(Kur’an’da sebil kavramını anlatmaya devam ediyoruz)

Aşağıdaki âyette de sebîlin bilinen yol (tarık) anlamında kullanıldığını görüyoruz. Allah (cc) geçmiş toplumlara ait bilgileri kendi yanında olduğunu söyledikten sonra insanlara bazı nimetleri hatırlatıyor.

Arkasından da insanın topraktan yaratıldığını ve ölünce tekrar oraya döneceğini hatırlatıyor. Şöyleki :

“(Benim) Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar (sübülen) açan ve size gökten yağmur indirendir.” Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.

Yiyin, hayvanlarınızı yayın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) deliller vardır.

(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.” (Tâhâ 20/53-55)

Tefsirci Katade’ye göre birinci âyette geçen “sübül”, yeryüzünde insanların üzerinde yürüdüğü yollar (sırat-tarık) demektir. (Taberî,  İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 10/424 Ayrıca bkz: Mukatil b. Süleymen, Tefsir, 2/331. el-Cevzî, Ali b. M. Zâdu’l-Mesîr, s: 907. İbn Atıyye; Abdulhak. el-Muharriu’l-Vecîz, s: 1254)

Allah (cc) yeryüzünde; dağlarda, vadilerde, ovalarda insanlar için yollar var etti ve onların o yollarda yolculuk yapmanızı kolaylaştırdı.” (Zamahşerî, Ömer b. M. el-Keşşaf, 3/66. el-Hâzin, Muhammed b. İ. Tefsir, 3/206) Onlar orada ihtiyaçlarını karşılamak üzere -binitli veya binitsiz-  rahatlıkla seyahat edebiliyorlar. (el-Cezâirî, Ebu Bekr. Eyseru’t-Tefâsîr, s: 1035)

Ya da yeryüzünde yol edinme, yol yapma ve bu yollarda hangi maksatla olursa olsun seyahat etme imkanını bahşetti.

Allah (cc) bu âyetlerde yegâne Ma’bud olduğunun en büyük delillerini ortaya koyuyor. Âyetler O’nun kudretinin yüceliğini ve insanlara nimet veren ve ibadet edilmeye layık tek İlah olduğunu haber veriyor. Burada dört tane önemli delil ve nimet söz konusu ediliyor. Birincisi: Yeryüzünün harika bir şekilde yaygı olarak döşek yapılması. İkincisi; Âdemoğlunu üzerinde yürümesi, katar katar hedeflerine ulaşmak için geçip gitmeleri için muhtelif yollar kılınması. Üçüncüsü; şu harika yaygı olan yeryüzüne gökten su indirilmesi, Dördüncüsü; bu suyla orada çeşitli bitkilerin yaratılması. (eş-Şankıtî, M. Muhtar. Edvâu’l-Beyân, s: 777)

Buradaki sebîli her türlü maddi ve manevi araç/imkan olarak anlamak mümkün. “Yani, onun üzerinde ve ondan yararlanarak hayatınızı sürdürmek, geçiminizi sağlamak için gerekli maddî ve zihnî her türlü yol ve vasıtayı size bahşeden O'dur.” (Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 2/630) 

“Sizin için orada yollar açan...” sözü şu âyetlerdeki hatırlatmalara  benziyor: “Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar (sübülen) ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur.” (Nuh 71/19-20. Bir benzeri: Zuhruf 43/10)

 

 Kur’an, Lût kavminin çirkin fiilinden ve yol (sebîl) kesmelerinden bahsediyor.

Lût’a gelince o, kavmine demişti ki: “Siz öyle yüz kızartıcı bir suç işliyorsunuz ki, dünyada sizden önce hiç kimse bunu yapmamıştı. 

Allah'ın bu uyarmasından sonra siz hâlâ şehvetle erkeklere varacak, yolu (es-sebîl’i) kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapmaya devam edecek misiniz? ? Kavminin tek cevabı şu oldu: “Hadi, doğru söyleyenlerden isen başımıza Allah’ın azabını getir de görelim.” (Ankebût 29/28-29. Lût kıssası için bak: A’raf 7/80-84. Hûd 11/77-83. Hıcr 15/57-77. Şuarâ 26/160-174. Saffât 37/133-136)

Âyet Lût (as) kavminin yaptıkları işin çirkin, iğrenç ve yanlış oldğunu onlara söylüyor. Lût kavminin çirkin işi kadınları bırakıp erkeklere yanaşmaları idi. Bu çirkin fiili ilk defa onların başlattığını bu âyetlerden anlıyoruz. Bu ise fıtrata aykırı, iğrenç ve anormal bir şey, insanın  ruhsal ve bedensel yapısını zedeleyen bir eylem idi. Allah (cc) neslin devamını eşler arasındaki meşru ilişkinin ürüne bağladı. Ancak bu toplumun icat ettiği bu ilişki öyle bir güzelliğe sahip olmadığı ve böyle bir sonucu yoktur. Zira insanın temiz fıtrata uygun değildir. (Kutub, Seyyid. Fi-Zılali’l-Kur’an, 4/2339)

Lût kavmi bu çirkin ve deni işi yapmakla kalmıyordu. Onlar kendilerine  elçi olarak gelen Lût’u yalanlıyor, ona muhalefet ediyor ve insanların yollarını kesiyorlardı. Bazen onları öldürüyor ve mallarını gasbediyorlardı. Hatta bu çirkinliği bir araya geldikleri zaman sözlü veya fiilen yapıyorlardı. Üstelik aralarında aklı başında hiç kimse de bu yaptıklarının yanlış olduğu konusunda onları uyarmıyordu. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/35)

Âyette geçen “kat’u’s-sebil-yolu kesmek” anlamı hakkında farklı görüşler var.

-Onlar bu kötü fiili yapmak için yolcuların önlerini kesiyorlardı. Kendilerine misafir olarak gelenlerle de bu çirkin işi yapmak isterlerdi.

-Onlar yolların üzerine toplanıp yolcuları rahatsız ediyorlardı. Yollarını kesiyorlar, ticaretlerine engel oluyorlardı, ya da mallarını gasbediyorlardı.

-Kadınları bırakıp erkeklere meylettikleri için cinsellikte doğal yolu kapatıyorlardı. Böyle bir ilişkiden nesil üremeyeceği için bu da bir anlamda nesil yolunun kesilmesi demekti. (el-Ferrâ, Ziyâd b. Y. Meâni’l-Kur’an, 2/316. Taberî,  İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 10/135. el-Cevzî, A. b. Muhammed. Zâdu’l-Mesîr, s: 1081. İbn Atıyye; Abdulhak. el-Muharriu’l-Vecîz, s: 1461. Zamahşerî, Ömer b. M. el-Keşşaf, 3/437)

Kat’u’s-sebîl belki bütün bu anlamları hepsini kapsar. Bu kötülükleri hepsi onlarda vardı. Hem yol kesip yolcuları rahatsız ediyorlardı, hem mallarını gasbediyorlardı, hem de nesli üremesinin önünü çirkin bir fiil ile kesiyorlardı. (Kurtubî, A.b. Muhammed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2386)

Rivâyet edildiğine göre Peygamber’e âyetin “toplantılarınızda edepsizlik yapıyorsunuz” kısmı hakkında soruldu. O da şöyle buyurdu: “Yoldan geçenleri ürkütüyorlardı ve onlarla alay ediyorlardı. İşte bu onların yapageldikleri edepsizlikti.” (Tirmizî, Tefsir/29 no: 3190. Ahmed b. Hanbel, Taberî ve Ebi Hâtem’den İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ. Muhtasar Tefsir, 3/35)

“Derken güneşin doğuşu sırasında, o korkunç uğultulu ses onları yakalayıverdi. Hemen onların altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır. Onlar hâla gözler önünde duran bir yol (sebil) üzerindedirler.” (Hıcr 15/73-76)

«İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.” (En’am 6/153)

 “Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.”

Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır. » (Nahl 16/68-69)

 

-İnsanın önünde iki yol (sebîl)

Kıyâme Sûresi şu âyetlerle sona eriyor:

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?

O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?

Sonra bu, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.

Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.

Şimdi, bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?” (Kıyâme 75/36-40)

İnsanın yaratılışı, aslı, başıboş olmadığı, belli bir amaç yaratıldığı, sonra da irade sahibi kılındığı haber verilmesi açısından Kıyame ve İnsan Sureleri arasında bir irtibat söz konusu. Kıyâme insanın basit bir sudan yaratıldığı, ama şekil verilerek şerefli kılındığı, bu açıdan da başıboş bırakılmayacağı haberi ile sona eriyor. İnsan Sûresi ise yine insanın denemeya tabi tutulmak üzere karışık bir sudan yaratıldığı, ama değerli kılındığı, hayatını sürdürebilmesi ve kendi yolunu kendisinin belirleyebilmesi için gerekli kabiliyetlerle donatıldığı haberi ile başlıyor.

Her insanın önünde yaratılış (fıtrat) gereği iki sebîl (yol vardır). Kur’an bu gerçeğe işaret ediyor. İnsanı imtihan edilmesini ve bu denemenin iki yönünü açıklığa kavuşturmak üzere bir yerde şöyle diyor :

“İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılmaya değer bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?

Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.

Gerçek şu ki, Biz ona sebîl’i (yolu/yöntemi) gösterdik. Şükredici, ya da nankör (olması artık kendisine kalmıştır).

Doğrusu Biz, kafirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.” (İnsan 76/1-4)

Âyetler öncelikle insanın yokluktan varlık âlemine çıkarılmasına ve şerefli kılınmasına işaret ediyorlar. Bu insanın kendisi emeği kazanamayacağı çok büyük bir nimettir. 3. âyette geçen hidâyet beyan etmek (açıklamak) irşad etmek, hak ve saadet yolunu göstermek anlamındadır. İnsana lutfedilen bu büyük nimet elçilerin gönderilmesi, kitapların indirilmesidir. Âlimlere göre burada ayrıca üç büyük nimete işaret var : İnsanın yaratılması, iman nimeti ve iman edenlere cennet va’di. Başka âyetlerde Allah (cc) insanın beşer olarak yaratılmasından övgü ile söz ediyor. (bkz: Şûrâ 42/49-50) (eş-Şankıtî, M. Muhtar. Edvâu’l-Beyân, s: 1878)

Yani, onu yeryüzüne yerleştirdik ve onu şükreden veya nankörlük eden olmak üzere iki halden birini seçme kudreti verdik. Ya da biz onu aklî ve naklî delillerle İslâma davet ettik. Bu deliller kendisinde bilinir olduktan sonra ister iman eder, ister inkârcı olur. (Zamahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 4/654) 

Bu da –bir önceki âyette belirtildiği gibi- insanın deneme için yaratıldığı amacına uygun bir tasarruftur. İmtihan edilmek istenen kimseye uygun ortam hazırlanmalı. Önüne imtihanı kazanacak imkanlar konulmalı. İmtihanda serbest irade olmalı. Sonuçta kişi eldeki imkanları kullanarak kendisi imtihanı kazanmaya çalışır.

«Ona hak yolunu ve bâtıl yolları, hidâyeti ve dalâleti (sapıklığı) açıkladık. Hayr ve şer yolunu tanıttık.” Bazılarının görüşüne göe mana şöyledir. “Biz onu hidâyete doğru yola yönlendirdik.” Zira es-Sebîl kelimesi –diğer âyetlerde geçtiği gibi- sadece hidâyet yolunu işaret eder. (İbni Abbas, Tenvîru’l-Mikbâs, s: 627. el-Hâzin, İbrahim b. M. Tefsir, 4/377. Beğavî, Hüseyin b. M.  Tefsir, 4/427) Ya da “Biz çeşitli deliller göstererek ve elçiler göndererek insana hidâyet yolunu açıkladık. Bundan sonrası insanın kendi seçimine kalmıştır. (el-Cevzî, Muhammed b. A. Zâdu’l-Mesîr, s: 1496)

Allah (cc) insana fıtraten (tabii olarak) yolu-yordamı, onu amacına ulaştıracak doğru yolu gösterdi. Onu o yolu-yordamı bulabilecek kabiliyetletle donattı. Şükredici veya nankör olmak artık kendi tercihidir. Yaptıklarının sonucu kendisini bağlar.

Tefsirciler bu âyeti şöyle de açıkladılar: «Yani Biz ona bedbahlığa (şekâvete) ve mutluluğa (saadete) giden yolu açıklayıp gösterdik.»

Bu âyet «yaratılışı gereği ve aklı sayesinde kendisine fayda ve zarar verecek şeyleri görebilmesidir» şeklinde de açıklanmıştır. İnsan neyi seçerse seçsin, sonuçta Allah (cc) delilleri ortaya koymak sûretiyle ona her şeyi, tevhid yolunu açık-seçik haber vermiştir. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3214. Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 6/557)

Allah (cc) insanı yalnızca “işitme ve görme duyuları”, yani akıl ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırdetme yeteneği ile donatmış değildir. Aynı zamanda vahiy yoluyla (peygamberler ve ilâhi kitaplarla) ona fiilen doğru yolu göstermektedir.” (Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 3/1215)

Bununla birlikte hatırlamak gerekir ki; “işitme ve görme, anlama ve akletmeden kinâyedir.” (İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 2/1201)

Âyetteki bu açıklama konuyla ilgili diğer âyetlerle birlikte düşünüldüğü zaman görülür ki burada geçen hidâyetin (yol göstermenin) yalnızca bir tek şekli değil, sayısız araçların ve imkanların hepsinin kasdedildiği anlaşılır. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 6/557)

 “Yolu (sebîli) gösterdi” ifadesi konusunda Kur’an yorumcularının farklı açıklamaları var. Şöyleki: a)Biz insana hidâyet ve dalâlet, hayır ve şer yollarını açıklayarak tanıttık,

b)Mutluluk ve mutsuzluk yollanını açıkladık,

c)Kâr ve zararını anlayacak yetenekte yarattık gibi.

Allah (cc) insanı akıllı, iradeli, iyiyi kötüden ayırma kabiliyetine sahip seçkin bir varlık olarak yarattı. Gönderdiği peygamberler ve indirdiği vahiy ile de ona doğru yolu gösterdi. Bunun yanında ona seçme hakkı da verdi. Artık bundan sonra o kendi iradesiyle ya şükreden bir kul olur, ya da nefsine ve şeytana uyarak Allah’ın verdiği bütün imkan ve kabiliyetleri unutup nankör, âsi, günahkâr bir kimse olur.” (Komisyon, Kur’an Yolu, 5/442)

Buradaki “sebîl”in mü’minleri ve inkârcıları kapsaması ihtimal dahilindedir. Böylece insana duyuların ve insanî fıtratın verilmesine, bunu yapan Yaratıcı’ya işaret edilmiş olabilir. Âyetteki hidâyeti şöyle anlamak mümkün: “İnsanı sırat-ı müstakim’e irşad ettiğimiz gibi sebîle de yönlendirdik”.  Sebîl’in cins isim olması muhtemeldir. Yani müslümana imana doğru, kafire de kendi küfrüne doğru yol gösterdik” anlamına gelebilir. (İbni Atıyye, Abdulhak. Muharriru’l-Vecîz, s: 1928)

Bunu, “herkesi kendi seçiminde serbest bıraktık, istediğini seçme kabiliyeti verdik” diye anlamak gerekir. Zira Allah (cc) kimseyi doğuştan müslüman veya inkârcı yaratmamıştır. Kimseyi de bu konularda icbar etmemiştir.

 Burada insana gösterilen “yol”dan maksat Fatiha’da “sırat-ı mustakim” olarak geçen, kişiyi doğrudan Allah’a götüren, Kur’an ile davet edilen hidâyet yolu İslâmdır. Âyet, insanın başlangıcı, sonu ve görevleri ilgili açıklamalar yapıldığını haber veriyor. İnsanın aklını, iradesini, duyularını kullanıp hidâyete ulaşması için önüne görülebilecek ve üzerinde düşünülebilecek pek çok Kur’an ve kâinat âyetleri, akla hitap eden deliller ve alâmetler konulduğu açıklanıyor. İnsan kendisine verilen kabiliyetler sayesinde hayatının gayesini, ne yapması gerektiğini, hangi yoldan gitmesi gerektiği bilebilir. Bu kabiliyet ve seçim gücü ona verilmiştir.

Bu ilâhi irşattan sonra dileyen hidâyeti seçip şükreden bir kul olur, dileyen hak davetten yüz çevirip nankörlük eden bir inkârcı olur. İsteyen hak yola girer, sıkı bir şekilde çalışır, yani kulluk görevlerini yapar ve ödülü hak eder. İsteyen de nefsinin hevâsına uyarak bu dünya imtihanını kaybeder. Her iki durumda insana yol gösterilmiştir.

 Hidâyet yolu da sapıklık yolu da, hangisi uyarsa sonunda ne olacağı ona açık bir şekilde anlatılmıştır. Bundan sonra insanlar “dilediklerini yapsınlar”. (Fussilet 41/40) İnsanın iradesine hitap edilmekte beraber burada bir vaad ve tehdit de söz konusudur. (Elmalılı, Hamdi Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/459)

 İnsanı karışık, yani çeşitli elementlerden meydana gelen bir özden mükemmel bir şekilde yaratan Allah (cc) elbette bunu boşuna, rastgele yapmadı. Bu yaratmanın elbette bir amacı olmalı. Allah (cc) insanı denemek istiyor. Aslında Allah insanla ilgili her şeyi önceden bilmektedir. Ancak O vahiy ile ona varlık gerçeğinin, imtihanın boyutlarının, sonunda ne olacağının ön bilgisini öğretiyor. Bundan dolayı onu iştici ve görücü kıldı. Yani akıl, bilgi, anlayış, algılama yeteneği, hüküm verebilme, seçim yapabilme gücünü verdi. İnsan bu irade ve güç ile başarıya giden düzgün yolu, ya da kaybettirecek eğri yolları kendisi seçer.

Burada hidâyet, yani doğru yola girme olayı şükür ile anlatılıyor. Zira hidâyete eren kişinin verebileceği en tabi karşılık şükürdür. Bunun tam tersi nankörlüktür. Doğru yolu bulan kişi anlar ki esasen insan anılmaya değer bir varlık değildi. Ama Allah (cc) onu değerli kılmak istedi. Bundan dolayı onu denemeye tabi tuttu, ona bazı yetenekler verdi, onu öğrenme gücü ile donattı. Hidâyetini ona uygun gördü. Gideceği yolu (sebîl’i) gösterdi. İnsan buna rağman şükretmezse nankör olur. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3780)

 

(Devamı var)

Hüseyin K. Ece

15.09.2017

Zaandam