Ramazan bayramına Arapça’da ‘ıydu’l-fıtr/fıtratın-yaratılışın bayramı’ denir. Bu bayramın hikmetini ve önemini daha iyi kavrayabilmek için öncelikle ‘fıtrat, fıtr’ ve ‘bayram’ kelimelerini açıklamak gerekir.

‘Fıtrat’ kelimesinin kökü ‘fatr’dır. ‘Fatr’ sözlükte, uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, icat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek anlamlarına gelir.

‘Fıtrat’ buna ‘te’ harfini ilavesiyle yapılan bir isim masdardır. Sözlükte, yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi manaları vardır. (Fîruzâbâdi, el-Kâmusu’l-Muhît, 456)

Aynı kökten gelen ‘iftar’ orucu açmak, ‘infitar’ ise yarılmak, açılmak, fışkırmak demektir ki Kur’an’da bir sûrenin adıdır.

Bu masdarın fail (özne) ismi olan ‘Fâtır’, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Bunun anlamı, yeri ve gökleri Yaratan demektir. (35 Fatır/1. 6 En’am/14. 12 Yûsuf/101. 14 İbrahim/10. v.d.)

‘Fatr’ veya ‘fıtrat’ ilk yaratılışı ifade ettiği gibi, devam eden bir yaratılışı da anlatır. Yani Allah her şeyi yoktan var ettiği gibi, yaratmaya devam ediyor.

‘Fatr veya fıtrat’, bir şeyi yoktan ve örneksiz var etmek ve onu, belli bir hedefe doğru açıp-ortaya koymak, dal budak saldırmaktır.

Bir cisimden başka bir cismin meydana gelmesi, ona ait tohumun yarılıp açılmasından, filizlenip büyümesinden meydana gelir. Gelişen o canlı tekrar tohuma dönüşmekte, tohum tekrar filizlenip aynı cins canlının neslinin devamını sağlamaktadır. Bu sürekli oluşum bir ‘fatr’ olayıdır.

Bunu Yaratan da ‘Fâtır’ olan Allah (cc)tır.

Evrendeki her ölüm yeni bir oluşumun, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Dünyanın ölümü bile Ahiret hayatına bir doğuştur.

Bir şeyin ilk defa yokluktan ortaya çıkışı veya bir maddeden (tohumdan) meydana gelişi bir ‘fatr’dır. Bunun ortaya çıkış biçimi veya taşıdığı özellikler de ‘fıtrat’tır. Her yaratığın ‘fıtrat’ üzere kazandığı özelliklere de onun ‘tabiatı’ denir.

Kâinattaki –insan dahil- bütün varlıklar Allah’ın kendileri için var ettiği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz.

Kur’an şöyle buyuruyor:

“O halde yüzünü, Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değişme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (30 Rûm/30)

Bu ayette geçen ‘fıtrat’ın insandaki inanma ve ibadet etmeye meyli ve kabiliyeti anlamına geldiği söylenmektedir. Nitekim Peygamber (sav) de bütün insanların İslâm fıtratı (kabiliyeti) üzere yaratıldığını açıklıyor. (Bakınız: Buharî, Cenaiz/80, 93. Müslim, Kader/22. Ebu Davud, Sünnet/18. Tirmizî, Kader/5) 

Allah (cc) bütün insanları kendine inanma ve ibadet etme, verdiği nimetlere şükretme kabiliyetinde ve bunlara meyilli olarak yaratmıştır. Bu bakımdan İslâm fıtrat’ın dinidir. (Geniş bilgi için bakınız: İslâmınTemel Kavramları, s: 161)

Bayram’ın Arapçası ‘ıyd’dır. Bu da âdet halini alan sevinç ve toplanma günü demektir. Her yıl tekrar geldiği ve insanlar bu günlerde sevindiği için bu isim verilmiş.

Bayram kelimesinin ise aslı Farsça ‘bezrem veya bezrâm’ kelimesidir. Oğuz Türklerinden beri ‘beyrem veya bayram şeklinde kullanılmaktadır. (S. Erdem, DİA, 5/257)

Her toplumun, her milletin kendine göre sevinç günleri bayramları vardır. Bu bayramların kayanğı, dinî olabileceği gibi kültürel de olabilir.

Müslümanın ömürlük bayramı Hacc, yıllık iki bayramı Ramazan ve Kurban bayramları, haftalık bayramı da Cuma günüdür. Kurban bayramının Hac günlerinde olduğunu düşünürsek, hacca gidemeyenlerin bu sevinci evlerinde kurban kesrek veya diğer müslümanlarla birlikte bayram yaparak yaşadıklarını görüyoruz.

Peygamberimiz Hicretten sonra Medine’de bazılarının Nevruz ve Mihrican bayramlarını kutladıklarını görünce; “Allah (cc) sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, Kurban ve Ramazan bayramıyla değiştirmiştir” buyurdu. (Ebu Davud, Salat 245, Nesâî, Salatu’l-Iydeyn 1.)

Ramazan Bayramı’na niçin ‘ıydu’l-fıtr’ denilmiş?

Bunun iki önemli sebebi olduğu düşünülebilir. Bunlardan birincisi; Allah (cc) bizi insan ve İslâm fıtratı üzere yarattığı için ona sevinmenin, ona şükretmenin, onu daha çok hatırlamanın zamanı olduğu için.

İnsan yaratılmışların en şereflisidir. Zira insanda olan kabiliyetler yani fıtrat hiç bir varlıkta yoktur. Üstelik fıtratımız hem irademizi kullanarak kendi isteğimizle dünya da çok şey yapmaya müsait, hem de Yaratan’ı tanıyıp O’na şükretmeye müsait. Allah (cc) insanı öyle yarattı ki, insan aklıyla, düşünüyor, icat ediyor, yapıyor, onarıyor, icat ediyor, ortaya maddi manevi sayısız ürünler koyabiliyor.

İnsandaki akıl ve irade olağanüstü bir yetenek ve özgürlüktür. Bu yetenek ve özgürlük ona verildi ki dünya hayatını iyi yaşasın, dünyayı imar etsin, sorumluluklarını yerine getirsin, yeryüzünün efendisi/halifesi olsun.

İşte Ramazan Bayramı yani ıydu’l-fıtr, bu fıtrata şükür zamanıdır. Bu yaratılışa teşekkür vaktidir. Bu müstesna özellikleri Veren’i yeniden ve daha çok hatırlama anıdır.

Nitekim Ramazan bayramı namazından önce vermemiz gereken sadakanın adı da ‘zekâtü’l-fıtr’dır. Bu Türkçe’de ‘fitre’ diye bilinir.

Fitre de, işte bu fıtrat üzere ve insan olarak Yaratan, bize insanî kabiliyetler veren Allah’a şükür olsun diye muhtaçlara yapılan bir yardımdır.

Bayram ve fitre, yani ‘ıydu’l-fıtr ile zekâtu’l fıtr’ birbirini tamamlar.

Birisi fıtratın şükrü, diğeri fıtrata sevinmenin âlametidir.

Birisi, fıtratın karşılığının asla ödenmez olduğunu itiraf, diğeri bu temiz fıtrata sevinmenin, bunu Ramazan’a bağlı olarak yapmanın fırsatıdır.

Bu bayrama fıtır bayramı (ıydu’l-fıtr) denmesinin ikinci sebebi de Ramazan’ın bitmesi, artık gündüzleri yeme içmenin serbest olmaya başlamasıdır.

Bu asla ‘oh oruçtan kurtulduk, ağzımızı bağlamaktan azat olduk’ gibi saçma bir sevinci değil, Ramazan’ı oruçla geçirebilmenin, Ramazan’daki kazançların, hikmetin ve faydanın elde edilmesinin bir sevincidir.

Onun için Ramazan bayramı sadece oruç tutanlara tahsis edilmiştir. Bu, inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan dolu dolu yaşamanın, hesapsız mükâfatını hak etmenin sevincidir.

Zira Oruç Allah için tutulur ve orucun sevabının ne kadar olacağını da sadece O (cc) bilir.

İftar kelimesi de ‘fatr’ kökünden gelir. Yani orucu açma, yeme içmeye başlama demektir. Bunun tersi ‘imsak veya savm’dır. Yani yeme içmeyi bırakma, oruca başlama zamanıdır.

Müslüman, bir ay boyunca Allah rızası için, sırf O emrettiği için, sadece O’nun emrine itibar ettiği, sadece O’na saygı duyduğu ve O’nu sevdiği için gündüzleri yemeden içmeden, bedensel zevklerden uzak kalır. Günlerin kısa ve uzun olmasına aldırmaz. O yalnızca Rabbinin kendisine vereceği ecri/karşılığı düşünür. Ramazan’ın başının rahmet, ortasının af ve bağış ve sonunun da cehennemden uzaklaşmak olduğu ümidini taşır. Ramazan’ı elinden geldiği kadar değerlendirir.

Böylece Allah’ın müslümanlara hediyesi olan bayramı hak etmeye çaba gösterir.

Bayramı da hiç bir zaman vur patlasın çal oynasın tarzında eğlence, tatil yapma, çalışmaktan kurtulup kafa dinlenme gibi düşünmez. Gerçek bayramlara ulaşmak ümidiyle, kendisi, anne-babası, akrabaları ve diğer müslümanlar için dua eder. Ramazan’ı, orucu, bayramı hediye eden, kendisini İslam fıtratı üzere yaratan Rabbine şükretmeye çalışır. Elinden geldiği kadar sıla-i rahim yapar. Yani yakın-uzak akrabalarını arar, elinden gelirse ziyaret eder, gücü yettiği kadar onların ihtiyacını giderir, onlarla bağını güçlendirir.

Dost ve arkadaşlarını hatırlar, ziyaretlerde bulunur, hediyeleşir. Dünyanın diğer taraflarındaki müslüman kardeşlerinin de iyiliğini ister, onlara dua eder. Elini, dilini ve kalbini; başkalarına karşı zarar vermekten temizler. Niyetini düzeltir, iyi işler yapmaya karar verir.

Müslüman bayramın niza, çekişme ve anlaşmazlık değil; sevinç, muhabbet ve karşılıklı dayanışma olduğunun farkındadır. Ramazan bayramının bir kültür değil, müstesna bir ibadet ayının arkasından ilâhî lütuf olduğunu bilir. O bu güzel bayramın ‘şeker bayramı’ değil, Ramazan yani ‘ıydu’l-fıtr’ olduğunun bilincindedir.

Ramazan rahmet ayı olduğu gibi ‘bereket’ ayıdır da. Bütün oruç tutanlar bu bereketi görürler ve tadarlar. Ramazan bayramı da bu bereketi tekrar birlikte yani cemaat halinde, ümmet olarak yaşamının, birlikte şükretmenin, birbirimize bereketler/hayırlar/iyilikler dilemenin vaktidir.

Onun için bayramda birbirimize ‘Bayramın mübarek olsun, bayramın hayırlı olsun, bayramını tebrik ederim’, yani “Ramazan’da olduğu gibi Allah sana nimetlerini artırsın, yaptığın ibadetlere bol bol karşılık versin, dünyalık yönünden kanaat sahibi olasın, gözün-gönlün zengin olsun, ele güne muhtaç olmayasın. Amellerin, duaların, ibdetlerin Allah katında mübarek, yani çok değerli olsun” deriz.

‘Bayramın kutlu olsun’ demenin bu bayramın ulviliğini ve yukarıdaki duaları, temennileri anlatmaya yetmeyeceğini açıktır.

(Not: Bizim toplumumuzda bayramlarda tatlı yemek, tatlı ikram etmek, çocuklara bayramlık şeker vermek gibi âdetler, eskiden beri yaygın olduğu için insanımız Ramazan bayramına bir de ‘şeker bayramı’ deyiverdi. Belki ‘tatlı yiyelim, bayramımızı da şeker gibi tatlı kılalım’ anlayışından kaynaklanmış olabilir. Ancak ‘şeker’ ifadesi bu bayramın büyüklüğünü, hikmetini ve güzelliğini anlatmaya asla yetmez. O yüzden Ramazan Bayramı ya da Fıtır bayramı demek daha doğrudur.)

Hüseyin K. Ece

25.8.2008 Zaandam