"Kimi vicdana dokundu kimi cism ü cana 

Zevk namına ne yaptımsa peşiman oldum"

-      Giriş

Bilindiği gibi takva Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek, Allah’ı hesaba katarak davranmak, ya da günün birinde O’na kavuşacağını unutmadan yaşamaktır. 

Takva bilinci, insan için çizilen sınırlara uyma titizliliği ve dikkatidir.

Takva; günahların vereceği zarara karşı sâlih amelle kendini korumaya almaktır. Bu tıpkı dikenli bir yolda yürürken dikkatli olmaya benzer.

Bununla kişi sorummlu olduğu makama karşı edebini ve saygısını takınır ve ona göre davranır.

İnsanın büyük bir makam karşısında takınacağı tavır ile sıradan bir arkadaşının yanında takınacağı tavır farklı olur. Hangi makamın karşısında durduğunu farkında olan, o makamın şanına uymayacak çirkin ve uygunsuz davranışları yapamamaya dikkat eder.

Takva , Allah’ın ulvi makamı karşısında gösterilmesi gereken dikkat ve titizliktir. O Allah’tır, inasan O’nun kuludur. O’nun makamı çok yüce ve büyüktür, insan O’nun abdidir (kuludur). O yüce Makam’a en büyük ta’zim, saygı ve edep yakışır.

Takva bilinci ile hareket etmek, iman edenlere pek çok şey kazandırır, onların İslâmî hayatı üzerinde ciddi anlamda olumlu etkisi olur.

Zaten ‘takva’nın emredilmesi, ‘Allah kokunçtur, O’ndan korkun, o sizi yakar ha!’ denilip insanları ürkütme veya dehşete düşürme değil; ona insan olarak sorumluluğunu hatırlatıp dengeli hareket etmesini öğretmek ve Allah’ın makamı karşısında edepli olmasını ve sevgisini kazanmasını sağlamaktır.

  

  • İslâmî hükümler ve takva bilinci

Kur’an ilâhí hükümleri, ölçüleri, sınırları bildirdikten sonra çoğu zaman ‘Allah’tan ittika edin, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edin, Allah’tan ittika etmez misiniz?’ diye bu amellerin takva şuur ile yapılmasını tavsiye ediyor. Kur’an’da bu tür örnekler dikkat çekecek kadar çoktur. 

İnsan ya gafletinden, ya nefsinin engellemesinden, ya da başka sebeplerden dolayı İslâmî (hükümleri/emirleri ve yasakları) yerine getirmede gevşeklik gösterebilir. Ya da ihmal edebilir, önemsemeyebilir.

Buradaki ‘takva çağrısı’ bu hükümleri daha bir dikkatli yapmaya, ihmal etmemeye, her bir hükmün hakkını vermeye bir teşviktir. Allah’a karşı kulluk şuuruyla hareket eden, tehlikeye düşmemek, zarara uğramamak için kendisi için çiizlen sınırlara biraz daha dikkat eder.

Kırmızı lambadan geçtiği zaman yüzde yüzde ceza alacağından emin olan, veya bu yüzden bir kaç defa ağır ceza ödeyen kimse, bir dahaki sefere dikkat eder.

Her bir İslâmî hükmün öncelikle bir hikmeti vardır. Farz, vacip veya sünnet olarak her bir emrin müslüman için mutlaka pek çok faydası vardır. Haram veya mekruh olan her bir yasağın insan için mutlaka pek çok zararı vardır. Zaten zararlı olduğu için ‘yapmayın, yapmamalısınız’ denilmektedir.

Kaldı ki, bir müslüman İslâmî hükümleri illa ki faydasını elde etmek, zararından korunmak için yerine getirmez. O bilir ki bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Allah’a saygılı olan, O’ndan gelenlere itibar eden, O’nun her şeyin en iyi bildiğine inanan bir kimse ‘hududullah’a uyar.

İşte bu da takva bilincidir.

Kur’an müslümanları sık sık dikkatli olmaya ve onları Rablerinin emirlerini yerine getirmede takvaya davet ediyor. Çünkü takva sahipleri Allah’ın çizdiği sınırlara uymada ve günah işlemekten sakınmada dikkatlidirler. Kur’an bu gerçeğe şöyle işaret ediyor:

“Cennet de muttakiler için, uzakta olmaksızın (o gün) yakınlaştırılmıştır.

Bu size va’dolunandır; (gönülden Allah’a) yönelip-dönen, (İslâm’ın hükümlerini) koruyan,

Görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan’ ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalp ile gelen içindir.” (Kâf, 50/31-33)

Kur’an, müslümanlara çeşitli konulardaki hükmünü (ahkâmını) söylüyor ve bütün bunların yerine getirilmesi konusunda Allah’tan ittika edilmesini belirtiyor.

Diğer bir deyişle, dinin ahkâmına hakkıyla uyulması takva bilincini destekler, kuvvetlendirir

Mesela; savaşta alınan ganimetlerin nasıl taksim edileceği söylendikten sonra müslümanlara “Allah’tan korkup-sakının ve aranızdaki anlaşmazlıkları düzeltin; Allah’a ve Rasûlüne itaat edin” diye ilave ediliyor. (Enfal, 8/1)

Hacc’la ilgili pek çok ahkâm anlatıldıktan sonra “...Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bilin ki Allah, cezası pek çetin olandır” (Bekara 2/196-197. Maide, 5/96)

Hac zamanı sayılı günlerde, yani Arefe günü, veya Kurban bayramında Allah’ı zikretmek bir ibadettir. Takva sahibi kimseler öyle günlerde Allah’ı zikretmekten gafil olmazlar. Onlar, hacc zamanı mahşer gününün manzarasını hatırlarlar. Bu dehşet verici, heybetli manzara karşısında takvaları bir kat daha artar. (Bekara 2/203)

Allah’a karşı sorumluluk bilinciye hareket edenler, şüphesiz kendilerini Allah’a yaklaştıracak vesileler (sebepler ve imkanlar) bulurlar.

 “Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Mâide 5/35)

Müslümanlar, helâl rızık yeme konusunda da takva bilinci ile hareket etmek zorundadırlar. Onlar Allah’ın yenmesini haram kıldığı hayvanların etlerini ve O’nun adını anmadan kesilenlerleri yiyemezler. Bu konuda Allah’tan korkup-sakınırlar. (Mâide 5/4, 88)

Kur’an, yiyecek veya davranışlar konusunda murdar ile temiz bir olmaz dedikten sonra şöyle ekliyor: “...Allah’tan ittika edin, ey temiz akıl sahipleri. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Mâide 5/100)

Birinin yanında bir emânet varsa, o kimse Allah’tan ittika etmeli ve emâneti olduğu gibi yerine vermeleridir. Bu anlamda şahitliği gizlemek te doğru değildir. (Bekara 2/283. Mâide 5/106-108)

Doğru sözlü olmak ta takvanın gereklerindendir. Kur’an müslümanlara şöyle sesleniyor: “Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin ve sözü doğru olarak söyleyin.” (Ahzab 33/70)

  • Oruç ve takva bilinci

Aynı durumu orucu emreden âyette de görüyoruz.

“Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Umulur ki ittika edersiniz.” (Bekara, 2/183)

“Umulur ki Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varırsınız” ifadesi orucun farz oluşunun gerekçesidir. Buna göre orucun en büyük hikmeti, en fazla faydası, en yüce gayesi müslümanı takvaya erdirmektir.

Buradaki takvanın da ‘korku-sevgi’ denkleminde olduğu unutulmamalı. Zaten takva bilinci biraz Allah’ın makamından saygıyla korkmak, biraz da O’nun sevgisini kaybetmekten çekinmektir. Bundan dolayı da dikkatli olmaktır.

Oruç bu titizliği, bu dikkati artıran önemli bir süreçtir. Zira oruçlu bir kimse iftar vaktine kadar niçin helâl olan yiyecekleri bile yemediğinin farkındadır. Şehevî isteklerini niçin terkettiğini iyi bilmektedir. Oruç tuttuğu için nefsine hâkim olmakta, kendisini kontrol altında tutmaktadır.

İşte bu niyet ve tavır mü’mini Allah’a daha yaklaştırır, O’nun sevgisini daha çok kazandırır, takvasını daha çok artırır.

Mü’min, oruç sayesinde gerçek bir irade eğitiminden geçer. Nefsinin arzuları ile, İlâhi hüküm arasında tercih yapar. İlâhi emre değer verenler, nefislerinin arzularını izin verilen süreye kadar ertelerler.

Oruçlu, bırakın haram olan yiyecek ve içecekleri; helâl olanları bile bir müddet, gizlide ve açıkta asla yemez, arzularına gem vurur.

O Allah’ın kendisini her yerde gördüğünün, kendisini murakabe ettiğinin, O’ndan gizli bir anın ve mekanın olmadığının bilinciyle hareket eder. Bu da Allah’a karşı sevgi ve saygının kazandırdığı bir edeptir.

Takva, insanın Allah’a karşı tavrını ortaya koyan, ona nasıl kulluk yapacağını öğreten, davranışlarını kontrol eden bir Kur’an ölçüsüdür.

Allah’ın Rabliği ve ilâhlığı karşısında kulun tavrı nasıl olmalıdır?

O Allah ki; O’nun Cenneti ve Cehennemi var. Din Gününün, yani insanların öldükten sonra hesaba çekileceklerinin, yaptıkları iyi işlerin de, kötü işlerin de karşılığının verileceği günün tek sahibidir.

Kul, bu yüce makamın huzurunda ne yapacaktır, ne ile sorumlu olacaktır?

Bu noktada âhiret inancı önemli bir esastır. O hüküm gününe iman devamlı insanların dikkatlerine sunulmalı ki, onları gafletten, dikkatsizlikten ve hafiflikten kurtarıp, tam bir teslimiyetle güzel davranmaya götürsün.

“İslâm zühdüne hâkim olan fikir budur. Kur’an’ı okuyan herkes, özellikle Mekke devri âyetlerinde gelecek olan hüküm günü (yani âhiret) şuurunun kuvvetli olduğunu görür. Orijinel anlamıyla buna ‘takva’ denir.” (T. İzutsu, K. Allah ve İnsan, s: 298)

Kur’an’ın takvayı telkin etmedeki bütün çabası insanı bu gelip geçici hayatın üstüne çıkartmaya, böylece de onun davranışlarını uzun vadeli hedefleri ve ‘amellerin sonunu’ gözeten sağlam bir temele oturtmasına yöneliktir.

Ya da Hesap Gününde insanın kendi kendisiyle yüzleşeceği gerçeğini bildirmek içindir. O gün insanın kalbinin gömüldüğü gaflet bitecek ve kişinin kendi ben’i ortaya çıkacaktır. (Kâf 50/22)

Kur’an’ın çabası bu şuur halinin takva vasıtasıyla şu anda/burada meydana getirilmesine yöneliktir.  

Allah (cc) kullarına şöyle sesleniyor:

“Ey Âdemoğulları, içinizden size âyetlerimi haber veren peygamberler geldiği zaman, kim ittik ederse (korkup sakınırsa) ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (A’raf, 7/35

Oruç ibadeti bu şuuru, bu titizliği, bu dikkatliliği artıran, zenginleştiren, yoğunlaştıran müstesna bir fırsattır.

Kur’an; fizyolojik bir ürperti yanında, olayların hikmetini sezmekten kaynaklanan endişenin vereceği dehşetten, inanç ve bilinçle oluşan kaygılanma durumundan söz ediyor. Yani duygusal korku yerine bilmekten/anlamaktan kaynaklanan titizliği gösteriyor. (İsrâ 17/59-60

Allah’ın makamından korkmak, O’nun makamına karşı sorumluluk hissi taşımak, O’nun emirlerine aykırı hareket etmekten sakınmak, O’nun öldükten sonra kendisini hesaba çekeceğine inanıp o günden ve o günün kötü sonuçlarından korkmak; şüphesiz ki takvanın gereğidir. 

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“İman edenler ve sâlih amellerde bulunanlar için korkup-sakındıkları (ittika ettikleri), iman ettikleri ve salih amelde bulundukları, sonra korkup-sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup-sakındıkları ve iyilikta bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolaysıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide, 5/93

Müslümanlar, iman ettikten sonra sâlih amel işlerler, günah işledikleri zaman da hemen ‘takva’ ile kendilerini denetleyerek Allah’a tevbe ederler. Burada üç defa tekrarlanan şey; İslâmda diní hayatın üzerine oturduğu sorumluluk bilinci, yani ‘takva’dır.

Bu bir anlamda ‘sorumluluğu yerine getirememe korkusu’dur.

Bu korku hareket eden mü’min, yanlış yapmamaya çalışır. Rabbinin murakabesi (gözetimi) altında olduğunun şuurunda olan bir müslüman, O’nun huzurunda kendisini utandıracak hataları yapmaktan çekinir. Kendini kontrol eder. Onu, mahkemelerin vereceği cezadan, halkın ayıplamasından, polisin korkusundan önce bu anlayış frenler.

Bu bilinç onu -özellikle Ramazan’da- gizli de ve açıkta günah işlemekten, başkalarına zarar vermekten, insanların haklarına tecavüz etmekten sakındırır.

Ramazan mevsimi, oruç ibadeti, Kadir Gecesi titizliği müslümanların Allah’a karşı sorumluluk duygularını güçlendirir. Allah’ın emir ve yasakları konusundaki dikkatlerini artırır. Kendilerine zarar verebilecek her türlü yanlışa karşı duyarlı hale getirir. İbedetlerin niçin ve kimin için yapıldığını daha iyi anlatır. Onları bir âdet, bir gelenek ya da maddî bir fayda amacıyla değil; Allah rızası için yapılması gerektiği bilincine vardırır.

Ramazan ve oruçla birlikte kazanılan ve kuvvetlenen bu şuur, bu titizlik, bu sorumluluk anlayışı, Ramazan’dan sonraki aylara/günlere de taşınır.

(Not: Yeryüzündeki suçları önlemenin tek yolu vardır: o da herkesin başına bir polis dikmektir!!! Bu mümkün mü? Elbette... Bu polis takva şuuru, yani Allah’a karşı sorumluluk bilincidir.

Soru: Madem öyle,  müslümanlar niçin suç işliyor? Cevabı basit: Takvaları az olduğu için.)

        

Hüseyin K. Ece

17.07.2011

Zaandam