Mescid, secde edilen yer, cami, namazgâh demektir. ‘Eğilmek, boynu bükük olmak’ anlamına gelen secde kelimesinin mekan (yer) ismidir. Bu anlamda secde edilen bütün yerler ‘mescit’tir.

Kavram olarak; içerisinde ibadet etmek üzere yapılan bütün yapılara verilen addır. Mescidin çoğulu ‘mesâcid’tir. Türkçede küçük mabetlere ‘mescid’, büyük mabetlere de ‘camii’ denilmesi daha yaygındır.

 

Kâinattaki varlıkların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler. (13/Ra’d, 15. 16/Nahl, 49) İnsanlardan bazıları da inanarak ve isteyerek secde ederler. İsteyerek secde eden insana Allah (cc), kendisine mecburen secde eden kâinatı ‘mescid’ yapmıştır.

Kur’an’da, Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Dırar isim olarak geçer.

Mescidler, birer beytullahtır (Allah’ın evidir). Yani her biri bulundukları yerde Kâbe’nin bir şubesi gibidir. Öyleyse oralarda Allah’ın dışında hiç bir ilâha dua ve ibadet edilmez. (Cin, 72/18)

Yeryüzünde ilk defa inşa edilen mescid, Mescid-i Haram’dır. (Âli İmran, 3/69) Peygamberimiz, daha Medine’ye gelmeden Kuba mescidini, Medine’ye gelince de ilk iş olarak Mescid-i Nebi’yi yaptırdı. Böylece müslüman bir toplumun hayatının ortasında ‘mescitler’in olması gerektiğini gösterdi.

Peygamber’i örnek alan müslümanlar gittikleri her yere mescidler, camiiler yapmışlardır.  Çünkü mescid, mü’minlerin secde–ibadet yeri olduğu gibi, onların buluşma yerleri, eğitim ve öğretim, toplumsal sorunlarının görüşüldüğü yerlerdir. Bu anlamda mescid müslüman toplum hayatının ortasında yer alır.

Mescidlerin süslenmesi, gösterişli olması önemli değildir. Önemli olan, oralara temiz giyimli, takva ahlâkı üzere ve cemaat şuuruyla gidebilmek, mescidlerde dirilebilmektir. Bir hadiste geçtiğine göre Peygamberimiz (sav) mescidlerin aşırı süslenmesini hoş karşılamamaktadır. (İbni Mace, Mesâcid/2 no: 739-741) (Günümüzde mescitlerin aşırı süslenmesi, buna rağmen cemaatın azlığı ve şuursuzluğu acıdır.)

Mescidler, takva üzerine kurulur ve insanlar orada arınmaya çalışırlarsa gerçek fonksiyonlarını yaparlar  

Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve Ahiret gününe inanan, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar imar ederler. İşte bunların doğru yolda olup başarıya ulaşacakları umulur.” (Tevbe, 9/8)

Allah’ın mescidlerini yıkmaya kalkanlar veya mü’minlerin oraya gitmesini engelleyenler en büyük zalimlerdir. (Bakara, 2/114)

İslâma göre üç mescide özel ziyaret yapmak helâldir: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebi. (Müslim, Hacc/74 no 1338. Buharî, Salat-ı Mescid-i Mekke/1, 6. Savm/67. Ebu Davud, Menâsik, no: 2033. Tirmizî, Salt/243 no: 326)

Müslümanların hayatı ile mescid arasında sıkı bir bağ vardır. Hadislerde gönlü mescide bağlı olan gençler övülmüş, cemaatla namaz teşvik edilmiş, cemaatla kılınan namaz, yirmiyedi derece üstün tutulmuştur. Orada yüksek sesle konuşmak, alış veriş yapmak doğru değildir. Ancak bu demek değildir ki oralarda sadece belli konuşmalar yapılır, müslümanların dünya işleriyle ilgili konuşulmaz. Şüphesiz müslümanların bir araya gelme yeri olan mescitlerde müslümanların sorunlarının dile getirilmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Müslüman toplumu ve onlardaki İslâmî hayatı ve şuuru camii ve mescidler ayakta tutar. Mescidler bu görevlerini yapamaz duruma gelince, sıradan birer bina durumuna veya tarihî eser konumuna düşerler.    

Mescidler, müslümanların hayatlarının ve toplumlarının merkezindedir. Mescidlere camii denilmesi, onların fonksiyonları ile ilgilidir. Camii kelimesi toplayan, biraraya getiren demektir. Mescidler de müslümanları biraraya topladığı için kendilerine bu isim verilmiştir. Gerçekte camiiler, İslâm ümmetini fizikî ve duygusal olarak tevhid eden (biraraya getiren) yerlerdir. Camiiler, müslümanlara cemaat şuuru verdiği gibi, İslâm’ın vahdet (birlik) dini oluşunu da sembolize ederler.

En ideal islâmî hayat Peygamber Hz. Muhammed’in yaşadığı hayat olduğuna göre, en ideal mescid tipi de O’nun Hicretten hemen sonra yaptırdığı ve Kur’an’ın takva üzerine kurulu mescid diye övdüğü (Tevbe/108) Mescidü’n-Nebi’dir. O mescidin özelliklerini hatırlarsak, zamanımızdaki camiilerin nasıl olması gerektiğini de anlamış oluruz.

Peygamber mescidi, her şeyden önce bir mabedti. Sahabeler oraya gelir, Peygamberle beraber namaz kılar, O’nun dilinden vahy’i ve vahyin nasıl anlaşılması gerektiğini öğrenirlerdi.

Peygamber mescidi, aynı zamanda bir mektep, bir buluşma yeri, yabancıların misafir edildiği bir misafirhane, istirahat yeri, spor merkezi, düğün yeri, fakirlere ikramda bulunma yeri ve bir kültür evi idi. Peygamber orada insanları irşad eder, orada ders verir, toplumun meseleleri orada çözer, yabancı elçileri bile orada kabul ederdi. Bunun yanında O, mescidde spor oyunları yapılmasına izin vermiş, insanların davalarına orada bakmış, misafirlerini orada ağırlamıştır.

Bugün mescidlerin bütün bu işlerde kullanılması gerekmez. Ama onlar,  müslümanların hem mabedi, hem sosyal hayatın merkezi, hem de mektebidirler. Müslümanlar kendilerini mescidlerde, orada yapılan çeşitli ilmi faaliyetlerle yetiştirirler.

Camiiler İslâm toplumunda pasif ver kuru birer bina değil, aktif faaliyetlerin yapıldığı, çok yönlü kullanılan işlevsel bina olmalılar.

Atalarımız, yukarıdaki hizmetleri ve daha başkalarını yapabilmek için camiilerin yanlarına farklı binalar yapmışlar ve hepsine ‘külliye’ demişler. Dikkat edilirse bütün İslâm ülkelerindeki eski camiiler külliye biçimindedir.

Camiiler, şu kesimin, falanca şahsın, falanca siyasi rejimin değil;

bütün islâm ümmetinin vakfı ve hizmet etmek üzere onların malı olmalıdır.

Helâl para ile yapılmalı ve mutalaka sivil olmalı. En azından İslâmı anlatmada sivil kalmalılar.

Camiiler, müslümanların kimliği, desteği, sığınağı, barınağı, ifadesi ve gözbebeğidir. Onlar, varlığımızın isbatı, İslâmı hür bir şekilde yaşayabilmenin sembolüdürler.

Camiiler öyle bir konumda olmalılar ki, oraya ilâhî nur inebilsin.

Şair M. Ali Şener, mabedler hakkında ne kadar güzel diyor:

 

“Açıldı kilidi esir ruhumun,

Mabedde bularak anahtarını,

Önünde hıyabân geniş ve uzun,

Dualar yıkadı günâhlarını,

 

Semadan indi nûr, gökten indi nûr

Bir anda nurlarla kaplandı mabed

Bir yanda saadet, bir yanda huzur

Tutuştu elele ezel ve ebed.”

 

Hüseyin K. Ece

16.7.2011

Zaandam