Oruç ve denge… Oruç ve mizan… Oruç ve teenni… Oruç ve ölçülü olmak…

Oruç ve dünyanın dengesi… Oruç ve ötekiler…

Orucun sayısız faydalarından, Ramazan ayının sayısız bereketlerinden ve orucun farz oluşunun pek çok hikmetlerinden bahsedilebilir.

Ben burada sadece bir tanesine vurgu yapmak istiyorum: Denge.

Ramazan/oruç insan ve toplum hayatında olması gereken dengenin kurulmasına yardımcı olabilecek ciddi bir güçtür, uygun bir zaman dilimidir.

Oruçla bütün bunların, hayatın dengesinin ne alakası var denilebilir?

Fiziksel bir dengeden bahsediyorsak, doğru; bunlar arasında bir bağ yok gibi görünüyor.

Ama beşeri bir dengeden, toplumsal bir nizamdan, ölçülü olmaktan, ağırbaşlılıktan söz edersek; oruçla bu denge arasında önemli bir ilginin olduğunu görürüz.

Akıl ile hisler, ruh ile beden, iç âlem ile dış yapı, bedenin ihtiyaçları ile iştahlar (şehvetler), kazanma ile harcama, ihtiyaçlar ile hırslar arasında bir dengeden söz ediyorsak; oruçla ilgisi var.

Kur’an şöyle diyor:

“Allah göğü yükseltti ve mizanı (dengeyi) koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahman, 55/7-8)

Yüce Yaratıcı kâinata; yani yere ve göklere, bütün cansızlar âlemine, hayvanlara ve bitkilere fiziksel ve kozmik anlamda muazzam bir denge yerleştirdi. Nizam ve düzen var etti. Her canlı veya cansız varlık bu düzen içerisinde hayatını sürdürüyor.

Daha doğrusu görevini yerine getiriyor. Çünkü her yaratığın bir görevi vardır.

İnsan, bu dengeyi, bu düzeni kainatın her parçasında görebilir. Denizlerde, dağlarda, gökyüzünde, gezegenlerde ve yıldızlarda, canlıların hayatında… En dakik hesaplara dayalı bu denge, insan aklını altüst edecek kadar muazzamdır. Hayatın devamı ve insanın yaşayabilmesi için buna ihtiyaç vardır. Yaratan da zaten böyle takdir etti, devamını böyle sağlıyor.

Aynı dengenin müstesna bir örneğini de insan bünyesinde de görmekteyiz. En mükemmel bir şekilde yaratılan insan da denge üzere bina edilmiştir.

“Ve şu emin beldeye yemin olsun ki,  Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 95/3-4)

Vücut azaları arasında hem biçim olarak hem de fonksiyon olarak olağanüstü bir denge vardır. Aynı dengeyi akıl-ruh-yürek, beden gücü ile kabiliyetler arasında da görüyoruz.

Kur’an’da bu dengeye dikkat çekilmesinin bir sebebi Allah’ın yüce Kudretine işaret edilmesi ise, ikinci bir sebebi de insanı “dengeli davranma”ya  davettir.

Sanki şöyle deniliyor: “Ey insan, görüyorsun ki kâinatın ve insanın ontolojik yapısında bir tenakuz, çatlak, karmaşa, eksiklik yok. Her bir uzvun diğerine mütenasip ve dengeli bir şekilde yaratıldı. (İnfitar, 82/7) Kâinattaki hayat bu denge sayesinde devam edip gidiyor. Sen de hayatının dosdoğru bir istikamette devam etmesini istiyorsan yaşantının her alanında dengeye dikkat et.

Zira insan ve toplum hayatında olması gereken dengeyi koruyanlar; istikamet, güzellik, mutluluk, bereket üzere ve zararsız yaşarlar.”

Böyleleri aynı zamanda toplum hayatının dengesine de yardımcı olurlar.

İnsan ve toplum bünyesindeki dengenin bozulmasına Kur’an ‘fesat’ diyor. (bak. Bakara, 2/205. Maide, 5/33, 64. Rûm, 30/41. Fecr, 89/12)

Fesat; bozulma (tefessüh), kokuşma, orta yoldan ayrılma anlamlarına gelir. Bu bir manada dengesizlik, nizam/düzen dışılıktır.

Müfsit;  bozan, bozgunculuk yapan, ifsat eden demektir.  

Fesadın karşıtı sulh veya salah’tır. Sulh veya salah; iyi olma, düzelme, iyiliğe aracı olma anlamlarına gelir. Bunun çoğulu maslahattır. Maslahat, iyi olan halleri, düzelmeyi, faydalı olan şeyi ifade etmektedir.

Fesat, hem Allah’ın hakkını ihlâl etmek, hem kulların hakkına tecavüz etmektir. Allah’ın tayin ettiği sınırları aşmak anlamına gelen günahları işleyen bir kimsenin bedeninde ve hayatında fesat var demektir. Söz gelimi, uyuşturucu kullanmak Allah’ın bir yasağını çiğnemektir. Uyuşturucu kullananların ruh ve beden sağlıklarının yerinde oladuğunu kimse iddia edemez.

İşte bu durum o kimse ve o kimsenin içinde yaşadığı toplum için bir fesattır.

Fesat, insan bünyesindeki dengeyi bozar, hayatı hedefinden saptırır. Zararı giderek kişiden topluma yayılır. Toplumu anlaşmazlığa, kargaşaya, kavgaya, savaşa; dolaysıyla çürümeye sürükler.

Onun için Yüce Yaratıcı insanlara; “Sakın dengeyi bozmayın” (Rahman, 55/8),  ya da “Islah olduktan sonra yeryüzünü ifsat etmeyin” (A’raf, 7/56, 85) diye buyurur.

Islah; yani düzelme, nizam ve intizam, denge ve adalet ancak ilâhî ölçülere uymakla gerçekleşir. Âyetteki “Islah olduktan sonra” ifadesini böyle de anlamak mümkün. Yani her türlü dengeyi/adaleti O’nun koyduğu ölçülerle/hükümlerle kurun, dengeyi felakete çevirecek işler yapmayın.

Kur’an müslümanlara “vasat ümmet” olarak tarif ediyor. (Bakara, 2/143) “Orta ümmet” diye çevirilen bu sıfat, aynı zamanda müslümanların dengeli ve âdil olmaları gerektiğini de ifade eder. (Tefhimu’l-Kur’an, 1/123. Fi Zılal, 1/131. Hayat Kitabı Kur’an, 1/54)

İlâhî ölçülerden yüz çevirenlerin tarihten beri kendilerini ve toplumları nasıl ifsat ettiklerini, insanlara daha bu dünyada iken cehennemi yaşattıklarını biliyoruz.

Bu gibi adamların hayatı kendilerine nasıl zehir ettiklerini, çevrelerine ne gibi zararlar verdiklerini, çevremize bakarak anlayabiliriz.

Bundan dolayı rahatlılka diyebiliriz ki; müslümanlar için iyi ki Ramazan ayı ve oruç var.

Ramazan ayı müslümanlar için bir açıdan denge ayıdır. Dengeli olmayı öğrenme ayıdır. Bu ay müslümanın kendi bünyesinde dengeyi yeniden kurmasına yardımcı olurken, bunu topluma da taşımasını sağlar. Denge üzere yaşayan insanların çoğunlukta olduğu toplumda da düzen, huzur ve güven olur.

Dengesiz adamlardan meydan gelen bir cemiyette dengeden, haktan hukuktan bahsedilir mi? Halk arasında yanlış iş yapanlar kakkında ‘dengesiz adam’ denilmesi boşuna değildir.

Sahih mi zayıf mı olduğunu tesbit edemediğim Peygambere nisbet edilen bir rivâyetten bahsetmek istiyorum. Rivâyetin sahih olup olmaması bir yana, güzel ve doğru bir mesaj veriyor. Şöyle deniliyor:

“Dünyanın dengesi şu dört şeyle mümkün olur:

*Alimlerin ilmi,

*yöneticilerin adaleti,

*zenginlerin cömertliği ve

*fakirlerin duasıyla.

Alimlerin ilmi olmasa cahiller helâk olur. Zenginlerin cömertliği olmasa fakirler helâk olur. Fakirlerin duası olmasa zenginler helâk olur. Yöneticilerin adaleti olmazsa bazı insanlar diğerlerini, tıpkı kurdun koyunu yediği gibi yerler.” (nak. Dürretü’l Vaizîn, sayfa 29. Osman ibnu Hasan, İstanbul 1313)

Bu dört şey toplum binasında denge sütunu gibidirler. Dört ana unsur, dört ana temel. Bunlar aynı zamanda kişilerin ve toplumların muhtaç olduğu ana değerlerdir. Bu değerler insanı ve toplumu ihya ve ıslah eder. Bunlardan mahrum kalanların bir yanı eksik demektir.

Dikkat edilirse bunların her birinin bir yönüyle Ramazan ve oruçla ilgisi olduğu görülecektir.

* Alimlerin ilmi: Alimler olmazsa meydan cahillere kalır. Toplumun işi cahillere kaldığı zaman, felâketler katlanarak gelir. Buradaki cahilin okumamış anlamda kullanılmadığına dikkat edelim. Vurgu; okuduğu halde nereden nasıl yapacağını bilmeyenleredir. Cahil, nâdân kimsedir. Yani olgun ve âdil davranıştan yoksun, kaba ve çıkarcı tiptir.

Düşünün ki insanların işi bu gibilere kaldı… O toplumun hali ne olur? İşini ve yönetimini cahillete emanet edenlere eyvahlar olsun. Bunlar kendi huzurlarını kendi elleriyle berbat ederler.

* Yöneticilerin adaleti: Din diliyle ‘ulu’l-emr’ veya ‘veliyyü’l-emr’. Yani işin kendisine emanet edildiği ehil ve emin kişiler. “Ehil ve emin kişi.” Ne güzel. Hem o işin ehli olacak, hem de emin olacak. Yani âdil ve güvenilir. Aynı zamanda akıllı ve becerikli.

Kendisine bir iş ve sorumluluk yüklenen herkes yöneticidir. Yöneticiler adaletle iş yaparlarsa denge sağlanır. Adaletsizlik güvensizliği, kaosu ve umutsuzluğu doğurur. Adaletin olmadığı yerde insanlar haklarını kendi elleriyle almaya kalkışırlar. Bu da intikam duygularını artırır, kan davalarını doğurur, mafya ve çeteleşmeye sebep olur. Zayıflar haklarını alamazlar, haksızlıklar artar.

Toplumu ayakta tutan en önemli denge adalettir dense yanlış olmaz.

Ramazan müslümana âdil olma şuuru, adaletle davranma ahlâkı kazandırır. Çünkü bunların temelinde yatan şuur takvadır. Yani Allah korkusudur, Allah’a karşı sorumluluk bilincidir. Bu korku olmazsa, bu sorumluluk bilinci olmazsa insan ne kadar âdil olabilir ki ?

Ramazan takva bilincinin artırıldığı bir zamandır.

* Zenginlerin cömertliği : İmkanı olanlar; ellerinde olanı ötekilerle paylaşırlarsa, yani infak ederlerse; geçinme ve dünyalıkları paylaşma konusundaki denge sağlanabilir.

Cimri zenginlerin çok olduğu bir belde halkına esef etmek gerekir.

Paylaşmak, aynı zamanda ötekini benimsemek ve değer vermektir. Çevresinde diğerlerini de hesaba katmak ve onlarla barış köprüsü kurmaktır. Başkasına vermeyen, onu yabancı sayar, ondan çekinir, arasına mesafe koyar. Mesafe, yabancılaşmayı ve güvensizliği artırır.

Ramazan aynı zamanda infakı öğrenme veya infak etme ayıdır. Ramazan, paylaşmak, bölüşmek, bilişmek, başkalarının halinden haberdar olmak ayıdır.

Ramazan helâlden kazanma, helâle sarfetme şurunun dirildiği aydır. Helâlden kazanılmayan malların infak edilmediği, edilemediği bir gerçektir. Oruç bu anlayışı kazandırır.

Paylaşmasını bilen; paylamayı, dışlamayı, tepeden bakmayı unutur. Bu da kesimler ve sınıflar, zenginler ve yoksullar, sağlamlar ve özürlüler arasındaki dengeyi korur.

* Fakirlerin duası: Dua, Allah’ı yardıma çağırmaktır. Allah (cc), her yardım çağrısına cevap verir. Ama zayıfların, ezilmişlerin ve haksızlığa uğrayanlarınkini daha fazla.

Peygamber (sav) Hicretin 10. yılında Yemen’e vali olarak gönderdiği Muaz b. Cebel’e, “… Mazlumun duasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur…” (Buharî, Cihad, 180) demişti.

Ramazanda sevindirilen her fakir, kendisine infak edilen her bir muhtaç, kendisiyle imkanların/iftarların bölüşüldüğü her dost; ikram edilen her bir âdemoğlu, müslüman toplumda denge direğidir.

Bunların sayısının çok olması, dengenin güçlü olması manasına gelir.

Ramazan duaların arttığı ve çok çok kabul edildiği bir ibadet zamanıdır. Kişi kendisine dua edenlerin sayısını bu zamanda daha da artırabilir.

Birbirine dua eden insanlardan kurulu bir toplum da fesadın uzağındadır.

Ya bir de tersi olursa? Yani birbirine dua eden insanlar değil de, birbirine lânet edenlerden kurulu bir toplum...

Birbirinin dostu, kardeşi veya karındaşı değil de ;  birbirinin kurdu olanlardam meydan gelen bir toplum...

Birbirine yardım etmeye, destek olmaya, açığını kapatmaya değil ;  birbirini yemeğe hazır kimselerden kurulu bir toplum... ise böylesine bir cemiyet ne denge üzerindedir, ne de huzura sahiptir.

Böyle bir toplumda güvenden ve hoşgörüden bahsedilemez.

Ramazan, kendini hakkıyla değerlendirenlere, kurt veya başkasına dert olmayı değil; mert olmayı öğreten bir aydır.

Oruç, yalnızca kendi çıkarını düşünen egoist bir fert olmayı değil ; Allah’ın vereceği karşılığı umarak cömert olmayı talim eder.

Ramazan ayı müslümanlara diğerleri için dua eden, onların iyiliğini isteyen, başkalarına dost olmayı tavsiye eden, başkalarına yüreklerinde yurt olmayı öğretir.

Ramazan’ı, inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek değerlendirenler, ondan;  beden ve toplum bünyesinde dengeyi korumayı öğrenirler.

Hüseyin K. Ece

25.07.2009

Zaandam/Hollanda