İnsanı ahsen-i takvim üzere (en güzel bir biçimde) yaratan, ona nimet ve sorumluluk veren, Tevhid’i gönderen, enbiya ile doğru yolu gösteren, haccı ve kurbanı veren, bizi yeni yeni ‘eyyamu’l-lah’a, yani Allah’ın günlerinden bir gün olan Kurban bayramına kavuşturan Allah’a hamdolsun.

 

-Hac ve Kurban

İnsanlığın efendisi, insanlığa örnek, Tevhid’i hayata hakim kılıp insanlaığın ne olduğunu gösteren, kıyamete kadar devam edecek olan iman aşkının müstesna temsilcisi, İbrahim soyunun güzel bir evladı olan, rahmet ve cihad peygamberi Muhammed Mustafa’ya salat ve selam olsun.

Hz. Âdem’den beri, Rasûllerin yolunu izleyip yeryüzünde Allah’ın halifeliğini hakkıyla yerine getiren, her türlü zulme ve haksızlığa karşı, şirk ve zulmün tasallutuna karşı direnen, hakkın hakimiyeti için mallarını, imkanlarını ve nefeslerini Allah yolunda kurban etmesini bilen İslâm mücahidlerine selâm olsun.

Kurban ibadeti Hz. İbrahim’den (as) beri İslâm’a gönül vermiş Tevhid dini bağlılarının icra ettikleri bir ibadettir ve hacc ibadeti ile beraberdir.

Zilhicce ayının onuncu günü yerine getirilen Kurban ibadeti, diğer ibadetleri bütünleyen, haccı tamamlayan, müslümanı Allah yoluna hazırlayan bir ibadettir.

Kurban ibadeti ne sadece kan akıtma, ne sadece bir fedakârlık, ne de sadece fakir fukaranın et yemesiyle ilgilidir. Belki bunlarla beraber daha geniş manası, daha ulvî hedefi olan bir ibadettir.

Kurban söz konusu olduğu zaman, Kur’an’ın Saffât Sûresi 102 ile 119. ayetleri arasında anlatılanları, Hz. İbrahim  ve Hz. İsmail ile ilgili kıssayı hatırlamamak mümkün değildir.

İlerlemiş yaşında kendisine İsmail ve ishak hediye edilen İbrahim (as), oğlunu Allah yolunda kurban etme ile imtihan edilmişti. Hayatı ve ölümü Allah için bilen (En’am/162), İbrahim (as) bu imtihanı başarı ile yerine getirerek büyük mükâfatlara kavuşmuştu. Bu denemeyi ve diğerlerini başarıyla tamamlayan İbrahim (as) artık insanlar arsında hep güzellikle anılacak, Tevhid’in babası sayılacak, Haram belde olan Mescid-i Haram’ın kurucusu olacak ve Allah’ın dostu (Halilüllah) diye anılacaktı.

Allah’tan gelen daveti, velev ki can vermek şeklinde olsa bile, tereddütsiz kabul eden oğlu İsmail (as) ise, kıyamete kadar gelecek Tevhid bağlıları için bir teslimiyet, iman ve fedakârlık, takva, aşk ve bağlılık sembolü olacaktı. Yine o, insanların en hayırlısının atası olmak gibi üstün bir makama sahip olacaktı.

Temelleri Allah’ın emriyle İbrahim ve oğlu İsmail (as) tarafından yükseltilen Kâbe, yeryüzünde Allah (cc) adının zikredilme yeri, Tevhidin beşiği, insanları Allah’a yaklaştıran bir mekan, daha da önemlisi insanlık için bir emniyet ve huzur yeridir. Bu yer inanan kimseyi inanç açısından sağlamlaştırır, haksızlığa, ahlâksızlığa ve zulme karşı şuurlandırır. Onun için Allah orayı bir kıyam-sağlam iman mekanı kıldığını ifade ediyor. (5 Maide/97)

 

-Hacı adayı ve Kurban

Evet, Allah’ın evi Kâbe insanlık için bir diriliş yeri kılındı. Dünyanın her tarafından bölük bölük, kafile kafile insanlar orayı ziyarete gelecekler. ‘Lebbeyk allahümme lebbeyk’ diyecekler, Rabbin kurtuluş davetine evet diye cevap verecekler. Dünyalık sevgilerini ve bağlılıklarını evlerinde, vatanlarında bırakarak, sevgilerin en ulvisini, sevgilerin en diriltici olanını yakalamak için, kaygıları, hesapları, endişeleri kafalarından ve gönüllerinden silerek o ‘emin’ beldeye gidecekler.

Artık yeryüzünde onlar için hiç bir şey yok. Yalnızca yüce Rablerinin varlığı ve O varlık önünde kul olmanın bilinciyle, bütün sahte tanrıları reddeden, bütün yalancı ve geçici bağlılıkları bir tarafa atan, bütün dünya sevgilerinden yakasını kurtarmış kendisi var.

O bu haliyle dünya mahşerini yaşamaya gitmektedir.

O bu haliyle Rabbinin davetini en samimi muhabbetiyle kabul etmiş ona doğru koşmaktadır. İçi rahattır. Bütün gamları ve sıkıntıları bir tarafa atmıştır. Hiç bir maddi ve manevi hastalığı kalmamıştır. Rabbiyle, Rabbinin makamıyla yüzyüzedir. Hata ve günahlarından pişman olmuştur. Bir daha o hatalara dönmemeye söz vermiştir. Dünyaya ait bütün düşünceleri daha hacc yolculuğuna çıkarken geldiği yerde bırakmaya çalışmıştır. Hem bedeni ile, hem de ruhu ile ahiret hayatını yaşamaya başlamıştır.

Kendisini Allah’tan ve O’nun  yolundan uzaklaştırmaya çalışan şeylere karşı şuurlanmıştır. Yeryüzünde baği (bozguncu) olup tanrılığa kalkışanları, insanlara haksızlıkla hükmedenleri iyi tanımıştır. Allah adına hükmetme dururken O’nun Hz. Muhammed’le (sav) gönderdiklerini bir tarafa atıp, heva ve hevesiyle hüküm veren, insanları bu hükümlere zorla boyun eğdiren zorba tağutları iyi tanımıştır.

Hacı adayı hacc ibadetini yaparken bu şuurunu kazanmaktadır. Orada İslâmla daha yakından yüzyüze gelmektedir. Orada İbrahim’in, İsmaill’in, Muahmmed’in davasını yakından öğrenmektedir. Onların yaşadıkları din ile, bugün insanların hayatına hakim olan dinleri (inançları) karşılaştırma imkanı bulmaktadır.

Yaşadığı topraklara hakim olan zihniyet ile İslâmın ilkelerini karşılaştırma imkanı bulmaktadır hacı adayı. Hz. Muhammed (sav) neyi savunmuştu, neyi anlatmıştı, nelere karşı mücadale vermişti. Kimlere karşı yirmiüç yıl boyunca zorlukların her çeşidine tahammül ederek direnmişti? Bütün bunları daha yakından düşünmekte ve yeniden kendine gelmektedir. Deyim yerinde ise adeta yeniden ve yeniden iman etmektedir. Dirilmekte ve imanın en tatlı lezzetiyle kalbini doldurmaktadır.

İşte bu şuur onun için bir kıyamdır. Onun için bir dirilmedir. Onun için yeniden hayata gelmektir, yeniden yüreği birlikte ayağa kalkmaktır.

Bu dirilme ve kıyamın yeri Mekke’dir, Kâbe’dir. Rabbimiz orayı bu manada dirilme yeri yapmıştır. Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da kalma, kurban kesme, şeytan taşlama, ihrama girme, dua ve zikirler bu şuurun oluşmasında birer işaret taşıdır. Her bir hacı adayını dirilme ve kıyam şuuruna yaklaştıran basamaklardır.

 

-Nimet külfet ilişkisi

Tarih boyunca nice aziz insan, yeryüzünü fesada veren iktidar ve güç sahiplerine karşı, nice mütegallibeye ve tağuta karşı kıyam etmiş, mücadelede bulunmuşlardır. Bu mücadeleyi verirken her biri en değerli varlıklarını bu uğurda kurban etmesini bilmişlerdir.

Zaten kurbanı olmayan bir dava ne zaman başarıya ulaşmıştır ki?

Bedeli ödenmeyen bir başarıdan tarih söz etmemektedir.

Her nimet, bir külfetin, bir zahmetin, bir çabanın, bir çalışmanın, bir mücadelenin sonucudur. Kişi bir sonuç elde etmek istiyorsa o sonuca ait, o başarıya ait bedeli ödemek zorundadır.

Cennete gitmek kolay olmadığı gibi, dünyalık bir zafer de bedelsiz olmaz.

Yani kurbanı verilmeyen mücadele başarılı olmaz.

Bugün İbrahim ve onun oğlu İsmail en güzel bir isimle anılıyorsa, bunun sebebi onların Allah yolunda verdikleri imtihan, Allah yolunda ödedikleri bedel, verdikleri kurbandır.

Allah onların kurbanını Tevhid dinine inanan herkes için bir örnek yaptı. Onların kurban ibadeti Muhammed ümmeti için de vacip kıldı. İnananlar için İbrahim’de, İsmail’de, İshak’ta, onların çocuklarında, Hz. Muahmmed’de en güzel örnekler var etti. Çünkü onlar en değerli varlıklarını Allah yolunda kurban etmesini bilmişlerdi.

Nesiller içerisinde sahabe nesli gibi yoktur. Onların hayatı kıyamete kadar anlatılacak ama bitmeyecek. Dünya var oldukça onların faziletleri de anlatılacak.

İşte böylesine bir sonuca onlar, Allah yolunda bedel vererek ulaştılar.

Herkesin rahmet peygamberine karşı savaştığı bir zamanda onlar Allah’tan geleni tasdik ettiler. Kınayanların kınamasından, işkencecilerin işkencelerinden, savaşçıların ölüm darbelerinden, maruz kaldıkları mahrumiyetlerin hiç birinden korkmadılar. Allah’a ve Rasûlüna teslim oldular. İslâmı hayatlarına hakim kıldılar. İslâm devletini önce yüreklerinde kurdular. Allah için evlerini, işlerini, mallarını, hanımlarını, imkanlarını, vatanlarını terketmesini bildiler.

Bütün bunları çekinmeden, ibadet aşkıyla, sevdaları uğruna kurban ettiler. Allah da onlara Peygamberin yanında ona arkadaş olma, sahabe olma şerefini kazandırdı. Medine devletini, İslâmın gölgesinde bahtiyar bir hayatı, dünya izzetini ve cennet müjdesini verdi.

Bundan daha büyük bir zafer, bundan daha büyük bir kazanç, bundan büyük makam  düşünebilir mi?

Mus’ab b. Umeyr Uhud savaşında şehid düştüğü zaman üzerindeki elbise onu kapatamnayacak kadar eski ve yırtıktı. Başını örtseler ayağı, ayağını örtseler başı açıkta kalıyordu. Rasûlüllah (sav), mezarına konulduktan sonra ayaklarının otlarla kapatılmasını emretti ve buyurdu ki:

“Vallahi Mus’ab kazandı”

Çünkü Mus’ab kurbanını iyi adamıştı.

Çünkü Mus’ab kurbanını gereken yere göndermişti.

Çünkü Mus’ab, kurban olma şuurunu kazanmıştı. Allah yolunda neyin kurban edilmesi gerektiğini öğrenmişti. Rasûlüllah (sav) ona öyle öğretmişti.

O ve onun gibi nice islâm mücahidi biliyordu ki; kurbanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz; O’na ancak takva sahibi mü’minlerin samimiyeti ulaşır...” (22 Hacc/37)

Allah’ın istediği gibi yaşamak, hükmü O’ndan almak, inancı O’ndan almak, O’nun koyduğu sınırları aşmamak, O’nun düşmanlarını düşman, O’nun dostlarına dost olmak, O’nun düşmanlarının arkasından gitmemek, O’nun karşısında ve O’nun emirleri önünde boynu bükük olmak...

İşte takvanın bunlar olduğunu biliyordu Mus’ablar. Ve onlar takvanın gereğini yapmışlardı. Ve kazanmışlardı, hem de mutlak manada. Öyle dünyalık kazançlar gibi değildi onların kazancı.

 

-Kurban neyi anlatıyor?

Kurban ibadeti bir alıştırmadır:

Allah yolunda olmanın bir başlangıcıdır, bir denemesidir.

O emrettiği için feda etmek, kişinin nefsini Allah için fedakârlık yapmaya alıştırması demektir.

Kurban konusunda nefsini Allah’a teslim eden, başka konularda da Allah’a teslim olmaya alışkanlık kazanır. Bugün sahip olduğu bir hayvanı boğazlamak suretiyle Allah’a adayan bir müslüman giderek başka değerli şeylerini de Allah için feda etmeye şuur kazanır.

Bugün kıymetsiz bir malını Allah’a kurban olarak adayan bir mü’min kıymetli şeylerini de Allah’a adama alışkanlığı kazanır.

Taşlama yerinde şeytana taş atmak nasıl sembolik bir şey ve aslında şeytana ait şeyler, şeytanın yolu, şeytanın aldatmaları, şeytanın yeryüzündeki temsilcileri taşlanıyorsa; kurban da Allah yolundaki fedkârlığın sembolik ifadesidir.

Hacc yolculuğunda şeytanı niçin taşladığının farkında olan, bu işin sadece küçük taşlar atma olmadığını bilen, şeytana ve ona ait her şeye karşı olduğunu ilan etmiş, şeytanın iki ayaklı yeryüzü temsilcilerine de itaat etmeyeceğini açıkça haykırmış olur.

Hacc’da şeytanı taşlayıp da ülkesine döndükten sonra şeytanî yollara gidenler, şeytanla işbirliği yapanlar, şeytanın temsilcilerine itaat edenler veya yollarından gidenler, tağutlara ve şeytanı memnun eden rejimleri benimseyip destekleyenler gerçekten hacca gitmemişlerdir.

Kurban bayramı günlerini, atasından kendine kadar ulaşan bir geleneği yaşatmak amacıyla değerlendiren, o günleri et veya kavurma günü sananlar, ya da tatil fırsatı sayıp dinlemeye gidenler; kurbanı anlamazlar. 

İslâm dışı anlayışların iğdiş ettiği kafaların bu inceliği anlaması kolay değildir.

Kurban bayramı, nefislerin, işlerin, paraların, evlerin, imkanların, gerekirse çocukların, canların, malların, dünyalıkların Allah yoluna seferber edilmesinin sevinç günleridir.

Muhammed (sav) ve O’nun seçkin sahabeleri bayramı İslamî tebliğ görevini tamamladıktan, İslamı gönüllere ve hayata hakim kıldıktan sonra Veda’ Haccında yüzbini aşkın mü’minle en çoşkulu bir şekilde yaşamıştı.

İşte o gün mü’minlerin gerçek bayramıydı. Allah yolunda verilmesi gereken her şey verilmiş, zafer elde edilmiş, hayatlar Allah rızasına göre tanzim edilmiş, zulmün, şirkin, küfren saltanatı haram beldelerde sona erdirilmiş, yani kısaca Allah için kurbanlar feda edilmiş ve sonucu alınmıştı.

Artık sıra sembolik bir mana taşıyan koç, koyun, deve boğazlamaya gelmişti. Daha değerli şeyleri Allah adına kurban eden bu şerefli insanların koç, koyun veya deveden olan kurbanları da kabul görecekti. 

 

-Gerçek bayramlar

İşte kurbanın manası budur, bayramın anlamı budur.

Allah yolunda çalışmanın, Allah için yaşamanın, Allah için sevmenin, Allah için fedakârlıkta bulunmanın, Allah’ı koyduğu sınırları korumanın manası bu idi.

Allah’ın indirdikleriyle hükmedebilme gayretinin, azminin, şuurunun pekiştiği zaman demektir bayram. Bu uğurda bir şeyler feda etmeye hazırlanmanın adıdır kurban.

Allah için ödenmesi gereken bedelin işaretidir kurban.

Hacc ile, Kâbe ile, Arafat ile, İbrahim ile, İsmail ile, Muhammed Mustafa ile, sahabe ile buluşmanın anıdır bayram.

O yolda olmanın isbatıdır bayram.

İslâmın gönüllere ve hayata hakimiyetinin sevincidir bayram.

Zalimlerin müslümanlar üzerindeki tasallutunun reddedildiği, zulmün son bulduğu, sömürünün en aza indirildiği, esirlerin zincirlerinin kırıldığı gündür bayram. Garibanların, mültecilerin, kimsesizlerin, yetimlerin, düşkünlerin gözetildiği, hesaba katıldığı, imkanların onlarla paylaşıldığı gündür bayram.

Tağutların saltanatının yerle bir edildiği, müslümanların alnının ak, başının dik olduğu zamandır bayram.

Müslüman gönüllerin birbirini sevdiği, kardeşliğin gereğini yaptığı, dertlerin paylaşıldığı zamandır bayram.

Şimdilerde Kâbe görevini hakkıyla yapıyorsa bayramı tatmak mümkün olacaktır.

Mescid-i Aksa esaretten kurtulduğu, müslümanların yaşadığı beldelerde imanın hayata hakim kılındığı, bütün İslâm ülkelerinin hür ve huzurlu zamanlarında daha bir bayram, daha bir bayram.

Zillete razı olanların heyhat bayramı hiç gelmeyecek.

Ezilmeye, horlanmaya, sömürülmeye mahkûm olanların, baskıya boyun eğenlerin bayramı dağların ardında.

Müslümanların değerleri aşağılanırken, zenginlikleri yağmalanırken, kutsalları çiğnenirken, ülkeleri işgal altında iken bayramın buruk olacağı açıktır.

Onlar koç veya deve kesseler de bayramı yaşayabilirler mi?

Ümmet fakirlik, tefrika, çaresizlik içinde iken bayramı yaşamak mümkün mü acaba?

İslâm, İslâm ülkelerinde bile mahkûmsa, İslâm ülkelerinde bile firavunlar ve ebu cehiller söz sahibi ise, gerçek bayramı özlemek gerekir.

GERÇEK BAYRAMLARA BİR GÜN KAVUŞMA ÜMİDİYLE...

Hüseyin K. Ece

20.6.1991

ZAANDAM