İnsanda nefis, hırs ve tamah duyguları vardır. Bunlar esasında olumsuz değillerdir. Bunları olumsuz yapan kişinin onları yanlış yerlerde kullanmasıdır.

Nefis; ruh, can, hayat, hayatın ilkesi, nefes, varlık, zat, insan, kişi, hevâ ve heves, kan, beden, süflî arzular demektir. Nefis Kur’an’da “ruh” (En‘âm 6/93) ve “zât ve öz varlık” (Âl-i İmrân 3/28, 30) anlamında kullanılıyor.

Nefse kötülüğü emretme (Yûsuf 12/53), yaptığı kötülükleri kınama (Kıyâmet 75/2), daha ileri bir aşamada huzura erme (Fecr 89/27) gibi birbirinden farklı görevler yüklenmiştir.  

Nefis bir taraftan insanın bizzat kendisini ifade ettiği gibi; ondaki istekleri, meyilleri, arzuları, hevâ ve hevesleri de anlatır.

Nefsin aşırıya kaçan ve meşru’ olmayan rolüne “hevâ” denir. Hevâsına uyulan nefis insana hataya ve günaha sürükler, hırsın ve tamahın kulu-kölesi yapar. Kur’an, bazılarının nefse tanrılık rolü verecek kadar sapıttıklarını söylüyor. (Câsiye 45/23)

Ancak nefsi ıslah ve terbiye edip disiplin altına almak mümkündür. (Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 32/527)

Şüphesiz nefsi çok şeye sahip olmak ister. Bir nimete, imkana, makama, dünyalığa sahip oldumu bir diğerini talep eder.

Nitekim Kur’an insana böyle bir duygu verildiğini söylüyor. (Âli İmran 3/14) Ama aynı âyette dünya hayatının geçici (fani) olduğu, asıl barınacak yerin ise Allah’ın yanında olduğu hatırlatılıyor.

Demek ki nefsin meşru’ arzuları yasak, haram, aşağılık bir şey değil, hayatın devamı için insana bahşedilen manevi bir güçlerdir. Burada önemli olan nefsin isteklerine sınır koyabilmek, nefsin esiri olmamaktır. Nefsin isteklerinin aşırı hırs ve tamah noktasına varmamasıdır.

Şu bir gerçek ki dünyadaki bütün kötülüklerin, zulüm, haksızlık ve savaşların en önemli sebebi nefsinin hevâsına uyan insanlardır.

Tamah; açgözlülük, şiddetli arzu, bir şeye fazlasıyla meyil ve rağbet göstermek; mal toplama, biriktirme hırsıdır.

Dünyalıklar, zevkler, harcamalar, biriktirmeler, satın almalar yönünden doymamaktır. Daha fazlasını, daha ötesini, daha çoğunu istemektir. Eldeki ile yetinmeyip, başkasının elindekine göz koyacak kadar iştahla dünya malınına meyletmektir.

İslâm aşırı isteklere, doymak bilmeyen iştahlara, sınır tanımayan hırs ve tamaha (açgözlülüğe) iyi demiyor.

İslâm bunlara bir sınır konulmasını ister. Alabildiğine başıboş bırakılmış nefis hevâya uyar, sahibinden helâl haram her şey ister, gözünü karartır.

Bu duruma düşen bir kimse yanlış yapar. Günah da işler, suç da. Huzurunu ve mutluluğunu kaybeder.

Tamah (gözü doymamışlık) ve kıskançlık kötü huylardandır. Tamahın azı bile pek çok zararları beraberinde getirir.

“Az tamah çok ziyan getiri” atasözünde söylendiği gibi.

Elde edilenle yetinmeyip daima “Daha çok, daha çok” felsefesini taşıyanlar bu tutumlarından dolayı pek çok zarara uğrarlar.

Müslümandan beklenen hırs ve tamahına, aşırı emeline (tutkularına) ve nefsinin hevâsına uymadan hayatını güzelce devam ettirecek kadar dünyalığa sahip olması ve bununla iki dünya saadeti kazanmaya çalışmasıdır.  

İnsandaki aşırı tutkunun iki çeşidi vardır: Birisi hırs, diğeri ihtirastır. Hırs da tamaha benzer.

Hırs; bir şeyi şiddetle arzu etme, ona aşırı derecede tutkun olma, şiddetli ve sonu gelmeyen istek, taşkın arzu, aç gözlülük” demektir.

İnsanlara yönelik kullanıldığı zaman “acımak, şefkat etmek, birini iyiliği için çalışmak” manasına gelir.

İslâmî literatürde genellikle mal, mevki, şöhret, ilim gibi maddî veya mânevî imkânları elde etme yahut daha genel olarak belli bir amacı gerçekleştirme hususunda kişinin bütün benliğini saran tutkular için kullanılır.

Sadece mal tutkusu için kullanıldığı da görülür.

Hırs sahibi kimselere harîs denilir. Bu da tümüyle olumsuz değildir. İstenilen şeyin meşrû veya gayri meşrû oluşuna göre hırsın ahlâkî değeri değişir.

Bununla birlikte yalın olarak kullanıldığında genellikle kötü huyu ifade eder. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 17/384)

İhtiras; doymazlık, aşırı istek, gözü dönmüşlük anlamına gelir.

Öyle ki kişi isteklerine, amacına ulaşmak için her yolu dener, her yolu mübah görür.

İhtiras sahibi kimseye “muhteris” denir.

Muhterisler bazı hedeflere her yolu deneyerek varmak isterler ama günün birinde tepetaklak düşerler. Emellerine kavuşmak için çok enerji sarfederler ama çoğunlukla mutlu olamazlar.

Hırs ve ihtirası “azim ve ısrarla bir şeyi takip etmek, hayırlı bir işi zorluğuna rağmen ısrarla yapmak” anlamında değerlendirmek güzel olandır.

Ancak sufli, gayri meşru’, zararlı istek ve arzuların peşine gitmek, ihtiraslarının esiri olmak, nefsin esiri olmak gibidir.

Halbuki insan ne bütün arzularına ulaşabilir, ne de her arzu ettiği şeyi elde etmek kişi için gereklidir.

Hırs/ihtiras, aşırı tamah insanı anlamsız bir yarışın içine sokar, onu faydasız şeylerin peşine koşturur, asıl görevlerini yapmasına engel olur, gaflete düşürür. Sonunda da onu tatmin duygusundan uzaklaştırıp huzursuz eder.

Muhterislerin mesut oldukları görülmemiştir. Ya da onlar hırs içinde boğulmayı mutluluk zannederler.

Tüketimi hayatın gayesi haline getiren, kazanmak ve harcamaktan başka düşüncesi olmayan, dünyalık elde etmekten başka davası olmayan modern insan aç gözlüdür, cimridir, egoisttir, doyumsuzdur. Yalnızca kendini düşünecek kadar madde delisidir.

Günümüze muhteris kişiler başkalarının elinde olana göz dikiyorlar. Başkalarının haklarını çeşitli hileli yollarla, hatta savaşlarla ellerinden alıyorlar. Acı ve elemlere, hüzünlere, yıkımlara, felâketlere, göz yaşlarına sebep oluyorlar.

Nefsin hevâsı, hırs ve tamah insanı doyumsuz, aşırı cimri, bencil, çıkarcı, kıskanç ve huzursuz eder. Bu huyların esiri kişiyi bunlar; haksızlığa, yolsuzluğa, zulme, hak yemeğe, sahtekârlığa, rüşvete, hırsızlığa, yalana, ikiyüzlülüğe, hatta fakirliğe sürükleyebilir.

Her insanda tıpkı nefis olduğu gibi, hırs ve tamah da vardır. Burada önemli olan nefsin aşırı isteklerine sınır koymak, nefsin hevâsına, hırsa ve tamaha aldanmamaktır. Onları kontrol altında, meşru sınırda tutabilmek, istekleri makul ölçüde karşılayabilmektir. Kendi yularını onlara teslim etmek yerine, onların yönetimini eline alabilmektir.

Oruç ve tabiki Ramazan ayı müslümana nefsinin isteklerine, hırs ve tamahına, sınır koymasını, onları kontrol altına almasını, onları güzel hedeflere doğru gütmesini, tutkularının tutsağı olmamasını öğretir.

Mü’mini bunların kulu-kölesi olmaktan oruç korur.

Ramazan ve oruç kişinin hevâsının karşısında zafer kazanma zamanıdır.

Oruç sıradan bir aç kalma, perhiz yapma, ataların geleneğini sürdürme, hele hele folklorik bir faaliyet değil; nefse gem vurmanın, hırs ve tamahı yönetebilmenin, ihtirasları meşru bir seviye tutmanın, arınmanın-nefsi tezkiye (temizlemenin) yapmanın, şükretmenin   imkanıdır.  

Oruçlu imsaktan iftara kadar helâl yiyecek ve içeceklerden uzak kalmayı başardığı gibi, hırs ve tamahına, onların yanlış yönlendirmelerine karşı kendini korumayı öğrenir.

Hüseyin K. Ece

24.04.2017

Zaandam