Merhamet, ‘rahmet’ kökünden türemiş bir kavramdır.

Rahmet; merhameti hak etmiş birine ihsanda (iyilikte) bulunma konusundaki acıma ve şefkattir.

 

Rahmette hem acıma duygusu, hem şefkat, hem de iyilik etme şuuru vardır.

Rahmet ayrıca; esirgeme, sevgi gösterme, yardım etme, iyilikte bulunma gibi anlamlara gelir.

Yani merhamet, sıradan bir acıma duygusu değil, bununla birlikte diğerinin ihtiyacını bilip onu karşılamak, ona elinden geldiği kadar iyilik etmektir.

Rahmetin kapsadığı bütün manalar da ‘merhamet’ kelimesine yüklenmiştir.

‘Rahm’ kökünden türeyen, ‘Rahman’, ‘Rahîm’, ‘rahme’, ‘erham’, ‘istirham’, ‘ ana rahmi’ ve Türkçede daha sık kullanılan ‘merhamet’ kelimelerinin hepsinde de acıma, şefkat etme, koruma, ihsanda (iyilikte) bulunma anlamları vardır.

İlginçtir, insanın dünyaya gelmeden önceki cenin-bebek hayatının geçtiği barınağa, mekana da ‘rahim’ deniliyor. Çünkü ana rahmi ‘tohum-cenin-bebek’ olan bu varlığı acıyarak korur, ihtiyacını giderir, iyilikte bulunur.

 ‘Sıla-i rahim’, akrabalara/yakınlara gösterilen merhamet, ilgi, sevgi ve iyilik/ihsanda bulunma ahlâkıdır. Bu duyguyla insan, akrabalarıyla ilişkiyi sürdürür, onlarla ilgilenir, onlara destek olur. İhtiyaçları varsa, kendisinin de gücü yetiyorsa yardım eder.

Merhamet, insanları canlı veya cansız mahlukâta da iyilik etmeye ve onları acımaya yönelten bir duygudur.

Yaratılmışların hepsine sevgi ve şefkatle yaklaşma, onlara iyilikte bulunma, onları koruma ve kurtarma, onlara zor durumlarda yardım etme, bağışta bulunma, gerektiği zaman affetme gibi bütün güzel davranışlar merhamet anlayışından, merhamet duygusundan kaynaklanır. Bu da ya fıtrattan yani yaratılıştan –çünkü Allah insanı bu kıvamda yaratmıştı-, ya da iman gücünden gelir.

Rahman ve Rahîm olan bir Allah’a iman eden, her işine Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlayan, her rek’at namazda Rahman ve Rahîm isimlerinin geçtiği Fatiha’yı okuyan mü’min merhametli olur. O isimlerin tecellileri müslüman insanın üzerinde görülür.

Merhamet ahlâkı,  şefkat ve acıma ile başlar, yardım ve nimet vermekle, iyilik etmekle sonuçlanır.

Şüphesiz ki merhametin asıl kaynağı Allah’tır. Çünkü O kendisini Kur’an’da sürekli Rahman ve Rahim olarak, yani sonsuz ve mutlak merhamet sahibi olarak tanıtıyor. (1 Fatiha/2. 2 Bekara/163. 30 Tâhâ/90. 59 Haşr/22.  v.d.)

Merhamet sahibi Allah’a ve “âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’e (sav)” inanan mü’minler de, onlara inandıklarından dolayı ‘merhamet’ sahibidirler.

Onlar hem iyilik etmeyi, hem korumayı, hem de şefkati ve acımayı bilirler. Hayatlarında bu yüce ahlâkı uygularlar.

         İnsanlar derler ki, “yer ve gökler Allah’ın merhametinin eseri olarak ayakta durmaktadır”.

İnsana ait bir çok güzel ahlâk, güzel davranış, yardımlaşma ve iyilik etme merhamet sebebiyle vardır.

Anneler merhamet sıfatıyla annedir. Merhamet duygusu olmasaydı çocukların ağır yükü zor çekilirdi.

İnsan merhamet duygusuyla iyilik eder, yardımda bulunur, canlı cansız varlıkları korur, gözetir.

Merhamet duygusu olanlar adaleti yerine getirir, insanlara ve yaratıklara haklarını verir.

Merhamet sahibi olanlar zayıflara acırlar, düşkünlerin elinden tutarlar, hak arayanlara yardımcı olurlar, ekmeklerini başkalarıyla bölüşürler.

Merhamet sahibi olanlar, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, sakatlara, fakirlere, yetimlere, hastalara, mazlumlara, acırlar, ihsanda bulunurlar, yani gereken yardımı yaparlar.

Ama katı yürekliler böyle değillerdir. Onlar her şeyi kendileri için isterler. Kendi çıkarları için başkalarına zarar vermekten çekinmezler, tabiatı tahrip ederler, karada ve denizde fesat çıkarırlar.

Hatta onlar, çıkarları için bütün dünyayı başkaları için yaşanmaz hale getirirler.

Bütün haksızlıkların kaynağı merhametsizliktir denilebilir. Katı yürekli, acımasız ve ihsanda bulunmayan insanların yaşadığı dünya ne kötü bir yerdir.

Kalplerde merhamet anlayışı çoğaldığı müddetçe güçsüzler ve mazlumlar azalır, zayıf kimseler daha çok ilgi görürler, tabiat ve çevre daha güzel olur.

Peygamberimiz (sav) merhametin önemini şu sözleriyle haber veriyor:

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah ta merhamet etmez” (Müslim, Fedail/15, Hadis no: 2319, 4/1809)

“Siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler (Allah ve melekler) de size merhamet etsin.” (Ebu Davud, Edeb/58, no: 4941)

“Allah, kullarından ancak merhamet edenlere merhamet eder.” (Buharî, Cenaiz 32. Müslim, Cenaiz 9)

Merhamet duygusu, insan haklarının, güzel ahlâkın, insanlararası güzel ilişkilerin en önemli teminatıdır.  

Merhamet kelimesi Kur’an’da bir âyette yer almaktadır.

“Ona iki göz vermedik mi?

Dahası bir dil ve iki dudak?

Ve ona (iyilik ve kötülüğün) açık seçik iki yolunu da göstermedik mi?

Fakat o, (ucunda cennet olan) sarp yokuşu tırmanmak için hiç bir bedel ödemedi.

Bilir misin nedir o sarp yokuş?

Bir kişiyi daha zincirlerinden kurtarmaktır.

Veya açlık gününde (muhtaçları) doyurmaktır.

(mesela) yakını olan bir yetimi, ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşkünü...

Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine sabrı ve merhameti tavsiye etmektir.

İşte böyleleri ‘meymen’e sahipleridir.” (90 Beled/8-17)

        Buradaki ‘meymene’, sağ anlamındaki ‘yemin’den gelir. Yemin; ‘sağ taraf, bereket, uğur, müjde, hayır ve güç’ manalarında kullanılır.

            Cennetlikler ‘ashabu’l-yemîn’dir. Yani onlara cennet müjdesi veya amel defterleri sağ taraflarından verilecek. (Vakıa/27, 38, 90, 91. Müdessir/39. İnşikak/7-8)   

            ‘Yemin’, hem ‘sağ’ hem de ‘söz’dür. Mecazen ‘sağduyu’yu yani vicdanı da ifade eder. (M. İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an s: 1260)

Öyleyse ‘meymene’yi, amel defterleri şeklinde açıklamak mümküm olduğu gibi, vicdan sahipleri olarak d anlamak mümkün.

Onlar yukarıdaki âyetlerde sayıldığı yoksula yardım eden, yetimi gözetip kollayan, çağdaş ve çağdışı, modern veya klasik, paralı veya meccanen her türlü köleliğe karşı mücadele eden, Allah’ın dışındaki varlıklara kulluk anlaşyışına direnen kimselerdir.

Onlar birbirlerine bu gibi faaliyetler için gereken tavsiyeyi yaparlar. Birbirlerine merhametli olmayı öğütlerler. İnsanlar arasında merhamet yaygınlaşsın, merhamet ahlâkı çoğalsın diye çaba gösterirler.

Onlar merhametli kimseleri onura ederler, çocuklara öncelikle merhamet etmeyi öğretirler. Onların kafa yapılarında merhamet şuuru olduğu gibi, davranışlarına yön veren saik merhmat anlayışıdır.

İşte bunlar meymene sahipleridir. Yani bunlarda bir meymenet vardır. Bunlarda bir uğur vardır, yaptıklarında bereket vardır, amellerinde hayır vardır.

Meymenet; iyi nitelik, uğur, hayır ve bereket demektir. (Türkçe Sözlük s: 1019. Bizim yörede faydasız işlere, işe yaramaz adamlara, hayırsız çocuklara ‘meymenetsiz’ derler. Yine birisi düğün yapsa, ev sahibi olsa, yeni bir şey satın alsa, halk ona; ‘uğurlu kademli olsun’ derlerdi.)

Merhameti olmayanda meymenet de yoktur. Böyleleri yarın hesap gününde ceza haberlerini/kitaplarını sol taraflarından alacaklar. Bunlar ‘meş’um’ insanlardır. (Beled/19-20)

Meş’um; uğursuz, kötü demektir. (Türkçe Sözlük, s: 1014)

Bunlar aynı zamanda merhameti olmayan, merhameti tavsiye etmeyen, insanlar rasında merhameti yaygınlaştırmak için çaba göstermeyen katı vicdanlı adamlardır.

Bunların çok olduğu toplumlarda maalesef hak ihlalleri, suçlar, saldırılar, haksızlıklar, hatta savaşlar olur. Bunların eline imkan geçince ellerinin altında bulunanlara eziyet ederler, zulüm ve işkence yaparlar. Hakları sahiplerine vermezler, adaletten saparlar.

Çünkü onlar ‘meymenet sahibi’ yani vicdanlı insanlar değil, vicdanları körelmiş, merhametsiz kimselerdir.

Merhametten yoksun insanların dünyanın her yerinde neler yaptıklarını, nice haksızlıklara imza attıklarını, insanlara hayatı nasıl zehir ettiklerini görüyoruz.

Ne diyelim; vicdanı olanlar en az vicdansızlar kadar yürekli ve gayretli olmalı. Ve bütün insanlara merhamet çağrısı yapalım.

 

Hüseyin K. Ece

28.10.2009

Zaandam/Hollanda