Kur’an-ı Kerimde bir âyette şöyle buyuruluyor:

“İşte, Allah (size) bir örnek veriyor: Güvenlik ve refah içinde bir şehir-belde (düşünün ki) oraya (ahalisinin) rızkı her yandan bolca akıp duruyordu; ama ahalisi tutup Allah’ın nimetine karşı yakışmaz bir biçimde nankörlük etti ve bunun üzerine Allah da onlara, inatla yapageldikleri (kötülüklerden) ötürü kuşatıcı bir açlık ve korku felaketi (açlık ve korku elbisiesi) taddırdı.” (16 Nahl/112)

Emniyet içerisinde yaşamak şüphesiz herkesin isteğidir. Korkmadan, çekinmeden, tedirgin olmadan evinde oturmak, çalışmak, ailesiyle beraber hayatını devam ettirmek insanların hepsinin ortak arzusudur. İnsanlar hiç bir endişe duymadan yaşamak, sokağa çıkmak, alış-veriş yapmak, yolculuk yapmak isterler. Herkes, geçinebilmesini sağlayan hayatí maddelere ulaşmak, onları korkusuzca kazanmayı mutluluk bilir.

Bu, insanlığın  öteden beri ulaşmak istediği, gerşekleştirmek için çaba sarfettiği önemli bir hedefidir. Kişi, rızık konusunda onu rahatlatıcı bir ekonominin, çalışmanın, ya da onları elde etmeyi kolaylaştırıcı tedbirlerin alınmasını arzu eder.

Her türlü korku, her türlü endişe insanı huzursuz eder. Ağzının tadını kaçırır. Hiç bir konuda tatmin edici bir sonuca kavuşamaz. Hiç bir şeyden tad alamaz. Belki de kimseye güvenemez. Bu güvensizlik sebebiyle yalnızlaşır, kimsesiz, dostsuz kalabilir. Çevresinden kaçar, bu kaçış zamanla nefrete dönüşür. Kişi bulunduğu yerde can, mal, seyehat, çalışma ve benzeri konularda kendini güven içinde hissetmezse, nasıl huzurlu olabilir?

Kendisinin ve –varsa- çoluk çocuğunun rızkını normal şartlarda temin edemiyorsa, nasıl mtlu olabilir? Sokağa çıkmaktan, insanlarla alış-veriş yapmaktan, aldatılmaktan, hakkını alamamaktan, üsttekilerin uygulamalarından korkuyorsa, bu gibi konularda içinde bir tereddüt, endişe ve güvensizlik varsa, nasıl saadet bulabilir? Ekmak aslanın ağzında ise, zor şartlarda elde edilebiliyorsa, ya da toplum rızık elde hususunda yaygın bir korku taşıyorsa, o toplumda huzurun olması mümkün değildir.

Barış ve emniyet, huzuru sağladığı gibi, geçim kaynaklarına kolaylıkla ulaşmayı sağlar, ekonomini canlanmasına da sebep olur. Korkunun ve tedhişin (insanı dehşete düşüren olayların) olduğu yerlerde ticaret hayatının ve iktisadın gelişmesine imkan yoktur.

Kur’an, emniyet ve huzur içerisinde, nimetlerin her taraftan yetecek kadar geldiği, herkesin böyle bir ortamda itmi’nan (doyum ve rahatlık) içinde bulunduğu bir belde halkını örnek olarak veriyor. Öyleki bu belde ahalisi emniyet içerisinde yaşıyorken, ayaklarına kadar her taraftan kolaylıkla gelen nimetleri tadarken; şımardılar, ölçüyü kaçırdılar. Doğru yoldan ayrıldılar. Bu huzuru ve nimetleri kendilerine lütfeden Rablerine şükredecekleri yerde, O’nun nimetlerine nankörlük ettiler. Bir anlamda Allah’ın nimet verici olduğunu inkâr ettiler. İman edip salih amel işlemek suretiyle O’na şükredecekleri yerde O’nun ölçülerini dinlemediler. Hatta kendilerine gelen Peygamberi ve onun yanındakşi ilahí vahy’e kulak asmadılar. (16 Nahl/113)

İman nuru yerine dalâletin (sapıklığın) karanlığını, şükrün yerine nankörlüğü tercih ettiler. Allah’ın âyetlerine karşı inatçı bir şekilde direndiler. O’nun ölçüleri yerine kendi hevalarının (aşırı istek ve tutkularının) ve sapık atalarının yollarını, ilkeleri kabul ettiler. Allah’ın ölçülerine teslim olacakları yerde, onlarla mücadele ettiler. Bulundukları yerde fesada ve kötülük işlemeye koştular. Allah’ın razı olmadığı çeşitli kötülükleri korkusuzca işlediler.

Bunun üzerine Allah (cc) onların sürdüregeldikleri kötülüklere karşı onlara kuşatıcı bir açlık ve korku felaketi verdi. Huzur hali huzursuzluğa, emniyet hali korkuya ve tedirginliğe, doyum ve rızka kolay ulaşma imkanı açlığa, açgözlülüğe ve doyumsuzluğa dönüşüverdi. Her taraftan kolaylıkla gelen nimetler kayboldu; ondan sonra rızık kaynakları zorlaşmaya başladı. Tatmin duyguları yerini doymamışlığa, hırsa ve başkalarını elindekine göz dikmeye terketti. İnsanlar açlığı ve korkuyu bir elbise gibi giymeye başladılar. O elbisenin içinde huzursuz, mutsuz ve güvensiz bir biçimde kaldılar.

Böyle bir toplumun tarihte yaşamış olması gerekmez. Kur’an bu örnekle ortaya bir ölçü koyuyor ve insanları uyarıyor. Eğer bir toplumun Allah’ın kendilerine nasip ettiği emniyet ve rızık bolluğu gibi iki önemli hayatí nimetin kıymetini bilmez ve o nimetlerin sahibine nankörlük ederse, alacağı karşılık budur. Düşeceği korku ve açlık endişesi böyle olacaktır.

Sahabelerden İbni Abbas’a (ra) göre Kur’an’ın örnek olarak verdiği şehir Mekke ve onun ahalisidir. Allah (cc), çevresinde yeşil alanların yer almadığı, geçim kaynaklarının çok kıt olduğu bu beldeye her taraftan nimetleri bol bol gönderiyordu. İbrahim (as) Kâbe’yi orada yapmıştı. Orası hem hacc mekanı, hem de Tevhid’in beşiği olmuştu. Mekke uzun asırlar emniyetli bir belde idi. Huzur ve givenlik içerisindeydi.

Ancak Mekkeli müşrikler bu nimetlerin kıymetini bilmedikleri gibi, bu nimetleri veren Rabblerine karşı nankörlük ettiler. Putperestliği din olarak seçtiler. Allah’a ortak koştular, Tevhid dininden uzaklaştılar. Üstelik kendilerine elçi olarak gelen Hz. Muhammed’i dinlemediler. Allah (cc) bunun üzerine onlara açlık ve korku elbisesini giydirdi. (İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/349. S. Atıf Zeyyin, Emsal fi’l Kur’an, s:263)

Bu âyetin meâlini veren M. Esed düştüğü dipnotta şöyle diyor:

“Bu örnek ya da mesel, Allah’ın insana bahşettiği hesapsız rızık ve nimetler karşı bilinçli,  ya da kasıtlı nankörlüğün, bir başka deyişle Allah’ın doğru yolu gösteren mesajına bilerek karşı çıkmanın, uzun vadede ve bir bütütn olarak toplumsal hayatın karmaşık dokusu içinde dönüp dolaşıp eninde sonunda insanların başına sadece âhirette değil, bu dünyada da vahim sonuçlar, büyük felâketler açacağını gösteriyor. Bu dünyada, hiç bir toplum, köklerini, insanın ‘Allah’la olan bağlantısı’ ya da ‘sözleşmesi’ kavramındaki içkin ahlâkí ve toplumsal ölçülere dayandırmadıkça, güvenlik ve refah içinde yaşamayı umamaz.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, 2/554)

Âyette söz konusu edilen korku ve açlık elbisesini insan ve topluluklara nasıl taddırılacağını elbette en iyi Yüce Rabbimiz bilir. Ancak bunun işaretlerini ve insanlık ailesindeki izlerini her zaman görmemiz mümkündür.

Buradaki açlık, yiyecek açısından hiç bir şey bulamama anlamına geldiği gibi, açlık duygusu, aç gözlülük, doymamışlık ve dünyalıklara karşı aşırı hırs ta olabilir. Nitekim gözü doymamışlık huzursuzluğun ve anlaşmazlıkların en önemli sebeplerinden biridir. Âyette adı geçen korku kavramına insanların ve tolumların duyduğu her çeşit korkular, tedirginlikler ve endişeler de girebilir. (Allahü a’lem.)

Başımıza gelen musibetler, canlar yakan deprem gibi felâketler, toplumsal barışın olmayışı, piyasadaki güvensizlik, maddeye tutkunluk yüzünden işlenilen suçlar, düşülen rezil durumlar, insanların diğerlerini sömürmeye kalkışması; acaba âyette işaret edilen ‘korku ve açlık elbisesi’ midir?

 

Hüseyin K. Ece

17.08.1999 Zaandam