(Kur’an’da “ziynet” kavramını anlatmaya devam ediyoruz)

Yeryüzü ne kadar süslü olursa olsun Âhiret hayatına inanan kimselerin bu fani ziynetlere (güzelliklere, süslere, zenginliklere) takılıp kalmaması gerekir.

O yüzden Kur’an hz. Peygamber’e şöyle hitap ediyor:

Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü (ziynetini) isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” (Kehf 18/28)

 Rivâyete göre bu âyetin, Peygamber’in Bilâl, Ammar, Süheyb, Habbab ve İbn-i Mes'ud gibi fakir müminlerle oturup kalkmamasını, sadece kendileriyle oturup kalkmasını isteyen Kuryş’in ileri gelenleri hakkında indiği söylenmiştir.

Yine rivâyete göre Peygamber (sav) onların inanmalarını istemiş bu yüzden önerilerine olumlu yaklaşım göstermiştir. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2268)

Böylece Peygamber’in dünya hayatının ziynetini, hoşa giden şeylerini tercih ederek zengin müşriklerle oturup kalkması yasaklanmış, fakir vezayıf, ya da tolumun alt tabasından gelmiş olsalar da mü’minlerden ayrılmaması emredilmiştir.

“Bu âyet, Hz. Peygamber’e hitap ederek aynı tutum ve zihniyeti benimseyen insanlara şöyle bir uyarıda bulunmuştur: Üstünlük ve şeref, dünya malında ve ziynetinde değil, gönül ziynetindedir, yani iman ve güzel ahlâktadır. Servet ve mevki sahipleri öne alınıp yoksullar arkaya itilemez. Servetleriyle kibirlenen zenginlerin hatırı için fakir müslümanlar ihmal edilemez. Sen ayırım gözetmeden Allah’ın âyetlerini herkese oku. İlâhî mesajdan kimin daha çok yararlanacağını sen bilemezsin, onu ancak Allah bilir. Öyle ise sakın o fakirleri yanından uzaklaştırma, bilâkis onlarla birlikte olmaya candan gayret göster.” (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 3/472)

Bu sözler Peygamber'e (s.a) hitap eder görünmektedir, fakat aslında Kureyş ulularını kastetmekte ve onlara sanki şöyle demektedir: “Sizin zenginliğiniz, ihtişamınız ve gururlandığınız debdebenizin Allah ve Rasûlü katında hiç bir değeri yoktur. Bilakis bu fakir insanlar onların gözünde daha değerlidir. Çünkü onlar samimidirler ve her an Allah'ı anarlar.” (Mevdûdî, Ebu’l-Âla. Tefhîmu’l-Kuran (Ter.), 3/167)

Nuh'un (as) gönderildiği kavmin büyüklerinin tutumu da aynı idi. Kavmi onu  böyle tenkit etmişti:

Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz…” (Hûd 11/27)

Hz. Nuh da onlara şöyle cevap vermişti: “Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum…” (Hûd 11/29)

“… Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem…” (Hûd 11/31)

Bu âyet Beydavî’nin de belirttiği gibi üstünlük ve şerefin bedenî ve maddî ziynetlerde değil, gönül ziynetinde, yani iman etmekte ve imana uygun yaşayışta olduğunu, dolaysıyla müşriklerin bu görüşünün hiç bir değeri olmadığını haber veriyor. (TDV Meali Âyet açıklaması, s: 296)

Böylesine kibirli ve kendilerini başkalarından üstün gören kimselere söylenecek şudur: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır…” (Kehf 18/28)

“Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.” (Necm 53/29)

Aynı konuyla ilgili olarak başka bir âyette Hz. Peygamber şöyle uyarılmıştır:

“Rablerinin rızâsını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur; senin hesabından da onlara sorumluluk yoktur ki onları kovup da zalimlerden olasın!” (En’âm 6/52) Tıpkı Şuara 26/113cü âyetinde geçtiği gibi: “Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur (herkesin hesabı kendine aittir.”

“Kaynakların haber verdiğine göre bu ve bundan sonraki âyet, Hicretten önce Mekke'deki bazı müşrik liderlerin, Hz. Peygamber'in eski kölelerden ve takipçileri arasında bulunan Habbab b. Eret, Süheyb-i Rûmî, Bilâl-i Habeşî, Ammar b. Yâsir gibi “alt tabaka”ya mensup kimselerden uzak durması şartıyla İslâm'ı kabul etmeyi düşünebileceklerini bildirmeleri üzerine nazil olmuştur. Elbette Hz. Peygamber, bu talebi anında reddetmiştir.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/214. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1190.  Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/234)

Selman-ı Farisî (ra) anlatmış: “Kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenen Uyeyne b. Hısn ile el-Akra b. Habis, Peygamber’in (sav) yanına gelerek şöyle dedi­ler: “Ey Allah'ın Rasulü! Sen, meclisin baş tarafına otursan da yanımızdan şu kişileri ve onların cübbelerinin kötü kokularını bizlerden uzaklaştırsan.” -On­lar, bu sözleriyle Selman, Ebu Zer ve müslümanlanın fakir olanlarını kastedi­yorlardı. Üzerlerinde yünden cübbeler bulunuyordu ve bunlardan başka da giyecek birşeyleri yoktu.- İşte o vakit biz de senin yanına oturur, seninle ko­nuşur ve senden birşeyler öğrenirdik.” Bunun üzerine yüce Allah (cc) yukarıdaki âyetleri inzâl etti. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/215. Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 2/26. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1191)

Benzer bir rivâyet de farklı lafızla İbni Cüreyc’den ve Haccâc’dan geliyor. (bkz: Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/215)

İbni Ebi Hatim Habbab b. Eret’in (ra) şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Akra b. Habis et-Temimî ve Uyeyne b. Hısn el-Fezârî Peygamber’e (sav) geldiler. Bilâl, Süheyb, Ammar ve Habbab gibi gariban mü’minlerin onun yanında olduğunu gördüler. Onları küçümseyerek dediler ki:

“Ey Muhammed! Arapların bizi bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Görüşmek için onların olmadığı bir vakit ayır. Bunun için de bize yazılı bir belge ver.” Peygamber de yazıyı yazmak için Ali’yi (ra) çağırdı. Bu sırada biz bir kenarda otururken bu âyet indi. Peygamber elindeki yazı malzemesini attı ve bizi yanına çağırdı ve “Selâm olsun size, Rabbiniz merhamet etmeyi kendine ilke edinmiştir” dedi. (İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ. Muhtasar Tefsir, 1/581)

 Sa’d b. Ebi Vakkas’ı şöyle dediği nakledildi: “Biz altı kişi Peygamber ile birlikte oturuyorduk. Müşrikler ona; “şunları yanından uzaklaştır, bizimle sohbet etmeye cür’et etmesinler” dediler. Sa’d sözüne devamla dedi ki: “Orada ben vardım, İbni Mes’ud, Huzeyl kabilesinden bir kişi, Bilal ve ismin hatırlamadığım bir kişi daha vardı. Muhtemel ki Peygamberin zihnine Allah’ın bildirdiği bir şeyler düşmüştü. Kendi kendine mırıldandı. Bunun üzerine En’am 6/52 âyeti indi. (Müslim, F. Sahabe/45 no: 2413. İbni Mâce, Züh/7 no: 4128)

Müfessirlerin ittiafakına göre En’am Sûresi bir kaç âyeti hariç, bir defada ve Mekke döneminin son aylarında inmiştir. 52. âyetin ayrı ve bu olay üzerine indiğini söylemek de tutarlı gözükmüyor. Zira bir rivâyette Selman-ı Farisî’nin de Mekke’de fakir müslümanlarla Mekke’de Peygamberin yanında oturduğundan bahsediliir. Halbuki bu mümkün değildir. Zira Selman Medine’de müslüman olmuştu, Mekke devrini hiç görmemişti. Buna göre Selman’ın da  Mekke’de Peygamberin yanında oturan gariban müslümanlardan olduğu, âyetin de onlar hakkında indiği rivâyeti doğru değildir. Muhtemel ki olayın bir aslı vardı ama sonradan râviler (olayı nakledenler) olayların tarihlerine dikkat etmeden, âyetin sahabelerin bütün fakirleri hakkında indiğini düşünmüş olabilirler. (Ateş, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 3/153)

 “Nüzûl sebebi olarak rivâyet edilen bu gibi haberler bu âyetlerin tam bir açıklamasını yapamaz. Kur’ân’ın metoduna göre tarihî olaylara atıflar -ister Peygamber zamanında olan olaylar, isterse eski zamanlara ait olsun- her zaman, değişmez ahlakî öğretileri göstermek amacıyla kullanılır. Sözkonusu pasaj da bu açıdan bir istisna değildir.

Öncelikle Hz. Peygamber'e hitab etmesine rağmen bu pasajda seslendirilen öğüt, Kur’an'ın bütün takipçilerine yöneliktir: Onlar, -inançları Kur’an'ın taleplerine tam olarak cevap veremese bile- Allah'a inanan hiçbir kimseyi kovmamak, ama tersine, Kur’an öğretilerini sabırla açıklayarak onlara yardım etmeye çalışmakla emrolunmuşlardır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/234)

“Allah (cc) bu âyeti, gerçek değerleri açıkça duyurmak ve yanılmaz teraziyi yerleştirmek için indirmiştir. Bundan sonra "isteyen inansın, isteyen inkâr etsin.”  

Peygamber’e düşen dünya hayatının çekiciliğini isteyerek böyle kimseleri gözardı etmemesi, onlardan ilgiyi kesmemesidir. Çünkü dünya hayatının çekiciliği, sırf O'nun rızasını dileyerek, sabah-akşam Rabb'lerine yalvaranların yükseldikleri yüce ufkun düzeyine çıkamaz. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kuran, 4/2268)

Aynı hüküm günümüz müslümanları için de geçerlidir. Müslümanlar dünya hayatının geçici menfeatlerine, solup gidecek süslerine, aldatıcı makam ve saltanatına aldanıp gariban, fakir, güçsüzlerden yüz çevirmemeli. Onlarla aynı ortamda bulunmaktan utanmamalı.

Kibirli, burnu havada, kaba ve gaddar kimselere yanaşıp; ezilen, horlanan, itilip kakılanlara sırt dönmemeli. Az veya çok dünyalık karşılığında, yani dünyanın ziynetine göz dikip İslâmın aleyhine çalışan kişi ve kuruluşlara meyletmemeli, yardımcı olmamalı. Bir çıkar elde edebilirim ümidiyle onlara yağcılık yapmamalı. Onlarla aynı pozisyonda görünmeye çalışmamalı. İlişkide, davetlerde, paylaşımlarda, muamelelerde hakkaniyet ve adaletle davranmalı.

 

Başkaları gibi dünya hayatının ziynetini; süsünü, saltanatını, hoşa giden geçici güzelliğini arzu eden Peygamber eşleri Kur’an diliyle uyarılıyor. Aslında bu uyarı Peygamber hanımlarının şahsında bütün müslümanlaradır. Yani müslümanlar da dünya hayatının, onun hoşa giden ve zevk veren güzelliklerini (ziynetini) Allah ve Peygamberine, Âhiretin ebediliğine tercih etmemeliler.

“Ey Peygamber! Hanımlarına de ki, “Eğer dünya hayatını ve onun süsünü (ziynetini) istiyorsanız, gelin size mut'a (boşanma bedellerinizi) vereyim ve sizi güzelce bırakayım."

"Eğer Allah'ı, Rasûlünü ve Âhiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır."  (Ahzâb 33/28-29)

Bu âyetin nazil olduğu dönemde sahabeler Hayber'in zengin  topraklarını fethetmişlerdi. Bundan dolayı o günkü İslâm toplumu ekonımik açıdan biraz daha rahatlamıştı. Ancak toplumun büyük bölümünün hayatına yansıyan bu rahatlama hz. Peygamber’in evini etkilememişti. O her zaman olduğu gibi kendisi ve ailesi sade hayatını sürdürüyordu. Değişen şartların diğer kadınlar gibi onun eşlerini de etkilemesi, onların da öteki hanımlar gibi bu nisbi rahatlıktan pay arzu etmeleri normal idi.

Fakat hz. Muhammed’in onların bu taleplerine rıza göstermesi, onun bütün hayatı boyunca gözettiği prensibe uygun düşmezdi. Onun prensibi; kendisinin ve ailesinin hayat standardının yoksul müminlerinkinden yüksek olmaması idi.  (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/857)

Tefsir kaynaklarına göre bu âyetin geliş sebebi, Hz. Peygamber’in eşlerinin ondan lüks, daha fazla nafaka, ziynet cinsinden bazı şeyler istemeleri, birbirlerini kıskanmak suretiyle kendisini üzmeleri, bundan dolayı Hz. Peygamber’in (sav) bir ay onlara yaklaşmamak üzere yemin etmesi (îlâ), yani ayrı yaşamaya karar vermesidir. (Derveze, İ. et-Tefsiru’l-Hadis (çev.), 6/21. Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/346)

Görünen o ki Allah’ın (cc) Medine’de rızkı bollaştırması üzerine mü’minlerin anneleri; bol nimete kavuşma ve nafakalarının artma zamanının geldiğini zannettiler. Bundan dolayı Peygamber’den bazı isteklerde bulundular. Onların bu istekleri muhtemelen, Beni Kureyza malları­nın taksim edildiği ve Peygamber’in -Enfal/41de belirtildiği üzre- Allah, O’nun elçisi, yakınlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar için ayrılan humusu (payı) aldıktan hemen sonra gerçekleşmişti. (Derveze, İ. et-Tefsiru’l-Hadis (çev.), 6/21)

“Bu olay, Hz. Peygamber'in (sav) o dönemde ekonomik yönden zorluklar içinde olduğunu ve o zor dönemde eşlerinin isteklerinden üzüntü duyduğunu göstermektedir.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/405)

Çünkü onun zühd hayatı fakirlikten kaynaklanmıyordu. O isteseydi daha çok dünyalığa sahip olabilir, daha lüks yaşayabilirdi. Ancak o davasına bağlılığı ve görevi icabı dünyalıkları düşünmekten uzaktı. Peygamberlik görevi şüphesiz dünyalıklardan, ziynetlerden çok daha yüce idi. Ayertler bir başka açıdan hem mü’minlerin annelerine, hem ümmete bu muhteşem gerçeği hatırlatıyordu.

Peygamber hanımları da onun evinin bir parçası olduğuna göre onun hayat tarzını benimsemeliler. Kaldı ki onlar takvalı kaldıkları sürece diğer kadınlar gibi değillerdi. Bir günah işledikleri zaman iki kat, sevapları da iki kat idi. Allah onlara dışarı çıktıkları zaman açılıp saçılmamalarını, konuştukları zaman işveli konuşmamalarını, evlerinde okunan ilâhi mesaja kulak vermelerini emretti. Bütün bunlarla Allah onları (ehl-i beyt’i) tertemiz yapmak istiyordu. (Ahzab 33/30-34) Ama isterlerse başka bir seçeneği tercih edebilirlerdi. (Derveze, İ. et-Tefsiru’l-Hadis (çev.), 6/22)

Ay dolunca “tahyîr” denilen bu âyetler indi. Âyet gelince Hz. Peygamber, o gün nikâhı altında bulunan eşlerini toplamış ve kendilerine seçim imkânı tanımıştır (tahyîrde bulunmuştur). (Peygamberin o zamanki eşleri: Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Sevde idi.) (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/405)

Peygamber hanımları bu durum karşısında “Allah’ı, Rasûlünü ve Âhireti tercih ettiklerini” açıklamışlardır. (Buhârî, Tefsîr/33/4-5 no: 4785-4786. Müslim, Talâk/4-5 (29-35) no: 3690-3696)

Müslim'de Hz. Cabir ibn Abdullah'tan rivâyet edilen bir hadise göre: “Bir gün Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber'i (s.a) ziyaret ettiler. Hanımlarının çevresinde oturduğunu ve Hz Peygamber'in de (s.a) sessiz olduğunu gördüler. Hz. Ömer'e (r.a) hitaben: “Gördüğün gibi çevremde oturuyorlar ve benden harcamaları için para istiyorlar.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir ve Ömer (r.a) kızlarını azarladı ve: “Niçin, Nebî’yi (s.a) üzüyor ve sahip olmadığı şeyleri ondan istiyorsunuz?” dediler.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2470)

Bu âyetin yorumunda hz. Aişe’den (r.anha) şöyle bir rivâyet geliyor: “Allah’ın Elçisine, hanımlarına, kendisiyle beraber kalıp kalmamakta serbest olduklarını tebliğ etme emri gelince benden başladı ve şöyle dedi: “Ben sana birşey söyleyeceğim. Baban ve annenle istişare etmeden önce acele ederek hemen cevap verme.” O babamın ve annemin, benim ken­disinden ayrılmamı istemeyeceklerini çok iyi biliyordu. Peygamber; “Allah (cc) şöyle buyurdu dedi ve bu âyetleri okudu. Bunun üzerine dedim ki: “Hangi hu­susta babamla ve annemle istişare edeyim? Ben, Allah’ı, O’nun Elçisini ve âhiret yur­dunu istiyorum.” Peygamberin diğer hanımları da aynen benim gibi yaptılar.” (Buhârî, Tefsîr/33/4-5 no: 4785-4786. Müslim, Talâk/4 (22) no: 3681. Tirmizî, Tefsir/33 no: 3204. Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 3/518. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/289. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2470)

Tahrim Sûresindeki beş âyet, bu rivâyeti destekleyici mahiyettedir.

Buna göre Peygamber hanımları Ahzab 28-29. âyetlerdeki ısrarlı vurgulamalar karşısında bir tercih yapmak durumunda kaldılar ve tercihlerini “Allah ve Rasûlü” için kullandılar. Onlardan hiç biri dünya hayatının süsünü, lüksünü, refahını tercih edip onu terketmediler. Allah’ın kendilerine bahşettiği “mü’minlerin annesi olma” şerefini korudular. Peygamber’den diğer kadınların sahip olmak istediği süsleri, takıları, rahat hayatı, eşyaları istemediler. Peygamberin kendileri için uygun gördüğüne veya gücü dahilinde verdiğine razı oldular.

Hz. Muhammed (sav) her açıdan ümmet için en güzel örnektir. (Ahzâb 33/21) Bu ayetler onun aile hayatının nasıl gerektiği konusunda da bir ölçü getiriyor. Şüphesiz eğitim ve tebliğde kişini sözü ile davranışı arasında uymu olması gerektiği gibi, özel ve aile hayatı da tutarlı olmalı.

 Peygamber’in (sav) görevi; ahlakın güzelliklerini göstermek (Muvatta, Husnü'l Halk/8. Ahmed b. Hanbel, 2/381), cahiliyye toplumunu vahiyle terbiye etmek, ıslah etmek ve örnek nesli yetiştirmekti. Dolaysıyla o toplumun önünde idi, sözü dinleniyor, tebliğ ettiklerine kulak veriliyor, davranışları ve aile hayatı takip ediliyordu.

Unutmamak gerekir ki onun hanımları da birer insandılar. Herkes gibi onların da duyguları, arzuları vardı ve bazı beklentileri olabilirdi. Ancak Peygamber (sav) zühd hayatını (dünya nimetlerinden yeteri kadar faydalanma yolunu) tercih ettiği gibi eşleri de buna razı olmak durumunda idiler. Bu zühd hayatına razı olmayan dünya ziynetlerini tercih edebilirdi. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/346) Onlar ise dünya ziynetlerini değil, Peygamber’i tercih ettiler.

  

Hüseyin K. Ece

22.04.2018

Zaandam