-      ‘Ehl-i beyt’, ‘ehil ve beyt’ kelimelerinden meydana gelen Kur’anȋ bir

kavramdır. Bu terkip kavramı daha iyi anlamak için öncelikli olarak ‘ehil ve beyt’ kelimelerinin  anlamlarına ve Kur’an’daki kullanımlarına bakmak gerekir. Bunların başka âyetlerde hangi manada kullanıldığını bilmek bu ifadeyi anlamamızı kolaylaştıracaktır. 

 

 

-      Sözlükte ehil

Kişinin ehli, kendisiyle birlikte aynı meskende bir arada bulunanlardır.  Bunun da akrabalık açısından olması doğaldır.

 Bunun çoğulu el-ehlûne veya el-ahâli’dir. ‘Ehlu’l-emr’; bir kimsenin bakımını üslenme, ehl-i beyt; bir evde oturanlar, ev halkı, ehl-i mezheb; her hangi bir dini benimseyen demektir.

‘Ehlu’r-recul’; kişinin hanımı (zevcesi) manasındadır. (M. F. En-Naal, M. el-Fazı’l-Kur’aniyye, s: 117) Nitekim izdivaca (evlilik yapmaya) ehil kökünden gelen ‘teehhele veya ehhele/evlendi, ehil edindi’ fiili de kullanılır. ‘Ehellekalluhu leke fi’l-cenneh/Allah seni cennette evlendirsin’ duası, ‘Allah (cc) seni ve ehlini orada da bir araya getirsin’ demektir.  (Müteehhil demek, evli demektir. Osmanlı müelliflerinden Kutbüddin İznikî’nin, Mürşidü'l Müteehhilîn/Evliler için rehber’ adlı bir kitabı bulunmaktadır.)

Yine ehilleştirilmiş yabani hayvanlara ‘ehil veya ehlȋ’ hayvan denilir.

Bir kimse misafir olarak gelirse ona; ‘Merhaban ve ehlen veya ehlen ehlen’, yani merhaba, bizim yanımızda senin için rahat edeceğin bir yer var, bu evin halkı (ehl-i beyt’i) sana iyilikle muamele edecektir’ denir.   (R. Isfehanȋ, Müfredât, s: 36. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 1/186)

Hoş geldin içn de ‘ehlen ve sehlen’ denildiğini hatırlayalım.

Ehil aynı zamanda bir şeye mansup olmayı, layık olmayı, bir şeyi hak etmeyi de anlatır. Bu anlamda Kur’an’da ‘ehl-i kitap, ehl-i incil, ehl-i zikr, ehl-i takva, ehl-i mağfirah, ehl-i karye, ehl-i Medyen, ehl-i Medine/Yesrib’ gibi terkipler yer almaktadır.

Ehil kelimesinin yüzaltmıştan fazla âyette kullanıldığını ekleyelim.

Ehil sözcüğünün pek çok hadiste kişinin hanımı, ev halkı veya bir şeye ehil olma anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Mu’cemu’l-Müfehres, 1/130-132

 

-      Sözlükte beyt

‘Beyt’ kelimesinin aslı ‘Bâte’ fiilidir. Bu da insanın gece sığındığı yer

demektir. Buna göre beyt, gecelenen, kişinin geceyi geçirdiği yer demektir. Bu bir çadır da olabilir.

Buradan hareketle meskene (konuta) gecelemek hesaba katılmaksızın ‘beyt-ev’ denmiştir. Çoğulu ‘ebyât veya büyût’tur. Ancak meskenler için büyût, şiirdeki iki mısralık kısımlara beyitten-ebyât denilmesi daha yaygındır. (R. el-Isfehanî, el-Müfredat, s: 83. İbni Manzur, Lisanu’l Arab, 2/186)

  • Kur’an’da beyt; Beyt sözcüğü Kur’an’da tek başına ve isim takısı (muzaf)

olarak 19 âyette geçiyor.

Bunlardan yedi tanesi Kâ’be’yi işaret ediyor. Bunlardan biri hariç diğerleri belirlilik takısı ile ‘El-Beyt’ tarzında geçmektedir. İki âyette de ‘beyti-benim evim’ (Bekara, 2/125. Hac, 22/26), başka bir âyette İbrahim Peygamberin dilinden ‘Beytike/senin evin’ (İbrahim, 15/37) şeklinde geçiyor.

Bu demektir ki ‘el-Beyt’ sıradan bir ev değil, Allah’ın kendisine ‘Ev’ dediği yeryüzünde Allah adına yapılan ilk mâbedtir. Zaten müslümanlar Kâ’be’ye Beytullah/Allah’ın Evi demektedir.

Mesela, “Biz Beyt'i (Kâ'be'yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık...” (Bekara, 2/125)

“İbrahim ve İsmail Ma’bed'in temellerini yükseltirken yalvardılar: “Ey Rabbimiz! Bunu kabul et; Sensin her şeyi bilen, her şeyi duyan” (Bekara, 2/127, 158. Ayrıca bak. Âli İmran, 3/96-97. Enfal, 8/35. Hac, 22/26)

Kureyş Suresinde şöyle deniliyor: “(Hiç değilse kendilerini) Kureyş'i 'bir araya getirip anlaştırdığı, Yaz ve kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp yakınlaştırdığı için. O halde bu Ev'in (Kabe’nin) Rabbine kulluk etsinler, O ki, aç kalmasınlar diye onları beslemiş ve tehlikelerden emin kılmıştır.”

İki âyette ‘Beytu’l-Haram’ (Maide, 5/2, 97), İki âyette ‘Beytu’l-Atîk’ (Hac, 22/29, 33) formunda geliyor.

Tûr dördüncü âyette geçen ‘beytu’l-ma’mur’ ise yedinci kat gökte meleklerin ziyaretgâhı olan bir makam, yahut Kâ’bedir Hadislere göre burası Mirac’ta Hz. Peygamber’e gösterilmiştir. (Buhari, Bedyu’l-Halk/6 (3207). Müslim, İman/259 (411). Nesai, Salat/1 (449))

Ali İmran/96. âyette şöyle denilir: “Şüphesiz, alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke'deki (Kâ’be)dir.”

Bunun dışında Kur’an ‘beyt-ev’ sözcüğünü bilinen ‘ev’ anlamında farklı ayetlerde kullanıyor.

Mesela, Firavunun hanımının duasında Cennette istediği ‘beyt/ev’ oldukça anlamlı olsa gerek. (Tahrim, 11)

Yine Kur’an Allah’tan başkasını dost ve yardımcı sayanların halini örümceğin evine benzetiyor. (Ankebut, 29/41)

Beyt’in çoğulu ‘büyût’tur ve bu Kur’an’da yirmidört sûrede 34 defa geçmektedir.  Bunların çoğu bilinen ev anlamında kullanılıyor. Ancak evlerden bazılarına özel işaret edildiğini görüyoruz. Kimi zamanlar mü’minler, çevreleri kendilerine dar gelmeye başlayınca eve sığınarlar, evlerini ma’bed haline getirirler. Tıpkı Hz. Musa’nın kavmi gibi:

“Biz de Musa ile kardeşine: “Şehirde halkınız için bazı evleri sığınak edinin” diye vahyettik, “ve (onlara deyin ki) ‘Evlerinizi ibadet yerine dönüştürün; ve namazda devamlı ve kararlı olun!’ Ve (sen ey Musa!) inananları (Allah'ın yardımıyla) müjdele!” (Yunus, 10/87)

Allah’ın adının  anıldığı evler (büyût) mescitlerdir ve değerlidirler. (Nûr, 24/36) Kâ’be’nin ve mescitlerin ev diye nitelenmesi, onların mü’minlerin dinî ve ahlakî kişiliklerini koruyan, onları Allah’a yaklaştıran ve kendisine sığınılan güvenli (harem) yerler olması sebebiyledir.

Eve sahip olma şuuru ve ev edinme imkanı Allah’ın insanlara bir lutfudur:

“Ve size, dinlenme yeri olarak kendinize ev (yapma imkan ve yeteneğini) veren;...Allah'tır.” (Nahl, 16/80)

Peygamber (sav) de ilk vahyi aldığı zaman önce ‘ev’e döndü, yani bir anlamda aldığı vahyin ağırlığını taşıyabilmek için kendi evine, ehline sığındı.

İlginçtir; Allah (cc) karıncaya da insanlar için şifa kaynağı olan bal yapabilmesi için dağlardan evler (büyût) edinmesini bildiriyor. (Nahl, 16/68)

 

-       Genel anlamıyla ‘ehl-i beyt’

 ‘Ehl-i beyt’ sözlükte ‘ev halkı’, ‘evde oturanlar’, ‘evde bulunanlar’, bir evi mekan olarak paylaşanlar demektir.

‘Ehl- beyt’ tabiri, bir kişiye nisbet edildiği zaman, o kişinin, eşini, çocuklarını ve yakın akrabalarını içine aldığı kabul edilmektedir. Nitekim arap örfünde de ‘ehl’ kelimesi evde bulunan hanımları ve çocukları kapsardı.

Bu tabir, cahiliye Arap toplumunda kabilenin hakim ailesini ifade ederken, İslâmî dönemde sadece Hz. Peygamberin ailesi ve soyu anlamında kullanılmıştır. İslamî kültürde ‘ehl-i beyt’ denildiği zaman mutlak anlamda Hz. Peygamber’in ev halkı kasdedilir. (R. Isfehanî, Müfredât, s: 36)

‘Âl-i Muhammed, Âl-i Âba, Âl-i Kisa’ tabirleri de aynı anlamda kullanılmış olup her ikisi de Peygamberin ev halkını ifade ederler.

 

-      Kur’an’da ‘ehl-i beyt’

‘Ehl-i Beyt’ tabiri Kur’an’da üç âyette geçmektedir.

  • Birincisi; Hz. İbrahim’in bir hanımıyla ilgili olarak:

Ve gerçek şu ki, İbrahim'e (semavî) elçilerimiz müjdeyle geldiler, (ve) “Selâm olsun!” dediler; o da (onlara): “(Size de) selâm olsun!” diye karşılık verdi ve sonra da onların önüne kızarmış bir buzağıyı getirip koymakta gecikmedi.

Fakat ellerinin yemeğe gitmediğini görünce onların bu davranışı tuhafına gitti; onlardan yana içine bir korku düştü.(Ama) onlar: “Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik” dediler.

Ve (yanlarında) ayaküstü bekleyen karısı, orada öyle (sevinçle) gülümsüyordu; işte bu haldeyken o'na İshâk'ı[n doğumunu] müjdeledik ve İshâk'ın ardından da (o'nun oğlu) Yakub(un doğumunu).

(İbrahim'in karısı:) Olacak şey değil! “Ben yaşlı bir kadın, kocam da yaşlı bir adam iken, hâlâ çocuk mu doğuracağım? Doğrusu, şaşılacak bir şey bu!”

 “Allah'ın dilediğini gerçekleştirmesini mi yadırgıyorsun?” dediler, “Allah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey ehl-i beyt/bu evin halkı, (hemen hatırlayın ki,) her zaman her övgüye layık olan O'dur; şanı çok yüce olan O!” (Hûd, 11/71-73)

Bu âyette ‘ehl-i beyt’ diye kasdedilen kimselerin Hz. İbrahim ve hanımı Sâre’dir. Hitabın çoğul olarak gelmesi ev halkının birden fazla olduüuna delalaet eder. Bu ayette ‘beyt’ belirlilik takısıyla geldi. Çünkü kendisinden bahsedilen ev Hz. İbrahim’in evidir.

 

  • İkincisi; Hz. Musa’nın bebekken suya bırakılışı anlatılırken.

Firavun’un bilginleri, İsrailoğullarından doğacak birinin saltanatı için tehlikeli olacağını söyleyince, o onlardan doağcak bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Ancak Allah’ın (cc) hesabı ve hikmeti farklı idi.

“Musa'nın annesine, "O(çocuğu)nu emzir, başına bir şey gelmesinden korkuyorsan (bir sandık içinde) onu suya bırak, korkma, üzülme biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu elçilerden yapacağız." diye vahyettik.

Ve (sonunda) Firavun ailesi(nden biri) o'nu buldu (ve kurtardı): çünkü (Biz) o'nun ileride, Firavun'un, Hâmân'ın ve onların maiyetindekilerin gerçekten yanlış yolda olduklarını görerek karşılarına bir düşman ve bir üzüntü (kaynağı) olarak çıkmasını (dilemiştik).

Ve Firavun'un karısı, (Firavun'a): “(Bu çocuk) hem benim hem de senin için göz aydınlığı (olabilir)” dedi, “Onu öldürmeyin; belki bize faydası dokunur; yahut o'nu evlat edinebiliriz!” Ve (pek tabii, bunları konuşurken, olacak olanlardan) haberleri yoktu.

Bu arada, Musa'nın annesi yüreği acıyla dolup taşarak sabahı etti; öyle ki, eğer (sözümüze olan) inancını sonuna kadar canlı tutması için yüreğini iyice güçlendirmemiş olsaydık o'nun kim olduğunu az kalsın açığa vuracaktı.

Annesi Musa'nın ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.

Biz daha önceden (annesine geri verilinceye kadar) onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir ev halkı (ehl-i beyt) göstereyim mi? dedi.” (Kasas, 28/4-12)

Bu âyette de ‘ehl-i beyt’ tabirinin, Hz. Musa’nın ailesi hakkında kullanıldığı açıktır. Kelime âyette belirlilik takısı olmaksızın ‘ala ehl-i beytin’ şeklinde geliyor.

Bu da Musa’nın ablasının Firavun’un yanında kendi evlerini değil, içinde çocuğa bakabilecek bir dadının olduğu herhangi bir evi, ya o evde olan bir süt anneyi söz konusu ettiğini gösterir. Asıl amacının ise, böylece kendi annesini saraya getirmek olduğunu anlıyoruz.

Hz. Musa’nın ablası; “Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile (ehl-i beyt) göstereyim mi?” dedi.Eskiden bazı ülkelerin soylu ve hali vakti yerinde aileleri genellikle çocuklarını yetiştirmeleri için süt annelere (dadılara) teslim ederlerdi. (Peygamberimizin de Hz. Halime’ye verildiğini ve onun yanında dört yıl kaldığını hatırlayalım.) Aynı adet belki eski  Mısır'da da vardı. Musa'nın (as) kızkardeşi uygun bir dadı getirebileceğini değil de, onu özen ve sevgiyle yetiştirecek bir ev halkını bulabileceğini söylemesi dikkat çekicidir.

Buradaki ehl-i beyt’in sadece hz. Musa’nın annesine mi, yoksa onun ailesinin tümüne mi gönderme yaptığı açık değil. Söz konusu olan görünüşte süt annelik ve iyi bir bakım ise kasdedilen annedir. Eğer dadı çocuğa süt vermek üzere saraya değil de, çocuk süt annenin yanına geçici olarak veya arada bir veriliyor idiyse; o zaman ablanın kasdı Musa’nın bütün ailesidir. Elbette bu aile Hz. Musa’ya gözü gibi bakacak, onu en güzel bir şekilde yetiştirecektir.

Buradan Kur’an’ın Hz. Musa’nın ailesine ‘ehl-i beyt’ dediğini, o eve sevgi ve muhabbetin hakim olduğunu, o evden yetişenlerin salih ve muttaki insanlar olduğunu anlıyoruz. Şüphesiz bütün bunlardan ne Firavun’un, ne de onun yanındaki kötü yardımcılarının haberi yoktu.      

Böylece sandığa konularak nehre bırakılan çocuk bağrı yanık anneye geri dönmüştür. Annenin içindeki korku gitmiş, Allah’ın hükmüne teslimiyet geri gelmiştir.  

Böylece biz onu annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çoğu bunu bilmez.” (Kasas, 28/13)

 

  • Üçüncüsü, Peygamberimizin (sav) hanımlarından bahseden

âyetde (Ahzab, 33/33).

 

-Kavram olarak ‘Ehl-i beyt’

Öncelikle bu terkip (kalıp) kavramın içinde geçtiği ayetlere bakalım:

“Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.

Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.

Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.

Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (Ev Halkı)! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.” (Ahzab, 33/30-34)

Gerek farklı rivâyetler, gerek kavramın arap örfündeki manası, gerekse âyetin kesin bir sınır çizmemiş olması, kimlerin Ehl-i Beyt’e dahil olduğu konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Olay sadece bir âyetin farklı yorumuyla sınırlı kalsaydı mesele kalmazdı. Ama Ehl-i Beyt’e verilen farklı anlamlar İslâm tarihinde son derece önemli olayların, itikadî ve siyasî görüşlerin, hareketlerin, grupların, anlayışların ve ictihadların, hatta kavgaların çıkmasına sebep olmuştur.

Bu ayette geçen ‘ehl-i beyt’ kavramı kimilerine göre sadece Peygamberin hanımlarını, kimilerine göre onlarla birlikte Hz. Ali, Hz. Fatıma ve onların çocuklarını ve ilave olarak Selmani Farisi’yi, kimilerine göre Peygamberin bütün müslüman akrabalarını işaret etmektedir. (Şevkani, Fethu’l-Kadir, s: 1368. İbniu’l-Cevzi, Zadu’l-Mesir, s: 1124. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/94. Öz, M. DİA Ehl-i Beyt mad. 10/498-500. Tabatabai, H. El-Mizan, 16/327-238)

Şia’dan büyük bir grup, Hz. Ali, Hz. Fatıma, onların çocukları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve onun soyundan gelen dokuz imamı (toplam oniki imamı) Ehl-i Beyt kabul etmektedirler.

Onlara göre âyette geçen ‘tathir’ kelimesi Ehl-i Beyt mensuplarının günah işlemekten karunmuş (masum) olduklarını gösterir. Allah (cc) onları sürekli temiz tutmuş, her türlü hatayı onlardan gidermiş, yerine hakikati yerleştirmiştir. Onlar Peygamberin evinde yetiştikleri veya o soydan geldikleri için İslâmı en iyi bilen kimselerdir.   (H. Tabatabâî, El-Mizan, 16/330. Öz, M. DİA Ehl-i Beyt mad. 10/498-500)

Pek çok Sünnî alim, ‘Ehil’ kelimesinin anlamından, Tathir âyetinin (Ahzab 33) özellikle Peygamberin hanımlarıyla ilgili olarak inmesinden ve bu konuyla ilgili gelen hadislerden yola çıkarak değerlendirme yapmış ve Ehl-i Beyt; Rasûlüllah’ın hanımları, çocukları ve onun örtüsü altına aldığı kimselerdir görüşüne sahip olmuşlardır. (Müslim, F. Sahabe 61 (6261). Tirmizî, Tefsir 34/8 (3205))

Hûd suresi 73. âyete göre kişinin hanımı onun ehl-i beytindendir. (İbni Hayyan, Tefsir, s: 960. İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 2/187)  Yukarıda geçtiği gibi arap örfünde de ‘ehil’ kelimesi evde bulunan hanımları ve çocukları da kapsar. Ayrıca Ehl-i Beyt’ten bahseden âyet, ‘sizler’ zamirini kullanarak Peygamber evindeki erkekleri ve kadınları işaret etmektedir. Yine ‘Kisa/örtü hadisi’nde de Peygamber (sav) Hz. Ali, kızını ve torunlarını örtü altına alarak Ehl-i Beyt’in geniş sınırını göstermiştir.

Sünnî alimlere göre, Ehl-i beyt, Peygamber ailesine mensup olma şerefini taşımakla birlikte günahtan korunmuş (masum) değillerdir. Tathir âyeti onların günahsız değil, ilâhî ölçülere uydukları zaman günahtan temizlenebileceklerini haber veriyor. Nitekim Kur’an bu kelimeyi diğer müslümanlar hakkında da kullanıyor. (Mâide, 5/6. Tevbe, 9/103)  

 

-      Son söz

Peygamberimiz (sav) Veda Hutbesinde ümmetine iki emanet (Kur’an ve Sünnetini) bıraktığını, onlara sarıldıkları sürece sapıtmayacaklarını buyurmuştur. (Ebu Dâvûd, Menâsik/56 (1905). İbni Mâce, Menâsik/84 3704). Muvatta, Kader/3)

Müslim’deki rivâyet ise ‘Ehl-i beyt’i söz konusu ediyor: “Size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi Allah’ın kitabıdır. Onda mutlak hidayet ve nûr vardır. Bundan dolayı ona sımsıkı sarılınız. Diğeri de Ehl-i Beytim’dir. Ben onlar hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum” buyurmuştur. (Müslim, F. Sahabe/36 (6225). Tirmizî, Menâkıb/32 (3786, 3788))

Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Allah size nimet verdiği için O’nu seviniz. Beni Allah sevgisi sebebiyle seviniz. Ehl-i beytimi de benim sevgimden dolayı seviniz.” (Tirmizî, Menâkıb/32 (3789)

İslâm ümmeti Ehl-i Beyt’i sever, saygı gösterir ve onların İslâmî ahlâklarını, dindarlıklarını, mücâhedelerini, takvalarını ve zühdlerini örnek alır. Öğütlerini dinler, adlarını hürmetle anar. Her namazda Hz. Peygamber’e ve O’nun ev halkına dua/salat eder. Ama hiç bir zaman onları olağanüstü, hatasız, lâyuhti saymaz.

Ehl-i beyt rivâyetlerinin, onun etrafında ortaya çıkan münakaşaların ve görüşlerin İslâmın ilk dönemlerindeki siyasî olaylardan, daha sonraları ise cemaat/mezhep taassubundan etkilendiğini hesaba katmak gerekir. Bugün bu meseleye tarihi olaylar, klik ve cemaat açısından, parçacı bir yaklaşımla değil, Kur’an ve sahih sünnet bütünlüğü açısından bakılması gerektiğini tekrar hatırlayalım.

(Ehl-i Beyt hakkında Türkçe daha geniş bilgi için: Varol, H. Ehl-i Beyt Gerçeği. Öz, M. DİA Ehl-i Beyt mad.)

 

Hüseyin K. Ece

17.9.2011

Zaandam-Hollanda