“Camiler açık amma bütün yolları yasak

Onlar meydana hakim, biz ise camide tutsak”

N. F. Kısakürek

Mısır’ın meşhur gazetecilerinden biri demiş ki; “İslam ülkeleri kendi ordularının işgali altındadır.”

İnsanın kanını donduracak bir iddia… Bir ülkenin kendi ordusu tarafından işgal edilmesi… Kendi beslediği ordu tarafindan işgal edilmiş ülke olmak??? 

Peki, nasil oluyor bu?

Bizim bildiğimiz; bir ülke yabancı ordular/güşler tarafından işgal edilir, yağma edilir, mahvedilir…

Adam saşmalamış diyebilir miyiz?

Üstelik bunu soyleyen de sıradan bir gazeteci değil. Bazı ülkelerdeki gibi sadece gazete köşesinde bir şeyler karalamak için kiralanmış da değil. Mısır’ın hatırı sayılır bir gazetecisi ve önde gelen entellektüellerinden biri. (Adını unuttum, ama bir yerde okumuştum.)

Kafadan atılmış, rastgele söylenmiş bir söz değil bu.

Müthiş bir durum tesbiti. İslâm ülkeleri kendi ordularının işgali altında olması… Vay canına, çoklarının kutsal, mübarek, yüce sandıkları bir yapı/kurum hakkında söylenenlere bak… İşgal ordusu gibi olmak… Kendi ülkesini işgal etmek... Kendi memleketini ele geçirmek...

Çok acıtıcı, çok incitici, çok şaşırtıcı…

Adam müslümanların tarihine bakmış, yirminci yüzyılda gelişen olaylara bakmış, olup biteni gözlemledikten sonra bu kanaate varmış. gerçeği gormus.

Siz de etrafınıza bakınız, olanları daha derinden gözlemleyiniz, İslâm ülkelerinin neden perişan, neden sorunlu olduğunu, neden süründüğünün sebepleri üzerinde biraz daha kafa yorunuz, sanırım bu gazeticinin söylediklerini yabana atmayacaksınız.

Siz isterseniz bu iddiaya şunu da ekleyebilirsiniz: Halkı müslüman olan   ülkeleri kendi aydınlarının ve bürakrasisinin de işgali altındır.

Gerçekten halkı müslüman olan ülkelerin yakın tarihine bakarsanız, içerdeki yetki sahiplerinin, dışardan gelebilecek düşmandan çok o ülkeye zarar verdiklerini, halka daha fazla çektirdiklerini, onları daha fazla huzursuz ettiklerin, gorursunuz. Ellerindeki yetkileri haksız yere ele geçirdikleri için sürekli bir korku yaşıyorlar, o korku sebebiyle halkı hasım görüyorlar, onları kontrol altında tutmayı deniyorlar. Kimileri de halkı cahil, sürü, köylü, çarıklı, göbeğini kaşıyan, yönetimden anlamaz sayıp onları gütmeyi kendilerine vazife edinirler.

Bunlar sürekli halkın değerleriyle savaşmış/savaşıyor, halkı dönüştürmeye kalkınmadan çok emek sarfetmiş/sarfediyor, kendi insanına hiç bir zaman güvenmemiş, onu aşağılamış, onu adam etmeye yeltenmiş/yelteniyor.

Bazıları da ellerindeki silah/yetki/makam gücüyle sahip oldukları ideolojileri/anlayışları/hayat tarzını zorla halka dayatmaya kalkışmış/kalkışıyor. 

Böyleleri muhaliflerini sindirmek için baskının her türlüsünü, zulmün her çeşidini uyguladıkları gibi, yeri gelince kendi halkını bombalamaktan bile çekinmezler.

Bunların çoğu halkına yabancılaşmış, ya dış işgalcilerin adamı, ya da başka uyguralıkların aptal bir hayranı olmuş, sonra benzemeye çalıştıkları toplumların değerlerini kendi halkına dayatabilmiştir/dayatıyor.

Bu çerçevede kendi halkının giyiminden muziğine, zevkinden örfüne, dilinden edebiyatına, geleneğinden inancına kadar ne varsa, hepsinden rahatsızlık duymuşlar ve onları değiştirmeye çalışmışlar/çalışıyorlar.

Değiştirmek ne kelime, bu gibi değerleri düpedüz yasakladılar.

Bu kadrolar Necip Fazıl’ın deyişi ile “işgal ordularının bile yapamadığını” yapmışlardır/yapıyorlar.

İnsan düşünmeden edemiyor; acaba İslâm ülkelerinden herhangi birini işgal eden işgalciler o ülkeye, bu yerli işbirlikciler kadar zarar vermişler midir?

Acaba işgal devam etseydi, yerli işbirlikcilerin yaptığı tahribatı bu kadar yaparlar mıydı?

İşgal ettikleri ülkenin bütün maddi ve manevi varlığına, değerlerine ve tarihsel mirasına bu kadar saldırırlar mıydı?

Acaba halka bu kadar eziyet etmeye, zulmetmeye, bastırmaya cesaret ederler miydi?

Halkın günün birinde patlaması, yeter arık demesi, ayaklanması korkusu taşırlar mıydı?

Halk yabancı bir işgalciye her zaman tepki gösterir haklı olarak.

Ya baltanın sapı kendinden olursa…

Ya işgalci kendi soyundan gelen birisi ise…

Ya işgalci/hasmı kendi vergisiyle kurulan okuldan yetişmiş ise…

Ya o işgalci maaşını cebinden ödediği ve kendi işini görmesi için yetki emenet ettiği okumuşlar/memurlar/bürokratlar, hatta kendi eliyle seçip meclise gönderdiği kimse ise…

Ya bu zalim, kendisiyle aynı ismi taşıyan bir kimse ise…

O halk ne yapsın? O halk niçin şoke olmasın? O halk nasıl küçük dilini yutmasın? O halk nasıl ‘yahu bu nasıl oluyor?’ diye sormasın?

Ve o halk bu sarmaldan nasıl kurtulsun? Bu belayı nasıl def etsin? Bu yerli işgalcilerden yakasını ve vatanını nasıl kurtarsın?

Evet, bu nasıl oluyor?

İslâm ülkelerinin kaderi bu mudur? Bu ülkelerin insanın günahı nedir ki bu travmayı/belâ ve musibeti sürekli yaşıyor?

Eski işgalciler bu kadar güçlüler mi ki, bu yerli işgalcileri bu kadar güzel ayarlamışlar? Kendileri uzakta olsalar da, orduları o ülkede olmasa da, birileri onların çıkarlarının bekçiliğini, onların ideallerinin takipçiligini, onların kavgasını verdikleri davaların kavgasını veriyorlar?

Bu nasıl bir beceriklilik ki, adamların masaları uzakta ama, elleri ayakları ta bu ülkelerinin derinliklerinde?

Nasıl oluyor da onlar bir şeye niyet ediyorlar da, bir bakıyorsunuz, bu ülkelerde çok şeyler onların istekleri gibi oluveriyor. (Bu eskiden emperyalistlerin sömürgesi olmuş bütün ülkelerde böyle değil mi?)

Hatta bazı ahmaklar işi o kadar ileriye götürürler ki, taklit etmeye çalıştıkları ülkeler istemese de, ha onlar böyle isterler, onlar böyle şeylerden razı olurlar düşüncesiyle, halklarına daha fazlasını çektirirler. Daha fazla değiştirmeye çalışırlar.

İşte bu işgale şapka çıkartılır…

İşte bu başarıya aferin denir…

İşte bu marifeti kutlamak gerek…

Bunu nasıl becerdiler, bu tezgâhı nasıl kurdular, bu başarıya nasıl ulaştılar?

Ve kendi memurlarının/evlatlarının işgali altında olmak bir ülke insanına neler hissettirir?

Düşünmeye değer…

Eğer, hayrola nerde imiş bu kendi evlatları tarafından işgal edilmiş İslâm ülkeleri? diye sorarsan ben de derim ki,

- Kardeşim sorduğun soruya bak…