-Bir de yolun en kötüsü var

Kur’an’da iki âyette lafzen «o ne kötü yoldur» şeklinde çevireceğimiz «sâe sebîlen» ifadesini kullanıyor ve burada iki büyük günahın çirkinliğini ve büyük bir hata olduğunu anlatıyor.

“Sâe” fiili sözlükte; birinin hoşlandığı bir işi yapmak, kemlik göstermek, kötülük yapmak, ya da başına kötü bir iş gelmek demektir. Bunun masdarı olan su’, sevâ, sev’e, mesâye vb. insana üzüntü, her türlü dünyevî ve uhrevî işlerdeki keder, bedensel ve ruhsal, malda ve evde zarar, âfet, kötü durum, çirkin veya fena olan her şey demektir.

Günah, çirkin ve fena iş anlamındaki “sûe ve seyyie” buradan gelir. Bu da “hasene”nin karşıtıdır (çoğulu: seyyiât-hasenât). (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 368. İbni manzur, Lisânu’l-Arab, 7/291-293)

“Sâe” fiili Kur’an’da “ne kötü” anlamında pek çok âyette geçiyor. Mesela;  

Cahiliyyede kız çocuğunun doğmasından utanan babaların psikolojisi şöyle anlatılıyor:

“Kendisine verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü (sâe) hüküm veriyorlar!” (Nahl 16/59)

Bazılarının hak ettiği ceza ne kadar da kötüdür.

“Bunun üzerine biz de onu (Lût’u) ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık. Sonra diğerlerini helâk ettik. Onların üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda) uyarılanların yağmuru ne kadar da kötü idi (sâe)!” (Şuara 26/170-173)

Bazıları yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını, günün birinde hesaba çekilmeyeceklerini zannerderler.

“Yoksa kötülük yapanlar (seyyiat işleyenler), bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar. Ne kötü (sâe) hükmediyorlar!” (Ankebût 29/4. Ayrıca bkz:  Nisâ 4/38. Mâide 5/66. En’am 6/31, 136. A’raf 7/177. Tevbe 9/9. Nahl 16/25. Neml 27/58. Saffât 37/177. Münafikûn 63/2 vd.)

 

«sâe sebîlen»in geçtiği birinci âyet:  Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık (fâhişe), iğrenç (nefret edilecek) bir şeydir (makten). Bu, ne kötü bir yoldur (sâe sebîlen).” (Nisâ 4/22)

Çünkü babaların hanımlarını nikâhlamak «alabildiğine çirkin, kınanması gereken ve iğrenç bir adettir. Allah tarafından da müslümanlar tarafından da nefretle karşılan bir tutumdu. Fena bir davranıştı. Böyle bir yol (tutum) cidden ne kadar kötü bir yoldur.

Bu Allah’ın insanları yarattığı fıtratın hükmüne ve aklı başında herkese göre çirkin bir hayasızlıktı. Tabiatı bozulmamış olanlara göre de bu nefret edilecek, tiksinti veren bir davranıştı. İslam şeriati de böyle bir tavrı öşirkin bulmaktadır.

Cahiliyye döneminde böyle bir evliliğe « nikahu’l-makt » denirdi. Ebu’l-Abbas adlı âlim diyor ki: “İbnü’l-A’rabi’ye bu “makt nikâhını” sordum, o şöyle cevapladı: “Makt nikâhı, kişinin babasının hanımı bir şekilde evlenmesidir.”

Böyle evlilik yapan ada­ma o zaman “dayzen” denirdi. İbn Arafe; “bir kimse babasının boşadığı veya dul kalan hanımı ile evlenip ondan çocuğu olacak olursa, bu evlilikten doğan çocuğa da Araplar «makît veya maktî-yani makt nikâhının çocuğu » derlerdi. Bunun anlamı da tiksinilen ve hakir görülen çocuk demektir.

Makt, asıl itibarı ile buğzetmek anlamındadır. Buğza ve gazaba uğrayan kimseye de denilir. Kur’an bu çirkin evliliğe Arapların kullandığı kelimeyi kullandı: “makt”. Çünkü bu gazabı ve nefreti gerektiren bir iştir. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/838)

  1. Razî der ki buradaki çirkinlik üç derecedir: Aklen çirkin, şer’an çirkin ve âdeten çirkin. Allah (cc) üç kelime kullanarak böyle bir evliliğin bu üç derece çirkinliği ortaya koydu. «Fâhişe» kelimesiyle onun aklen, «makt » kelimesi ile onun şer’an, «sâe sebîlen» ile de onun âdeten çirkinliğini niteledi. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 4/566)

Bu demektir ki Kur’an’a göre böyle bir nikâh sadece bir yönden değil, pek çok yönden çirkin, abes, iğrenç ve çok fena bir yol, bir âdettir.

Cahiliyye de âdet olan bu davranış ne kötü bir yoldu, bunu yapanlar da ne kötü kimselerdi. Bu kötü yolda yürümek o yolu daha da kötü, çirkin, iğrenç yapar.

Allah (st), “şüphesiz böyle bir âdet hayasızlıktır” dedikten sonra bu çirkin geleneği alabildiğine kötüledi. Bu da “bundan daha kötüsü olmaz” sözünün delilidir. Sanki; “bu öylesine bir hatadır ki bundan daha öte bir çirkinlik yoktur” deniliyor. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/837)

İslâma göre  müslüman bir erkek babasının ister nikâhlı hanımıyla (üvey annesiyle), ister zina ettiği bir kadınla –babası ölmüş olsa bile- asla evlenemz. Zira bu Allah’ın hükmüne göre çok çirkin bir davranıştır, fıtrata ve Allah’ın uygun gördüğü ölçülere aykırıdır.

İslâm öncesi Arapların üvey anneleri ile evlenme şeklindeki çirkin bir âdetini daha ortadan kaldıran bu âyetten sonra müslümanların, başka kimlerle evlenmelerinin caiz olmadığı Nisâ 23-24. âyetlerde bildirilmektedir. (TDV Meali âyet notu, s: 80)

İbni Kesir, bu âyetin iniş sebebi ile ilgili şöyle bir olay anlatıyor : İbni Ebi Hatim’in rivâyetine göre Ensardan Ebu Kays -İbnü’l-Eslet’i kasdediyor- vefat edince oğlu Kays onun hanımına talip oldu. Hanımı şöyle demiş: «Ben seni oğlum gibi kabul ediyorum ve sen kavmin sâlihlerindensin. Bu durumu gibi Rasûlüllah’a gidip soracağım.» Kadın Peygamber’e gelerek : «(Ey Allah’ın Elçisi) Ebu Kays vefat etti. Onun oğlu bana talip oldu. Ben onun oğlunu oğlum gibi gördüm, görüşün nedir?» demiş. Bunun üzerine Peygamber (sav); «evine dön» dedi. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/370)

 

«sâe sebîlen»nin geçtiği ikinci âyet: Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir (fahişe’dir) ve çok kötü (sâe) bir yoldur (sebîl’dir).” (İsrâ 17/32) Zira zina (fuhuş) hayâsızlıktır, kötü bir eylemdir, insan fırtatına ve selim akla aykırıdır.

Bu yasak İsrâ Sûresinin ilk âyetlerindeki ilâhi emirleri sıralayan pasajda geçiyor. Bunlar, 1-Allah’tan başkasını ilâh edinmeme,

2-Anne-babaya iyilik etme,

3-Yakınlara ve muhtaçlara infak etme,

4-İsraf etmeme,

5-Muhtaçlara yardım imkanı yoksa hiç olmazsa gönül alıcı söz söyleme,

6-Cimrilikten sakındırma,

7-Geçim endişesi yüzünden çocukları öldürmeme,

8-Haksız yere adam öldürmeme,

9-Yetimin malını yememe,

10-Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapma,

11-Hakkında bilgi olunmayan şeyin ardına düşmeme,

12-Kibirden (böbürlenmekten) sakınma,

13-Zina etmeme. (İsrâ 17/22-38)

“Zinaya yaklaşmayın” ifâdesi zinaya sebep olabilecek davranışların/faaliyetlerin de haram olduğunu kapsar. Aynı zamanda hem bireylere hem de bütün toluma hitap etmektedir. Kişiyi ve toplumu zinaya yönelten sebeplere karşı uyarmakta, bunlara karşı tedbir almayı emretmektedir.

 Çünkü zina Allah’ın koyduğu ölçülere, İslâm ahlâk ilkelerine göre “fâhişe”dir, yani edepsizliktir, hayasızlıktır, utanmazlıktır. İslâmda büyük günahlardandır. Dahası çok kötü bir âdettir, davranıştır, anlayıştır, rezil bir zevktir, kötü bir yoldur. Hatırlayalım; “sâe” fiili bir şeyin en kötü halini ifade eder. Yani bu kötünün kötüsüdür, bundan daha kötüsü olamaz demektir.

 

Birinci âyette babaların evlendiği kadınla evlenmeyi, ikinci âyette zina etmeyi Kur’an “sâe sebilen-ne kötü bir yol” ifadesi ile kötülüyor. Zımnen; bazıları bunu yapabilir, bu hataya düşebilir. Ancak bu ne kötü bir yoldur, ne çirkin bir iştir, ne berbat bir anlşayıştır, ne aşağılık bir zevktir, ne yüz kızartıcı reziliktir!

Türkçe mealler her iki âyette geçen “sâe sebîlen’i; genellikle “ne kötü bir yoldur”, “çok çirkin bir yoldur”, ya da “çok kötü bir yoldur” şeklinde aktarıyorlar.

Babaların nikâhladıkları kadınlarla evlenmenin ve zina etmenin çirkinliği, yanlışlığı, edepsizliği “sâe” fiili ile ancak bu kadar isabetli dile getirilebilirdi.

 

Kur’an bazı yolların yanlışlığını, çirkinliğini, sapık yol olduğunu tıpkı “sâe” fiili gibi bir de “edalle” (ism-i tafdîl) ile ifade ediyor. (Bilindiği gibi Arapça’da ism-i tafdil iki şey, iki taraf arasında ortak olan özellikte birinin farklı olduğunu anlatır. Bunu Türkçe’de “en” ile karşılarız. En güzel, en ince, en büyük, en kötü gibi.)

“Edalle”nin aslı “dalle” fiilidir. Bu da sözlükte; doğru yoldan sapmak, haktan sapmak, hata etmek, bâtıl olmak, şaşırmak, unutmak, zayi olmak demektir. Kasden ya da yanılarak, az veya çok olsun açık, belli, doğru olan bir yoldan her türlü sapış, ayrılışa “dalâl” denir. Buradan gelen “dalâlet”; helâk, batıl, bilerek veya yanılarak doğru yoldan çıkıştır ki “hidâyet”in-doğru yolun zıddıdır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 440. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 9/56-58)

Bunun özne (fail) ismi“dâll”; sapıtan, doğru yoldan ayrılan, “edalle” ise en sapık yolda olan, en dalâlette olan, sapma bakımından en kötü durumda olan demektir. Yaratılış (fıtrat) gereği insanın şu yolda yürümesi, hayatını şu ilkelerle/hükümlerle sürdürmesi, en tabi ve mutluluk sağlayıcı şu yaşama şekline uyması, kendisini hakka ve hakikate, sonunda kurtuluşa götürecek şu yola girmesi gerekiyorken; bundan ayrılan sapmış olur. Hem yolların en yanlışına, yolların en hedeften uzaklaştıranına gitmiş olur.

“Yüzüstü cehenneme sürüklenecek olanlar var ya; işte onlar konumları itibariyle daha kötü, tuttukları yol itibariyle daha sapıktırlar (edalle).” (Furkan 25/34)

Âyetteki “en kötü yer” cehennem, “en kötü yol, en sapık yol” da cehennem götüren yol olarak yormlanmştır. Bunları mecaz olarak da anlamak mümkün. Buna göre “en kötü yer”; inkârcıların Allah katındaki itibarsız, değersiz konumları, “en kötü yol” da onların dünyada iken üzerinde oldukları yanlış ve dalâlet yolu kasdedilmiş olabilir. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/139)

“Onlar ne zaman seni görseler; “Allah’ın peygamber olarak gönderdiği adam bu mu?” diyerek mutlaka seninle alay ederler.

Biz, ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilâhlarımızdan uzaklaştıracaktı” (derler.) Onlar yakında azabı gördükleri zaman, yolca kimin daha sapık (edalle) olduğunu görecekler.” (Furkan 24/41-42)

Başta cahiliyye arapları olmak üzere bütün müşrikler batıl yolda olmakla kalmayıp aynı zamanda cahil, cahil oldukları kadar da küstah idiler. Böyelleri hz. Muhammed’in, Kur’an’ın kendilerini davet ettiği kurtuluş yolu hidayetin üzerine düşünecekleri, gereğini yapacakları yerde; ilkellik ve bağnazlıkları yüzünden onu beğenmezler. Bu yüzden kendi kafalarından udurdukları düşünceleri din, elleriyle icat ettikleri putları tanrı edinirler. Bunu da din sayarlar. İçinde bulundukları dini terketmenin kendileri için felaket olacağını sanacak kadar da kafasızdır bunlar. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/142)

Ancak Kıyâmette, Hesap Gününde gerçek ortaya konulunca kimin yol bakımından sapık olduğunu, dünyada iken hak yoldan ve hidâyetten ne kadar uzak olduklarını anlayacaklar.

“Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar (edalle).” (Furkan 25/44)

Böyleleri getirilen delillere kulak asmazlar, söz dinlemezler, ne akla hitap eden kanıtları bilirler, ne akıllarını kullanırlar. Bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta akla ve ikna edici delillere (âyetlere) kulak asmayarak, nefislerinin hevâsına uymak açısından onlardan da kötü durumdadırlar.

Halbuki özellikle evcil hayvanlar kendilerine bakanlara bağlanırlar, kendilerine iyilik veya kötülük edenleri seçerler, faydalarına olan şeyleri arar, zarar veren şeylerden kaçarlar. Yediği içtiği yeri tanır, öğrendiği yolu şaşırmazlar. Verilen görevde tembellik etmez, fıtratlarının gereğini yaparlar. Kötülük yapmayı bilmezler. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 6/71) Hatta kendi hal lisanları ile Allah’ı tesbih ederler. (bkz: İsra 17/44. Haşr 59/24. Cumua 62/1. Teğâbun 64/1)

Ancak nefsinin hevâsını tanrı edinenler (Furkan 25/43) ile müşrikler, inkârcılar böyle mi? Böyleleri rablerini tanımazlar. Hatta uydurma rabler edinirler. Allah’ın onları bir amaç için yarattığını, nimet verdiğini, ölünce tekrar O’na döneceklerini, hayatın bir hesabı olduğunu anlamazlar. Vahye kulak asmadıkları için kendilerine fayda veren ile zarar vereni, âhirette neyin kendilerini kurtaracağını bilmezler. Yerler, içerler, “hayat bu yaşadığımız” derler, şükretmezler; hatta kimileri kötülük eder, fitneye sebep olur, zulmederler. Sonra da doğru yolda olduklarını sanırlar.

İşte böyleleri günün birinde en sapık yolun ne olduğunu anlayacaklar. Ama geç kalmış olacaklar. 

“Kim bu dünyada körlük ettiyse âhirette de kördür, yolunu (Sebîl’i) daha da şaşırmıştır (edalle).” (İsrâ 17/72)

Buradaki körlük cennetin yolunu görememek, yani ondan mahrum kalmaktan kinâyedir. Ya da cenneti nasıl kazanacağının imkanlarını görememektir. Hak karşısındaki basiret kıtlığıdır. Âhiret gerçeğini kendisine hatırlatan pek çok şey olmasına rağmen bunlardan ğafil olmaktır. Allah’ın göz önüne serdiği ayet ve delilleri, hüccet ve belgeleri, vahiy ve peygamberleri görmemektir, anlamamaktır.

Bilindiği gibi dünya ahiretin tarlasıdır. Bu dünyadak gerçeği görüp anlayan ve imana ulaşan, sâlih amellerle hayatını süsleyenler ahirette bunun karşılığını eksiksiz alacaklardır. Onlar amel defterlerini sağ taraftan alacaklar ve asla hoşnut olmayacakları bir şeyle karşılaşmayacaklar. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 3/438)

Bu dünyada kör (a’ma) olan, yani kalp gözü kör, basireti kıt olup doğru yolu (es-Sebil’i), hidâyeti görmeyen, hz. Muhammed gibi bir öndere tabi olmayan, iman nimetinin kazandırdığı şerefe karşı nankörlük eden; âhirette de kör, zillet ve perişanlık içinde haşrolunacak ve kitabı solundan verilecektir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/315)

“Âhiret dünya hayatının doğal bir uzantısı. Zımnen: Kişinin dünyadaki bilinçli tercihleri varlığının öylesine kopmaz bir parçası hâline gelecek ki, o âhirete de yansıyacak.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/544)

Kur’an’da bir âyette daha âhiretteki körlükten ve onun sebebinden bahsediliyor:  

“Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyâmet günü kör olarak diriltiriz.”

O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak haşrettin?”

Allah, “Evet, öyle. Âyetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun” der.” (Tâhâ 20/124-126)

Kur’an yolun en kötüsünü “sâe ve edalle” kelimeleri anlattığı gibi, yoldan saptırmayı, insanları Allah’ın yolundan alıkoymayı “sadde-yesuddu” fiili ile anlatıyor.

İlgili başlıkta buna değineceğiz.

 

Hüseyin K. Ece

13.07.2018

Zaandam