Herkes bir mayaya sahiptir sözü ile herkesin kendine ait bir boyası vardır sözü arasında bir aykırılık var mı?

         Evet herkesin karakter olarak, bir hayat biçimi olarak, anlayış olarak ortaya koyduğu bir mayası vardır. Bu maya, alınan eğitim, sahip olunan kültür ve içinde yaşadığı toplum değerleri ile ilgilidir.

 

         Herkes mayasında olanı yapar. Bu maya ortaya iyi sonuçlar da koyabilir, kötü sonuçlar da. 

         Bu bir anlamda insanın boyasıdır. Boyasını nereden almış, ona bu boyayı kim çalmış? Bir boya sürünmüş ya, acaba nerenin ve kimin boyası? Hangi anlayışın, hangi zihniyetin, hangi kafa yapısının, hangi mahfilin, hangi güç odağının, hangi ideolojinin boyası?

         Hangi boya ile boyanmış, boyasının kalitesi nedir? Ne tür bir boya, hangi renkte ve hangi kalitede?

         Göze hoş gelmesi veya gelmemesi bir yana, tabii mi, uyuyor mu, insanın olması gereken halini yansıtıyor mu?

         İnsanlar zaman zaman bir inanca, ideolojiye, dünya görüşüne veya bir hayat felsefesine göre isim alırlar. Bir anlamda birinin boyasıyla boyanmaktır. O boyanın, o rengin, o görüntünün hayat tarzı ve yaşama anlayışı  olarak üzerlerinde görünmesidir.

         Kur’an insanların hangi boyaya ile boyanmaları, üzerlerinde hangi rengi barındırmaları, hangi boyanın insanın ta iliklerine kadar sinmesi gerektiği harika bir benzetme ile ortaya koyuyor.

         “Allah’ın boyası... boyası Allah’tan daha güzel kim olabilir! Biz O’na ibadet edenleriz.” (Bekara/138)

         İşte bir kelâm harikası... İşte muhteşem bir benzetme... İşte az bir kelâm ile muazzam bir hakikatı ortaya koymada çarpıcı bir örnek...

         Allah’ın boyası...

         Allah’ın verdiği renk, O’nun verdiği isim, O’nun uygun gördüğü fıtrat, O’nun istediği biçim veya tarz, O’nun razı olacağı bir görüntü, ya da isim...

         “Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkup-çekinin ve herhalde müslüman (ismiyle) can verin...” (Âli İmran/102) âyetinde belirtilen ilâhî isimlendirme. Allah’ın nitelemesi, O’nun uygun gördüğü vasıflandırma...

         Burada Allah’ın kendi dinine boya adını vermesi mecazdır. Boyanın etkisi kumaşta nasıl ortaya çıkıyorsa, boya kumaşın en ince ayrıntısına nasıl siniyorsa ve o kumaşa kendi rengini, hatta adını veriyorsa, âdetâ kumaşı yeniden şekillendiriyorsa; dinin öngördüğü ameller ve anlayışlar da o dine bağlı olan kimseler üzerinde öylece görülür. Dinin getirdiği renk ve anlayış, o insanın hayatının her anında, her davranışında,  her amelinde, her görüşünde ortaya çıkar. Din (inanç) her birine nüfuz eder, deyim yerinde ise, insanın ta iliklerine işler.

         Din/dünya görüşü kişiye renk verir, şekillendirir, biçim verir ve mayasını kurar.

         Daha önceden yahudiler, çocuklarını yahudi kalmaları için yıkarlarmış. Bu adet daha sonraları ‘vaftiz’ adıyla hırıstiyanlara geçti. Onlar, çocukları yedi günlük olunca kilisede sarı bir suda yıkarlar. Böylece onu kendi inançlarının boyası ile boyadıklarını, dinlerine kattıklarına inanırlar. Âyet onların bu kanaatini reddedip, asıl tabii boyanın Allah’ın insanın yaratılışına yerleştirdiği İslâm fıtratı olduğunu açıklıyor.

         Allah’ın boyası demek, Allah’ın insanlar üzerinde yaratmış olduğu fıtratıdır. Bu da İslâm’dan başkası değildir. (Kurtubî, Tefsir, ter. 2/362)

         Kur’an, müslümanlara tam bir bağlılıkla İslâm bağlanmalarını, içte ve dışta olan amellerinin hepsini ona uydurmalarını, İslâmın onların bütün zamanlarında temel akide olmasını emrediyor. Öyleki Allah’ın boyası müslümanlar üzerinde belirgin bir sıfat olmalıdır. Bu da ancak İslâm’ın bütün emirlerine isteyerek ve severek bağlanmakla mümkün olur. Öyle ki din onda, tıpkı bir boyanın kumaşa nüfuz edip onun sıfatı olması gibi bir karakter haline gelir.

         “Maddiyatta, tabiatta ve bütün kâinatta, dikkaz ediniz O’nun boyasından daha güzeli var mıdır? Ağaçlara ve otlara, bütün çiçeklere, bilhassa insanların simalarına ve göz renklerine şöyle bir göz atınız, onlardaki doğuştan boya ile insanların sonradan sürdüğü sun’î boyalar arasında kıymet ve güzellik bakımından ne kadar büyük fark olduğunu görürsünüz. Özellikle insanın bedenlerine sürülen ve yaratılışı bozan boyalar, ne kadar arizî, ne kadar çirkin ve yapmacık şeylerdir.

         İşte maneviyatta, din ve ahlâkta da durum böyledir. Din fıtrî bir din, iman ilâhî bir iman, temizlik doğuştan bir temizlik, güzellik doğuştan bir güzelliktir. Sonradan elde edilmeye çalışılan temizlik ve güzellik de aslında doğuştan gelen güzellik ve temizliğin korunmasına yöneliktir. Sonradan ona bulaşmış bir takım pisliklerin giderilmesine dönüktür.

         İnsanları bir paçavra boyar gibi, renkli sıvıya sokup çıkarmakla elde edileceği sanılan iman, sudan bir imandır, çok temelsiz bir dindir. Bunun ne kıymeti var ki? İman ve dini bir boyaya benzetmek gerekirse, biz (müslümanlar) Allah’ın boyası olan fıtrî iman ile ve Allah (cc) tarafından boyanmış olmayı üstün tutarız. Maddi ve manevi bütün temizlik çabalarımız ve güzelliklerimiz hep ilk doğuştan gelen temelin muhafazasına yöneliktir. İslâm dini ve tevhid imanı, insanların Allah tarafından boyanmasıdır. İman, en güzel Allah boyasıdır.” (Elmalılı, Tefsir, 1/426)

         Hangi sun’î boya, Allah’ın tabiatta yarattığı boyalar gibi olabilir? Hangi fabrikasyon boya, hangi insan eliyle meydana getirilen renk, doğal renklerle kıyas edilebilir? Her bir bitkinin, her bir hayvanın, her bir varlığın ayrı bir rengi, ayrı bir fıtrat boyası var. Her bir tabii renk insanı hayran bırakır, her bir renk insanı onu Yaratan Yüce Güce ulaştırır.

         Tıpkı bunun gibi, Allah (cc) insana İslâmı fıtrat/yaratılış dini olarak seçmiştir. Bu din, Allah’ın tabiatta yarattığı renkler gibi tabii, güzel ve eşyanın doğasına uygundur.

         Tarihte ve günümüzde kendilerini güçlü sayan kimileri toplumlara, ya da elleri altında bulunanlara kendi mayalarını vermek, onları kendi renkleri ile şekillendirmek isterler. Bir boya uydururlar; sonra da o boyayı herkese çalmak, herkesi kendi renklerine bağlamak ihtirası taşırlar.

         Bunun anlamı şudur: Onlar, hükmettikleri kişilere kendi ideolojilerini, kendi doğrularını, kendi anlayışlarını aşılamak sevdasındadırlar.

         Kimileri de fıtrat boyasını, tabii boyayı, ya da boyaların/renklerin en güzelini bırakıp, sun’î, yapmacık, doğal güzellikten uzak boyaların, insanların uydurduğu renklerin peşine düşerler. Onların verdiği isimleri benimserler. Onların ideolojilerine inanır, o ideolojinin değer yargılarını hayatlarına tatbik ederler. Yaşantılarının her bir alanında o sahte, o yapmacık, o tabii olmayan boyaların izleri, çirkinliği, iğretiliği görülür.

         Üstelik bu uydurma ideoloji sahipleri kendi boyalarının birinci sınıf boya olduğunu, fakat tabii renklerin, ya da Allah’ın verdiği boyanın zamanının geçtiğini cahilce iddia ederler. Bunlarda ya renk körlüğü vardır, ya da değer ölçüleri altüst olmuştur. Ellerindeki ölçü doğru ölçmemektedir, ellerindeki terazi yanlış tartmaktadır.

         Çağımızda bu sun’î boya yapımcılarının saltanatını ve yersiz yaygaralarını daha çok görmekteyiz. Ellerinde devletler, meclisler, medya, ordular, okullar, uluslararası kuruluşlar ve zavallı köle ruhlu uyurgezerler gibi çok büyük imkanlar bulunmaktadır. Onlar bu imkanları, berbat boyalarının yaygınlaşması ve propangandası için kullanıyorlar.

         Bazen de onların bu sonradan uydurulmuş boyalarına boyanmak istemeyenlere zor kullanıyorlar, yafta takıyolar, aleyhlerinde ellerinden geleni yapıyorlar.

         Onlar, inançları, kanaatleri, anlayışları, değer yargılarını, hükümleri, kuralları, hayat görüşlerini kendilerine göre isimlendiriyorlar, ya da yaftalıyorlar. Kendi boyalarının rengine uymayanlara yanlış, kendi batıl/berbat/yapmacık boyalarının rengine bürünenlere iyi ve doğru diyorlar.        

         Sonra da onların bu fıtrata aykırı bozuk boyalarını benimsemeyenleri çağ dışı ilan ediyorlar. Onlarla çeşitli şekillerde savaşıyorlar. Onlara karşı işledikleri cinayetlere, yaptıkları zulümlere, ortaya koydukları hak ihlallerine, baskı ve tahakkümlere, bazen de iki yüzlü/münafık tavırlara kılıflar uydurular.

         Bu bozuk mayalılar, kendi boyalarını benimsemeyenlerin kendilerine göre hatalarını ve yanlışlarını yaygara kopararak mahkûm ederler, abartırlar ve topyekûn saldırıya geçerler.

         Halbuki insanlar tabii boya ile, yani Allah’ın boyası ile boyansalar, o ilâhî renk onlara bir karakter gibi hakim olsa, bütün hayatlarına, bütün davranışlarının teferruatına o tabii boyanın güzellikleri sinse; hem güzellikleri kuşanmış olurlar, hem doğru görmeyi öğrenirler, hem de zulüm ve haksızlıktan belki geri adım atarlar.

         Bugün bütün bir insanlık bu bozuk boyaların getirdiği renk körlüğünü, bir anlamda kirliliği, çirkinliği, yanlış değer yargılarının yanlış sonuçlarını yaşıyor.

         Toplumlar, ilâhî boyaya inat olsun diye (din ve yaşama biçimi anlamında) boya icat edenlerin karanlıklarında yaşıyorlar.

         Ve bugün insanlık tabii rengin/ilâhî boyanın güzelliklerine ne kadar da muhtaç!

         Öyleyse tarih ve insanlık önünde yeniden şu sözü vermenin zamanıdır:

         “ALLAH’IN BOYASI... BOYASI ALLAH’TAN DAHA GÜZEL OLAN KİMDİR?

         BİZ YALNIZCA O’NA İBADET EDİCİLERİZ/BOYUN EĞİCİLERİZ.”