Kurban bayramı; et mi, niyet mi, eğlence mi, biraz da tatil mi? Kim nereden bakıyorsa öyle görür. Kim nasıl anlıyorsa öyle değerlendirir.

İslâmda bir ibadet olan kurban konusundaki görüşleri üç grupta toplamak mümkün.

Birincisi; Kurban ibadetinin niçin emredildiğini, hikmetini, faydalarını, müslümanın hayatındaki rolünü düşünmeyen, bu konuda fazla kafa yormayan bazı müslümanlara göre Kurban bayramı biraz et bulabilme fırsatıdır. Yıl boyunca et bulamayan fakir fukara kurban sayesinde et yüzü görürler.

Böyleleri kurbanların besili, iri ve semiz olmasını, kurban etinin mutlaka üç kısma ayrılıp eşe-dosta, fakir-fukaraya dağıtılmasını öncelerler, bu konuların üzerinde çok dururlar.

(Şimdilerde yardım kuruluşlarının “fakir ülkeler de et yüzü görsün, ya da ette senin de payın olsun” sloganları ile kurban kampanyaları düzenlediklerini duyuyoruz.)

Herkesin niyetini elbette Allah bilir. Ancak eğer kurban ibadeti bir ritüel, bir kültür, bir âdet olarak algılanıyorsa bu doğru değildir. “Kurban bayramı içinde bulunduğumuz toplumun bir adetidir, bize de uyalım” diye düşünenler Kurban ibadetini anlamamışlar demektir.

Bu durum, ataist olduğu halde hırıstiyan ritüellerine, bayramlarına katılanların haline benziyor. Onlara göre böyle şeyler dindarlık değil toplumun kültürü olan şeyleri paylaşmaktır.

İkincisi; bazı müslümanlar da kurbanda niyeti öncelerler.

Kurban ibadetini yerine getirerek öncelikle Allah’ın rızasını ve cenneti kazanmak isterler. Hadis-i şerife göre “ameller niyete göredir” (Buhârî, Bed’ul-vahy/1. Müslim, İmâra/155. Ebu Davud, Talak/11)

Her amel, eylem, davranış onun yapanın niyetine göre değerlendirilir. Niyetleri de Allah’tan başka kimse bilemez. Dışarıdan bakanlar bir kimsenin şu veya bu eylemiyle hangi amacı taşıdığını bilemezler. Belki eylemin sonucuna göre bir hüküm vermek mümkün ama, onun amacı/niyei şu idi demek mümkün değildir.

Kurban kesmek de bir ameldir. Eğer Allah emrettiği için, sırf O’nun rızasını kazanmak niyeti ile yerine getirilirse ibadet olur.

Kurbanın hangi amaçla emredildiğinin farkına varanların derdi elbette ‘cennet’tir. Onlar Rablerinden gelenden razıdırlar ki değer verdikleri mallarının bir kısmını O’nun yolunda feda edebilirler.

Kurban bir anlamda Allah yolunda değerli bir şeyi adamaktır. Ne adadığının farkında olanlar, ahiretteki ebedî vuslatı özlerler. Adağını yürekten tutanlar ancak bu vuslatın değerini bilirler. Kurban adağı aslında fiilî bir itiraftır.

Müslümanlar ‘mülkün Allah’a ait olduğuna’ inanırlar. Onun için sahip olduklarını gönül rızası ile mülkün asıl sahibine vermekten, yani adamaktan çekinmezler.

Tarihte ve günümüzde insanlar farkında olarak veya olmayarak eşyaya, servete, ideolojilere, devletlere, hatta diğer insanlara kul ve kurban oluyorlar. Sahip olduklarını ve benliklerini bunlara armağan edip, bir ömür boyu bu kurbanlık durumlarını sürdürüyorlar.

Bu gibi adamalardan, yanlış yerlere kurban olmaktan kurtulmanı yolu, adamayı, fedakarlığı, kurban olmayı yüce bir amaç için yapmaktır.

İşte İslam kurban ibadetiyle hedeflediği de budur. Müslüman kurban ibadetiyle Allah sevgisi kazanmayı, sadece O’na kurban olunabileceğini ve sadece O’nun için kurban adanabileceğini gösterir.

En azından bu inancını kendi içerisinde isbat eder, tadar ve bunun heyecanını yaşar.

Kurbanın kelime manası, “insanı Allah’a yaklaştıran şey” demektir.

Kurban ibadeti Allah’a yakın olmayı sembolize eder. O’na yaklaşmak elbette fizik şartlarda bir yakınlık değilidir. O’na yakın olmak fiziği metafiziğe taşımak, bu dünyaya ait olanı yüceler yücesine (aşkın-müteâl olana) bağlamaktır.

Bu açıdan İslâmda her ibadet, yani her sâlih amel, her infak (Allah için harcama), Allah yolunda her türlü çaba, çalışma ve fedakârlık Allah’a yakın olma (kurbiyet-yakınlık kazanma) imkanlarıdır. 

Kurban olayının bilincinde olan bir müslüman, her zaman, hayatının her anında Allah’a yakın olmak için çalışır. Elinde hangi imkan var ise onu Allah rızası için kurban eder. Zengin malıyla, cömert paylaşmasıyla, âlim ilmiyle, iyiliksever iyilikleriyle, âbid ibadetiyle , günahkâr tevbesiyle, gücü yetenler de Kurban bayramında kurban keserek bunu yapar.

Üçüncüsü; kurban ibadetine cinayet diyenler de var.

Onlara göre bu kadar hayvanın kesilmesi cinayettir, hayvan katliamıdır. Bu öteden beri dışarıda olan, yani müslüman olmayan bazılarının ağızlarında geveledikleri bir iddiadır. Onlar bu iddiayı çeşitli mahfillerde, medyada, şimdilerde sosyal medyada dile getirdiler, getiriyorlar. Böylece müslümanların kurban ibadeti aleyhine kampanya düzenliyorlar.

Kendilerinin vegeteryan olduğunu ileri sürenlerin bu suçlamaları ne derece doğru?

Ya da kendileri bu konuda ne kadar samimiler?

Bunların iddiaları pek çok açıdan rededilebilir. Biz bir kaç noktanın altını çizelim: Acaba bu iddianın sahipleri hayatlarında hiç et yemediler mi? Tarihten beri insanların büyük çoğunluğu et ile beslenir.

Bu gerçeği  görmezlik gelmek mümkün mü?

Müslümanların kurban kesmelerine cinayet diyenler, gönül isterdi ki ve devletlerin işlediği cinayetlere bu denli karşı çıksınlar.

Bir hayvanı eti için uygun bir şekilde boğazlamak, bir insanı haksız yere öldürmekle kıyas edilemez.

Bu arkadaşlar Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombasıyla işlenen cinayete karşı çıktılar mı?

Bunlar sadece son yıllarda Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de, Ruanda’da emperyalist veya onların işbirlikçileri tarafından işlenen sayısız menfur cinayetlere ne kadar karşı çıktılar?

Bunlar, özellikle zengin ülkelerde bazı et fabrikalarında kanatlı, küçük veya büyük baş hayvanların canlı canlı makinelere atılıp kıyma, salam yapıldığını, İspanyadaki boğa güreşlerini duymamş olamazlar. Bu cinayetlere seslerini yükselttiler mi?

Herkes biliyor ki dünyada, özellikle Avrupa ülkelerine mezbahanelerde her gün binlerce, büyüklerinde yüzbinlerce ton et üretliyor. Bunun için her gün ne kadar hayvan kesildiğini varın hesap edin.

Buna cinayet dediler mi, karşı kampanya düzenlediler mi?

Müslümanların kurban ibadetine cinayet, hayvan katliamı demek hem haksızlık, hem de tutarsızlıktır. Dünyada işlenen bunca cinayete, bunca insan ve hayvan katliamına sessiz kalıp, müslümanlara kafayı takmak, hayvan hakları savunculuğu değil, hasmâne bir tutumdur.

İslâm, tarih öncesinden günümüze kadar gelen kurban ibadeti kaldırmadı, ama onu asıl olması gereken hale çevirdi. Kurbanı, Allah’a yaklaşmanın, O’nun sevgisini kazanmanın, malı O’nun yolunda harcamanın, fedakârlığın ve teslimiyetin sembolü yaptı.

İslâma göre Allah (cc) bazı hayvanları insanlar için besin kaynağı olarak yarattı. İnanmış bir insan bu hayvanları ancak Allah’tan izin alarak, yani Besmele çekerek boğazlayabilir ve etinden faydalanabilir. Bu yüzden onlar eti yenen hayvanları beslerler, onlarla ticaret yaparlar, ekonomilerini canlandırırlar.

Kurban bu imkanı daha da artırır.

Kurban olayında bazılarının anlamakta güçlük çektiği önemli bir nokta da şudur:

Mülkün Allh’a ait olduğu gerçeği. İnsanın elinde olan dünyalıklar, geçim vasıtaları ona verilen bir emanettir.

Kurban kesmek mülkün Allah’a ait olduğunun sembolik ifadesi, O’na ait olanın O’na gönül rızası ile vermenin göstergesidir.

Bu açıdan kurban kesmek cinayet değil, Allah’a teslimiyetin isbatıdır.

Kur’an’ kurbanların etlerinin veya kanlarının değil,  mü’minlerin takvasının (sorumluluk bilincinin) Allah’a ulaşabileceğini söyler. (Hacc 22/34) 

Bu âyet bize kurban ibadetinin hikmetini, sebebini ve sonuçlarını haber veriyor.

 

Hüseyin K. Ece

08.08.2017

Zaandam