Sözün başında şu tesbitleri yapmamız gerekiyor:

İslâm Tevhid dinidir.

Bu şu demektir: Yerde ve gökte tek ve gerçek bir ilâh vardır. İnsanlar tarafından uydurulan bütün ilâh düşünceleri yanlıştır ve şirktir. Hayatın ve kâinatın sahibi o bir tek ilâh olan Allah’tır. Hayatı yaratan, hayata ilişkin kuralları da koyandır.

İslâmda inancın özü bu bir Allah inancına dayandığı gibi, hayat anlayışı, ibadet faaliyetleri, varlığı izah etme düşüncesi, insan ve toplumla ilgili prensipler de bu inanca bağlıdır.

 

Tevhid inancının bir başka boyutu da, ilk insandan kıyamete kadar bu inanç geçerlidir. Bir başka deyişle ilk peygamber Adem’den (as) son Peygamber Hz. Muhammed’e (as) kadar, bütün peygamberler aynı inancı (dini), aynı anlayışı, aynı hayat felsefesini insanlara anlatmışlar, aynı gerçeklere davet etmişler, aynı Allah’a ibadet etmelerini söylemişlerdir.

“Allah’ın katında din yalnızca İslâmdır” âyeti de buna işaret etmektedir. Bu âyet, Allah (cc) din olarak sadece İslâm’ı kabul edeceği anlamına geldiği gibi, Allah (cc) insanlara din olarak yalnızca İslâm’ı göndermiştir şeklinde de anlaşılabilir.

Öyleyse İslâm bir tanedir. Geçmişte  ve Hz. Muhammed zamanında.. Hatta günümüzde de.

Çünkü Din (İslâm), insanlığın tarih içerisindeki tecrübeleri, kazanımları veya kültürü değildir. O, Allah’ın denemek üzere yarattığı şerefli varlık olan insanın dünya hayatını düzene koyması için uygun gördüğü hayat proğramıdır. İnsanın dünyasını düzenleyen, imtihanı kazanmasını sağlayan, onu mutlu etmek isteyen bir yaşama biçimidir. Din (İslâm), insana şeref ve üstünlük kazandırmak üzere gönderilen ilâhî rahmettir. İnsanı terbiye edip, iyi şeylere yönlendiren, kötü ve çirkin işlerden koruyan, zulüm ve haksızlıklardan alıkoymaya çalışan, insanların haklarının nasıl yerine ulaşacağı gösteren bir adalet ve denge sistemidir.

Kaynağı ilâhî olduğu için evrenseldr, zamanlar üstüdür ve asla eskimez.

Hiç insana uygun olan, insanı mutlu eden, insana insan özelliği kazandıran yüce değerler eskir mi? Hiç en yüce değerler/prensipler insandan inasana, çağdan çağa değişir mi?

Peki değişen bir şey yok mu bu ilâhî dinde?

İnanç esaslarında bir değişiklik yok. Hz. Âdem’in davet ettiği inanç esaslarıyla Kur’an insanları davet ettikleri aynıdır. O günün müslümanları neyi kabul tasdik etmekle müslüman oldularsa, günümüz insanı da aynı akideyi (iman ilkelerini) kabul etmekle müslüman olur. Allah inancı, ahiret inancı, Allah’ın insanlara elçi ve o elçilerle din gönderdiğine inanma, melek inancı aynıdır.

Yine, iyilik ve kötülüğün tanımı, yüce değerler, temel ahlâkî ilkeler, hak ve hukuk ölçüleri değişmez. Mesela ilk insan Hz. Âdem’in oğullarından birinin diğerini haksız yere öldürmesi o zaman da kötü idi, şimdi de kötüdür. Bir kimsenin diğerine iyilik etmesi o zaman da güzeldi, şimdi de. Ne var ki iyiliğin şekli ve araçları değişebilir. Ama iyilik yüce bir değerdir ve her devirde geçerlidir.

İbadet ilkesi değişmemiştir ama, bazı ibadetlerin adedi ve şekli Peygamberlerden peygambere az da olsa değişmiştir. Muamelat dediğimiz, miras, ticaret, medenî hukuk, toplumsal ilişkileri düzenlenmesi, devletler hukuku, savaşla ilgili hükümler zamandan zamana, toplumdan topluma değişebilir. Zaman değiştikçe insanların ihtiyacı farklılaşır. Hükümlerin de o ihtiyacı karşılayacak şekilde gelişmesi tabii bir olaydır.

Bunun yanında her toplum, kendi kabiliyetine ve imkanlarına göre kültür geliştirir, medeniyetler kurar, çeşitli yaşama biçimleri, sosyal hayat tarzı geliştirebilir.

Kabul etmek gerekir ki kültür ve medeniyetlere, hayat biçimlerine ve sosyal ilişkilere inanç, tabiat şartları, yetenekler, başka kültürlerden yararlanma her zaman etkili olmuştur. Müslüman olan toplumların da İslâm’dan etkilenmeleri, kültürlerinde veya yaşama tarzlarında Din’in etkisinin olması kaçınılmazdır. Müslümam toplumlar, bu noktada Din’i, bir anlamda kendilerine göre yorumlamışlar, Din’in izin verdiği, (ya da karışmadığı) alanlarda, kendilerine göre kültürler, medeniyetler, anlayışlar, örf ve âdetler geliştirmişlerdir.

Başa dönecek olursak şunu hatırlamak gerekir: Din’in (İslâm’ın)

a-Sabiteleri, yani asla değişmeyen, değişmesi de gerekmeyecek esasları/ilkeleri vardır.

b-Din’in (İslâm’ın) değişmeye izin verdiği, ya da değişmeye müsait prensipleri vardır. Onun için İslâm fıkhında şu kural geçerli olmuştur:

“Zamanın değişmesiyle bazı hükümler değişebilir.”

Ayrıca, İslâm’ın ilkelerinin hemen hepsi evrenseldir. Buna karşın az da olsa bazı hükümleri ise tarihseldir. İslâmın evrensel ilkeleri herkes için maslahattır ve bunlar zamanın geçmesiyle eskimezler. Dinin tarihsel hükümleri ise günümüz şartlarında uygulama imkanı olmasa dahi, yeni hükümlere kaynaklık teşkil ederler, örnek oluştururlar.

Din’in değişmeyecek hükümlerini yukarıda saydık. Değişebilir hükümler ise, insan ve toplum maslahatını (faydasını) esas alan meselelerdir. Yani bir konu insana faydalı ise, Din’in özüne aykırı olmayacak şekilde o meseleye yeni hüküm getirilir. Yine tarihsel olan hükümler değişebilir, yerine toplum çıkarını gözeten, ama Din’in kaynaklarına uygun kararlar verilebilir.

Dinî metinlerde, yani Kur’an ve Peygamberimizin hadislerinde değişkenlik olmaz. Ama bunların yorumlarında  her zaman farklılıklar olabilir. Farklı yorumların da farklı hükümlere yol açtığı bilinen bir şeydir.

(Değişmezlik (dinî metinler)-değişkenlik (dinî yorumlar))

Yine Din’in (İslâm’ın) ideal hedefleri, bir de o ideallerin üzerine bina edildiği realite/gerçekler vardır. İdeal hedefler, çoğu zaman realiteyi göz önünde bulundurur ve insan maslahatına uygun hükümlerin verilmesine zemin hazırlar. Şüphesiz ki bu yeni hükümler Din’in değişebilir alanında söz konusudur.

Din’in değişebilir veya değişmez esaslarını şöyle formüle edebiliriz:

1-Lafız (Dinî metinler): Değişmez.

2-Maksad-nihai gaye (Mekâsıdü’ş-şeria): Değişmez.

3-Hüküm (ictihad-fetva): Değişebilir.

İslâm; Kur’an ve Sünnet’e, yani Peygamberin vahy adına yaptığı uygulamalar ve O’nun sözlerine dayanır. Kur’an ve sahih (sağlam) hadislerin lafzı (sözü) değişmez. Yine bu kaynaklarda insanların faydasına olmak üzere ortaya konulan hüküm ve ölçülerin de maksatları/hedefleri de değişmez.

Burada problem, maksadın ne olduğunu tesbit edebilmektir. Kur’an’daki veya hadislerdeki bir hükmün makdsadının ne olduğunu kim belirleyecek? Birisine göre hükmün hedefi şudur, diğerine göre ise şudur. Acaba hangisi isabetli olacaktır? Üstelik lafzın (âyet ve hadislerin) farklı anlaşılması veya farklı yorumlanması, hayat değiştikçe yeni olayların ortaya çıkması da mümkün.

İşte bu noktada ictihat (Kur’an ve Sünnete bağlı kalarak yeni hükümler bulmaya çalışmak) kolaylığı gündeme gelir. İşini bilen iyi niyetli ve yetkili alimler ictihat ederler. Ümmet de uygun olan bir ictihadı, ya da ikna olduğu bir fetvayı alır ve sorununu çözer. Demek ki değişim fıkhın bazı konularındadır.

Şimdi gelelim, şu topluma göre, bu gruba göre, şu zamana göre, bu coğrafyaya, ya da şu rejime göre İslâm olur mu sorusuna. Acaba, İslâm’ın değişebilir hükümlerinden hareketle ortaya konan farklı ictihatlara, farklı İslâmî yorumlara, farklı İslâm anlayışlarına, ayrı ayrı İslâm diyebilir miyiz?

Yukarıda geçtiği gibi Allah katında Din İslâm’dır, İslâm da bir tanedir. İslâm zamanların, toplumların, grupların, mazheplerin, rejimlerin, kültürlerin kalıbına sığmaz. Yorumlar, icitihatlar, anlayışlar farklı olsa da İslâmın sabiteleri asla değişmez. Kimsenin rengini veya damgasını almaz. Eğer öyle olsaydı ortada vahye dayalı din kalmaz, toplumlara, kültürlere, sistemlere uygun din anlayışları kalır.

Bu gün de zaten bu problemi yaşıyoruz.

Buna göre Türk İslâmı, Arap İslâmı, Avrupa İslâmı, ortaçağ İslâmı, modern İslâm olmaz. Farklı yorumları, yeni ictihatlara, ya da müslüman halkların İslâmın etkisinde kalarak meydana getirdikleri kültürlere, yaşama biçimlerine, hayat zenginliklerine İslâm diyorsak; o zaman yukarıdaki isimlendirme doğru olabilir. (Bunlar da zaten İslâm’ın kendisi değil; ya yorumlardır, ya da müslümanların ortaya koyduğu kültürel zenginliklerdir.) Fakat ortada İslâm adına konulanların hangisi vahye dayalı İslâm’a aittir sorusuna cevap verilemez.

İnsanların hepsi kuldur. Her kul da Allah’ın kendisi için yarattıkları ile yaşamaktadır. Öyleyse Allah’a şükür borçları vardır. Şükür borcu da ibadetle yerine getirilir.

Bu gerçek asırlara, toplumlara, kişilere ve mekanlara nisbetle değişmeyeceğine göre, bu hedefi gösteren vahyin esası değişmemelidir.

İbadetin nasıl olacağını gösteren itikadî (inanç) ve ibadî (kullukla ilgili) hükümler değişemez, kimsenin aklının ölçüsüne uydurulamaz. Yeniden iman şartları, yeniden ibadet türleri icat edilemez. İbadetlerin adedi ve icra şekli değişemez/değiştirelemez.

Buna karşın, yeni meselelere yeni hükümler verilebilir, yeni kurumlar kurulabilir, yeni yöntemler geliştirilebilir, yeni ictihatlar olabilir. Bunlar arasında da farklılık olabilir. İnsan ve toplumun menfeatları (maslahatı) değişince yeni hükümler gündeme gelir. Bütün bunlar da Dinî hükümlerin maksatlarını gerçekleştirme doğrultusunda olur.

Avrupa İslâmı tabiri bu açıdan doğruyu yansıtmadığı gibi, dini değiştirme, kendine uydurma, hatta onu reform edip kuşa çevirme anlayışını da hatırlatıyor.

Burada önemli olan, kime, hangi zamana, hangi coğrafyaya, hangi gruba ait İslâmdan olmak değil, Allah’ın razı olacağı İslâmdan olmaktır.

Din (İslâm) su gibi işine gelenin kalıbına uymak, arzu edenin rengini almak üzere gönderilmedi. Tam tersine herkes, her devir ve her coğrafya İslâmın kalıbına uyarsa kazanır, şerefe kavuşur.

İslâm olma gerçeği bunu gerektiriyor.

Unutmamak gerekiyor ki biz öldükten sonra şucuların-bucuların, falanca grubun, falanca mezhebin, şu sistemin, bu memleketin İslâm diye zannettikleri şeyden değil, Hz. Muhammed’le gönderilen, Kur’an’la çerçevesi çizilen Allah’ın razı olacağı İslâmdan sorulacağız.

        

Hüseyin K. Ece

31/3/2003

Zaandam