Giriş

Üç şehir; üç önemli sembol... Üç kent ve üç önemli anlam... Mekke, Medine ve Kudüs...

Müslümanlara göre bu üç şehir birer yerleşim yeri olmaktan öte bir değer taşırlar. Bunlar birer mekân değil birer anlamdır. Bunlar bir coğrafik alan değil, birer misyondurlar.

Kur’an’da her üçüne de çeşitli vesilerle işaret edilmekte, her üçünün de taşıdığı mesaja ve anlama vurgu yapılmaktadır.

 

Bunların önemini Hz. Muhammed’in risaletinde ve hadislerinde de görüyoruz. Kâbe, Hac mekânları ve Mescid-i Haram Mekke’dedir. Kur’an Mekke’de nazil olmaya başladı. İslâm yüreklere oradan ulaşmaya başladı. Hicret’ten sonra Medine’de gelişti, toparlandı, yüreklere ve hayata hâkim oldu. İslâm Kudüs’te izzete kavuştu, fetih ve azamet zirveye çıktı.

Peygamberin sünnetine göre üç mescid dışında başka mescitlere özel ziyaret yapmak caiz değildir. “(Ziyaret için) sadece üç mescide yolculuk yapılabilir. Bunlar:  Mescidü’l-Haram, Mescidü’r-Rasul ve Mescidü’l-Aksâ’dır.1

Mescid-i Haram Mekke’de, Mescid-i Nebi Medine’de, Mescid-i Aksa Kudüs’tedir. Bu üç şehir değerlerini biraz da bağırlarında sakladıkları bu son derece müstesna mabedlerden alırlar.

 

Kavramsal analiz:

Mekke

Batn–ı mekke (Bekke) adı verilen bir vadi üzerin­de kurulmuştur. Merkezinde Kabe'nin yer aldığı bu vadinin ortasındaki çukur alana “Bathâü Mekke” (sel yatağındaki kumluk) denir.

Kur'an'da “ekin bit­meyen bir vadi” olarak nitelenen (İbrâhîm, 14/37) Mekke’nin ne zamandan beri yerleşim yeri olduğu belli değildir. Aynı ayette Hz. İbrahim’in; Rabbimiz! İşte ben, neslimdem olanları... , Senin Mukaddes Evin’in yanına yerleştirdim...”ifadesinden, Kâbe’nin burada daha önceden yapıldığını, ancak zamanla yıkıldığını, Kâbe sebebiyle burada yaşayanlar olduğunu, en azından Kâbe’yi ziyarete gelenlerin  olduğunu anlamak mümkün.  

Bazı tefsirciler Hz. Adem ve eşi Cennet’ten kovulunca eşinin Cüdde’ye, kendisinin de Serendip adalarına indirildiğini, sonra Arafat’taki Cebel-i Rahmet’te buluşmalarına izin verildiğini ileri sürerler. Ancak bütün bunları isbat etme imkanımız yok.2

Eğer bu iddia doğru ile Kabe nasıl yer yüzünde ilk mabed ise (Ali İmran, 3/96) Mekke de yeryüzünde ilk yerleşim yeridir diyebiliriz. Nitekim Kur’an Mekke’ye ‘şehirlerin/yerleşim yerlerinin anası’ da demektedir. (En’am, 6/92. Şûra, 42/7)

Kâbe'nin müslümanların kıblesi olması sebebiyle İslâm bilginleri dünyayı Mekke’ye göre taksim ettiler. Buna göre dünya, merke­zinde Kâbe'nin yer aldığı bir daire şeklin­dedir; yeryüzündeki ülkelerin her biri Kâ­be'nin bir cephesine bakar. Bundan dola­yı Kâbe'nin etrafında gerçekleşen tavaf dünyanın kendi etrafında dönüşünü sem­bolize etmektedir.  

Mekke adının geçtiği bilinen en eski belge Batlamyus'un II. yüzyıla ait Coğrafya adlı eseridir. Burada Mekke, Asya'nın altıncı haritasında Macoraba şeklinde anılır.  Macoraba, Sebe’ ve Habeş dilinde ‘mukaddes ibadet yeri, tapınak’ gibi anlamlara gelir. Bu da Arapça ‘kurb’ kökünden makreb (kurban yeri, mihrap, mukaddes yer) kelime­sine dayanmaktadır.

Mekke'ye Kâbe'yi barındırması ve kut­sal bir belde sayılması sebebiyle pek çok ad verilmiştir. Bazı alimlere göre Kur’an’da ‘karye’ (Nahl, 16/112), ‘meâd’ (Kasas, 28/85), ‘el-beledü'l-emîn’ (Tîn, 95/3) ve ‘el-beled’ (Beled, 90/1) gibi adlar da Mekke için kullanıl­mıştır.3

 

Mekke/Ümmü’l-Kura:

‘Ümmü’l kura’ (En’am, 6/92. Şûra, 42/7); şehirlerin anası demektir ki bu Kur’an’da  Mekke için kullanılan bir sıfattır. (‘Kura’; ‘karye’nin çoğulu olup, sözlükte küçük yerleşim yerleri demektir. Bu da halkın biraya geldiği, yaşadığı mekandır. ’Karye’ ifadesini Kur’an, Mekke olmak üzere büyük şehirler ve ülkeler hakkında da kullanıyor. (Nisa, 4/75. Nahl, 16/112. A’raf, 7/94. Enbiya, 21/11, 74. Şuara, 26/208. v.b.)

Mekke şehirlerin anasıdır, çünkü Allah’a adanan ilk mabed orada inşa edilmiş ve daha sonra da bütün beldelerin mü’minleri için kıble kılınmıştır. Âyette geçen ‘onun çevresinde oturanlar’ ifadesi, bütün insanlığı gösterir.4

Bu bağlamda orası bütün şehirlerin anası, cihanın merkezidir. 5

Bir rivayete göre insanlık ilk defa oraya yerleşti ve ondan hareket ederek dünyanın her tarafına dağıldı.6 Zamahşerí, ‘ümmü’l-kura’,  Allah evi Kâbe’nin insanlık için ilk defa yapıldığı mekandır, yani Mekke’dir demektedir.7

 

Medine

Medine'nin bilinen en eski adı Yesrib olup bu adın, buraya ilk yerleşen kişi ol­duğu rivayet edilen Yesrib b. Vâil b. Kâyine b. Mehlâbil'in isminden geldiği sanılmaktadır.

Yesrib kelimesi Kur’an’da bir yerde Medine’yi nitelemek üzere geçiyor.

“Ve [hatırla] içlerinden bazısı şöyle demişti: “Ey Yesrib halkı! Burada [düşmana] karşı koyamazsınız: [evlerinize] geri dönün!” O arada içlerinden bir grup da, “Evlerimiz [saldırılara] açık durumda!” diyerek Peygamber'den izin istemişti- halbuki evleri [aslında saldırıya] açık değildi: tek amaçları kaytarmaktı.”(Ahzâb 33/ 13)

Yesrib adı önceleri, kuzeyde ilk yer­leşmenin gerçekleştiği tahmin edilen Curt ile Kanat vadileri arasında kalan kesimi belirtirken daha sonra şehrin tamamı için kullanılmıştır. Hicretin ardından Hz. Peygamber şehre Tâbe, Taybe (hoş ve gü­zel) gibi olumlu anlamlar içeren adlar ve­rilmesini istemiştir.8

İs­lâm kaynaklarında Medine'ye Tayyibe, Miskîne, Azrâ, Câbire, Mecbûre, Mahabbe, Mahcûbe;

Kur'an'da Medine için kul­lanılan ‘dâr’ kelimesinden hareketle (Haşr 59/9) Dârülhicre, Dâru’l-îmân, Dâru’s-sünne;

Peygamber’e nisbetle Medînetü’n-nebî ve el-Medînetü'l-münevvere gibi isimlerin verildiği görül­mektedir.

Çoğunluğu şehrin kutsallığına, hicret yurdu ve başşehir olmasına, hic­retten sonra gerçekleşen medenîleşmeye vurgu yapan bu isimlerin sayısı doksan yediye kadar çıkarılmaktadır.

Cahiliyyenin Yesrib’i Hicretten sonra Medînetü’n-nebî/Peygamber şehri oldu. Zamanla nebi takısı kullanılmaz oldu,  saygı ve üstünlük ifade eden bir belirlilik takısıyla yalnızca ‘el-Medine’ olarak bilindi.

Medîne ke­limesinin kökeni konusunda farklı görüş­ler vardır. Medine, Ârâmî dilinde önceleri "mahkeme yeri", daha sonra "şehir" an­lamında kullanılan ‘medinta’ kelimesin­den alındığı ve buradan aktarıldığı İbranî dilinde “bir yöneticinin nüfuz alanına gi­ren yer” mânasında kullanıldığı rivayet edilmektedir.

Mekke ile birlikte iki Harem'den [Hare­meyn) biri olan Medine, hicret yurdu ol­ması ve halkının herhangi bir zorlama olmaksızın İslâmiyet'i benimsemesinden dolayı “Kur’an’la fethedilmiş” kabul edilir.9

Medi­ne kelimesi Kur'an'da tekil olarak on yerde geçmek­te, bunların dördünde (et-Tevbe 9/101, 120; el-Ahzâb 33/60; el-Münâfikün 63/8) Medine şehri kastedilmektedir. Bunun çoğulu olan medain ise üç ayette geçmektedir. A’raf, 7/111. Şuara, 26/36, 53)10

Medine’nin Arapça müdûn veya deyn kökünden türediği ileri sürülür. İbn Manzûr, kelime­nin ‘şehre gelmek, ikamet etmek, yer­leşmek’ gibi anlamlara gelen ‘müdûn’ kö­künden türediğini ve yeryüzünün yerleş­meye uygun ve kale yapılan her yerine medine adı verildiğini kaydeder.11

Arapça'da ‘şehir/kent’ anlamına gelen ve ‘müdûn’ köküne dayanan medîne ismin­den Osmanlı Türkçesi'nde türetilen medeniyyet kelimesinin, kök itibariyle ‘yönetmek’ (es-siyâse) ve ‘mâlik olmak’ an­lamları da bulunan deyn (dîn) masdarıyla ilişkili olduğu da ileri sürülmüştür. Mede­nî (medeniyye) ve medînî ise ‘şehre men­sup olan, şehirli’ mânasına gelmektedir.12

Daha sonra medîne keli­mesinden temeddün masdarı türetile­rek ‘şehirli veya medenî hayat yaşamak’ anlamında kullanılmıştır.13

‘Diyn’ sözcüğü aynı zamanda itat etmek, hizmetinde bulunmak ancak bu hizmeti güzel bir biçimde yapmak anlamına gelir. Buradan hareketle ‘medin’ köle, onun dişil formu olan ‘medine’ cariye demektir. (Kur’an’da ‘ğayr-i medinin’ şeklinde kullanılıyor. Vakıa/86)14

Eğer Medine’nin ismi buradan geliyorsa, bu da Peygamberin ve İslâmın emrine amade, vahye itaat eden, onlara hizmetin en güzelini yapmaya hazır olan yer demektir.    

 

Kudüs

Kudüs, tarihi oldukça eski olan bir yerleşim yerdidir. Milâttan önce buranın adı Urusalim’dir. Bu isim Eski Ahid'in Ârâmîce metinlerinde Yerûşâlem şeklinde telaffuz edilmektedir. Latin­ce'ye Jerusalem ve Jerosolyma olarak geçmiştir. Kudüs şehrinin Batı dillerin­deki adı da Jerusalem'dir.

Müslümanlar da şehre çeşitli isimler vermiş olup bunların başında ‘bereket, mübarek olmak’ anlamına gelen ‘Kudüs’ yer almaktadır.15

X. yüzyılın başında Karai bilgin­leri Kudüs şehrine ‘Beytü’l-makdis’, mabedin bulunduğu alana da ‘Kuds’ diyorlardı. Müslümanların kullan­dığı İliya ismi Romalılar'ın şehre verdikleri Aelia isminin Arapçalaşmış şeklidir. İslâmî kaynaklarda ‘İliyâ medînetü beyti'l-makdis’ şeklinde de geçmekte ve kısaca İliyâ veya Beytü’l-makdis (Beytü’l-mukaddes) denilmektedir.

Beytü’l-makdis başlangıçta mabedi ifade ederken zamanla şehrin tamamı için kul­lanılmış, mabedin alanı ise “harem” diye adlandırılmıştır.

Kur’an’da Kudüs ismi geçmediği gibi İslâm kaynaklarında bu şehrin adı olarak zikredilen diğer isimlere de rastlanma­maktadır. Ancak müfessirler, Kur’an’daki ‘el-Mescidü'l-Aksâ’ (İsrâ 17/l),’mübevvee sıdk’ (Yûnus 10/93) ve ‘el-arzu'l-mukaddese’ (Mâide 5/21) gibi tabirler­le ya Kudüs’teki Beytü’l-mukaddes'in ya da genellikle söz konu­su şehrin de içinde bulunduğu Filistin topraklarının kastedildiğini belirtmişler­dir.

Elmalılı’ya göre âyet­te geçen el-Mescidü'l-Aksâ'nın Beytü’l-­makdis, mübarek kılındığı haber verilen çevresi de Kudüs ve civarıdır.16

Mescid-i Aksa tabiri, İslâm'ın ilk dönem­lerinde bazan Kudüs için de kullanılmak­la birlikte asırlar boyunca bununla özellik­le Harem-i şerif kastedilmiştir.17

Şehir miladi 638 yılında müslümanlar tarafından fethedildikten sonra adı Kudüs, Kuds-ü Şerif veya Beytu’l-Makdis/mukaddes olmuştur. Bu isimler onun  misyonuna uygundur. Kur’an’ın ifadesine göre Mescid-i Aksa’nın etrafı mübarek kılınmıştır. (İsra, 17/1) Mübarek kılınan bu yer de Kudüs’ten başkası değildir.

 

Kudüs/Takdis, mukaddes

Tesbîh, Allah’ı tenzih etmek, yani en kudsî zatını inanç, söz ve amel bakımından layık olmayan her türlü kusurdan arı ve uzak tutmaktır.

Allah'ı takdis de böyledir. Bu da esasında pek uzağa gitmek demek olan (kuds)den alınmış olarak temizlemek, pek temiz tutmak mânâsınadır. (el-Müfredat, s: 598) El-Kuddus, Allah’ın en güzel isinlerinden biri olup, temiz, noksan ve eksik sıfatlardan uzak demektir. ‘Kuds’ aynı zamanda bereket demektir. ‘Arzu’l-mukaddes’; bereketli kılınmış, temizlenmiş yer, ‘beytu’l makdis’ de temizlenmiş, bereketli kılınmış ev demek olur.18

Yahudilerin kullandığı Arz-ı mev'ûd tabiri Kur'ân-ı Kerîm'de geçmiyor. Ancak Hz. İbrahim ve Lût'-un ‘bereketli kılınmış’ bir diyara ulaştı­rıldıkları anlatılmaktadır. (Enbiyâ 21/71) İsrâiloğullan’nı Mısır’dan çıkarmakla gö­revlendirilen Hz. Mûsâ da; “Ey kavmim! Allah'ın sizin için yazmış olduğu arz-ı mu­kaddese giriniz ve arkanıza dönmeyiniz; sonra hüsrana uğrayanlardan olursu­nuz”demiştir (Mâide, 5/21). İsrâiloğullan oraya girmek istememişler, bunun üzerine arz-ı mukaddes onlara kırk yıl haram kılınmıştır. (Mâide, 5/22-26)

Kur'an'da İsrâiloğulları'na önceden verilen sözün ger­çekleştirildiği ve sabretmelerine karşı­lık, hor görülüp ezilen bu milletin ‘be­reketli kılınan topraklar'a vâris kılındığı ifade ediliyor. (A'râf 7/137)

Kur'an'da ‘arz-ı mukaddese’, ‘bere­ketli arz’ gibi ifadelerle anılan ve İsrâiloğullan için yaratıldığı belirtilen bu ye­rin neresi olduğu açık olarak bildirilme­miştir. Nitekim bu âyetlerin tefsirinde çeşitli yerler üzerinde durulmuş, bazı âlimler bu yerin Şam ve Mısır, bazıları Mescid-i Aksâ'nın bulunduğu Kudüs ve Lübnan dağı çevresi olduğunu söylerken diğer bazı âlimler de kesin bir yer be­lirtmenin doğru olmayacağını, ancak Fı­rat ile Mısır arasında bir yer olması ge­rektiğini ifade etmişlerdir.19

 

Üç Şehir Üç Sembol

Mekke-i mükerrem, Medine-i Münevvere, Kuds-i Şerif.

Kudüs’teki Mescid-i Aksa İslâmın ilk kıblesi, Mekke’deki Kâbe İslâmın ebedi kıblesi, Medine İslâmın ilk model cemaatının ve devletinin gerçekleştiği yer.

Mekke ve Medine; Haremeyn. İki haram kılınmış, korunmuş, güvenli, tertemiz yapılmış beldelerâ.

Biri tevhidle, İbrahimle, Kâbe ile, Hac ile, Mescid-i Haramla mükrerrem, değerli ve yüce; diğeri ‘Siracun-münir olan Peygamberle, nur (ışık) olan Vahiyle/Kur’an’la münevver kılınan/aydınlanan, diğeri İslâmla şerif olan, şeref ve izzet bılan üç müstesna belde.

Üç önemli yerleşim yeri, İslâmın üç önemli kenti. Her üçü de bünyelerinde ‘harem’ bölümünü barındırmakta.

Mekke'nin asıl önemi, Allah'a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mâbed olan Kâ­be'nin (Âl-i İmrân 3/96] burada bulunma­sındandır. Kur'an'da, Allah'ın evi kabul edilen Kâbe'nin yer al­dığı Mekke ve çevresinin her türlü tecavüzden korunmuş güvenli bir yer (harem) ve insanların manen temizlenip arındığı bir mahal olduğuna işaret edilmiş, bu alanla ilgili birtakım özel hükümler konu­larak çevresi alemlerle sınırlanmıştır. Mekke bizzat Allah tarafından harem kı­lınmış ve bu durum, şehrin emin bir yer yapılması için dua eden (Bakara 2/126; İbrâhîm 14/35) Hz. İbrahim tarafından ilân edilmiştir.  Hadislerde de buna işaret edilmektedir.20

Hicretten sonra Resûl-i Ekrem; “Hz. İbrahim Mekke'yi harem yaptığı gibi ben de Medine'yi harem yap­tım” sözleriyle şehri harem ilân etmiştir.21

Medine vesikasında kayıt altına alınan bu hüküm (İbn Hişâm, Siyer, 2/145), Hendek Gazvesi ile Hayber seferin­de elde edilen başarı üzerine bütün Arap kabileleri tarafından kabul edilmiştir.22

Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yer de tarih boyunca ‘harem’ olarak anılagelmiştir.

 Bu üç önemli kent üç önemli şeyi sembolize eder: Mekke tevhidi, Medine İslâmı, Kudüs ikbali ve şerefi.

Mekke vahyin teorisini, Medine pratiğini, Kudüs başarısını hatırlatır. Mekke mükerrem (şerefli ve üstün) olma hedefini, Medine bunun nasıl elde edileceğini, Kudüs bunun insanlar arasında nasıl temsil edileceğini öğretir.

Müslümanlar Mekke’de iman etmeyi, Medinede teslim olmayı (İslâmı), Kudüs’te Hakikate şahit olmayı öğrenirler. Bunun  anlamı Vahiy Mekke’de kendini iman olarak takdim etti. Medine’de Vahye teslim olmanın,  hayata vahyin rengini katmanın hem mücadelesi verildi, hem de sonuçları alındı. Kudüs ise, bu teslimiyetin  insanlığa karşı şehadete dönüştüğü yerdir.

Mekke, iman için doğum yeri, Medine iman için neşvü nema bulma (soyuttan somuta dönme) mekanı, Kudüs imanın ayağa kalkıp medeniyete veizzete dönüştüğü adrestir.

Mekke hac mekanlarıyla ve taşıdığı misyonla insanı inşa ve tamir (ma’mur) eder. Medine imar ve inşa olunan insanı hayata taşır. Yani vahyi hayatlaştırır, ete kemiğe büründürür. Kudüs de insanlığa takdim eder. İşte Vahyin insanı, işte İslâmın insanı böyle olur diye.

Kâbe, tevhidin ve sonsuzluğun mimarisi, Allah karşısındaki acziyetin sembolüdür. Kâbe kalbin taş kesilmemesi için değil, taşların kalp kesilmesi için vardır. Mekke, bu iddiasızlığın daha geniş bir sembolüdür.23 Çünkü onu görkemli kılacak –günümüzdeki beton yapılaşmayı saymazsak- hiç şeyi yok. Sadece manası, misyonu ve mesajı var.

Kur’an’da Mescid-i Haram’a,  Mescid-i Aksa’ya  ve Mescid-i Nebi’ye işaret edilmesi boşuna değil. Kur’an, ilk ikisine Peygamber’in İsra ve Mirac yolculuğu sebebiyle temas ederken, üçüncüsünden Hicret yurdu olması ve içindeki Takva mescidi (Mescidü’n-Nebi) dolaysıyla söz konusu ediyor.

Mekke imana ve emniyete, Medine teslimiyete ve saadete, Kudüs cesaret ve izzete hâlâ göndermede bulunuyor.

Mekke  emin olmayı, Medine vakar ve sükûneti, Kudüs görkem ve azameti gösterir. Üçü birbirini tamamlar, birinin varlığı diğerinin varlı iledir. Birinin yokluğu, dierlerinin de varlığını tehlikeye düşürür. Bu tıpkı ‘İstanbul’un savunması Saraybosna’dan başlar’ sözü gibidir. Saraybosna düşerse, İstanbul’un varlığı ve misyonu tehlikeye düşer.

Mekke İbrahim’e, Medine İsmail’e, Kudüs İshak’a benzer. Biri adamanın en güzelini yaptı. İkincisi kabul edilmiş adak oldu. Üçüncüsü adayanın ve adanının kazandığı lütuf ve bereketle şerefyâb oldu. 

Birisi evlatlarını –müşriklere rağmen- büyük Hicretle Hak uğruna kurban gibi adadı. Mekke, cahiliyye döneminde şirk dininin işgaline uğrasa da tarih boyunca aslında hep Rasullerin yolu, Tevhid’in beşiği idi. Kendi bağrından çıkan Tevhid’in bağlılarını Tevhid uğruna kurban adamaya hazırdı. Medine’nin evlatları adanan oldular. Medine Hak uğruna boynunu uzattı. Esef etmedi. Geri adım atmadı. Kudüs, başarıya ulaşmış bir Tevhid faaliyetinin başkenti oldu. İshak (a.s.), orada Yakub’un babası oldu. Yakub’un soyu Kudüs’te Tevhid emenatini yüklendi ve onu ta Mısır’a kadar onurla taşıdı.

Mekke’den dışarı çıkamayacak, bir kaç kişinin gönlünde geçici bir sevda gibi kalacak, çevredeki şirk seli tarafından sürüklenip götürülecek zannedilen Vahyin daveti Mekke’de güvenin, bereketin, kerametin asırlardır oraya akmasını sağladı. Medine Vahye teslimiyetle huzur buldu, sükûnete erdi, tevazunun, ağırbaşlılığın, efendiliğin, İslami kişiliğin  mümessili oldu. Kudüs, İslâmi davet sayesinde kardeşlerinyle asırlardır süren ayrılıktan sonra buluştu. Âlemlerin Rabbinin İlahi davete verdiği nusret ve azametin gölgesine sığındı. Etrafı mübarek kılınan Mescid-i Aksa özgürlüğüne ve izzetine kavuştu.

Bu üç kutsal belde İslam ümmetine üç önemli emanettir. İmanla emin olma sıfatını kazanan mü’minler, bu değerli emanetleri korumakla mükelleftirler. Ümmet bugün, bu üç emanete nasıl baktığının muhasebesini yapmalıdır. Bu emanetlerin hakkıyla korunduğunun en önemli işareti her üç sembol kentin misyonlarını yerine getirip getiremedikleri hususudur.

Ümmet sadece hac mevsiminde değil, her umre mevsiminde, yani her zaman Haremeyn’i ve Kudüs’ü yeniden düşünmeli. Kudüs’ün bugün niçin ayrı kaldığını, niçin elden çıktığını, nasıl tekrar asıl kimliğine dönebileceğini düşünmeli. Ümmetin her bir ferdi bu konuda sorumlu olduğunu bilmeli ve üzerine düşeni yapmalıdır.

Mirac gecelerini, Kudüs’ün başına gelenleri anmak yerine, S. Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat isimli kitabından mevlid adıyla şiirler ve gazeller okuyarak geçirmek,  asıl maksat olmasa gerek. Mirac gecesi, Rasûlüllah’ın İsra ve Mirac mu’cilerini hatırlattığı gibi, bu mu’cizelerin geçtiği mekanları da, onların şimdiki durumlarını da hatırlatmalı.

Dipnotlar

1- Buhari, F. Salat/6 (1197), Savm/67 (1995). Müslim, Hac/288 (827). Tirmizi, Salat/243 (326)

2- Kurtubi, Tefsir, 2/157

3- N. Bozkurt, M. S. Küçükaşçı, DİA 28/555-556

4- M. Esed, K. Mesajı 1/243

5- Beydaví, Tefsir 1/311. Elmalılı, sad. Tefsir 3/463

6- R. el-Isfahânî, el-Müfredât s: 27

7- el-Keşşâf 2/42

8- A. İbnu Hanbel, Müsned, 4/285

9- N. Bozkurt, M. S. Küçükaşçı, DİA 28/305-306

10- M. F. En-Naal, M. Elfazi’l-Kur’an, s: 688

11- İbni Manzur, Lisânü’l-'Arab, ’mdn’ md. 5/338

12- Lisânü'l-Arab, ‘mdn’, 5/338

13- İ. Kutluer, DİA 28/296

14- Lisanu’l-Arab, 5/340. R. Isfehani, el-Müfredat, s: 253

15- Lisânü'l-Arab, 12/40

16- Elmalılı, sad. Tefsir 5/276

17- Ö. F. Harman, DİA 27/323

18- Lisanu’l-Arab, 12/40

19- A. Küçük, DİA 3/443

20- Buhari, İlim/37 (104). Müslim, Hac/446 (1354). Tirmizi, Hac/1 (809)

21- Buhârî, F. Medine/1 (1867), Cihâd/71,74 (2889-2893). Müslim, Hac/454 (3313)

22- N. Bozkurt, M. S. Küçükaşçı, DİA 28/306

23- M. İslamoğlu, Kelimeler, s: 130