-      Sözlükte beyt

‘Beyt’ kelimesinin aslı ‘Bâte’ fiilidir. Bu da insanın gece sığındığı yer demektir. Buna

göre beyt, gecelenen, kişinin geceyi geçirdiği yer demektir. Bu bir çadır da olabilir.

Buradan hareketle meskene (konuta) gecelemek hesaba katılmaksızın ‘beyt-ev’ denmiştir. Çoğulu ‘ebyât veya büyût’tur. Ancak meskenler için büyût, şiirdeki iki mısralık kısımlara beyitten-ebyât denilmesi daha yaygındır. (R. el-Isfehanî, el-Müfredat, s: 83. İbni Manzur, Lisanu’l Arab, 2/186)

 

 

-      Kur’an’da beyt

Beyt sözcüğü Kur’an’da tek başına ve isim takısı (muzaf) olarak 19 âyette geçiyor.

Bunlardan yedi tanesi Kâ’be’yi işaret ediyor. Bunlardan biri hariç diğerleri belirlilik takısı ile ‘El-Beyt’ tarzında geçmektedir. İki âyette de ‘beyti-benim evim’ (Bekara, 2/125. Hac, 22/26), başka bir âyette İbrahim Peygamberin dilinden ‘Beytike/senin evin’ (İbrahim, 15/37) şeklinde geçiyor.

Bu demektir ki ‘el-Beyt’ sıradan bir ev değil, Allah’ın kendisine ‘Ev’ dediği yeryüzünde Allah adına yapılan ilk mâbedtir. Zaten müslümanlar Kâ’be’ye Beytullah/Allah’ın Evi demektedir.

Mesela, “Biz Beyt'i (Kâ'be'yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık...” (Bekara, 2/125)

“İbrahim ve İsmail Ma’bed'in temellerini yükseltirken yalvardılar: “Ey Rabbimiz! Bunu kabul et; Sensin her şeyi bilen, her şeyi duyan” (Bekara, 2/127, 158. Ayrıca bak. Âli İmran, 3/96-97. Enfal, 8/35. Hac, 22/26)

Kureyş Suresinde şöyle deniliyor: “(Hiç değilse kendilerini) Kureyş'i 'bir araya getirip anlaştırdığı, Yaz ve kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp yakınlaştırdığı için. O halde bu Ev'in (Kabe’nin) Rabbine kulluk etsinler, O ki, aç kalmasınlar diye onları beslemiş ve tehlikelerden emin kılmıştır.”

İki âyette ‘Beytu’l-Haram’ (Maide, 5/2, 97), İki âyette ‘Beytu’l-Atîk’ (Hac, 22/29, 33) formunda geliyor.

Tûr dördüncü âyette geçen ‘beytu’l-ma’mur’ ise yedinci kat gökte meleklerin ziyaretgâhı olan bir makam, yahut Kâ’bedir Hadislere göre burası Mirac’ta Hz. Peygamber’e gösterilmiştir. (Buhari, Bedyu’l-Halk/6 (3207). Müslim, İman/259 (411). Nesai, Salat/1 (449))

Ali İmran/96. âyette şöyle denilir: “Şüphesiz, alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke'deki (Kâ’be)dir.”

Bunun dışında Kur’an ‘beyt-ev’ sözcüğünü bilinen ‘ev’ anlamında farklı ayetlerde kullanıyor.

Mesela, Firavunun hanımının duasında Cennette istediği ‘beyt/ev’ oldukça anlamlı olsa gerek. (Tahrim, 66/11)

Yine Kur’an Allah’tan başkasını dost ve yardımcı sayanların halini örümceğin evine benzetiyor. (Ankebut, 29/41)

Beyt’in çoğulu ‘büyût’tur ve bu Kur’an’da yirmidört sûrede 34 defa geçmektedir.  Bunların çoğu bilinen ev anlamında kullanılıyor. Ancak evlerden bazılarına özel işaret edildiğini görüyoruz. Kimi zamanlar mü’minler, çevreleri kendilerine dar gelmeye başlayınca eve sığınarlar, evlerini ma’bed haline getirirler. Tıpkı Hz. Musa’nın kavmi gibi:

“Biz de Musa ile kardeşine: “Şehirde halkınız için bazı evleri sığınak edinin” diye vahyettik, “ve (onlara deyin ki) ‘Evlerinizi ibadet yerine dönüştürün; ve namazda devamlı ve kararlı olun!’ Ve (sen ey Musa!) inananları (Allah'ın yardımıyla) müjdele!” (Yunus, 10/87)

Allah’ın adının  anıldığı evler (büyût) mescitlerdir ve değerlidirler. (Nûr, 24/36) Kâ’be’nin ve mescitlerin ev diye nitelenmesi, onların mü’minlerin dinî ve ahlakî kişiliklerini koruyan, onları Allah’a yaklaştıran ve kendisine sığınılan güvenli (harem) yerler olması sebebiyledir.

Eve sahip olma şuuru ve ev edinme imkanı Allah’ın insanlara bir lutfudur:

“Ve size, dinlenme yeri olarak kendinize ev (yapma imkan ve yeteneğini) veren;...Allah'tır.” (Nahl, 16/80)

Peygamber (sav) de ilk vahyi aldığı zaman önce ‘ev’e döndü, yani bir anlamda aldığı vahyin ağırlığını taşıyabilmek için kendi evine, ehline sığındı.

İlginçtir; Allah (cc) karıncaya da insanlar için şifa kaynağı olan bal yapabilmesi için dağlardan evler (büyût) edinmesini bildiriyor. (Nahl, 16/68)

 

 

 

-          Kâbe, Tevhidle yücedir

Evet, yeryüzünün merkezi, insanlığın kıblesi, Allah adına ilk yapılan mabed olan Kâbe, bizzat onun sahibi tarafından korunmuştu. Allah (cc) yeryüzünün kalbi olan Beytullah’ın bir haydut tarafından yıkılmasına, güven evi olma fonsiyonundan  uzaklaştırılmasına, adının silinmesine asla izin vermedi.

Ona kalkan eli kırdı.

Onu yıkmaya yeltenen kazma tuzla buz oldu.

Onu tarumâr etmek isteyen ordunun kendisi tarumâr oldu.

Ona saldırmaya kalkışan fil, üzerindeki sürücüyle beraber yerlere serildi. Karınca kadar kuvveti olmadığı anlaşıldı.

Yeryüzünün kalbi Kâbe... Yeryüzünün yüzakı... Tevhidi’in simgesi... İbrahimî anlayışın müstesna temsilcisi... Barışın, emniyetin, huzurun, insanî değerlerin adresi...

Onun yüceliğini onunla güvene kavuşanlar bilir. Onun değerini elini ya da gözünü ona dokunduranlar bilir. Onun mütevazi duruşunun ne muhteşem manalara işaret ettiğini halden anlayanlar bilirler. Ondaki safiyetin, ondaki vakur duruşun, ondaki o güven telkin eden bakışın onun aziz oluşundan kaynaklandığını, onunla hemhâl olanlar anlarlar.

 O, Allah’ın evi... Allah (cc) zamandan mekandan münezzeh olduğuna göre yeryüzünde O’nun maddi evi olur mu? Maddi anlamda olmaz elbet. Bu bir sembolik ifadedir. Zaten Kâbe’nin kendisi de klasik anlamda bir eve benzemez ki...

O, Allah adına yapıldığı, çevresinde sadece onun adına dönüldüğü, her bir dönüşün ibadet sayıldığı bir mekan olması sebebiyle Allah’ın evi sayılmıştır. Asırlardan beri milyonlarca insan, her türlü zorluğa katlanarak, uzak yakın diyarlardan onu ziyaret etmeye gelirler. Onun yanında Allah’a iltica ederler. Onun yanında dua ederler ve duaları, tevbeleri kabul edilir. Onun yanına gelen itminan bulur (gönlü doyar), onun yanına gelen sevinir, onun yanına gelen iç huzura (sekine’ye) kavuşur. Onun yanına gelen, onun çevresinde yaşayan, ona selâm veren onun sevgisiyle dirilir. Onunla gönenir, onunla iç ve dış hayatında güvene kavuşur.

Ebrehe işte böylesine bir mekanı, yeryüzünde Allah’ın adıyla nişan konulan bir mabedi yıkmaya yeltenmişti.

Ama zalimler sonunda nasıl bir inkılâpla devrildiklerin görüyorlar. (Şuara 26/227)

(Onlar görüyorlar da , onları seyredenler, ya da tarihi okuyanlar bu devrilmeyi yeterince algılıyamıyorlar. Zaman içerisinde bakıyorsunuz ki, ya zalimlerin peşine takılıyorlar, ya da zalimlere zalim deme cesaretini kaybediyorlar.)

        

-          Yürek bedendeki Beytullah’tır:

İslâmî litaratürde inananların kalbine de ‘beytullah/Allah’ın evi’ denir.

Zira kalb imanın kökleştiği yerdir. Kalb, Allah sevgisinin mekan bulduğu yerdir. İnsan vücudu bir ülke ise, yürek o ülkenin başkentidir, yönetim merkezidir.

Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki:

“İnsan vücudunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin, işte o et parçası kalptir.” (Müslim, Müsâkat/107 (1599). Ebu Davud, Büyu/3 (3329). Tirmizî, Büyu/1 (1205). Nesâî, Büyu/2. Buharî, İman/21, 39)

Dünyanın merkezi Kâbe olduğu gibi, beden dünyasının merkezi de yürektir. Kâbe nasıl Allah sevgisini bünyesinde barındırıyorsa, yürek de Allah’a imanı ve O’na olan sevgiyi barındırır.

Bundan dolayı ona da Allah’ın evi değeri verilmiştir.

Bütün kalbler, insan bedeninde Kâbe olmaya adaydır. Elbette bu insan bünyesindeki Beytullah; görünmeyen bir aşk mekanı ve bir sevgi hazinesidir.

Allah (cc) maddi olarak âlemlere sığmaz ama,  muhabbeti küçücük kalbe sığar. Allah’ın sevgisinin sığdığı yürek de isim değiştirir ve ‘beytullah/Allah evi’ ünvanını alır.

Ya da Allah sevgisiyle ve saygısıyla terbiye olan yürekler ‘beytullah’ makamına çıkarlar.

 

-          Çağdaş Ebrehelerin faaliyetleri:

Ne yazık ki ilk insandan beri şeytan ve onun yardımcıları her zaman yüreklerin ‘beytullah’ olmaması için çaba gösterdikleri gibi, ‘beytullah’ olan yürekleri de kırmak, tarumar etmek, nifaka uğratmak, fesada vermek, Allah sevgisini oradan kovmak için sürekli onlara hücum etmişlerdir.

Ebrahenin Kâbe’ye yapmak istediği kötülüğü, onlar insan bedenindeki Allah evine (kalbe) yapmaktan geri durmamışlardır.

Günümüzdeki şeytanın yardımcıları; yani zalimler, yani çağdaş ebreheler, ‘beytullah’ olan yürekleri yıkmak ve o yüreklere kendi değerlerini, ideolojilerini ve hakimiyetlerini yerleştirmek istiyorlar. Yürekleri esir almak istiyorlar. Yüreklere zehirli bukağılar vurmak istiyorlar.

Bu çağdaş ebrehelerin ellerinde eskimiş ebreheden daha çok imkanlar var. Onun fillerine karşı bunların filden daha büyük, daha tehlikeli, daha tesirli, daha etkileyici silahları var. İdeolojileri, hayat tarzları, gönle hoş gelen eğlenceleri, yürekleri saptıracak numaraları, kitleleri kandıracak efsûnlu yalanları var.

Çağdaş ebreheler, günümüzdeki ‘beytullah’ olarak kalabilen yüreklere her taraftan saldırıyorlar. ‘Beytullah’ olmaya aday yüreklerin önüne de çok çeşitli engeller dikiyorlar.               

Peygamber (sav) mescitleri de Allah’ın evi diye nitelendiriyor. Nitekim uzun bir hadisin bir bölümünde şöyle buyuruluyor:

"...Herhangi bir topluluk Allah’ın evlerinden (beytullah’ın) birinde toplanır da Kur’an okurlar ve onu aralarında müzakere ederlerse, melekler onlara kanat gerer, üzerlerine sekinet (huzur) iner, onları rahmet kuşatır ve onları Allah (cc) kendi katında anar...” (İbni Mace, Mukaddime/17 (225))

Ebreheler, mescitleri de sevmezler. Camilerin olmaması, yapılmaması, ortaya çıkmaması için mücadele verirler. Buna engel olamazlarsa, daha tehlikeli bir yola başvururlar... Camileri işgal ederler. Onları işlevsiz hale getirirler. Onları asıl görevlerinin dışında kullanırlar. Böylece onları manen yıkarlar, tahrif ederler. Fonksiyonlarını zaafa uğratırlar. Kendi kutsallarının propaganda yeri haline getirirler.

Çağdaş ebreheler, Allah’a yönelen yürekleri, kendi mukaddeslerine, kendi yalanlarına, kendi batıl görüşlerine, kendi yollarına yönlendirmek isterler. Tıpkı Ebrehe’nin bir mabed yapıp, insanları zorla oraya yönlendirmek istemesi gibi. Direnen olursa, fillerini, kurtlarını, çakallarını, sırtlanlarını; maddi ordularının yanında, siyasetlerini, kültürlerini, medyalarını, hayat biçimlerini, anlayışlarını   seferber ederler.

Yüreklere saldırırlar, yürekleri bozarlar, yürekleri zincirlerler.

Kalbleri Beytullah olmaktan alıkorlar. Beytullahlara düşmanlık ederler.

Bakınız, onların yeryüzündeki faaliyetlerine, hepsi de bu amaca yönelik. Bütün güçlerini ardarda cepheye sürüyorlar. Ellerindeki imkanları kullanıyorlar. Bütün iletişim vasıtalarını, yürekleri; daha doğrusu, insanı tahrip etmek üzere devreye sokuyorlar.

İnsan bedenindeki Allah evi olması gereken yürekleri işgal ediyorlar, kirletiyorlar ya da  yıkıyorlar 

Yürekler şimdi onların görkemli ve şatafatlı yalanlarının, ifsatlarının, uydurmalarının işgali altında.