Gerek fikir özgürlüğünün gerekse boyutlarının ne olduğunu tanımlamak oldukça zor, bir o kadar da göreceli bir meseledir. Bu konuda ortak bir söyleme ulaşmak hemen hemen imkansızdır.

Pek çok inanç, felsefî sistem veya fikir akýmý kendilerine göre özgülük tanımı yapmaktadırlar. Bu konuda herkesin kendine göre bir anlayışı var.  

İnsan istediği kadar hayal kurabilir. İstediği kadar düşünebilir. Buna istediği kadar fikredebilir de diyebiliriz. Bu konuda insan için dışardan bir sınırlama söz konusu değildir. Zaten böyle bir sınırlamanın düşünülmesi bile saçmadır.

Sorun, insanın neyi düşündüğü, nasıl düşündüğü, hangi kanaate sahip olduğu veya niçin düşündüğü değil; bu düşünülen veya hayal edilen şeyleri sözle, yazıyla, eylemle  veya bir başka şekilde ifade edebilmesi noktasındadır.

Kişi aklına geleni, düşündüğünü, bazen kafasını zorlayarak, ya da aklederek ulaştığı sonucu nasıl ifade edebilir? Ne kadarını ifade edebilir? Ya da hangi araçlarla anlatabilir? Bunun boyutları nedir? Kişinin bu konudaki sınırını kim tayin edebilir? Bir başka deyiþşe, kişi fikrini açıklarken, düşündüğünü ifade ederken sonsuza kadar serbest olduğunu mu düşünecek, yoksa bazı şeyleri hesaba mı katacak? 

Tarihte farklı toplumlarda farklı anlaşılsa bile, günümüzde hemen herkes prensip olarak fikir özgürlüğü denen olguyu insan hakları bağlamında değerlendirmektedir. Bu anlamda fikir hürriyeti, düşündüğünü çeşitli araçlarla ifade etme özgürlüğü en doğal insan hakkıdır denilmektedir. Böyle bir özgürlük çağdaş ve demokrasinin bir değeri  sayılmakta ve bir çok kesim tarafından sonuna kadar savunulmaktadır.

Özgürlük genel anlamda, “bireyin herhangi bir dış zorlama olmaksızın hareket etmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. (Prof. M. Aydın. Din Felsefesi, İstanbul 1994, s:158)

Bugün pozitif hukuka göre hürriyet; bireyin başkasına zarar vermeden istediği gibi davranması demektir. 1789 Fransız Yutttaş Hakları Beyannâmesi’nde hürriyet; başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmekten ibarettir denilmektedir. (Doç. H. T. Gökmenoğlu, İslâmda Şahsiyet Hakları, Anknkara 1996, s:111. Doç. Ü. Özdağ, Batı’da İnsan Haklarının Doğuşu, Doğuda ve Batıda İnsan Hakları, Ankara1996 –içinde-. s: 79)

Bu tanımdaki özgürlüğün boyutlarına göre bir kişinin düşüncesine ve davranışlarına, başkasına zararlı olmadığı sürece ceza verilemez. Ancak bireye ait olan bu hak, başka bireylerin de aynı haktan yararlanmalarını sağlamak için yasa koyucu tarafından sınırlandırılabilir. Kanunun yasak saymadığı hiç bir şey bireyler tarafından başkasına yasaklanamaz. (Doç. Ü. Özdağ, Agm. Aynı yer)

Fikir, din ve vicdan özgürlüğü de aynı  bağlamda değerlendirilir. Nitekim 10 Aralık 1948 de ilan edilen Ýnsan Haklarý Evrensel Beyannamesi’nin 18. maddesinde bu konuyla ilgili olarak şöyle denilmektedir.

“Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak din veya kanaat değiştirmek özgürlüğünü, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, uygulama, ibadet ve ayinlerle açıklama özgürlüğünü  ded içerir.” (Dr. O. Şekerci, İnsan Hakları Alanında Temel Belgeler ve İslâm, İstanbul 1996, s:35)

İnsan hürriyetinin hukuki alanda tartışılmasının, dünyadaki siyasi gelişmelerle yakın ilgisi bulunmaktadır. Fikir ve inanç özgürlüğü tartışması da bunun dışında değildir. Tarihî süreç içerisinde insanlar, muhtelif ülkelerde bazı haklarını almak için çetin mücadeleler vermek zorunda kalmışlardır. Çünkü insanların en temel hakları bile ya ellerinden alınmış, ya kısıtlanmış, ya da hakim güçlerin izin verdiği kadar kullanılır olmuştu. Özellikle batı dünyasında hak arayışlarının uzun bir geçmişi vardır.

Yaşama, seyahat etme, mülk edinme, ticaret yapabilme, konuşabilme hakkı elinden alınmış insanlar elbette hak arayacaklardı.  Nasıl ve neye inanacağı bile kilise tarafından belirlenen, işlediği günah bile onlar tarafından yargılanan bir dünyada; hükmedenlere baş kaldırmak, ya da hakların yasal güvenceye alınmasını istemek doğal bir gelişme idi.

Aslında adaletin hakkıyla uygulandığı toplumlarda hak mücadelesinden, ya da özgürlük isteklerinden pek bahsedilmez. Gerçek adaletin uygulanmasıyla bireyler her türlü haklarına kavuşacakları için, böyle toplumlarda hürriyet tartışmaları ikinci planda kalır.

İnsan haklarını ve çeşitli özgürlükleri öcelikli kılan sebep, hürriyetle birlikte adaletin olmayışı, ya da yanlış uygulanmasıdır. Bu açıdan bakıldığı zaman batı sosyal tarihinin sınıf ve mezhep savaşlarıyla geçmiş olması dikkat çekicidir. Çeşitli sebeplerden dolayı hukukî ve siyasî imtiyazların meydana geldiği batı toplumlarında, politik güce ve kiliseye karşı sivil bir toplum geleneğinin başlaması doğaldı. (A. Bulaç, İslâm ve Fanatizm, İstanbul 1993, s:160) Bunun yanında uzun süre devam eden hak arayışları sonuç vermiş, insanlar hukukî bir takım haklara kavuşmuşlardır. Bu hakların kullanılış biçimi, ülkeler arasındaki farklı algılama ve uygulamalara karşın insanlığın bugün bu sahada epey mesafe aldığını söyleyebiliriz.

Kimileri başta insan hakları olmak üzere fikir özgürlüğünün batıda geliştiğini, olgunlaştığını; en güzel uygulamanın da yine batılı ülkelerde yapıldığını zannederler. Bunda doğruluk payı olmakla beraber, böyle bir iddia bütünüyle gerçekleri yansıtmaz.

İnsan özgürlüklerinin sadece batıda geliştiğini söylemek, dünyanın diğer coğrafyalarını ve onların asırlardan beri geliştirdikleri kültürel birikimleri görmemezlikten gelmektir. Ya da batı dünyasında meydana gelen gelişmelere bakarken, diğer toplumlara ve onlardaki gelişmelere gözleri yummak anlamına gelir. İnsanlığın yararına olan gelişmelerin yalnızca Avrupa ülkelerinde olduğu iddiası başka toplumlara karşı bir haksızlıktır.

Dünyanın herhangi bir yerindeki, kimilerinin kalkınmamışlıkla suçladığı, biraz da bu yüzden aşağıladığı bir kabilede, küçücük topluluklarda fikir özgürlüğünün olmadığını kim ileri sürebilir? O gibi toplumlarda fikirlerini açıklayanların hemen cezalandırıldığını kim isbat edebilir?

Kaldı ki fikir özgürlüğü de diğer bazı kavramlar gibi rolatiftir. Toplumlara, inançlara, kültürlere göre değişir. Bazılarının fikir hürriyeti saydığı bir şeyi bir başkası pekâla hatalı, yanlış bir davranış, hatta suç sayabilir.

Öte yandan Avrupa ülkelerinde de sanıldığı gibi dört dörtlük insan haklarından ve fikir özgürlüğünden söz edilebirlir mi? Sormaya değer.

Böyle bir yargıya itiraz edilebilir. Kimileri de bu yargıyı biraz abartılı, belki de haksız bir eleştiri olarak değerlendirebilirler. Ancak söylenenleri ve uygulamada olanları acele etmeden, hakkaniyet ölçülerinde, objektif olarak ve daha da önemlisi hakikat adına değerlendirirsek, yukarıdaki yargımızın haksız olmadığı görülecektir. Aşağıda vereceğimiz bir kaç örnek bu tezimizi desteklemektedir.

İster politik olsun ister sivil olsun, sonuçta batı sistemi ‘sosyo-ekonomik’ modelini temel alır. Böyle bir model ise, yapısı gereği başka kültür ve modellere tahammülü yoktur. Bu sistem kendi içinde başkalarına karşı asimilasyona başvurmak zorunda olduğu gibi, dışa dönük etkinliklerinde ve yayılma hedeflerinde baskıcı ve imhacıdır. Batı kültürünün girdiği her yerdeki yerli kültür, din ve geleneklerin neredeyse ortadan kalkması, (A. Bulaç, aynı yer) bugün batılı ülkelerin, burada yaşayan yabancıları sistemli bir şekilde asimile etme, ya da kendi yaşama biçimlerini öyle veya böyle dayatma çabaları bunun apaçık göstergesidir.

Bunun yanında insan hakları, fikir özgürlüğü gibi şeyler, çoğu zaman statükonun ve batının çıkarlarının korunması doğrultusunda anlaşılmaktadır. Bu iki önemli hedefe hizmet etmeyen fikirlere pek yüz verilmemekte, bu fikirlerin sahiplerine iyi gözle bakılmamaktadır.

Batılıların çıkarı söz konusu olduğu zaman bütün değerler alt üst olmakta, herkes ağız birliği etmişcesine aynı şeyi savunmakta, aykırı görüşlere yüz verilmemektedir. İnsan hakları bildirgeleri ilan edilmesine rağmen; hem bu bildirgelere imza atan ülkelerde hak ihlâlleri olmakta, hem de insan haklarını her boyutuyla ihlâl eden iktidarlar, halka rağmen sonuna kadar desteklenmektedir. Bu da özgürlüklerden yana olduklarını iddia eden ülkeleri çifte standardıdır. (1789 Fransız İhtilalinde ilan edilen Yurttaş Hakları Bildirgesinden hemen sonra sömürgecilik başladı. Sömürgeci batılı ülkeler, sömürdükleri ülkelerde akıl almaz cinayetler işlediler. 1948 de İnsan Hakkları Evrensel Beyannamesi kabul edildikten sonra da başka ülkelerde cinayet işlemeye, haksızlık yapmaya, çıkarları için diktatörleri, despot rejimleri desteklemeye, ayakta tutmaya  devam ettiler. Bugün bu tutumlarında herhangi bir değişiklik görülmemektedir. Onların bir takım bildirgelere imza atması bu politikalarını değiştirmemiş.)

Biz bunu derken batıda yapılmış olan insan hakları ve özgürlük mücadelelerini küçümsemiyoruz. Bu mücadele kendi bağlamında bir anlam

ifade eder. Ancak bu mücadele konjoktürel olup büyük ölçüde sınıf, din ve mezhep çatışmalarının sonucudur. Tarihsel bir etkiye bir tepki olarak gelişmiştir.

İslâm inancına göre insanlar Allah’ın kullarıdır ve kimin daha güzel iş (amel) yapacağının denenmesi için yaratılmışlardır. (69 Mülk/2) İnsanı en güzel bir biçimde yaratan Allah (95 Tîn/4), ona  doğru ve yanlış yapabilme kabiliyetini, bu ikisi arasında tercih yapabilme iradesini vermiştir. (76 İnsan/3. 91 Şems/7-10)

Bu şu anlama gelir: İnsan iyilik veya kötülük yapabilecek bir fıtratta yaratılmıştır. Yapısı gereği güzel davranışlarda bulunabileceği gibi kötü davranışlarda da bulunabilir. O bu noktada özgürdür. Onu Yaratan ona bu hakkı vemiştir. İnsan sonucuna katlanmak şartıyla isteklerinde ve eylemlerinde, inanç ve vicdanî kanaatler noktasında serbesttir. Kendi iradesi kendi elindedir.

İslâma göre bu özellik şahsın doğuştan bir hakkıdır. Çünkü Yaratıcı insanı böyle yaratmıştır. Allah, kendi yarattığı kullarının kendine itaat veya isyan edebilmelerine, güzel veya kötü davranışta bulunabilmelerine izin vermektedir.,

Peki bu noktada insan sonuna kadar özgür müdür? Bir sorumluluğu yok mudur? Ya da yaptıklarının bir sonucu olmayacak mıdır?

İnsanın irade sahibi, yani özgür oluşu sorumluluğu da beraberinde getirir. Kur’an ona hareket serbestisi tanımakta ve sonucundan da onu sorumlu tutmaktadır. Bir başka ifadeyle Kur’an insanın sorumluluğunu ve gücünü inkâr etmemekte, ancak onu Allah’ın gücünden bağımsız olarak ta düşünmemektedir. (Doç. M. Özler, İslâm Düşüncesinde İnsan Hürriyeti, İstanbul 1997, s:63)

İnsanı  iyiliğe de kötülüğe de meyilli olarak yaratan Yaratıcı, onu başıboş bırakmamış, elçileri ve kitapları aracılığıyla ona iyiyi ve kötüyü öğretmiş, onu doğru yola davet etmiş, kötülük yaparsa da karşılığını ceza olarak alacağı uyarısında bulunmuştur.

Kendilerine Allah’tan bir davet geldikten sonra dileyen iman eder, dileyen de Yaratıcının ‘küfür’ dediği yolu seçer. (18 Kehf/29. 64 Teğabun/2) 

Kim doğru yolu tercih ederse kendi faydasına tercih etmiş olur. Kim de sapıklığı seçerse kendi aleyhine seçmiş olur. (17 İsrâ/15. 27 Neml/92)  Bu konuda Allah zorlayıcı olmadığı gibi paygamber de insanlar üzerine bir vekil değildir. (39 Zümer/41) Dinde bir zorlama da yoktur. (2 Bekara/256) Çünkü din, bir inanma ve ikna olma olayıdır. Bir kimseye inanmadığı bir şeyi zorla benimsetmek mümkün değildir.

Allah (cc), iradesini eline verdiği kullarına şöyle diyor: Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz Allah sizin imanınıza muhtaç değildir. Ancak O  kulları için küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizin için ona razı  olur…” (39 Zümer/7)

İnsan tercihlerinde, inanmakta veya inanmamakta, güzel şeyler yapmakta veya yapmamakta serbettir ama; onu Yaratan onun inkarından ve yanlış iş yapmasından razı değildir. Kulunun tevbe etmediği günahlarına karşılık vereceğini söylemektedir.

Deneme için yaratılan insanın fikir ve diğer özgürlüklerini bu gerçek açısından değerlendirmek gerekir.

Hiç bir hukuk ve siyasi sistemde sonuna kadar hürriyet yoktur. Her toplumda kişilerin mutlaka sorumluluk ve görevleri vardır. Yine her hukuk

sisteminde suç sayılan davranışlar ve ifade şekilleri vardır. Söz gelimi, fikir hürriyeti kimilerine, başkalarının temel haklarına saldırı ve hakaret imkanı vermez. Başkalarının inancına, kişiliğine, haysiyetine, değerlerine, ırzına tecavüze geçit veren bir özgürlük düşünülemez. Çünkü haklar ve sorumluluklar içiçedir. Toplu olarak yaşayan insanların özgürlük alanları, diğer insanların hakları tarafından ister istemez sınırlanmaktadır.

Herkes kendince doğru bildiğine inanabilir, doğru olarak düşündüğünü sözle, yazıyla veya başka bir araçla ifade edebilir, çeşitli konularda fikrini açıklayabilir, inandığı ilkelere uygun olarak yaşayabilir. Ancak başkalarının haklarını çiğnememek, çevreyi hesaba katmak ve her şeyin sonucunu düşünmek şartıyla.

Doğrular insandan insana, kültürden kültüre değişir. İslâma göre inanç ve yaşama şekli konusunda, bir anlamda insanın dünyadaki konumu noktasında en doğru yüce Yaratıcının bildirdikleridir. Ancak sonucuna katlanmak şartýyla herkes kendine göre bir doğrunun peşine gidebilir.

Şüphesiz fikir özgürlüğünün olduğu ortamlarda düşünsel anlamda ve her türlü alanda gelişme sağlanır. Yeni çözümler, yeni altarnatifler, yeni açılımlar bulunur. İnsanlığın yararına pek çok şeye ulaşılır. Düşünce hürriyetinin olmadığı yerlerde, olgun kişiliklerden, gelişmekten ve sonuca götürücü çözümlerden söz etmek mümkün değildir.  İnsan için en önemli hak inanç ve fikir özgürlüğüdür.

Bu konudaki bütün kısıtlamalar ve tepeden buyurmalar, ya da insanları tek tip olmaya zorlamalar zulümdür ve insan haklarına bir tecavüzdür. Başkalarının haklarına saldırı, hakaret ve küçümseme olmadığı sürece kişi kendi düşüncesinden kendi sorumludur. Neyi doğru kabul ediyorsa onu uygun bir dil ve tavırla ortaya koyabilmelidir.

Fikir hürriyetini doğruya ulaşma, yararlı ve en uygun olanı bulup ortaya koyma, zararlı olanı önleme anlamında alırsak,  bu bir fazilet yarışıdır. İslâmda böyle bir fikir açıklama özgürlüğü bir hak değil aynı zamanda bir görevdir. Çünkü İslâm muslümanlara, iyiliği yaygınlaştırmayı, kötülüklere de engel olmayı emretmektedir. (Doç. H. T. Gökmenoğlu, age. s:114) Şüphesiz bunun en güzel yolu da insanlara güzel fikirler ulaştırmak, onları ikna etmek, onları inandırmaktır.

İnsanlar beşer oldukları için her zaman hata yapabilirler. Ya da her                                                                                                                   düşündükleri doğru olmayabilir. Bu nedenle onlar, fikirlerini ve haraketlerini çok yüce bir makamın, her şeyi bilen bir makamın ölçüsüyle ölçmeliler. “İnsanların düşündüğü ve yaptığı her şeyin doğru olduğunu iddia etmekten daha korkunç bir hata olamaz. İnsanoğlu yapmış olduğu her işin doğru olduğunu kabul ederse, o zaman yapılan bütün zulümler, yeryüzündeki bozgunculuklar, yalanlar ve saçmalıklar, namus ve ırz düşmanlarının nesli bozmaları, hak ihlâlleri de meşru olur.” (İbni Teymiyye, Kulluk (öev.) İstanbul 1985, s: 51)

Bu ise kabul edilebilir bir şey değildir. Fikir özgürlüğü en güzele ve en doğruya ulaşmada bir imkan ise, bunun hayırlı bir yolda kullanılmas gerekir.

Kur’an Şöyle diyor: “Onlar sözü iþitir ve en güzeline tabi olurlar.” (39 Zümer/18)

“Güzel söz’ün güç ve değerinin bilinebilmesi için özgür bir ortamda bütün sözlerin ifade edilmesi gerekir. Bu, temel insan hakları çerçevesinde tam ve kurtarıcı özgürlüktür. (A. Bulaç, İslâm ve Fanatizm, s: 170)

Düşünce özgürlüğü hakkımızdan güç alarak; hem böyle bir dünyanın kurulmasını arzu ediyoruz, hem de insanları böyle bir dünyanın kurulması için çalışmaya çağırıyoruz.

 

Hüseyin K. Ece

16.09.1998

Zaandam