Cana Kasdetmek

 

Hz. Âdem’in oğullarından biri diğerini öldürdü ve insanlık tarihinde ilk cinayeti işledi. Bütün katillere de bu anlamda örnek oldu. Üstelik ilk katil bu cinayeti bir çıkar hesabından, bir servet veya iktidar paylaşımından dolayı değil, Allah’ın iradesine/hükmüne razı olmamaktan doğan bir hasetlikten (çekememezlikten) dolayı işledi.

 

 

Maktul kardeşin takva bilincinin gereği olarak yaptığı uyarılara, verdiği öğütlere, yol gösterici ve etkileyici çağrılara kulak asmadı. Bir başkasını öldürmek için asla el kaldırmayacağını söyleyen kardeşini, bir hiç uğruna öldürdü ve sonsuza kadar pişmanlık duyanlardan oldu. (Maide, 5/27-31)

Kur'an onların bu olayını anlattıktan sonra şöyle buyuruyor:

“Bu yüzden Biz İsrailoğulları'na bildirdik ki, -cinayetin ve yeryüzünde fesadı yayma[nın cezası] olarak işlenmesi dışında- eğer bir kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir; ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur. Gerçekten elçilerimiz, onlara hakikatin bütün delilleri ile geldiler: ama, buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde her çeşit aşırılığa meyletmeye devam etti.”  (Maide, 5/32)

“Biz İsrailoğulları'na bildirdik” ifadesi, elbette, bu ahlâkın sadece onlara ait oldugunu göstermez. Bu ifade, İslâmın bütün insanlığa tüm zamanlarda ve zeminlerde değişmez ve evrensel değerleri sunduğunu gösterir.1

Rivâyete göre Medine yahudileri Hz. Peygamber’i ve sahabeden bazılarını öldürmek istiyorlardı. Bu sebeple Allah (c.c.) adam öldürmenin ne kadar büyük bir cinayet olduğunu göstermek için Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssasını anlattıktan sonra onların kutsal kitaplarında da haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek, bir canı kurtarmanın da bütün insanlığı kurtarmak gibi olduğunun yazılı bulunduğunu haber veriyor.

Bu haber bugünkü Tevrat’ta yer almamakla birlikte Mişna’da, “İsrail’den tek bir kişiyi öldürenin bütün ırkı öldürmüş gibi cezalandırılacağı ve İsrail’de tek bir kişiyi koruyanın Allah’ın kitabına göre bütün dünyayı korumuş sayılacağı” şeklinde bir ibare bulunmaktadır.

Allah (c.c.), gerek İslâm’da gerekse İslâm’dan önceki ilâhî dinlerde insan hayatının kutsal olduğunu bildirmiş, bu sebeple bir canı korumayı bütün insanlığı korumak kadar üstün bir fazilet; bir cana kıymayı da bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cinayet saymıştır.

Bu, insan hayatının kutsallığını vurgulamak içindir. İnsan hayatının korunması uğruna herkesin bir başkasının hayatının kutsallığını kabul edip onun korunmasına yardım etmesi gerekir. Haksız yere bir başkasının hayat hakkına tecavüz eden, yalnızca bir kişiye zulmetmekle kalmamış; aynı zamanda insan hayatının kutsallığıyla ilgili hiçbir saygı taşımadığını, başkalarına karşı hiçbir merhamet duygusu taşımadığını göstermiş olur. Bu nedenle o tüm insanlığın düşmanı demektir. Çünkü herkes aynı tür katı kalpliliğin kurbanı olursa, tüm insanlığın sonunun gelmesi kaçınılmazdır.

Buna karşılık, eğer bir kişi tek bir insan hayatının korunmasına yardım ederse, tüm insanlığa yardım etmiş demektir. Bu yardımı o insanın, tüm insan soyunun devamına katkıda bulunacak niteliklere sahip olduğunu gösterir.3

Birini öldürmek, hayat hakkının özüne saldırmaktır. Bir cinayete engel olmak ve bu sayede bir hayatına devamını sağlamak da bu anlamda bütün insanlığa bir hizmet, daha da önemlisi hayat hakkının özünü savunmaktır.

 

Bir İnsanı Diriltmek

Ayette ‘bir insanı öldürmek ve diriltmek’ şeklinde geçiyor. Öldürme bilinen bir şey. Bir kimseyi diriltmek’ten maksat nedir? Bir insanı diriltmek, biyolojik olarak mümkün olmadığına göre burada söylenmek istenen başka bir şey olsa gerek.

Şu bir gerçek ki, yeryüzünde ilk cinayetten sonra sayısız cinayet işlendi ve işlenmeye devam ediyor. Sayısız haksız yere kan akıtıldı ve akıtılmaya devam ediyor. Başkasına karşı sayısız haksızlık yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Hâlbuki insanı yaratan bütün bunlardan razı değildir. Ta baştan beri insanları bu gibi aşırılıklardan elçileri ve kitapları aracılığıyla sakındırıyor. Canilere, katillere, zalimlere, yani aşırılığa düşenlere ağır karşılıklar va’d ediyor.

Diğer taraftan bir insana hayat imkânı sunmak, onu ölümden kurtarmak, onun yaşaması için bütün imkânları seferber etmek, cinayete yol açabilecek, bir insanın hayatını tehlikeye atabilecek bütün faaliyetlerden, oluşumlardan uzak durmak, bunlara sebep olmamak övülmüştür.

Âyette bir insan bütün insanlığa eşit sayılıyor. Çünkü bir insan kendi türünün temsilcisidir. Türün tümüne ait olan şerefi, hakları ve saygınlığı temsil eder. Ferdin hayat hakkı aslında toplumun hayat hakkıdır. Ferdin hayatına kastetmek, bütün toplumun hayat hakkını tanımamak anlamına gelir. Bir insanın canına kastetmek yalnızca maktule haksızlık yapmak demek değildir. Aynı zamanda insan hayatının kutsallığına inanmamak, hayat hakkının özüne saldırmak, haddi olmayan bir konuda nefsanî karar almak ve merhamet sahibi olmadığını göstermektir.

Böyle bir teşebbüs bir başka açıdan Allah’ın hakkına tecavüzdür. Zira hayatı veren Allah onu geri alma hakkına da sahiptir. Bir hayatın hangi hallerde sona ereceğine karar veren de O’dur. Nitekim âyetin başında “Kim Allah’ın belirledigi bir sebebe bağlı olmaksızın bir cana kıyarsa” deniliyor.

Bu âyeti takip eden âyet hangi suça hangi cezanın verileceğine işaret ediyor. Burada söz konusu edilen cezanın amacı yine, ‘insanı diriltme’, onun ‘hayat hakkını’ korumaya yönelik ilkesinden başka bir şey değildir. Böyle bir cezada ferdin hayat hakkı, umumun hayat hakkına eşit ve ferdi kurtarma, umumu kurtarma mânâsında olduğu anlatılıyor.4

Kurtubî’ye göre burada mecazi bir ifade vardır. Bu da “bir kimseyi diriltmek” onu ölümden kurtarmak ve öldürmeyi terketmek anlamındadır. Böyle bir diriltmek Nemrud’un “Ben de diriltir ve öldürürüm” (Bakara, 2/258) sözleri türündendir. O, öldürmeyi terk etmeye diriltmek adını vermiştir.5

Buradaki diriltmeyi manevi diriltmek şeklinde de anlamak mümkün. Nitekim bir âyette böyle bir diriltmeden bahsediliyor:

“Siz ey imana erişenler! Her ne zaman sizi, size hayat verecek (diriltecek) bir seye çağırırsa, Allah'ın ve (dolayısıyla) Elçi'nin bu çağrısına icabet edin; ve bilin ki, Allah insanla kalbinin [meyilleri] arasına müdahale etmektedir; ve sonunda O'nun katında bir araya getirileceksiniz.” (Enfal, 8/24)

Öyleyse “bir insanı diriltmek” onu, ona hayat verecek olan şeye ulaştırmaktır. Onu diri kılacak, onu manen ölü olmaktan çıkaracak olan şeyle ile onu buluşturmaktır. O da vahiy’dir. Vahyin inmediği yürekler ölü gibidir. Yağmurun ölü toprağa can verdiği, dirilttiği, harekete geçirdiği gibi, vahiy de ölü kalplere can verir, diriltir, harekete geçirir. Yağmura da vahye de rahmet denmesi bundandır.6

Bu manada bir kimsenin hidayetine vesile olmak, onu uyandırmak, onu hayata yeniden kazandırmak, onu hayırlı amellere diriltmek, ona farklı bir hayat bahşetmektir. Bundan dolayı bir hadiste “birinin hidayetine vesile olmak kaliteli develere sahip olmaktan değerlidir” denilmiştir.7

Bazılarına göre burada anlam şöyle de olabilir; Kim bir peygamberi veya âdil bir müslüman yöneticiyi öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Kim de bir peygamberi veya âdil bir müslüman yöneticiyi desteklerse bütün insanlığı ihya etmiş gibi olur.8

 

İnsan Değerlidir

Bazı âyetlerde yapılan tavsiyeler genel anlamda anlaşılabilir ve hayatın farklı alanlarında uygulanabilir Şu örnekte olduğu gibi: 

“(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, doğrusu Allah iyilik edenleri sever.” (Bakara, 2/195)

Âyet her ne kadar Allah yolunda harcama yapmamanın tehlikesine işaret etse de; bunu genel manada anlamak yanlış olmasa gerek. İnsan hiç bir şekilde kendini tehlikeye atmamalı, kendine zarar verebilecek şeyleri yapmamalı, tehlikeye karşı önceden tedbirini almalı. Kişinin kendisini bile bile tehlikeye atması kınanmıştır.

Yukarıdaki âyeti de aynen bu şekilde insanın ve toplumun maslahatına (faydasına) yönelik anlamak mümkündür. Bu bağlamda ne şekilde olursa olsun, bir kimseyi hayata kazandırmak, yeniden hayat bulmasına vesile olmak, hayatına kastedebilecek teşebbüslerden uzak olmak, manen dirilmesini sağlamak, “hayat süren leş” olmasını engellemek, vahiyle dirilmesine yardımcı olmak tavsiye edilen işlerdendir. İslam “maslahatı celb, mazarratı def’-yani faydalı olan şeyi insana kazandırmak, zararlı şeyleri ondan uzaklaştırmak” olduğuna göre bu amaca hizmet eden bütün çalışmalar makbuldür. Cinayetlere, savaşlara, katliamlara sebep olacak şartlarla mücadele etmek, insanların huzur ortamına kavuşmaları için çaba göstermek, fitne ve fesattan uzak durmak, insanlar arası barışın ve adaletin sağlanmasına katkıda bulunmak, bir insanı diriltmek gibi neden olmasın? Sonuçta böyle şeyler insanın hayat bulması içindir.

Organ bağışını ve organ naklini de bu çerçevede değerlendirebiliriz.

Bir organ bir başka hayatı kurtarıyorsa, onun yeniden hayata tutunmasına yardımcı oluyorsa; o organı bağışlamak, bağışlanan organı nakletmek herhalde hata değildir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta bunun, organı bağışlayanın zararına yol açmaması, böyle şeylerin ticarete dönüşmemesidir. İnsana ait uzuvların ticaret eşyası haline gelmemesidir. Bu gibi faaliyetlerin istismar edilmemesidir. Çünkü insan değerlidir. Hem de paha biçilemeyecek kadar. İnsanın manevi cephesine veya bizzat insan oluşuna ait bu değer, onun fiziksel varlığına da yansır. İnsanın bedeni de saygıdeğerdir. Âdemoğlu meta’ (fiyatı olan eşya) değildir.

Kur’an’da farklı formlarda kullanılan ‘meta’ kavramı, esas itibariyle dünya hayatının, dünyaya ait şeylerin değerini ifade etmede anahtar bir kavram durumundadır.

‘Meta’, kendisinden bir müddet faydanılan, az veya çok fiyatı olan bir şeydir. Bir şeye fiyat biçmeye başladınız mı, onun değersizleştiriyorsunuz demektir. Değerli olan maddi/parasal karşılığı olmaz. Böyle bir değer para ile satın alınamaz. Söz gelişi, bir anne sevgisinin, bir çocuk sevgisinin, bir iyilik duygusunun, bir ibadet zevkinin fiyatı olmaz. ‘Meta’ olan her şeyin ise bir fiyatı olabilir. Üstelik onun değeri sabit değil, rolatif (değişken)dir.

Dünya hayatı ve içindeki maddî şeyler Allah katında değersiz olduğu için Kur’an buna ‘meta’diyor. Allah (c.c.) dünya metaı’ndan insanlara verir, onları faydalandırır. Ancak bu faydalanma sürekli değildir. Geçicidir, fanidir, belli bir zamana kadardır. Üstelik bu ‘meta’, bir aldanma, bir yanılma sebebidir.9

İslâm’a göre insan, eşref-i mahlukâttır. Asla yukarıda özellikleri sayılan bir ‘meta’ değildir. İnsan asla ticarete konu olmamalıdır. Bu nedenle İslâm’da insana ait organların satışı helâl değildir.

Kur'an insanın keremli yaratıldığını söylüyor:

“Andolsun Biz Âdemoğlunu keremli (değerli) kıldık; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”(İsra, 17//70)

Âyetin baş tarafı insan varlığının, onun tabiatının, taşıdığı insanî sıfatlarının ve misyonunun keremli olduğuna; âyetin son kısmı ise insanın sonradan kendi çabasıyla kazanabileceği veya kendi gayreti ile ulaşabileceğe üstünlüğe işaret etmektedir. 

Peygamber’in (s.a.s.) açıklamasına göre insan Kâbe’den daha keremlidir: “(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzel! Sen ne büyüksün ve senin kudsiyetin ne büyük! Muhammed’in canı (kudret) elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, mü’minin kudsiyeti (ve saygınlığı) Allah katında senin kudsiyetinden daha yüksektir; malı da canı da hürmete layıktır; mü’min hakkında ancak hüsn-ü zan besleriz.”10

İslâm kölelere ait hukuk geliştirdiği halde hür insanların şer’i bir sebep olmaksızın köleleştirilmesine, yani meta haline getirilmesine asla izin vermemiştir. Bunu yapanlar şüphesiz insanın keremli (şerefli-değerli) oluşuna saygısızlık etmiş olurlar.

Şu örnek bu açıdan oldukça manidardır.

Mısır halkından bir kişi Hz. Ömer’e gelerek:

“Ey Mü’minlerin Emîri! Zulümden sana sığınıyorum” diye şikâyet etti.

Hz. Ömer de:

“Tam yerine gelmişsin. Seni koruyacak ve hakkını alacağım” dedi.

Bunun üzerine adam şöyle dedi:

“Valimiz Amr İbnü’l-As’ın oğlu Muhammed’le yarış yaptık ve onu geçtim. O da buna kızarak beni kamçılamaya başladı ve “Ben şerefli ve soylu bir anne-babanın oğluyum” dedi.

Hz. Ömer de Amr İbnü’l-As’a, oğluyla birlikte gelmesi için emir gönderdi. Amr İbnü’l-As oğluyla birlikte Medine’ye geldi.

Hz. Ömer Mısırlıyı çağırtarak ona;

“Al şu kırbacı, sen de ona vur!” dedi.

Adam:

Amr’ın oğluna vurmaya başladı.

Hz. Ömer bir yandan da:

“Vur! Asil olmayan anne babanın oğluna vur!” diyordu.

Ashab da: Hz. Ömer’i destekliyor ve Amr’ın oğlunun dövülmesi de hoşlarına gidiyordu. Mısırlı, halkın “yeter artık, bu kadarı kâfi” deyişine kadar ona vurdu.

Bu defa Hz. Ömer ona: 

“Amr’a da vur!” dedi.

Mısırlı:

“Ey Mü’minlerin Emîri! Beni döven o değil oğluydu. Ondan da intikamımı aldım” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer, Amr’a hitâben şöyle dedi:

“Siz ne zamandan beri annelerinin hür olarak doğurduğu kişileri köle yapıyorsunuz?”

Amr da:

“Ey Mü’minlerin Emîri! Benim bu olanlardan haberim yoktur. Bu adam da gelip bana şikâyette bulunmamıştır” dedi.11

Anaların hür doğurduğu insanları kimsenin köle yapmaya, köle gibi çalıştırmaya, ona ait bedeni veya bedenin her hangi bir parçasını satmaya hakkı yoktur. Bu tek bir şahsa karşı işlenmiş bir zulüm değil; insanlığın hepsine karşı yapılmış bir haksızlıktır.

Diğer taraftan insanın manen dirilişine sebep olmak, onun hayatını hak ettiği bir şekilde sürmesine engel olmamak, ona ait haklara riayet etmek; onun taşıdığı insanlık şerefine ve keremine saygıdır. Bu bir anlamda kişinin kendisine saygıdır. Sonuçta o da insanlık ailesinin bir ferdi, bir temsilcisidir.

Organ bağışı ve organ nakli ticarete dönüşürse, bu insan onurunu zedeler. Bir kimsenin hayata tutunmasına hizmet ederse, bu da ayetteki “bir insanı dirilmek” ifadesine girer diye ümit edebiliriz.

Dipnotlar:

1- M. İslamoğlu, Meal, s: 197

2- Heyet, Kur’an Yolu, 2/206

3- Mevdudi, Tefhim 1/477

4- Elmalılı. Tefsir 3/226

5- el-C. li-Ahkami’l-Kuran,

6-Bak: A’raf, 7/57. Furkan, 25/48. Neml, 27/63. Casiye, 45/20. Lukman, 31/3. Kasas, 28/86

7-Buharî, Megazi/39.  Müslim 2406/34

8-Taberî, Tefsir, 4/541

9- Zuhruf, 43/29. Furkan, 25/18. Taha, 20/131. Kasas, 28/61. Ahzab, 33/16. Şuara, 26/207. Âli İmran, 3/185. Hadid, 57/20

10-  İbn Mâce, Fiten 2

11-Hayâtu’s-Sahabe, 2/195

Huseyin K. Ece