplak, kpkuru ve dazlak bir düzey halini alacak. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2260)

Bu apaçık bir gerçek olmasına rağmen insanların çoğu bunu kabul etmeye yanaşmıyorlar, ya da görmek istemiyorlar. Zira yeryüzünde ziynet diye nitelenen göz kamaştırıcı süsler, zenginlikler çoklarının basiretini bağlar.

“Sizin tanrınız Tek Tanrıdır; ne var ki, Âhirete inanmayanların kalpleri bu (gerçeği), boş bir kibir yüzünden, kabule yanaşmıyor.” (Nahl 16/22)  

“Yani, insanın bütünüyle bu eşsiz-ortaksız ilaha kulluk yapması gerektiği, nihaî anlamda ancak O'na karşı sorumlu olduğu fikrini kabul edemeyecek kadar küstah ve kibirliler.”  (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/532)

“Allah (cc) kimlerin daha iyi davranışlarda buluncağını denemek için bunca güzel nimetleri, malı, mülkü, evlat ve serveti, dünyanın süsü olarak yaratıp onu çekici kılmıştır. Ancak bunun yanında insanları da irade sahibi, iyi ve kötüyü birbirinden ayırdedip ve yaptıklarından sorumlu olacak özellikte yaratmıştır. Böyle olmasaydı denemenin bir anlamı kalmazdı. Fakat Allah bu nimetlerin geçici olduğunu, yeryüzündeki güzellikleri bir gün çerçöp haline getirip yok edeceğini, dünyayı insansız, hayvansız, ağaçsız, bitkisiz ve kupkuru bir çöl haline getireceğini bildirmekte ve dünya nimetlerine bağlanmanın doğru olmadığına dikkat çekerek insanları uyarmaktadır.” (Komisyon, Kur’an Yolu, III/463)

Burada hem yeryüzünü ziynetlendiren Allah’ın kudretine, hem bunun böyle yapılmasının kullar açısından hikmetine, hem de insanların bu ziynet olan güzelliği korumaları veya bu güzelliği örnek almaları da gerektiğine işaret vardır diyebiliriz.

 

Hüseyin K. Ece

20.08.2017

Zaandam

(Devamı var)