Savaşın, çekişmenin ve kavganın iyi bir şey olduğunu kimse iddia edemez. (Zalimlerin zulmüne, fesatçıların fesadına, işgalcilerin işgaline engel olmak üzere yapılanları bundan ayırıyorum.)

Bir kimsenin herhangi bir yerde rızkını güven içinde çalışıp kazanması, sonra güven içinde evine dönmesi, -eğer varsa- çoluk çocuğu ile evinde sükûnet içinde yaşaması ne kadar da güzeldir.

 

Sabah evden ayrılırken gözü arkada kalmıyorsa bir kimsenin, evimi yağma ederler, çoluk çocuğumun başına bir iş gelir korkusu taşımıyorsa, bu ne kadar büyük bir saadettir. Kişi, bununla mutlu olur, bununla yaşadığından bir şey anlar.

Tam tersi olsa… İnsan böyle bir şeyi aklına bile getirmek istemez.

Güvenlik, kimsenin kendisine zarar vermeyeceğinden emin olarak yaşamak mutluluk kaynağıdır. Emniyet, su gibi, gıda gibi, uyku gibi insan için zaruri bir ihtiyaç ve sükûnet kaynağıdır.

Kavgadan sonra herhalde hiç kimse evine huzur içinde gidemez. Evinde bu halde çok rahat oturamaz. Kavgada ister haklı olunsun ister haksız. Sanırım sonuç aynıdır.

Günümüzde de savaşlar, kavgalar, haksızlıklar, sövüşmeler, çirkin sözler devam edip duruyor. Dünyada uygulanan mevcut hukuk sistemleri içinde bunlara bir çare var mı? Hangi beşeri sistem bu gibi hastalıkları tedavi edebilir?

Hadi diyelim hukuk sistemleri, kendilerine intikal eden davalara baktılar, hadi diyelim adaletle karar verdiler. Ama olay olmadan önce nasıl önlenebilir? Kalplerin derinliğindeki öfkeyi, kin ve nefreti, intikam hırsını ne ile giderebilirler?

Bir kimseyi başkası hakkında kötü konuşmaktan hangi hukuki düzenleme alıkoyabilir? Hangi vicdani kanaat onu frenleyebilir? Çirkin ve ayıp şeyleri konuşmaya alışmış birini, nasıl bu huyundan vazgeçirebilirsiniz?  

Acaba bunlar azaltılamaz mı? Bunları önlemenin bir yolu var mı?

el-Cevap: Elbette var.

Nedir o diye sorulacak olursa; Deriz ki:

-İslâmın bütün ibadetleri ve özellikle oruç (sıyam).

Denilebilir ki, ibadetlere rağmen, oruca rağmen müslümanlararası ne kavgalar bitiyor, ne savaşlar, ne de sövüşmeler... Müslümanlar her sene oruç tutmalarına rağmen ahlâkî açıdan çok iyi oldukları söylenemez.

Doğrudur. Demek ki müslümanlar ibadetleriyle sadece Allah’a borçlarını ödediklerini zannederek yapıyorlar. İbadetlerin kul üzerindeki ‘ıslah ve terbiye’ edici hedeflerini bil(e)miyorlar. Ya da öyle ibadet ediyorlar ki, bu hedefler gerçekleşmiyor. 

Bazıları bedenine oruç tutturuyor ama duygularına tutturamıyorlar. Öfkelerine ve hırslarına hakim olamıyorlar. Orucu hayatlarına taşıyamıyorlar. Midelerine giden yolu bağlıyorlar ama öfkeye giden hırslarını bağlıyamıyorlar. Yemiyorlar-içmiyorlar ama manen ölü eti yemeye devam ediyorlar. Yani gıybet ediyorlar, dedi-kodudan vazgeçmiyorlar. Ağızlarını yeme içmeye karşı bağlıyorlar da dillerini çirkin sözlere, sövüp saymaya karşı bağlıyamıyorlar.

Hz. Ebu Hureyre (ra): "Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Nice oruçlular vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır. Nice gece namazı kılanlar vardır ki, onların da kârı gece uykusuz kalmaktan ibarettir." (İbni Mace, hadis no: 6487)

Demek ki oruç tutmaktan amaç yemeyi ve içmeyi terk değildir. Oruç tutmanın daha başka ve çok önemli hedefleri vardır.

Bunu ‘ıslah, terbiye ve güzel ahlâk’ diye özetlemek mümkün. Davranışların en güzelini yakalamak. Herkese karşı güzel davranmak. Herkesin hakkına riayet edecek bir dürüstlüğü, kimseyi kırmayacak kadar bir nezaketi öğrenmek. Bedenini temizlediği gibi, ağzını, duygularını, hatta niyetini bile temizlemek, nezih hale getirmek. Nefsi güzel (hasene) olan şeylere alıştırmak, çirkinliklerden ve edepsizliklerden alıkoymak.

Zira nefsini arındıran kurtulur. (Şems, 110/9) Kurtulmak ne kelime; iki dünyada da mutlu olur.

İşte muhteşem bir ölçü daha oruçlular için:

“Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!'' desin (ve ona bulaşmasın).” (Buhari, Savm/2, 9, Libas/78. Müslim, Sıyâm 164 (1151). Muvatta, Sıyâm/58. Ebu Dâvud, Savm/25 (2363). Tirmizi, Savm/55, (764). Nesâi, Sıyâm/41.  İbnu Mâce, Sıyam/1, (1638), Edeb/58, (3823).)

Hani oruç bir kalkan gibiydi, sahibini koruyan bir şeydi ya… Oruç tutan  orucu insanı sarıp sarmayalayan, kucaklayan, koruyup kollayan bir elbise gibi, bir yuva gibi bürünsün. Namaz da insanı kötülüklerden ve çirkin işlerden alıkoyan, müslümanı aşırılıklardan koruyan bir ibadet değil miydi? (Bak: Ankebut, 29/45)

Evet, gerçekten hakkıyla kılınan (Kur’an’ı ifadesiyle ‘ikame edilen’) bir namaz, sahibini dinin hoş görmediği kötülüklerden, müslüman ismine yakışmayan edepsizliklerden uzaklaştırır.

Bir kimse hem namaz kılıyor, hem de hâlâ ahlaksız, hâlâ zâlim, hâlâ edepsiz ise, bir kimse hem namaz kılıyor hem de çevresine zarar veren bir kimse ise; o kimse kıldığı namazı gözden geçirmek zorundadır.

            Bir kimse her yıl Ramazan orucu tutuyor, Fıtır bayramını idrak ediyor, Kurban kesip Hacca gidiyor, ama hâlâ müslümana yakışmayan işlerle meşgul oluyorsa, hâlâ hırsız ve hak yeyici ise, hâlâ kötü davranışlarını ısrarla sürdürüyorsa; bu işte bir yanlışlık var demektir.

Acaba aç mı kalınıyor, yoksa oruç ibadeti mi yerine getiriliyor?

Toplumdaki gelenek mi sürdürülüyor, savm gibi müstesna bir fırsat mı elde ediliyor?

Kültürel değerler mi yaşatılıyor, Allah’a daha yakın olmanın imkanı mı kazanılıyor?

Ramazan günleri yemek tarifleriyle, eğlence ve çümbüşle mi geçiriliyor, yoksa Kur’an’ı hayatın merkezine yerleştirme bilinci mi yakalanıyor?

İşte bir ölçü daha: Resûlüllah (as) şöyle buyurdu: “Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm/8, Edeb/51. Ebu Dâvud, Savm/25, (2326). Tirmizi, Savm/16, (707).)

            Müslüman sözünü, özünü, işini ve herkesle/her şeyle ilişkisini güzel yapan insandır. Onun bulunduğu yerde her türlü güzelliklerin yer alması gerekir. Bunun tersi oluyorsa müslüman, inandığı dinin sunduğu imkanları kaybediyor demektir. İslâmın onun hayatında amaç olarak belirlediği hedefe ulaşamıyor demektir.

Kavga, çekişme, savaş ve zulüm ıslah değil, fesattır.

Kötü söz, yalan, sahtekârlık, haksızlık ve hak yeme, baskı ve şiddet; din diliyle münker olduğu gibi aynı zamanda fesattır.

Ramazan öyle yaşanmalı, öyle bir oruç tutulmalı ki kötülükler asgariye insin, fesat azalsın, güzellikler, erdem ve insanî duygular artsın.

Yunus Emre’ye rahmet olsun, ne güzel demiş: “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı/Söz ola ağulu aşı/Yağ ile bal ede bir söz”.

Şimdilerde: “oruç ola kese savaşı, oruç ola kese kin ve düşmanlıkları, oruç ola kese günahları ve kötülükleri, oruç ola dirilte yürekleri, oruç ola ıslah ede bizleri” demenin zamanıdır.

Bu manada Ramazan ve oruç ıslahı, güzel ahlâkı ve her türlü barışı kişiye ve topluma ulaştıran kutlu bir elçi gibidir.

Bu elçiyi kabul edenleri tebrik etmek gerek.

Hüseyin K. Ece

22.06.2014

Zaandam/Hollanda