Ramazan, ay (kamerî) takvimine göre Şâban’dan sonra, Şevval’den önce gelen dokuzuncu ayın adıdır.

  • Allah’ın katında ayların sayısı

Allah’ın katında ayların sayısı onikidir. Bu gercek bir âyette şöyle haber veriliyor.

“Bilin ki, Allah'a göre ayların sayısı, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün koyduğu ölçü uyarınca onikidir (ve) bunlardan dördü haram aylardır; işte (Allah'ın) her zaman geçerli sapasağlam yasa(sı) budur. O halde, bu (aylar) konusunda artık kendinize yazık etmeyin…”  (Tevbe 36)

Bu âyette sözü edilen aylar, güneş takvimindeki aylar değil, Ayın Dünya’nın etrafında dönüşüne göre hesaplanan ay takviminin aylarıdır. Hesaplamanın ve modern imkanların olmadığı dönemlerde Ay’ın hareketlerini gözleyip hesaplanan bu takvim, günes takvimine göre daha tabii ve daha sade idi. Allah (cc) bunu O’nun her zaman gecerli yasası (dini) diye niteliyor. İslâm öncesi Arabistan'da bu aylardan dördü haram kabul edilmiş, bu aylarda savaşmak yasadışı ya da fesat sayılmıştır. Kur’an yukarıdaki âyetle bu örfü te’yid etmiştir. Haram aylar : Muharrem, Receb, Zilkâde ve Zilhicce'dir.[1]

Ancak müşrik araplar ayların mevsimler içinde dolaşmasının yol açtığı ticari mahzurlardan kaçınmak ve ibadetleri belli zamanlarda yapmak için, ay takvimini kabaca güneş takvimine uygun hale gtirirlerdi. Bunun için her sekiz yıllık dönem içinde sırayla üçüncü, altıncı ve sekizinci yıllarda aylara bir onüçüncü ay ilave ederlerdi. Buna nesi’denirdi.

Âyette “bu aylar konusunda kendinize yazık etmeyin” ifadesiyle anlatılmak istenen müslümanların bu keyfi uygulamayı, haccı ve Ramazanı hep aynı mevsime getirmeyi kabul etmemeleridir. Zira böyle bir uygulama hem ayların normal dolanımına saygısızlıkk, hem de ibadetlerdeki asıl amacı zedelemektir.[2]

Kur’an bu uygulamaya küfürde ziyade diye isim verdi ve yasakladı. “(Aylara) ilave yapmak, (onların) hakkı tanımaktan kaçınma tavırları içinde olsa olsa fazladan bir örnek, hakkı inkara yeltenenleri (daha da) saptıran bir vesiledir. (Sözkonusu) bu (çoğaltmayı), ayların sayısını Allah'ın yasak kıldığı takvime uyarlamak amacıyla bir yıl olumlayıp bir yıl yasak sayıyor ve böylece Allah'ın yasak kıldığı şeyi (kendilerince) meşrulaştırmaya kalkışıyorlar...” (Tevbe 9/37)

Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüşüne göre, yani Güneş ssitemine göre hesaplanan ve her yıl sabit olan takvim de oniki aydır. Bu da Allah’ın âyetlerindendir. Ancak yukarıdaki âyette kamerî aylara işaret edilmesi dikkat çekicidir. Bunun hikmeti hac, kurban ve ramazan ibadetinin yılın her mevsiminde yerine getirilmesine dikkat çekmek olabilir. (Allahu a’lem)

Kamerî ayların başlangıcı hilâlin doğmasıyla belirlenir. Kur’an buna şöyle işaret ediyor: “Sana, hilal şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir…”  (Bekara 2/189)

  • Şehr-i Ramazan

Ramazan Kur’an’da, Bekara sûresinde oruçtan söz eden iki âyetten sonra gelen 185. âyetde ‘şehr-i ramazan’ şeklinde geçiyor.  

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.

Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.”(Bekara 2/185)

Âyette lafzen “kim ay’a (şehr’e) şahit olursa oruç tutsun” deniliyor. Buradaki aydan maksat Ramazan ayıdır.[3]

  • Şehr ne demektir?

‘Şehr’; ‘şöhret’ kökünden masdar olup bir şeyi açığa çıkarmak anlamındadır. Bu bağlamda “kad şehira fülanün seyfehu-kılıcı kınından çıkarıp gösterdi”denir.[4]

-Gökte görülen aya (kamere),

-Bu ayın görünüp, ışık verir bir hâle gelmesi ve nihayet kaybolup, tekrar doğması suretiyle bir devrinden ibaret olan zaman süresine şehr (ay) denmiştir. 

-Hilâl göz önüne alınmadan sırf gün hesabıyla otuz günlük süreye de adet olarak ‘şehr’ denir. Güneş yılının bölümlerinden her birine ay (şehr, mâh) denmesi de buradan alınmıştır.[5] 

  • Sözlükte Ramazan

Kaynaklarda bu aya ramazan adının niçin verildiği hakkında farklı açıklamalar yer alır. En fazla kabul gören yoruma göre bu ay rastladığı mevsim gereği çok sıcak ve yakıcı bir özelliğe sahip olduğu için bu adla anılmıştır.[6]

Ramazan kelimesi hakkında iki görüş vardır

Birincisi: Bazıalrına göre Ramazan Allah’ın isimlerinden biridir. Bu nedenle tefsirci Mücahid bu aya hitaben ‘Ramazan ‘ denilmesini hoş görmezdi. Ona göre bu aya ‘Şehr-i Ramazan’ denilmesi daha uygundur.[7] Ancak bu görüş çoğunluk tarafından isabetli bulunmamıştır.[8]

İkincisi: Ramazan da Receb, Şaban gibi belirli bir ayın ismidir. Ramazan ‘şehr’ ile (Şehr-i Ramazan şeklinde) özel isimdir. Ancak şehr-i ramazan demeden de tek başına kullanılır.

Nitekim Şehr-i Ramazan (Ramazan ayı), Şehr-i Rebiu'l-evvel (Rebîu'l-evvel ayı), Şehr-i Rebîü'l-âhir (Rebîü'l-âhir ayı) denilir.

Ramazan isminin hangi kelimeden türediği konusunda bir kaç görüş var.

1.Kimilerine göre de Ramazanın aslı ‘er-ramadu’dur. Bu da yeryüzünü yıkayan güz yağmuru demektir. Ramazanın da tıpkı bu yağmur gini oruçtutanın günahlarını yıkamasından hareket ederek bu ad  verilmiş.[9]

2.Bazılarına göre Ramazan, sözlükte “günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” anlamlarındaki ‘ramad’ masdarından veya “Güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” mânasındaki ‘ramdâ’ kelimesinden türemiştir.[10] 

3.Bazılarına göre Ramazan, ileri derecedeki susuzluktan dolayı içten sıcak basması anlamına gelen ‘ramada’ kökünden gelmektedir. ‘Ramda’ ise ileri derecedeki sıcaklık demektir.

5.Bazılarına göre Ramazan ‘ra-mi-da’ fiilinden türemiştir. Bu da, açlığın ve susuzluğun şiddeti sebebiyle insanın içinin yanması demektir.[11]  

4.Bazılarına göre Ramazan, ‘ramd’ fiilinden alınmıştır ki, kılıcın namlusunu veya ok demirini inceltip keskinletmek için iki kaygan taş arasına koyup döğmektir. Bu aya bu ismin verilmesi de Araplar'ın bu ayda silahlarını bileyip hazırladıklarından dolayıdır.[12]

5.Bir başka görüşe göre Ramazan’a bu adın verilmesinin sebebi günahları salih amellerin yaktığından dolayıdır. Buna göre bu kelime yakmak manasındaki er-ramda’dan gelir. Güneşin sıcağı ile aşırı derece yanmış yerlerde ayağın yanması ‘ra-mi-de’ fiili ile anlatılır.[13]

6.Bir diğer görüşe göre Ramazan ayında kalpler ahiret hakkında düşünüp öğüt alma hararetinden dolayı tıpkı kum ve taşların güneşin ışığından ısınıp yandıkları gibi yandıklarından dolayı bu adı almıştır.[14]  

Orucun hararetiyle günahların yakıldığı, güz yağmurlarının yeryüzünü yıkadığı gibi ramazan orucunun da müminleri günahlardan yıkayıp temizlediği için aya bu ismin verildiği yönünde bazı kitaplarda yer alan açıklamalar İslâm’dan sonra orucun etkilerine bakılarak yapılan ve tarihî bilgilerle pek örtüşmeyen  yakıştırmalar olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü hicrî takvimde yer alan ay isimlerinin İslâm’dan önce konulduğunda şüphe yoktur.[15]

  • İslamdan önce Ramazan

Bu ayın İslâm’dan önce Arab-ı bâide (Âd ve Semûd) döneminde ‘deymur’ veya ‘zeymur’ diye adlandırılıp senenin bu ayla başlatıldığı, Ramazan isminin ise hicrî takvimde yer alan diğer ay isimleriyle birlikte Arab-ı müsta‘ribe devrinde kullanılmaya başlandığı, İslâmiyet’in ortaya çıktığı dönemde de Araplar’ın bu isimleri kullanmakta olduğu nakledilir.

Bazı kaynaklarda, bu isimlerin milâdî V. yüzyılın başlarında Peygamber’in (sav) beşinci dedesi Kilâb b. Mürre tarafından belirlendiği kaydedilmektedir.  

Bir görüşe göre o zamanki Araplar ayların isimlerini, eski dillerinden değiştirdikleri zaman, her ayı rastladığı mevsime göre isimlendirmişlerdi. Eski dilde, ‘Nâtik’ ismiyle anılan bu ay da o sene şiddetli bir sıcağa rastladığından buna ‘şehr-ü Ramazan’ adını verdiler.

Kamerî takvimde yer alan ‘cumâdâ’ ve ‘rebî‘’ gibi ay adlarının da belirli mevsimlere ve hava şartlarına işaret etmesi bu açıklamayı destekler niteliktedir.[16]   

  • Ramazan ve oruç

Oruçla ilgili kelimeler Kur’an’da ondört âyette geçiyor. 

Bunlardan iki tanesi fiil halinde geliyor. “… Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bekara 2/184)

Bekara 185. âyetinde “…Sizden bir bu aya ulaştığında oruç tutsun…” deniliyor.

Oruç manasında ‘siyam’  dokuz âyette yer alıyor. 

Bunlardan iki tanesi Ramazan orucu hakkındadır.  “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bekara 2/183)

Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın…” (Bekara 2/187)

Kur’an’da üç çeşit oruçtan bahsedilir. Birincisi: Ramazan orucu.

İkincisi: Keffâret oruçları. Bazı suçlara karşılık Allah tarafından emredilen ceza oruçlarıdır. Keffâret oruçları da beş tanedir. 1-Hac esansında yapılan belli bir hatayla ilgili keffâret orucu. (Bekara 2/196)

2-İhramlı iken avlanan hacıların keffaret olan oruç. (Maide 5/95)

3-Kasıtsız olarak bir müslümanı öldürenin keffâret orucu. (Nisa 4/92)

4-Yeminlerin bozanların keffâret orucu. (Maide 5/89)

5-Zihar keffâreti olan oruç. (Mücadile 58/3-4) Zihar; cahiliyye döneminde bir erkeğin hanımını annesinin yerine koyup onunla ilişkiye girmeye yemin etmesi idi. Allah (cc) bu abes geleneği ortadan kaldırmak için zihar yapana köle azad etmeyi, buna gücü yetmeyenlerin ise iki ay peşpeşe oruç tutmalarını farz kıldı.

Üçüncüsü: Hasta veya yolcu olanların mazeretleri sebebiyle Ramazanda tutamadıkları günler sayısınca başka günlerde oruç tutmaları gerekir.  (Bekara 185) (Bu âyetlerin hepsinde sıyam-oruç kelimesi kullanılıyor.)

Oruç savm şeklinde bir âyette Meryem’in (as) ‘susma orucu’ olarak yer alıyor. “Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.”  (Meryem 19/26)

Allah (cc) bir ayette Ramazan’a atıf yapmadan oruç tutan kadınları (sâimât) ve oruç tutan erkekleri (sâimûn) övüyor: “… benliklerini denetim altına alıp oruç tutan bütün erkekler ve bütün kadınlar, iffetlerini koruyan bütün erkekler ve bütün kadınlar…. İşte bunlara Allah sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül hazırlamıştır.”  (Ahzâb 33/35)

  • Ramazan; Kur’an’ın doğum ayı

Ramazan Kur’an’ın doğum ayıdır. Kur’an ilk defa Ramazan ayında indirilmeye başlandı. Orucun farz kılındığını bildiren âyetlerin hemen ardından şöyle deniyor: “(O sayılı) günler Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran (Furkan olan) Kur’an işte bu ayda indirilmiştir…”  (Bakara 2/185)

Bir başka âyette Kur’an’ın mübarek bir gecede indirildiği söyleniyor: “Ha Mim. Özünde açık ve hakikati açıklayıcı bu kitabın değerini bilin. Evet onu mübarek bir gecede Biz indir(meye başla)dık. Zaten baştan beri (vahiyle) uyaran da Bizdik.” (Duhan 44/1-3)

O mübarek gece de bin aydan daha değerli olan Kadir gecesidir.[17]

“Elbet onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indir(meye başla)dık. Bilir misin o kadir gecesi nedir?. O Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ver uh o gece Rablerininin izniyle her bir iş için iner de inerler. O (gece) fecre kadar selamdır (selamdır-selamettir).” (Kadir 97/1-5)

“Oruç, Kur’an’ın doğum kutlamasıdır. İşte içerisinde Kur’an nâzil olduğu için “bin aydan daha hayırlı” olan Kadir gecesini barındıran Ramazan ayını değerli kılan da buydu. Bu silsileyi izlersek: Ramazan’a hürmet Kur’an’a hürmettir, Kur’an’a hürmet Allah’a hürmettir. Ramazan’a hürmetin ölçüsü de onu oruçlu geçirmektir. Çünkü insanlığa rehber olan ve hakkı batıldan ayıran vahyi elinden tutarak insanlığa sunmuştur.”[18]

O halde Ramazan değerini, saygınlığını, bereketini Kur’an’dan alır. Allah’ın katında günlerin ve ayların yeri aynıdır. Bazı günlerin, gecelerin veya ayların değerli, muhterem ve hayırlı oluşu onlarda saklı değerler sebebiyledir. Bir müslümana göre insanlık tarihinin en önemli olayı Kur’an’ın insanlığa vahyedilmesidir. Allah (cc) merhametinin gereği olarak  tenezzül buyurdu ve kıyamete kadar insanlığa rehberlik yapacak eşsiz vahyini Kur’an olarak insanlara indirdi. Bu elbette insan gerçeği için en önemli bir olaydır. Son vahiy bir Ramazan’da, Kadir gecesinde insanlıkla buluşmaya başladı.         

Oruç tutmak, Kur’an’ın doğumunu karşılamak, bu kutlu doğumu tebrik ve tasdik etmek ve bu doğuma muhatap kılınmaya bir şükretmektir. 

  • Ramazan ve i’tikâf

Ramazının son  günlerinde i’tikâfa girmek sünnettir. Kaynaklar Peygamber’in (sav)  Ramazan’ın son on gününde i’tikâfa girdiğini ve bunun vefatına kadar sürdürdüğünü, onun ardından hanımlarının da itikâfa girdiğini haber veriyorlar.[19]

Kur’an i’tikâfa işaret ediyor. “… Mescitlerde i’tikâfa çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.”  (Bekara 2/187. Ayrıca bakınız: Bekara 2/125)

İ’tikâf, uzlete- inzivaya çekilme değil, yeniden topluma dönme eğitimidir.  İnziva/uzlet  görevden ve toplumdan kaçış, i’tikâf ise ibadetle nefsi tezkiye ederek toplumdaki görevlere hazırlamadır.  Ruhbanlık, yani daha çok ibadet edebilme amacıyla dünyadan el-etek çekme anlayışı Kur’an’ın tavsiye ettiği arınma (tezkiye) yöntemi değildir. (Hadid 57/27)

Kendini ibadete ve ideallerine adama eylemine Kur’an i’tikâf ile aynı kökten gelen ‘ukûf’ diyor. Ukûf, dokuz âyetin altısında olumsuz, üçünde olumlu bir bağlamda geliyor.

Bu âyetlerin ortak teması “insanların hedef ve idealleri için yoğun bir fedakârlık göstermeleri, kendilerini amaçlarına kilitleyip bütün benlikleri ile dünya görüşlerine adamaları şeklindedir.

Terim olarak i’tikâf; mü’minlerin Allah için her şeylerini feda edebilecek bir bilinç kuşanmak maksadıyla belirli bir süre, özellikle Ramazan’ın son on günü içerisinde kendilerini ibadete vermeleridir.[20]

Peygamber (sav) Ramazan’da ve özellikle son on gününde itikafa girerdi.[21]

Kur’an, Mescid-i Haram bölgesinde yaşayıp kendilerini Allah’ın şiarlarını (sembollerini) korumaya ve hacılara hizmet etmeye adamış kimselere ‘âkif-i’tikâf yapan’ diyor. (Hacc 22/25)

Bir âyette ‘âkif’; Mescid-i Haram’da kendini rukû’ ve secde gibi ibadetlere verme hali olarak geçiyor. (Bekara 2/125) Âyet mü’minlerin Allah’a adananlardan ve O’nun yeryüzündeki şiarlarına tüm benlikleri ile gönülden hizmet edenlerden olmaları gerektiğini ifade etmektedir.

İ’tikâf, Kur’an ahlâkının hem bir ilkesi, hem de davranış eğitimine bir modeldir.[22]

 

Hüseyin K. Ece

08.05.2015

Zaandam

 

[1] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 1/358

[2] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/358

[3] Taberî, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye Beyrut 1426-2005, 2/150

[4] Taberî, Tefsir, 2/150

[5] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) İstanbul Thr., 1/529

[6] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Daru’l-Hilal, Beyrut Thr., 6/225. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 1/529

[7] Taberî, Tefsir, 2/150. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 6/225

[8] Günay, H. M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 34/433

[9] İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 6/225. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 1/531. Yıldız, A. Oruç-Ötelere Seyahat, Pınar Yay. İstanbul 2011, s: 60-61

[10] Taberî, Tefsir, 2/150. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/531

[11] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 6/225. Kurtubî, Tefsir, Dâru İbni Hazm, Beyrut 1425-2004,1/361

[12] Kurtubî, Tefsir, 1/361. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/531

[13] Kurtubî, Tefsir. 1/361

[14] Kurtubî, Tefsir, 1/361. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/531. Yıldız, A. Oruç-Ötelere Seyahat, s: 60-61

[15] Günay, H. M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 34/434

[16] Günay, H. M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 34/433. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/531

[17] Nesâî, Sıyâm/5 no: 2108

[18] İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 1/65

[19] Buhârî, İ’tikâf/1 No: 2025-2027. Müslim, İ’tikâf/5 No: 2784

[20] Zülâloğlu, F. Ramazan Risalesi, İstanbul 2007, Ekin Yay. s: 56-57

[21] Peygamber’in (sav) i’tikâf sünneti Ile daha geniş bilgi için bakınız: Çelik, A. Peygamberimizin Ramazan Günlüğü, Beyan Yay. İstanbul 2003, s: 108-111).

[22] Zülâloğlu, F. Ramazan Risalesi, s: 60-61