Şair şöyle demiş:

“Mal sahibi mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan”

 

Kur’an, insanı oyalayan, asıl görevinden alıkoyan, nefsinin hoşuna giden, Hak’tan yüz çevirmesine yol açan lüzumsuz takıntılara, eğlence türü şeylere, boş uğraşlara ‘lehv’ diyor.

     

  • Lehv ne demektir

‘Lehv’ kelimesinin kökü olan ‘lehâ’; sözlükte, bir şeyle oynamak, bir şeyden pek hoşlanarak onunla avunup durmak anlamına gelir.

‘An’ ile kullanılırsa, bir şeyden gafil olmak, bir şeyden yüz çevirmek demektir.

Aynı kökten gelen ‘elhâ’; oyalanmak, bir kimseyi sazlarla veya oyun aletiyle oyalamak, meşgul etmek,

‘lehhâ’; bir şeyle oyalandırmak, eğlendirmek manalarına gelirler.[1]  

‘Lehv’; insanı faydalı ve önemli şeylerden meşgul eden şeydir. ‘Şu şeyle oyalandım’, yani ‘onunla eğlenerek meşgul oldum’ şeklinde söylenilir.[2]

El-lahvu; insanı, kendisini ilgilendiren ve endişenlendiren, ya da huzursuz eden, hüzünlendiren bir şeyden uzaklaşıp meşgul eden, dikkatini başka bir şeye çevirmesine sebep olan şey demektir. Günlük dilde şöyle kullanılır: “Bir şeyle ilgilendim, bu nedenle ondan dikkatimi bir başka şeye yönelttim.”

‘Lehv’ insanın kendisinden faydalandığı her şey hakkında da kullanılır.

‘El-lehve’; değirmen taşı boşa dönmesin diye ağzından çıkanı geri koyarak taşı oyalamaktır. Çoğulu luhye şeklindedir. Ayrıca buna benzetilerek atıyye, hediye, ihsan, bahşiş gibi şeyler de ‘luhveh’ diye adlandırılır.[3]

Faydalı veya faydasız bir işle meşgul olmak anlamındaki ‘şuğl’dan farklı olarak, sadece faydasız işler için kullanılır.[4]

Bir başka deyişle ‘lehv’; eğlence demektir. Kendisinden insanın zevk alıp eğlendiği, ama bitip sona eren şeydir.[5]

‘Lehv’, insanı neşelendiren ama başka (önemli) şeylerden alıkoyan bir oyundur. Araplar insanı lüzümsıuz yere meşgul eden her şeye ‘lehv’ derler. ‘Lehv’ nikah manasında da kullanılmış.[6]

“Onlar bir ticaret ve lehv gördükleri zaman ona koşuştular ve seni ayakta bıraktılar.” (Cumua 62/11) âyetinde geçen ‘lehv’, ticaret krvanının geldiğini haber vermek üzere çalınması adet olan kös, def, dümbelek veya davul gibi çalgı aleti olarak da tefsir edilmiş.[7]

‘Lehv’, A’raf 51ci âyette ‘ittehaze-edinmek’ fiili ile beraber ‘eğlenceye almak’ manasında geçiyor.

 

  • Hadislerde lehv

Hadislerde ‘lehv’ daha çok ruhsat verilmiş ölçülü ve meşru, hatta faydalı eğlenceler ve

meşguliyetler manasında geçiyor. İşte bir kaç örnek:

Aişe’nin (r.anha) rivâyet ettiğine göre o bir kadını Ensar’dan bir adamla evlendirirken Peygamber (sav) ona şöyle dedi: “Ey Aişe, Yanınızda eğlence (lehv) yok mu? Ensar elbette eğlenceden (lehv’den) hoşlanır.”[8]

Burada ki ‘lehv’ şüphesiz ki meşru ve düğünlere mahsus ölçülü eğlence türünden şeylerdir. Yoksa insanın aklını çelen, onu aşırı meşgul edip ibadetten ve asıl görevinden alıp uzaklaştıran ölçüsüz eğlenceler değildir.

Nitekim aşağıdaki rivâyette Allah Rasûlü (sav) zararlı lehv’in sınırların bir ölçüde çiziyor.

Ukbe b. Âmir Rasûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ediyor: “... Şu üç şey ile meşgul olmak ‘lehv’-boş eğlence ‘ değildir: Bir kimseninn atını terbiye etmesi, ehli (ailesi) ile oynaması,  yay ile ok atması... (Yani bu meşguliyetler lehv türü eğlence sayılmaz)” [9]

Buhârî’de, içinde ‘lehv’in geçtiği iki bâb (alt başlık) var. Birisi: “Allah’a taatten alıkoyan her türlü lüzumsuz meşguliyet lehv”dir şeklinde. Bu babın altına da “İnsanlardan bazısı vardır ki ‘lehve’l-hadis’i satın alırlar...” (Lukman 31/6) mealindeki âyet yer alıyor.[10]

İkincisi:  “Mızrak ve benzerleri ile eğlenme” babı (alt başlığı). Ebu Hureyra’nin rivâyetine göre bir defasında Habeşliler Peygamber’in (sav) yanında oynuyorlardı. O sırada Ömer (ra) içeri girdi ve sür’atle yerde çakıl taşlarından aldı ve onlara attı. Peygamber (sav): “Ya Ömer, onları rahat bırak” dedi.”[11]

Âmir ibnu Said diyor ki: “Kuraza b. Ka’b ve İbnu Mes’ud el-Ensârî’nin bir düğünde iken yanlarına uğradım. Cariyeler şarkı söylüyorlardı. Onlara dedim ki: “İkiniz de Peygamberin arkadaşı ve Bedir ashabındansınız. Yanınızda bu yapılan ne?” Şöyle cevap verdiler: “İstiyorsan otur ve bizimle birlikte dinle, istiyorsan git. Bize düğünlerde bu gibi lehv’e (bu tür eğlenceye) ruhsat verildi.”[12]

 

  • Kur’an’da lehv

Kur’an’da ‘lehv’ kelimesinin fiil, isim ve masdar olarak farklı kalıplarda kullanılıyor. Bütün bu kullanılışlarda; oyalama, alıkoyma, eğlenme, eğlenceye dalarak oyalanma, meşgul olma, yüz çevirme anlamları  yer almaktadır.

‘Lehv’ kelimesi Kur’an’da fiil halinde beş âyette yer alıyor. (Bakınız: Tekâsür 102/1. Münafıkûn 63/9. Nûr 24/37. Hıcr 15/3. Abese 80/10)  İsim ve masdar halinde ise onbir  defa geçmektedir. (Bakınız: ‘lehv’ olarak: En’am 6/32. Ankebût 29/64. Lukman 31/6. Muhammed 47/36. Hadid 57/20. Cumua 62/11. ‘Lehven’ olarak: En’am 6/70. A’raf 7/51. Enbiyâ 21/17. Cumua 62/11. ‘Lâhiyeten’ şeklinde: Enbiyâ 21/3)

 

  • Lehv: İnsanı oyalayan şey

İnsanı oyalayan, eğlendiren ve onu asıl  görevini yapmaktan alıkoyan bütün uğraşılar; boş ve amaçsız hedefler, dünya hayatının geçiciliği ve insanı oyalandırması  bu kelime ile anlatılıyor.

Kendisinden zevk alınan, ama devam etmeyen, günün birinde sona ermesi  kesin olan bütün oyalanmalar ‘lehv’dir. Dünya hayatı çeşitli açılardan insana zevk vermekte, onu eğlendirmekte, onu oyalandırmaktadır. Ancak dünyadaki bütün bu zevkler ve eğlenceler bitmeye mahkûmdur.

Bu durumu ‘lehv’ kelimesi harika bir şekilde ifade ediyor.

Kur’an dünya hayatının halini, geçici zevk verici tarafını, oyalandıran yönünü, eğlendiriciliğini ‘lehv’ ve laib-oyun’ kelimeleri ile anlatıyor.

“Ve eğer dönüp onlara sorsan: “Gökten suyu indiren ve onunla ölü toprağa can veren kimdir?” diye, hiç şüphen olmasın ki “Elbette Allah” diyecekler. De ki: “Hekle şükür, (bari şunu olsun bileydiniz). Ama ne gezer... Onların çoğu akıllarını kullanmayı dahi beceremezler.

Zaten (akletselerdi, bileceklerdi ki) şu dünya hayatı (tek başına) geçici bir oyun (laib) ve oyalanmadan (lehv) başka bir şey değildir. Bir de hayatın çteki yüzü vardır ki, işte odur gerçek hayat. Keşke bunu olsun bilebilseydiler.” (Ankebût 29/64)

Yani, dünya hayatı herkes için çocukların eğlenmek için bir süre çıkıp vakit geçirdikleri, sonra eve geri döndükleri bir oyun gibidir. O oyunda kral rolü oynayan asıl kral değildir. Sadece kral rolünü oynar. Oyun bitince krallık da sona erer. Dünya hayatının hiç bir günü devamlı değildir. Herkes belirli bir süre rolünü oynamaktadır. Bu hayatın cazibesine kapılarak iman ve vicdani duyguları keybedenler, dünyada eğlence, zevk ve faydasız oyunlarla şeref ve mutluluk yaşayacaklarını zannederler. Böyleleri dünyada bu gibi oyuncaklarla kendilerini avuturlar. Ölüm kapılarını çalıp gerçekle yüzyüze gelecekleri zaman, elleri boş kalacaktır. Dünyada oynadıkları oyuncakların kendilerine orada hiç bir faydası olmayacak.

Eğer insanlar bu dünya hayatının imtihan için verilmiş bir süre, bir fırsat olduğunu, ve geröek ve sonsuz hayatın Ahiret hayatı olduğunu bilselerdi, bu hazırlık ve sınav dönemini oyun ve eğlence (lehv) ile geçirmezler.[13]

Bu âyet tek dünyalı bir hayat yaşayan inkârcıların hayat tasavvurunu reddediyor. “Artık onları kendi haline bırak. Vaad edildikleri güne kadar kavuşuncaya kadar lafa dalıp oynayadursunlar.” (Mearic 70/42)

Tek dünyalı bakış açısına sahip olanlar için bu dünya hayatı oyun (laib) ve eğlence (lehv)dir. Ama iki dünyalı yaşayanlar için ise bu dünya hayatı hasadı Âhirette yapılacak olan bir tarladır.[14]

Bazı kaynaklarda hadis diye anlatılan ama aslında Peygamber’e (sav) ait olmayan şu söz bu gerçeği ifade ediyor:  “Dünya Âhiretin tarlasıdır.”  (Bazılarına göre bu söz hadis değildir ama manası doğrudur ve şu âyetten alınmıştır: “Kim öteki dünyada kazanç elde etmeyi isterse onun kazancında bir artış sağlarız...” (Şûrâ 42/20)[15]

 “Bu dünya hayatı, (eğer amacından soyutlarsanız) bir oyun (laib) ve eğlenceden (lehv) ibaret hale gelir. Ama eğer iman eder vekorkup-sakınırsanız, karşılığınız size tastamam verilir. Üstelik O sizden mallarınızın tümünü (harcamanızı) istemez. ” (Muhammed 47/36)

Bu dünya hayatı “bir ouyundan, geçici bir eğlenceden ibaret” olmasına rağmen Allah (cc) mü’minleri meşru zevklerinden yoksun bırakmayı istemez ve böyle sahip olduklarının küçük bir kısmını kendi yolunda harcamalarını ister.[16]

“(Tek başına) dünya hayatı geçici bir oyun (laib) ve eğlence (lehv)den ibarettir. Âhiret yurdu ise, korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (En’am 6/32)

İslâmı din, Kur’an’ı Allah’ın kitabı olarak kabul etmeyen inkârcılar, bu dünya hayatından başka hayat tanımazlar. Öldükten sonra dirileceklerine, Âhiret hayatının olacağına inanmazlar.

Kur’an böylelerine yanıldıkları şeyi hatılatıyor.

Ahiret hayatına inanmayanlar için bu dünya hayatı sonuçta geçici bir oyun ve oyalayıcı bir eğlencedir. Hepsi bu kadar, isterse onlar başka bir şey desinler bu hayat için. Hayata anlam ve değer katan şey, insanın kendisini Yaratan’ı razı edecek salih ve hayırlı işler yapmak ve gelecek hayat için hazırlanmaktır. Bu niyet ve bu gaye ile yaşanılmayan hayat boş, anlamsız, faydasız, semerisizdir ve umutsuzluk doludur.  

Buna karşın yaptıkları her şeyin hesabını verecekleri şuuruyla, Allah’a karşı sorumluluk  bilinciyle hareket eden, kendileri için konulan ölçülere hakkıyla riayet eden mü’minler için dünya hayatı oyun ve eğlence yeri değil, gelecek için hazırlık (imtihan) yeridir.[17]

Bu âyetlerde zımnen şu söyleniyor: “Mü’mine oyun ve eğlence olarak bu dünyada sürdüğü hayat yeter. O fazladan bir eğlenceye ihtiyaç duymaz. Buna ihtiyaç duyanlar, dünya hayatına aşırı değer yükleyenler, bir başka ifadeyle dünayay ahiret muamelesi yapanlardır.”[18] 

Dünya hayatı, dipsiz, sonu karanlık gafletten, faydasız oyuncaktan ibarettir. Onun geçiş anlarını, tad alınan şeylerini bir an düşünüp de ölümü gözünün önüne getirenler bunu rahatlıkla anlarlar.

Hayat bu yaşadığımız dünya hayatıdır diyenlerin en büyük zevki; onu ve onun sonucunu düşünmemek ve boş şeylerle eğlenmek, oyunlarla zamanı öldürmektir. Ancak  Allah’tan hakkıyla korkup sakınan takva sahipleri için ebedî olan, bitmez tükenmez nimetlerin ve zevklerin tadıldığı Ahiret hayatı daha hayırlıdır.  Bu apaçık gerçeği aklını iyi kullanan insanlar anlayabilir, dünya hayatını oyalayıcı oyuncaklarına takılıp kalmazlar.[19]

Dünya hayatının geçiciliğine, hayal gibi olmasına karşın asıl  hayat Âhiret hayatıdır.

İnsanlardan bir kısmı dünyalıklara ve eğlence türü şeylere daha çok düşkündür. Onların peşinde koşarlar, onlarla oyalanıp koca bir ömrü bitirirler. Hatta pek çoğu bu gibi şeyler sebebiyle asıl insanlık görevini unuturlar, oyun ve eğlenmeyi hayatının en önemli meselesi haline getirirler.

Bilinen bir şey ki, eşyaya ve oyalayıcı şeylere karşı olan tutku, öteden beri insanoğlunun zaafıdır. (Âli İmran 3/14)

Nitekim Peygamber’in (sav) sahabeleri bile, Medine’ye önemli bir ticaret kervanının geldiğini duyunca, hutbe okuyan Peygamber’i yalnız bırakabilmişlerdir. Aşağıdaki âyetin bu nedenle indiği rivâyet edilmektedir.[20]

“Bir ticaret veya eğlence (lehv) gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki “Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden (lehv’den) ve ticaretten daha hayırlıdır.” Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cumua 62/11)

Cabir b. Abdullah’ın (ra) rivâyet ettiğine göre; bir defasında Peygamber (sav) cuma hutbesini okuyorken (Medine’ye) yiyecek taşıyan bir kervan geldi. (Mescitte olanlardan) oniki kişi hariç hepsi dışarı çıktılar. Bunun üzerien bu âyet nazil oldu.” (Taberî, İbnu Cerir. Tefsir, 12/98)

Katade’den gelen bir rivâyete göre kervanın geldiğini duyanlar ona doğru mescitten çıktılar. Geride oniki erkek, bir kadın kalmıştı. Bunun üzerine Peygamber (sav): “Muhammed’in canını kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, eğer birbirinizi izleseydiniz (yani hepiniz gitmiş olsaydınız) vadiyi ateş seli doldurur, sizi götürürdü.”[21]

O zamanlar Medine’ye bir kervan geldiği zaman halk onu, sevinç gösterisi olmak üzere davul çalarak karşılardı. Bazılarına göre burada kasdedilen eğlence (lehv), kervanı karşılamak için çalınan davuldur. Çünkü mescittekiler, davul sesini duyunca ticaret kervanının geldiğini anlamışlar ve dışarı çıkmışlardı.[22]

(Devamı var)

Hüseyin K. Ece

 

[1] Heyet, Mu’cemu’l Vasít, Çağrı Yay. İstanbul 1992, 2/843

[2] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, Mektebetu’l-Hilâl, Beyrut Thr.13/246

[3] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s: 688

[4]  İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1297

[5] Cürcânî, S. Şerif. Kitâbu’t-Tarifât, İstanbul1997, s: 196

[6] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/246

[7] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/246

[8] Buhârî, Nikâh/63 Nr. 5162

[9] Ebu Dâvûd, Cihad/23 nr: 2513. Nesâî, Hayl/8 nr: 3608

[10] Buhârî, İsti’zan/52

[11] Buhârî, Cihad/79 Hadis no: 2901

[12] Nesâî, Nikâh/80 Nr: 3385

[13] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, çev. Heyet, İnsan Yay. İstanbul Thr. 4/271

[14] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1171

[15] Bakınız: El-Cerahî, İsmail B. Muhammed El-Acluni, Keşfu’l-Hafâu, Mektebetü’l-Asrıyye, Beyrut 2006, 1/471

[16] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 3/1042

[17] Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2003, 2/315

[18] İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 2/791

[19] Elmalı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, sad. Heyet, İstanbul Thr. 3/412

[20]Taberî, İbnu Cerir. Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye Beyrut 2005, 12/97-99

[21] Taberî, İbnu Cerir. Tefsir, 12/98. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/501. Kadı Beydavî, Tefsir, 2/493

[22] Mukatil B. Süleyman, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2003, 3/361. Kadı Beydavî, Tefsir, 2/493