Her toplumda farklı sebeplerden dolayı, bazı çocuklar yetim, velisiz veya kimsesiz, ya da bakıma muhtaç kalabilir. Özellikle savaşların olduğu yerlerde çocuklar savaşların masum kurbanları oluyorlar. Pek çok çocuk savaş ateşinin yakılmasında ve sürdürülmesinde hiç bir suçu olmamasına rağmen mağdur olmakta, yetim kalmaktadır. Modern toplumlardaki aile çözülmelerinin kurbanları de yine maalesef zayıf, masum ve bakıma muhtaç çocuklar oluyor.

 

Günümüzde modern devletler bu gibi çocukların bakımını kendileri üsleniyorlar. Bu konuda kanun ve prensipler koyuyorlar, kendilerine göre yöntem ve uygulama geliştiriyorlar, çeşitli kurum ve bakım evleri, yetimhâneler kuruyorlar.  Bu sistemin mükemmel olduğunu ve bu gibi çocukların iyi yetiştirildiğini söylemek zordur. Aile ortamından uzak yetişen kimselerin sağlıklı bir eğitim aldıkları, sağlam bir kişilik edindikleri  iddia edilemez.  Belki bu uygulamalarla bazı yetim/sahipsizler ekmek, giyecek, barınak ve yaşama imkanı bulabiliyorlar.

Bu yöntemlerden biri de “Bakıcı aile” uygulamasıdır. Bakıcı aileler kendilerine geçici olarak verilen çocukların bakımı, korunması, eğitimine devam etmesi gibi konularda sorumlu oluyorlar. Zamanı gelince de çocuğu, ya –varsa- ailesine, yoksa ilgili kuruma teslim ediyorlar. Bu arada bakıcı aile ile çocukla ilgilenen kurum arasında sürekli iş birliği ve iletişim oluyor.Çıkabilecek sorunlara birlikte çözüm aranıyor. Bakıcı aile işini iyi yapmıyorsa, anlaşma şartlarının dışına çıkıyorsa, ya da çocuğa zarar verebilecek uygulama yapıyorsa çocuk o aileden geri alınıyor.

İslâmda çocuğun bakımı ve himayesine ‘Hıdâne-çocuğun bakımı’ denir. Bakıcı aile uygulaması ‘hıdâne’ değilse de ona biraz benziyor. (Aşağıda gelecek.)

Peygamber (sav), yetimin bakımını üzerine almayı tavsiye ettiği bir hadiste ‘kefil’ kelimesini kullanıyor. Bu da yetimin bakımını, yetiştirilmesini, ihtiyaçlarının giderilmesini ve her türlü yardımın yapılmasını içerisine alır.  Buna ‘yetim kefâleti’, yetimin kefilliğini üzerine alma diyebiliriz. Bunun ‘hıdâne’ ile yakından ilgisi vardır.

İslâm hukukunda yetim çocukların işleriyle ilgili ‘vâsi’ diye bir terim daha kullanılır. Vâsi; bir kimsenin mallarında veya çocuklarının işlerinde tasarrufta bulunmak üzere tayin edilen güvenilir kimse demektir. Bu daha çok ölmekte olan bir kimsenin malının veya çocuklarının idaresi konusunda bir kimseyi tayin etmesi ile ilgilidir. (Şâmil İs. Ans. 6/313)

İslâm hukukunda yetim veya kimsesiz kalan çocukların ‘bakım’ sorunu es geçilmemiş. zamana ve zemine göre bir takım şartlara  ve esaslara bağlanmıştır.

Konuyu burada bir kaç noktadan ele alabiliriz.

 

-         Peygamberin tavsiyeleri

Peygamber (sav) yetim ve kimsesizlerin bakımını herkese tavsiye ederken, bunun çok büyük sevap olduğunu haber veriyor.

Sehl bin Sa'd (ra) Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Ben ve yetimin bakımını üzerine alan kişi Cennette (şehâdet ve orta parmağını bitiştirerek) şu iki parmak gibiyiz!” (Buharî, Edeb/24. Müslim, Zühd/42. Ebû Davûd, Edeb/123. Timizî, Birr/14; Taberânî, Şiir/5. Müsned, 2/375)

Müslim'i rivâyetine göre. Peygamber (sav) sehâdet parmağı ile orta parmağını birarada göstererek: “Gerek kendisinin, gerek başkasının olsun; bir yetimin gözetimini üzerine alan kimse, benimle birlikte şu sekilde cennettedir” diye buyurmuştur.

İbni Abbas (ra) anlatıyor; Rasûlüllah buyurdu ki: “Kim müslümanlar arasından bir yetim alarak yiyecek ve içeceğine dahil ederse, affedilmez bir günah (şirk gibi) işlememişse, Allah onu mutlaka cennetine koyacaktır.” (Tirmizî, Birr/14, no: 1918)

İbni Abbas’ın (ra) anlattığına göre Peygamber (sav): “Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama kadar yalın kılınç Allah yolunda savaşmış gibi sevap alır. Hem ben ve o şu iki kardeş (parmak) gibi cennette kardeş oluruz” buyurdu ve şehâdet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırdı. (İbni Mace, no: 3670)

 

-         Yetime iyi muamele

Kur’an, yetime ilgi gösterilmesini, onun aşağılanmamasını emrediyor. “Rabbin seni bir yetim bulup barındırmadı mı?... O halde yetime gelince, ona sakın kötü muamele yapma.” (Duha, 6-9)

Allah (cc) Fecr sûresinde bazılarını, yani katı kalplileri, inkârcı olduğundan dolayı zalim olanları; “Siz yetime iyilik etmezsiniz” diye azarlıyor. Maun sûresinde ise yetime kötü muamele etmeyi hesap gününü inkâr etmekle eş sayıyor: “Hesap gününü yalanlayanı gördün mü; Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur.” 

Hatta Allah (cc) geçmiş toplumlara bile yetime iyilik emretmeyi tavsiye etmişti. Elbette aynı tavsiye Kur’an’a inanan herkes için de geçerlidir. (Bakınız: Bekara, 2/83)

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu: “Allahım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden cidden sakındırırım: Yetim ve kadın!” (İbni Mace, no: 3678)”

Ebu Hureyra’nın (ra) rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”  (İbni Mace, no: 3679)

Demek ki en iyi ev, içerisinde  kendisine iyi davranılan yetimlerin yaşadığı evlermiş. Bir evde yetimlere kötü muamele yapılıyorsa, yetimler itilip kakılıyorsalar, horlanıyorsalar, hakları çiğneniyorsa, orası kötü bir evdir. Dışarıdan saray ve villa gibi gözükse de, dayalı döşeli olsa da.

Ebû Hüreyre'den (ra), Peygamber’in (sav) kendisine şöyle dediğini anlatıyor: “Ben senin kalbinin yumuşak olmasını istiyorum. Öyle ise yoksula yedir ve yetimin başını okşa.” (Taberânî’nin M. Kebîr'i ve Beyhakî'nin Şi'abü'l-îman’ından.)

 

-         Yetimler için fon

Mekke’de gelen sûrelerde yetime genel manada yardım, yetime iyi muamele ve ilgi göstermek öne çıkarken; Medine’de gelen âyetlerde yetimlerin bakımı için daha somut ölçüler yer almaktadır. Bu âyetlerde yetimlerin korunması daha kesin olarak ifadelerle emrediliyor, onlara yapılacak maddi yardımlardan söz ediliyor. Bu yardımlardan hem müslüman mükellefler, hem de müslüamların sahip olduğu siyasi otorite sorumludur.

Yetimler ve kimsesiz çocuklar için yapılması istenen harcamalara bugünün diliyle  “yetimler için fon” diyebiliriz.

Mesela savaş sonrası elde edilen ganimetlerin beşte birinde yetimlerin payı vardır. (Bakınız: Enfal, 7/41)

Fethedilen yerlerden gelen gelirlerden yetimlere de pay verilmesi gerekir. (Bakınız: Haşr, 68/7)

Miras taksiminde de ayrıca payları vardır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Miras taksiminde, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan, onlara da verin, güzel söz söyleyin.” (Nisa, 4/8)

Yetimlere nafaka verilir, yani onlara Allah için harcama yapılabilir. “Onlar hangi şeyden nafaka vereceklerini soruyorlar. De ki: Maldan vereceğiniz şey ananın, babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmış muhtaçların hakkıdır.” (Bekara, 2/215)

Yetimlere iyi muamele, onlara çeşitli şekillerde iyilik yapmak, maddi ve manevi yardmda bulunmak İslâm açısından en makbul ameller (işler) arasındadır. (Bekara, 2/177)

Bu demektir ki İslâm ta baştan beri yetim ve kimsesizlerin, ister yakın akrabaları, ister islâm toplumu, isterse siyasi otorite tarafından olsun, mutlaka korunmasını, aynen diğer çocuklar gibi en iyi şartlarda yetiştirilmelerini öngörüyor. Bu bakım ve himaye işini de belli esaslara, uygulabilir kurallara bağlıyor.

 

-         Yetimlerin bakımı ve korunması

Yetimlerin, muhtaç  ve kimsesiz çocukların başıboş bırakılmaları hem kendileri için acı, kayıp ve hüzün; hem de toplum için bir zarar, bir sorundur. Zira kötü şartlarda büyüdüğü için  güzel davranışlardan uzak olan kimselerin bu durumundan toplum da sorumludur.

Kur’anda bazı âyetlerde yetimin bakımı ve korunması söz konusu ediliyor, onlara ilgi göstermek ve iyilik etmek emrediliyor. Mesela, “... Ve sana yetimlerden soruyarlar. De ki: "Onları(n durumlarını) düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışır(onlarla bir arada yaşar)sanız (onlar) sizinkardeşlerinizdir...”(Bekara, 220)

Yukarıdaki âyette doğrudan yer almasa bile, hem çocukların, hem de yetimlerin aile ortamında yetiştirilmelerinin tavsiye edildiğini söylemek mümkün. Çünkü aile ortamı, çocuk yetiştiren diğer bütün eğitim kurumlarından daha sağlıklı, çocuk için daha uygundur. Âyet bir anlamda çocukların bir şekilde aileye entegre edilmelerinin daha hayırlı olacağına vurgu yapıyor, günümüzdeki yetimhâne uygulamalarını ima bile etmiyor.

Şüphesiz ki bir yetimin veya kimsesizin bakımını (kefâletini) üslenen kişi/aile (kefil), bu işi en uygun şekilde yapmak, çocuğu kendi çocuğu gibi himaye etmek, ihtiyaçlarını karşılamak,yetiştirmek, terbiye etmek durumundadır. 

Onları himaye ederken, varsa mallarını dikkatlice korumak ve zamanı gelince de kendilerine geri ödemek Kur’an’ın emridir. Bu şekilde olan bir çocuk âkil-bâliğ olunca ve rüşd yaşına ulaşınca, artık malı kendisine verilir. (Nisâ, 4/2, 6. En’am, 6/152. İsrâ, 17/34) Bundan sonra o, kendi malının üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Bazı çocuklar ergenlik yaşına ulaşırlar ama henüz kendi işlerini iyi bir şekilde yürütecek, mallarını koruyacak durumda olmayabilirler. Bunun için denmiştir ki, bakımı üslenilen çocuk rüşdüne ermeden; yani aklını iyi kullanamıyorsa, zararını karını bilecek yaşa gelmemişse, olgunlaşmamışsa malı henüz kendisine teslim edilmez.

Kur’an, yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler için “karınlarına ateş doldurmuş gibi olurlar” diyor. (Nisâ, 4/10)

 

-         Çocukların bakımı

Çocukların bakım işine din dilinde ‘hıdâne’ denir. Hidâne, çocuğu bakma hakkı olan kimsenin onu yanına alıp bakması ve terbiye etmesi demektir.

Söylemeye gerek yoktur ki İslâma göre çocuğun bakımından öncelikle veli/ebeveyn, yani baba ve anne sorumludur. Ancak ikisinden birisinin ölmesi veya evliliğin sona ermesinden sonra ‘hıdâne’ hakkı gündeme gelir. Böyle bir durumda ‘hıdâne-çocuğa bakma hakkı’ kime aittir?

Çocuğu elinden alınmak istenen boşanmış bir kadın Peygamber’e gelerek durumu anlatınca; “Evlenmediğin sürece çocuğa bakma hakkı sana aitttir” demiştir. (Ebu Davud, Talak/35)

İslâm âlimlerin çoğunun görüşüne göre yetimlere bakma hakkı öncelikle annenindir. O yoksa sırasıyla: anneanne, babaanne, öz kızkardeş, ana bir kızkardeş, teyze ve hala’ya geçer.  Çocuğun anne tarafından bu sayılanlardan hiç biri yoksa veya bakma imkanları yoksa yetimi himaye hakkı (hıdâne) erkekler tarafına geçer. Bunlar da sırasıyla baba, o olmazsa dede, kardeş, kardeş çocukları, amcalar ve dayılar. (Şami İ. Ans. 2/419. DİA 17/467-471)

 Hz. Hamza’nın yetim kızı hz. Ali tarafından Mekke’den Medine’ye getirilir. Hem o, hem ağbisi hz. Ca’fer, hem de Zeyd ibni Hârise onun bakımını (hıdane’sini) yüklenmek isterler. Aralarında anlaşamayınca durumu hz. Peygamber’e sorarlar. Peygamber yetimi hz. Ca’fer’e verir. Çünkü onun hanımı yetim kızın teyzesi idi. (Buharî, Meğazî/43. Umre/3, Sulh/6. Müslim, Cihad/90 no: 1783)

Dikkat edilirse hıdâne hakkına sahip olanların çoğu yetimin mahremleridir. Yani kendisine nikâh düşmeyen yakınlarıdır. Çocuk onların evlerinde büyüyeceğine göre bakıcıların çocuğa mahrem olması daha uygundur.

 

-         Bakıcı aile uygulaması

Bu, İslâm hukukunun çerçevesini çizdiği ve müslümanların uymasını istediği bir ölçüdür. İçinde yaşadığımız şartlar buna uygunsa elden geldiği kadar buna uyulur.

Ancak farklı yerlerde farklı şartlar olabilir. Yetimin yukarıda sayılanlardan hiç akrabası olmayabilir.  Devlet kendi baktığı çocukları bakıcı ailelere vermek istiyebilir.

Müslüman aileler –böyle bir durumla karşılaşırlarsa- kendi ve akrabalarının çocuklarının özellikle müslüman ailelere verilmesini sağlayabilirler. Bakıcı ailenin güvenilir, çocuğa bakacak kalitede, gerçekten çocuğun iyi yetişmesine yardımcı olabilecek bir aile olması gerekir. Çocuklar bakıcı aileler yanında âkil-bâliğ (ergen) oluncaya kalabilirler. Eğer âkil-bâliğ olduktan sonra da bakmak ihtiyacı olursa, İslâmın öngördüğü aile mahremiyet (helal- haram) sınırlara artık dikkat etmelidir. Bakıcılar onları kendi öz çocukları gibi bakmalı, yetiştirmeli ama onların asla kendi çocukları olduğunu sanmamalı. Zira bu mümkün değildir.

 Hollanda’da müslüman ailelerin çocukları (yetimleri), yine müslüman bakıcı ailelere verilebiliyor. İmkânı olan aileler bakabilecekleri yetimleri, kimsesiz çocukları yanlarına alabilirler, bakabilirler ve yetiştirebilirler.

Bunun ne kadar büyük bir hayır olduğu yukarıdaki hadislerde geçti.

 Gayr-i müslim aileler yanında büyüyen çocuklar ana dilini, ana-babasının kültürünü, müslüman toplumun güzel örf ve adetlerini, dini ve kulluk görevlerini öğrenemezler. Hatta bakıcıların dinini benimseme tehlikesi bile mevcuttur. Bazı bakıcıların da çocuklara kötü muamele ettikleri bazen basına yansımaktadır.

Bu konuda kapasitesi olan ailelere görev düşüyor. Bir yetimi, bir garibanı, bir kimsesizi korumak, hayata kazandırmak koca bir toplumu kurtarmak kadar önemlidir ve bunu yapan müslümana Peygamber’le  birlikte olmayı kazandırır.

 

Hüseyin K. Ece