(Kur’an’da “ziynet” kavramını anlatmaya devam ediyoruz)

İnsan için dünya hayatında her şeyin ve dünyevi zinetlerin fani, Allah’ın katında hak edilen karşılıkların ise bâki (ölümsüz) olduğu gerçeği: bâkıyatü’s-sâlihât...

Kehf Sûresinde yer alan sadece Rabb'lerinin rızasını dileyerek sabah-akşam O'na yalvaranların durumu, iki bahçe sahibini hikâyesi ve bu kıssanın verdiği mesaj, dünya hayatının değeri hakkında verilen örnek, dünya hayatındaki geçici olan değerler ile Âhirete intikal edecek olan kalıcı değerler arasındaki farkı açıklayan ifadeler arasında bir uyum vardır. Hepsi de Kur’an’daki mucizevî ahenk uyarınce peşpeşe geliyorlar. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2272)

Kişi mal veya evlatlarla övünmemeli, şımarmamalı, bunlar sebebiyle kulluk görevinden gafil olmamalı. Sonuçta mal ve evlatlar dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Kalıcı olan ise Allah’ın razı olacağı sâlih amellerdir.

el-bâkiyâtu's-sâlihât; “ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar” ifadesi Kur’an'da iki kere geçmektedir.

Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgarın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.

Mallar ve evlatlar, dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Baki kalacak sâlih ameller (bâkıyâtü’s-sâlihât) ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf 18/45-46) 

İnsanların gurur duydukları mallar, çocuklar, ırk, aşiret veya soy, makamlar dünya hayatında süs, övünç vesilesi olsa da Âhirette bir anlam ifade etmez. Orada artıp çoğalmaz.

Hz. Ali’nin şöyle dediği nakledildi: “Mal ve evlatlar dünya hayatının ekini, sâlih amel ise Âhiret ekinidir. Bunlar insanlar için biraraya getirilir.” (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 3/166. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908)

Yani bâki kalacak sâlih ameller, sâlih ameli bu­lunmayıp mal sahibi, oğul sahibi olan kimsenin yaptıklarından da, sahip olduklarından da daha üstün ve değerlidir. Dünya hayatının zîneti (süsü, zenginliği) sonsuz hayat açısından önemsizdir. Bu âyet; “O günde cennetliklerin kalacakları yer çok hayırlı ve dinlenecekleri yer çok güzeldir” (Furkan 25/24) âyetini hatırlatmaktadır.

Baki kalacak ameller “sevap bakımından" yani mükâfat açısından da Rabbin yanında hayır­lıdır, “akıbetçe de”, yani Âhirette kâfirlerin kendisiyle dünyada iken övünüp durdukları şeylerden daha hayırlıdır.

Vahyin iniş sürecinde Mekkeli bazı zenginler, mallarının ve oğullarının çokluğu sebebiyle şımardıkları için İslam’a girmeye tenezzül etmiyor (Kalem 68/14-15), hayatın sadece dünyadan ibaret olduğunu iddia ediyorlardı. (Câsiye 45/24)

Bu âyetler öncelikle mallarıyla ve evlatlarıyla, bir anlamda zenginlikleriyle ve maddî güçleriyle övünen, bunlarla böbürlenen Mekkeli müşrikleri, sonradan gelen ve böyle düşünen bütün müşrikleri redtir. Dünya hayatında kendileri için bir ziynet veya övünç ve kibir kaynağı olan dünyalıklar Hesap Günü onlara bir fayda vermeyecektir.

Âhiret hayatına inanmayanların şımarmasına sebep olan dünya hayatının durumunu; sularıyla, ağaçlarıyla, çiçekleriyle ve yeşillikleriyle son derece güzel olan ve fakat bir süre sonra kuruyup harap olan bitki örtüsünün bünyesine girip ona hayat veren suya benzer.

Bu ibretli benzetmeye göre, insanları aldatan dünya hayatı fânidir; kısa bir süre sonra gidecek, bitecek, sâlih amel ise kalacaktır. (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 3/477)

“Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür.” Bu ifade malların ve evlatların bir deneme sebebi olduğunu söyleyen âyetin manasına uygundur. (Enfal 8/27) Zira mal sahibi olmak güzel ve faydalıdır. Evlat sahibi olmak hem övünç kaynağı, hem de güç ve fayda sebebidir. Ancak bütün bunlar gelip geçici şeylerdir.

 Eskiden beri şöyle denirdi: “Gönlünü mala bağlama. Çünkü o geçip giden bir gölgedir. Kadınlara da bağlama. Çünkü bugün seninle bera­berdirler, yarın senden başkalarıyla. Yöneticiye de kalbinden bağlanma. Çünkü o bugün senin lehinedir, yarın başkasının lehine, senin aleyhine olur.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908)

Kur’an “Mal ve evlatlar dünya hayatının süsüdürler” derken meşru’ sınırları içinde bu süslerden faydalanmayı yasaklamıyor. Ne var ki, İslâm mal ve evlada sonsuzluk terazisinde herhangi bir değer ifade, anlam ifade ediyorsa o değeri verir, fazla değil.

Mal ve evlatlar süstürler ama sonsuz değer değildirler. Şu halde insanların bu süslere göre ölçülmeleri, dünya hayatında bu süsler temel alınarak değerlendirilmeleri doğru değildir. Gerçek değer, hareket tarzı, söz ve ibadet gibi geride bırakılan yararlı ve Kur’an’ın “bakıyâtü’s-sâlihât” dediği işlerdir.

İnsanlar öteden beri insanlar mal ve evlada karşı eğilimli olsalar bile (Âli İmran 3/23-24), kişinin beraberinde öteki tarafa götüreceği kalıcı işler daha hayırlıdır. Bu gibi işler hem faydalı, hem umut kaynağı, hem de sevap kazandırıcı olmaya layıktır. Mü’min bu gibi salih amellere inanır, onları yerine getirmeye çalışır, sonuçlarını Âhirette bekler. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2272)

Aynı ifadeyi Meryem Sûresi’nde de görüyoruz.

            “Allah, doğruya erenlerin hidâyetini artırır. Kalıcı sâlih ameller (bâkıyâtü’s-sâlihât), Rabbinin katında sevap bakımından da daha hayırlıdır, sonuç itibari ile de.” (Meryem 19/76)

Yani değeri bakımından Allah katında daha hayırlı, ümit etmeye de daha elverişli işler. (Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 2/595)

Mü’min kalıcı olanı tercih eder. Geçici (fani), bitecek olanı elde edeceğim diye, kalıcı (ebedi) olanı feda etmez.

"... (Ey Elçi) Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkup çekinenler için Âhiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.» (Nisâ 4/77) 

Sâlih amel Türkçe’ye “iyi davranış” diye çeviriliyor. Ancak  bu çeviri onun imanî açıdan ve müslümanın ibadet hayatındaki vurgusunu yeterince karşılamıyor.

Hatırlayalım; “amel” sözlükte, iş, davranış, hareket, aksiyon, faaliyet ve faydalı eylem anlamlarına gelir.

Kavram olarak “amel”, aslında niyetli davranış, bir maksada bağlı olarak yapılan fiildir. İyi veya kötü nitelemesi de bir niyetle yapılan ameller hakkında geçerlidir. Buna göre insan, ister iyi bir şey yapsın, isterse kötü bir şey yapsın; yaptığı işi bir niyetle yapıyorsa, o işi yapmakta bir maksadı varsa, o iş bir ameldir.

“Sâlih” kelimesi, doğru yolda olan, fesat içinde olmayan, faydalı; sulh kökünden hareketle “imanla barışık eylem” demektir.

“Sâlih amel” de elverişli, faydalı, sağlam, fesat unsuru taşımayan iş, eylem ve aksiyon demektir.

Kur’an, mü’minlerin yaptığı bu gibi işlere “sâlih amel” adı vermekte, doksandan fazla yerde iman ve sâlih ameli birlikte söz konusu etmektedir. İnsanın kurtuluşu iman ve onun gereği olan sâlih amelle mümkündür. Hayat ile ölümün yaratılmasının amacı da, insanların hangi amelleri işleyeceklerini denemek içindir. (Mülk 67/2)

Buna göre iman sâlih amelle bütünleşir, onu sağlamlaştırır, onu korur. İman sâlih amel işlemeyi de gerektirir. Zaten iman;  sâlih amel sayılan işlerin doğru, erdemli ve sevap kazandırıcı, aynı zamanda kulluk görevi olduğuna inanmaktır.

Kur’an sâlih amel (sâlihât) işleyenlere sâlih-sâlihîn, muslih/salihler ismin veriyor. 

Kur’an sâlih amel’e bu iki âyette ve pek çok âyette “sâlihât” da diyor. Ya amel-i sâlih, ya amel-i sâlihât, ya da tek başına sâlihât şeklinde.

Sâlihât sâlih kelimesinin çoğuludur. Amel kelimesi eklenmese bile “sâlihât” zaten sâlih ameli nitelemektedir.

Bir de “hasenât” var. Hasenât ile Salihat arasında acaba bir fark var mıdır?

İyilikler diye anlaşılan “hasenât” hasene’nin çoğuludur. Bunun türediği “hasene”; güzel ve iyi olmak, kendisi bizzat “güzel ve iyi” manasına gelir. Din dilinde “hasene”, hem sâlih ameli niteler, hem de onun karşılığı olan sevabı.

Müslüman Allah’ın razı olacağı bir ameli işlediği zaman, şu kadar “hasene kazanır” denir. Hasenât bunun çoğuludur ve kötülükler, günah kazandırırcı işler anlamındaki “seyyiât”ın zıddıdır.

Sâlih amel; ibadetin diğer adı, ya da yapıldığı zaman kişiye sevap kazandıran, Allah’ın razı olacağı her iş şeklinde tarif edilse yanlış olmaz. Sâlihât denildiği zaman başka bir tamlama yapmaksızın bu özellikteki bütün ameller, bütün işler ve fiiller kasdedilir.

Yalnız sâlihât da bir özellik daha var. O da şudur:

Sâlihâtın türediği “sulh” kökü, taraflar arasında barış, “ıslah” ise bir şeyi, kişiyi, bozuk olanı düzeltme, faydalı hale getirme, ondaki fesadı giderme demektir. “Islah etmek”; düzeltmek, iyileştirmek olduğuna göre bunda üçüncü kişileri ilgilendiren durum vardır.

Öyleyse “sâlihât” bir yönüyle dışarıya yönelik, ama Allah katıda da değerli, sevap getirici amellerdir. Hasenâtta ağırlıklı olarak kişinin kendine yönelik, içe doğru bir durum; sâlihâtta ise bununla beraber başkalarına yönelik, dışa doğru bir durum söz konusudur.

Bu şu demektir: İman eden önce kendini ıslah edecek; amellerini/işlerini doğru, düzgün, yarayışlı, sağlam ve sevap getirici hâle getirecek, kendi zihnindeki ve davranışlarındaki fesadı giderecek; sonra da başkalarının ıslahı için çaba gösterecek.

Her iki hedef için yaptığı işler/ameller sâlihâttır.

Sâlih amel işleyen sâlihler, hasenât sahibi muhsinler zaten iyidirler. Bunların bu amelleri daha çok kendilerine yönelik olduğu için bunlara pasif iyi; kendi nefsi ve başkalarını ıslah için emek harcayan sâlihât sahiplerine de aktif iyidir denilebilir.

Unutmamak gerekir ki Kur’an’da hasenâtın karşılığı en az bire on (En’am 6/160), sâlihâtın karşılığının ise ucu açık: Sayısız nimet, büyük ödül ve Cennet. (Mesela; Nisâ 4/, 57124. Bekara 2/25, 72. Mâide 5/9 v.d.)

Hâsenât “bâkiyât” ile birlikte kullanılmamış. Ancak sâlihât iki âyette sâlihâtla beraber kullanılmış. Bu iki âyette de sâlihât bakiyyatın sıfatı olarak geçiyor. Bâkiyât; kalıcı olan, fani olmayan, geçici olmayan, ya da dünyaya veya yaratılmışlara ait olmayan demektir.

Bâkıyât’ı iki şekilde anlayabiliriz.

Birincisi: En geniş anlamıyla sâlihât. Âhirete de intikal eden, sevabı verilecek, ebedî hayatın mutluluğunu kazandıracak olan ameller. Bu gibi hayırlı, güzel ve iyi işlerin olumlu sonuçları sadece bu dünya hayatında görülmez; sonsuz hayatta da devam eder. Bu açıdan “bâkıyâtü’s-sâlihât”; ölmeyecek, eskimeyecek, bitip tükenmeyecek ve fani olmayan en güzel işlerdir.

Burada şu hadisi hatırlamada fayda var:

“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler (ameli). Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler (ameli) kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak/42 no: 6514. Müslim, Zühd/5 no: 7424. Tirmizî, Zühd/46 no: 2379)

İkincisi: Sonuç açısından hem dünyaya hem de Âhirete dönük ameller. İnsan bir faaliyet yapar, bir iyilikte bulunur, toplumun faydasına bir âdet (sünnet) başlatır, bunun sevabını kendisi aldığı gibi, aynı âdeti sürdürenler de sevap alırlar.

“Kim İslâmda ‘hasene bir sünnet-iyi bir çığır’ yaparsa-başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap) yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz. Kim de İslâmda ‘seyyie bir sünnet-kötü bir çığır’ başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk başlatana günah yazılır. Buna karşı o kötülüğü yapanların günahlarında bir noksanlık olmaz.” (Müslim, Zekât/69 no: 1017. İbn. Mâce, Mukaddime/14 no: 207)

Ya da arkada insanların faydalancağı bir eser, bir vakıf, bir hayır bırakır. İnsanlar ondan faydalandıkları sürecek onu bırakanın sevabı devam eder.

“İnsan öldüğü zaman amelleri kesilir. Ancak üç sey bundan istisnadır: Sadaka-i cariye (devam eden sadaka), kendisinden yararlanılan ilim, kendisine hayır dua eden salih evlat.” (Darimî, Mukaddime/44 no: 523)

Dikkat edilirse bunların üçüncü kişilerle ilgili bir boyutu var. Dolaysıyla sevapları da devam ettiğine göre “bakıyâtü’s-sâlihât” sayılırlar (mı).

“Sâlihât” Kur’an’da altı defa tek başına, ellialtı defa da iman ile birlikte gelir. Bütün bu âyetlerde sâlihât sahiplerine verilecek çeşitli, çok ve muhteşem ödüller farklı kelimelerle anlatılıyor. Mesela;

“Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak sâlihât (iyi işler) yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ 4/124)

“Her kim de O’na sâlih ameller (sâlihât) işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır.” (Tâhâ 20/75-76)

Şüphesiz, iman edip, sâlih ameller (sâlihât) işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. (Beyyine 98/7)

Kur’an’da böylece yer alan “bâkıyâtü’s-sâlihât-ölümsüz olacak amellerin” ne olduğu konusunda Kur’an yorumcuları arasında söz birliği yoktur.

Çoğunun görüşüne göre onlar Peygamberden nakledilen, bilinen tesbih cümleleridir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908. İbn Atıyye, el-Muharru’l-Veciz, s: 1195)

İbnü’l-Cevzî’ye göre “bâkıyâtü’s-sâlihât” konusunda beş görüş var.

Birincisi; İbni Abbas’tan gelen bir görüşe göre onlar; “Sübhânellehi vel-hamdülillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahü ekberdir.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/230-231. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908. İbn Atıyye, el-Muharru’l-Veciz, s: 1195) İlk dönem tefsircilerinden Mücahid, Ata, İkrime, Dahhak da aynı görüştedir. Said b. Müseyyib ve Muhammed b. Ka’b da benzerini söylemiş.

Osman b. Affan’a “bâkıyâtü’s-sâlihâttan soruldu. O da onların “lâ ilâhe illallahu sübhânellahi ve’l-hamdülillahi vallahu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billahi”dir diye cevap verdi. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 3/166) Taberî aynı sorunun Abdullah b. Ömer’e sorulduğunu naklediyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/230)

Ebu Hurayra Peygamber’in “Sübhânellahi ve’l-hamdülillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber” demek bana Güneşin üzerine doğduğu şeyden hayırlıdır” dediğini anlattı. (Bir benzeri: Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/230-231)

İkincisi; Ali b. Ebi Talib’in Peygamber’den naklettiğine göre bâkıyâtü’s-sâlihât “lâ ilâhe illallahu vallahü ekber ve’lhamdülillahi ve lâ kuvvete illa billah”tır. (Ahmed b. Hanbel’den)

Üçüncüsü; bâkıyâtü’s-sâlihât beş vakit namazdır. İbni Abbas’ın, Said b. Cübeyr de aynı görüşte olduğu naklediliyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/230)

Dördüncüsü; bâkıyâtü’s-sâlihât güzel sözdür. 

Beşincisi; bâkıyâtü’s-sâlihât bütün hasenâttır. Yani Âhirete intikal edecek söz ve eylemle yapılan sâlih amellerin (ibadetlerin) hepsidir. İbni Ebi Talha bunu İbni Abbas’ın görüşü olarak naklediyor. Katade ve İbni Zeyd aynı şeyi söylemişler. (İbnu’l-Cevzî, A. b. Muhammed. Zâdu’l-Mesîr, s: 854. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908. el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 3/166. İbn Atıyye, el-Muharru’l-Veciz, s: 1195)

Said b. Müseyyib; “bâkiyâtu’s-sâlihât kulun “Allahu ekber sübhânellah ve lâ ilâhe illallahu ve lâ havla ve lâ kuvvete illa billah” demesidir” demiş. (Muvatta’dan Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/232)

Said el-Hudrî dedi ki Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “el-bâkıyâtü’s-sâlihât olan sözü çok söyleyiniz” “Onlar nelerdir ey Allah’ın Elçisi” diye soruldu. O da “Allahu ekber ve lâ ilâhe illallahu sübhânellahi ve’l-hamdülillahi ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billah”tır buyurdu.  (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/231. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908)

Ebu Hurayra anlatıyor: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Cennet bahçelerine uğradığınız zaman istifade edin”. Ben “Cennet bahçeleri nedir” diye sordum. “Onlar mescidlerdir” buyurdu. “Nasıl istifade edebiliriz” dedim. “Sübhânellah ve’l-hamdülillah ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber”diyerek dedi.” (Tirmizî, Daavat 82 no: 3510 garip notuyla. A. b. Hanbel, 3/150)

Burada kalıcı olduğu açıklanan sâlihât hem inanmayı hem de İslâm’ın yapılmasını emrettiği ve hoş karşıladığı, ahlâkî değerlere uygun işleri ve güzel davranışları ifade etmektedir. Kur’an’ın öngördüğü bütün iyi işler dünyada insanlara fayda verecek ve Âhirette de kurtuluşa vesile olacak sâlih amellerdir.   (Komsiyon, Kur’an Yolu DİB, 3/478)

Bâkiyâtu’s-sâlihâtın bazı tesbih, dua, zikir cümleleri olduğunu söylemek bunun anlamını ve müslümanın hayatındaki etki alanını daraltır. Kaldı ki bir rivâyette geçtiğine göre Peygamber bâkıyâtü’s-sâlihât sadece bunlar dememiş, bunlar bâkıyâtü’s-sâlihâttandır demiş. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/230)

Dolaysıyla bâkıyâtü’s-sâlihât sadece bunlar değil, yukarıda geçtiği gibi kişiyi kurtaracak, ona Cenneti ebediyyen kazandıracak olan, hem de “bâkiyât” övgüsünü kazanan, dünya ziynetine göre kalıcı, daha hayırlı ve daha faydalı sâlih amellerdir. Bu tesbih cümleleri elbette faziletlidir ve sevapları çoktur. Ancak kalıcı amellerin kapsamı bunlardan çok daha geniştir diye düşünüyoruz.

Elde etmek için çırpındığımız şeyler günün birinde bizi terkedecek. Kimilerinin bir ömür sahip olmak için savaştığı, kulluk görevlerini ihmal ettiği her şey burada kalacak. Unutmamak gerekir ki, bu dünyada ilişkide olduğumuz herkesten ve her şeyden günün birinde ayrılacağız.

Ancak kişi eliyle veya bedeniyle ne işlemişse, o, yani amelleri kendisiyle Âhirete gidecektir. Bunlar Mizanda ölçülecek. Çıkacak sonuç kişinin Âhirette yurdunu, meskenin, kalacağı dâr’ı (evi) belirleyecektir. Ve bu güzel sonuç -Kur’an’ın deyişi ile- ebediyyen sürecektir.

 

Hüseyin K. Ece

06.01.2018

Zaandam