-          Sözlükte şehâdet/şehîd

‘Şehâdet’, ‘şe-hi-de’ fiilinin masdarıdır. ‘Şe-hi-de’fiili  sözlükte; bir olaya şâhid olmak, bildiğini söyleyip tanıklık etmek, bir yerde hazır bulunmak, bir şeyin iç yüzünü bilmek, haber vermek, muttali olmak, sözle ifade etmek ve bilmek demektir[1].

 

Şehîd, bu fiilin fail-özne kalıbıdır. Kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda kendisine güvenilen, şehâdeti güçlü kimse demektir. Aynı kökten gelen şâhid de fail–özne kalıbındadır ve ‘şehide’ fiilindeki  anlamların hepsini yapan demektir.

Şâhid, bir şeye tanık olan, bir olaya tanıklık eden, bir şeyin yanında hazır olan ise, şehîd, bütün bunları daha güçlü bir şekilde yapan demektir [2].   

 

-          Kur’an’da şe-hi-de fiili

‘Şe-hi-de’ fiili Kur'ân'da fiil ve çeşitli türevlerde 160 defa geçmektedir. 

Bu türevlerden en çok kullanılanı, ‘şehîd’ (çoğulu: şühedâ) ve ‘şâhid (çoğulu: şâhidîn/şâhidûn-tanık olan, gözleyen), ‘meşhûd’ (gözlenen, tanık olunan), ‘istişhad’ (tanıklık, gözleme, görerek bilip öğrenme) kelimeleridir.

‘Şe-hi-de’ fiili çeşitli kalıplarda; geçmiş zaman, şimdiki ve gelecek zaman, emir kipi, tekil ve çoğul olarak ellibir yerde geçmektedir.

Bu kökten gelen ‘şâhid ‘kalıbı tekil ve çoğul (şâhidîn/şâhidûn) olarak yirmibir defa,

‘şehîd’, otuzbeş defa, bunun ikilisi olan ‘şehideyn’ bir defa,

şehîdin çoğulu olan ‘şühedâ’ yirmi bir defa,

masdar halinde ‘şehâdet’ yirmiüç defa,

bunun çoğulu olan şehâdât’ üç defa,

Aynı kökten gelen ve şâhit olunan anlamındaki ‘meşhed’ bir defa, ‘meşhûd’ ise 3 defa geçmektedir[3].

 

-          Kur’an’da şâhid

Şâhid, bir olayın meydana gelişini gören kimse, tanık demektir.Kur’an’daki kullanımların

çoğu Türkçede kullandığımız şahidlik/tanıklık anlamındadır. [4] 

Şâhid aynı zamanda şehâdet getiren, Allah’tan gelenlerin hak olduğuna yürekten tanıklık eden ve kabul eden, ‘eşhedü’ diyen mü’mindir. Onlar tıpkı Hz. İsa’ya inanan havariler gibi dua ederler.

“Ey Rabbimiz! Bize yücelerden indirdiğine inanıyor ve bu Elçi'ye tâbi oluyoruz; o halde bizi [hakikate] şâhidlik yapanlarla bir tut!”[5] 

“Onlar Bu Elçi'ye indirileni anlamaya başladıkları zaman gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün, çünkü ondaki hakikatin bir kısmını tanırlar; [ve] “Ey Rabbimiz” derler, “Biz inanıyoruz: öyleyse bizi hakikate şâhidlik yapanlar ile bir tut.” [6]

Hz. İsa’dan gökten bir sofra indirmesini isteyen Havariler, bunun gerekçesini “şâhidlik yapanlardan olalım” şeklinde açıkladılar.[7] 

Şâhid; Kur’an’da Hz. Muhammed’in peygamberliğine tanıklık eden şeyler [8],   

inkârcıların kendi aleyhlerinde şahitlik yapmaları[9]

Hz. İbrahim’in (as) Rabbinin gökleri ve yeri yaratan Allah olduğunu şâhit olması[10]  anlamlarında kullanıyor.

Kur’an Hz. Muhammed’i (sav) de ‘şehîd’ veya ‘şâhid’ sıfatıyla anıyor. O, hem kendi ümmeti için, hem bütün insanlar için bir ‘şâhid’ olarak gönderilmiştir. 

Hz. Muhammed (sav) insanlığa bir şâhid olarak gönderildiği üç âyette vurgulanıyor.

« Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şâhid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” [11] (Bakınız: Müzemmil 73/15)

Şâhid, tanık  anlamına, hayatını imanına şahit kılan ve çağına şâhid olan” anlamına geldiği gibi, ‘örnek, model’ anlamına da gelir. [12]  

Allah (cc) da kendisini ‘şâhid’ olarak da niteliyor.

« Ve Davud ile Süleyman[ı da an]. Hani bu ikisi, bir topluluğa ait koyun sürüsünün geceleyin girip otladığı bir ekin hakkında hüküm vereceklerdi ve Biz de o'nların bu hükümlerine tanık (şâhid) idik.” [13]  

Allah (cc) kendi varlığına bizzat kendisi ‘şehâdet’ ediyor. Aynı şehâdeti melekler ve ilim sahibi kimseler de yaparlar. Diğer insanların da bu şehâdete katılmaları işin tabiatı gereğidir.

“ALLAH, [bizâtihî Kendisi] ile melekler ve hak ve adaleti gözeten ilim sahipleri O'ndan başka tanrı olmadığına şahidtir: O'ndan başka tanrı yoktur, Kudret ve Hikmet Sahibi(dir)”. [14]

Peygamberlerin kendilerine yüklenilen görevi kabul etmeleri üzerine “... Allah: O halde şâhid olun; ben de sizinle birlikte şâhidlik edenlerdenim”  buyurmuştu. [15]

 

-          Kur’an’da şehîd

‘Şehid’, ‘şahid olan, tanıklık eden, kesin bir haberi veren, hazır olan’ gibi anlamlara gelir.

‘Şehid’, aynı kökten türemiş diğer kelimelerle beraber daha çok Türkçe’de şahitlik-tanıklık olarak bildiğimiz manada kullanılmaktadır.

 Allah'ın güzel isimlerinden biri olarak el-ş-şehid, kendisinden hiç bir şey saklanamayan, her şeye şahid olan ve hiç bir şeyi unutmayan demektir. Şahit olma, bir şeyin bizzat yanında hazır olmayı hatırlatır. Allah ğaybı ve gizli-açık her şeyi bilmesiyle ‘Alim-bilen’, her şeyden haberdar olmasıyla ‘Hâbir-haberi olan’, açık ve ğayb olan şeylere şahid olması açısından da ‘eş-Şehid’tir.

 ‘Şehid’ kelimesi yirmi kadar âyette Allah (cc) hakkında kullanılır. “Allah her şeye ‘şehîd’tir, -şâhidtir-’” veya “şehîd’ olarak Allah yeter” şeklinde geçmektedir.[16]

Kur'an Hz. Muhammed'i de (sav) ‘şehîd’ sıfatıyla anılmaktadır. Çünkü O, hem kendi ümmeti için, hem bütün insanlar için bir ‘şâhid-model’ olarak görevli kılınmıştır.  

“Size bundan önce müslüman ismini O verdi. Bunun sebebi, Rasûl sizin üzerinize, sizler de insanlar üzerine ‘şehid’ (tanık) olasınız diye.”[17]

‘Şehid’ ismi Allah hakkında kullanıldığı gibi insanlar hakkında da kullanılmaktadır. Bu kullanımların daha çok Türkçe’deki ‘şahitlik-tanıklık’ anlamı taşıdığını görmekteyiz.

‘Şehid’in çoğulu ‘şühedâ’ Kur’an’da daha çok ‘şâhidler’ manasında kullanılmaktadır. Bu çoğul hali müşrikler hakkında kullanıldığı zaman, sahte tanrılar, müşriklerin yardımcı sandığı kimseler veya onların lehine şehâdet edecekleri umulan kimseler manaları anlaşılmıştır.

İslâm ümmeti de diğer insanlar üzerine ‘şühedâ’-şehîdler’ olarak seçilmiştir.

“Böylece sizi, insanlara ‘şühedâ-şahitler (ve örnek) olmanız için vasat (orta) bir ümmet kıldık: Peygamber de sizin üzerinizde ‘şehid-tanık’ olsun…”[18]

 

-          Kur'an'da şehâdet

 Kur'an şahidlik olayına ‘şe-hi-de’ fiilinin çeşitli kalıplarını kullanarak yer veriyor. Bu kullanımların hemen hepsinde insanın şehâdetinden, tanıklık yapmaktan, bir şeye bizzat şâhid olmaktan, bir şeyin doğruluğunundan emin olmaktan söz ediliyor.

Kur’an’da ‘şehâdet’ farklı kullanım yerlerine göre ; hazır olma, açık belirti, bizzat görme, şahidlik yapmak, yardım etmek manalarında kullanılmıştır.

Kur’an, ‘şe-hi-de’ kökünden türeyen  kelimeleri üç temel anlamda kullanmıştır.

Birincisi ;  gözlemek, algılamaktır. Mutaffifîn 21. âyetinde olduğu gibi

İkincisi ; şehâdet etmek, tanıklık yapmaktır. Pek çok âyette bu anlamda kullanılıyor.

Üçüncüsü ;  ise yemin etmektir. Münafıkûn 1. âyetinde olduğu gibi.

Bu her üç anlamın arasında sıkı bir ilişki vardır. İnsan şâhidlik ederken yemin eder veya bir şeyi görünce de şâhidlik eder. Bir kimse ‘eşhedü-ben şahidlik yaparım ki’ derken şu üç manayı kasdetmesi gerekiyor: Allah’tan başka tanrı olmadığını hem aklı hem de kalbi ile algılamak, görmüşcesine bilmek. Bu bilgi ve algıyı dille ifade etmek. Bu ifadenin, tıpkı hakkında yemin ettiği şeyler gibi kesin ve tereddütsüz olması kasdetmek. [19]

Kur’an’da on âyette Allah’ın şehâdet âlemini ve ğayb âlemini bilen (âlimu’l-ğaybi ve’ş-şehâdeh) olarak geçiyor. Bunlar : En’am 6/73. Tevbe 9/94, 105. Ra’d 13/9. Mü’minun 23/92. Secde 32/6. Zümer 39/46. Haşr 59/22. Cumua 63/8. Teğâbun 64/18. âyetleridir. Burada Kur’an ‘şehâdet’i ‘ğayb’ın karşıtı olarak kullanılıyor.

Mesela; “… O, yaratılmışların idraklerini aşan şeyleri de, onların duyuları veya akılları ile kavrayabileceklerini de bilir: yalnızca O'dur gerçek hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan.”[20]  

Şehâdet terimi (lafzî anlamı, “şehadet edilen [veya, “edilebilen”] şey”), bu ve benzeri bağlamlarda ğayb'ın (yaratılmış varlıkların idraklerini aşan şey) tam karşıtı olarak kullanılmıştır. Böylece, yaratılmışların kavramsal veya duyusal olarak kavrayabilecekleri gerçeklik tezahürlerini kapsar. [21] (M. Esed. Meal. S: )

Şehadet, insanın algı alanına giren şeyleri, ğayb ise gerçekliğin algılanamayn kısmı ifade eder.[22]   

“İbrahim'in, İsmail'in, İshâk'ın, Yakub'un ve onların soyundan gelenlerin ‘Yahudi’ yahut ‘Hristiyan’ olduklarını mı iddia ediyorsunuz?”  De ki: “Allah'tan iyi mi biliyorsunuz? Allah tarafından kendisine verilen bir delili örtbas edenden daha zalim kim olabilir? Ama Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”[23]

Burada gizlendiği ifade edilen ‘şehâdet’, ehl-i kitabın İslâmı hak dini olmasını gizlemeleridir. Zira onların kitaplarından bu yazılı idi.[24]

Yine buradaki şehâdet ; Hz. İbrahim hanif olduğuna dair ehl-i kitabın gizlediği Allah’ın şehâdeti,

Hz. Peygamberin geleceğine dair Kitab-ı Mukaddes’te yer alan haber[25]  (Nitekim Bekara 146. Ayete göre ehl-i kitap Hz. Muhammed’i öz oğullarını tanıyor gibi tanırlar. Bu nedenle Allah onlara hitaben : « Hakkı batılla karıştırmayın ve bildiğiniz halde hakkı gizlemeyin » diyor.[26] )

ilâhî hakiaketlere ait bilgiler ve isbatlardır[27] ,

günlük hayatta kullandığımız şâhitlik[28] anlamlarında tefsir edilmiştir.

Şehâdet diğer âyetlerde genelde tanıklık yapmak şâhit olmak, şâhit getirmek gibi  manasında geçmektedir. Mesela : « .. Artık şâhit olduğunuz şeyi (şehâdeti) gizlemeyin ; her kim onu gizlerse onun kalbi günahkar olur. Zira Allah yaptıklarınızı çok iyi bilir. »[29]

Bir âyette ‘Allah’ın şehâdeti’ şeklinde yer alıyor.[30]  Bunu Allah’ın şâhitliği, Allah’ın huzurunda şahit olunan şey, Allah’ın bildiği şey, Allah adına yapılan şâhitlik,  Allah’ın yerine getirilmesini emrettiği tanıklık, Allah’ın adı anılanarak yapılan yemin şeklinde anlamak mümkün.

‘Şehâdetin’ en büyüğü Allah’a ait olandır.  Bu, O’nun tarafından bilinen şeydir,  ya da O’nun bildirdiği şeylerdir.[31]  

Kıyamette kulak, göz, dil, el, ayak ve derilerin kişinin aleyhinde konuşmalarına, yaptığı kötülükleri söylemelerine[32], kâfirlerin küfürlerini ikrar etmelerine de[33]  şehâdet denilmiştir.

İnsanın var olması bir anlamda ‘şehâdeti’ yerine getirmesi içindir. Bazı mü’minlerin “Yarabbi! Bizi şehidlerden yaz’ diye dua etmeleri bu gerçeğe işaret etmektedir.[34]

Olgun mü’minler, bu anlamdaki ‘şehâdetlerini’ hakkıyla yerine getiren kimselerdir.[35] Kur’an’ı tam anlayabilmek için bu evrensel ‘şehâdeti’ bütün anlamıyla yerine getirmek gerekir. Çünkü Kur’an, bu ‘şehâdeti’ insanlara bildirmek için geldi.

 

-          Şehâdetin İşleyişi

 ‘Şehâdet’ bir şeyi yerinde ve yanında gözlemektir. Bu gözlem kafa gözüyle olabileceği gibi kalp gözüyle de olabilir. Mü’min bir kimse bünyesine yerleştirilen şuur ve kabiliyetle elde ettiği ilim ve düşünce sayesinde varlığı/eşyayı tanır. Bu eşya ister şehâdet âleminde olsun, isterse gayb âleminde olsun, farketmez. Zira bu tanıma (ma’rifet) onu Yaratıcı’ya götürecektir.

Bu da bir ‘şehâdet’ olayıdır. Yani Allah’ın kendi varlığının delili olarak yarattığı eşyanın ve onun üzerindeki Allah’ın tasarrufuna/müdahelesine‘şâhidlik’ etmektir.   

Güçlü bir iman marifeti, marifet de mü’mindeki basireti artırır. Basireti artan bir iman sahibi, âlemdeki Allah’ın ‘şâhidlerini’ daha iyi anlar. Varlıktaki ‘şâhidlerin’ farkına varmak kişiyi gerçek ‘şehâdet’ etmeye ulaştırır.  Mademki âlemdeki canlı cansız, yerde ve gökte olan her şey, kendi lisan-ı haliyle kendini yaratanı ve sahibini tanıyor, O’nun Rabliğine şâhidlik ediyor; öyleyse aklı başında, şuurlu bir varlık olan insana düşen de tıpkı evrendeki şeyler (eşya) gibi şâhidlik mertebesine ulaşmaktır. Onlarla birlikte ‘şâhidler’den olmaktır. 

Kişi, gerek nefsiyle, gerekse duyularıyla bir şeyin doğruluğunu anlarsa ve o şeyin doğru olduğundan emin olursa; onu itiraf eder, onun öyle olduğuna tanıklık eder.

Kur’an Allah’ın (cc) varlığını ‘ğayb-şehâdet’ süreci olarak ortaya koyuyor ve insanı çeşitli şekillerde buna ‘şâhit’ olmaya çağırıyor. İşte bu ‘şehâdet’ insanın kaçamayacağı bir tanıklıktır. Zira yerde ve gökte olan her şey bu tanıklığı yapmaktadır.[36]  

 

-          Şehadetin süreci

Şehâdetin insan bünyesinde üç zamanını görmek mümkündür:

1-Allah’ın (cc)  insanların benliklerini kendi Gerçeğine şahid tuttuğunu Kur’an haber vermektedir. Bu ‘elest bezmi’ diye bilinen sözleşmedir (misak’tır). Bütün insanlar fitratlarıyla Allah’a ve O’nunla ilgili gerçeklere ‘şehâdet’ etmişlerdir ve etmektedirler.[37]

2-İnsan dünyaya geldikten sonra, dünya hayatının cazipliğe kapılarak bu ‘şehâdeti’ unutabilir. Ahirette ona ‘sana bir uyarıcı peygamber gelmedi mi?’ sorusu sorulduğu zaman ‘nefislerimize karşı şehâdet’ ederiz’ derler.[38]

Bu itiraf; hem varlık dünyasının Allah’a ait olduğunu, hem de varlığın sahibi Allah’ın insanlara elçiler gönderdiğini kabul etmektir. Böylece iman edenler dünya hayatında da bu ‘şehâdeti’ sürdürmeye davet ediliyorlar.

3- Kişi zaman içerisinde bilerek ve farkında olarak, gerek bünyesine yerleştirilen âyetlerden, gerek âlemdeki kevnî âyetlerden, gerekse çevresinden edindiği şuurla Hakikat’i anlamaya çalışır.  

Böyle bir tanıklıkla yola çıkan kimse bütün bir hayatını bu şehâdet üzerine bina eder. Bu şehâdetini her gün bir şekilde defalarca yeniler. Bu yenileme tefekkür ile olabileceği gibi, zikir (hatırlama) ile ve itaat (ibadet) ile de olur. Böyle yapan bir müslüman (Hakikat açısından) canlı şâhid/şehîd sayılır.

 

13.01.2013

Zaandam/Hollanda

 



[1] Ragıb el-Isfehani, el-Müfredat, (İstanbul: Kahraman, 1986), 392.

[2] İbni Manzur, Lisanu'l-Arab, , 8/151-153.

[3] M. Fuad Abdulbaki, Mu'cemu'l-Müferres, (İstanbul: Çağrı, 1990), 388-390.

[4] Kur'an, Hud 11/17. Yusuf 12/26. Ahkaf 46/10. Kasas 28/44. Saffât 37/150.

[5] Kur'an, Âli İmran 3/53.

[6] Kur'an, Mâide 5/83

[7] Kur'an, Mâide 5/113.

[8] Kur'an, Hûd 11/17.

[9] Kur'an, Tevbe 9/17.

[10] Kur'an, Enbiyâ 21/56.

[11] Kur'an, Ahzab 33/45. Bir benzeri: Fetih 48/8.

[12] M. İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur'an, (İstanbul: 2008), 54.

[13] Kur'an, Enbiyâ 21/78.

[14] Kur'an, Âli İmran 3/18 .

[15] Kur'an, Âli İmran 3/81.

[16] Kur'an, Hacc 22/17. Fussilet 41/53. İsra 17/96. Âli İmran 3/98) .

[17] Kur'an, Hacc 22/78. Ayrıca bak. Nisa 4/41 .

[18]Kur'an, Bakara 2/143.

[19] Said Havva, İslâm, 1/32.

[20] Kur'an, En’am 6/73.

[21] M. Esed, Kur'an Mesajı, (İşaret, 1997), 240.

[22] M. İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur'an, (2008), 236.

[23] Kur'an, Bekara 2/140.

[24] C. Taberi, el-Camiu'l-Beyan, (Beyrut: 2005), 1/626.

[25] M. Zamahşeri, el-Keşşaf, (Beyrut: 1995), 1/96.

[26] Kur'an, Bekara 2/42.

[27] Heyet, Kur'an Yolu, (Ankara: 2003), 1/139.

[28] H. Yazır Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, (İstanbul: ), 1/428.

[29] Kur'an, Bekara 2/283.

[30] Kur'an, Maide 5/106.

[31] Kur'an, En’am 6/19.

[32] Kur'an, Fussilet 41/20-21. Nûr 24/24. Yâsîn 36/65.

[33] Kur'an, En'âm 6/130 .

[34] Kur'an, Âli İmran 3/53. Maide 5/83.

[35] Kur'an, Mearic 70/33.

[36] Kur'an, Hadid 57/1. Haşr 59/1. İsra 17/44

[37] Kur'an, A’raf 7/172-173.

[38] Kur'an, En’am 6/13).