Kur’an, mesajını muhataplarına ulaştırmak için indiği dönemin dilini ve o dildeki edebi sanatları, anlamları, deyimleri, edebiyat imkanlarını kullandı. Kelimeleri o günkü arapların kullandığı sözlük anlamıyla kullandığı gibi, onlara yeni içerikler katmış, onlara kendi amacını yüklemiştir.

 

Öyleki Kur’an’ın kullandığı pek çok sözcük ‘islami kavramlar’ haline gelmiştir.

Bu kavramların her biri kök anlamından kopmamakla birlikte yeni bir içeriğe sahip olmuşlar, vahyi anlatan, isimlendiren ve taşıyan birer görevli olmuşlardır.

Fitrat kavramı da bunlardan birisidir. Kur’an bunu sözlük anlamıyla kullandığı gibi, vahyin genel bağlamında anlaşılabilecek, hem varlığın hem de insanın doğasındaki ilahi yasayı işaret edecek tarzda, inançla bağlantılı olarak kullandı.

Kelime bu açıdan farklı anlaşılmaya uygundur. Bu nedenle tefsirciler ve kelamcılar onu kendi fikri yapıları doğrultusunda anlamışlardır. Konu insanın doğuştan müslüman olup olmaması, müslüman olmayanların çocuklarının dini durumu, insanın tanrıya ibadet etmeye meyilli olup olmaması, insanın bünyesine yerleştirilen yetenekler, irade özgürlüğü, büyük günah işleyenin durumu, Kur’an’da sözü edilen ilk veya fıtri sözleşme ve sorumluluk bağlamında tartışılmıştır.[1]

Biz bu makalede öncelike “fıtrat”ın sözlük ve genel anlamına işaret ettikten sonra, önceki dönemlerde ve günümüzdeki bazı müslüman bilginlerin, özellikle bazı müfessirlerin onu hangi manada anladıklarını ve nasıl yorumladıklarını açıklamak istiyoruz.

Giriş

İnsan kendi türünün özelliklerine sahiptir. O da diğer varlıklar gibi saf, temiz ve lekesiz bir şekilde doğar. O kendi türünün kabiliyet ve becerilerine, işlev ve rolüne, suret ve biçimine sahiptir.

İnsan kendisi için konulan yasalar ile dünyaya gelir. Bu, aslında insan ile çevresindeki varlıklara hakim olan yasalar arasındaki uyumdur. Çünkü onun varlığını sürdürebilmesi için, içinde yaşadığı doğal çevre ile uyumlu olmak zorundadır.

Doğal yasalar aynı zamanda kainatın dengesidir. Dışarıdan bir müdahele olmadığı sürece bu denge uyumlu bir şekilde devam eder. İnsan bir taraftan mükemmel bir şekilde var olan bu düzenle içiçedir, bir taraftan da kendi içine yerleştirilmiş olan tabii, saf ve beşer özelliğine uygun yasalarla başbaşadır.

Müslüman bilginler bu doğal yapıya Kur’an’dan bir sözcük ile; “fıtrat- فطرة” diyorlar. İnsan bunu kendisine armağan edildiği gibi korursa, yani fıtratın gereğini yaparsa dengeli yaşar. Böylece kendi özgün yapısına aykırı davranmamış ve evrene hakim olan yasaları da karşısına almamış olur. Dolaysıyla bu doğal yapının, insana sunulduğu gibi korunması hem içe dönük, hem çevreyle uyum açısından önemli bir görevdir.

Müslüman bilginlerin bir kısmı “fıtrat- فطرة”a Kur’an ve hadislerin onu kullanımından hareketle dinî bir anlam ve işlev yüklerler. Bu bağlamda fıtrat sadece insanın biyolojik yapısının özelliği, foksiyonu, karakteri değil; aynı zamanda insanın bünyesine yerleştirilmiş, inanma, ibadet etme, aşkın bir varlığa ihtiyaç duyma ve bağlanma, kendi konumunu ona göre anlamlandırma, dua etme ve yardım isteme gibi duygu ve dürtülerin de kaynağıdır.

Sözlükte fıtrat

Arapçada ‘fıtrat’ kelimesinin kökü ‘fatara- فطر’ fiilidir.

‘Fu’lah veya fi’lah- فعلة’ kalıbında ‘fıtrah- فطرة’ olarak gelmiştir. ‘Fatara- فطر’ fiilinin masdarı olan ‘fatr- فطر’, yarık demektir. Bazılarına göre ise yarmaya ilk başlama ya da uzunlamasına yarma anlamına gelir. Bunun çoğulu ‘futûr- فطور’dur.[2] Kur’an’da, Şûra 5, Mülk 3, Müzemmil 18 ve İnfitar 1’inci âyetlerde bu manaya işaret edilmektedir.

‘Fatara فطر’ -’ sözlükte, uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, icat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek anlamlarına gelir.

‘Fıtrat- فطرة’, buna ‘te’ harfinin ilavesiyle yapılan bir isim masdardır. Sözlükte, yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi manaları vardır.[3]

‘Eftara’llahu halka- خلق الله افطر’; Allah mahlukatı yarattı, ortaya çıkardı. Eftara’l-emre- الامر افطر’; başladı, inşa etti, ‘eftara’s-sâimu- الصائمافطر’; oruçlu orucunu açtı anlamlarına gelir.[4]

Abdullah b. Abbas diyor ki: “Ben ‘Fâtıru’s-semâvâti ve’l-arz/Gökleri ve yeri Yaratan’dır’ ifadesini iki arabı bir kuyu hakkında tartışırken görünceye kadar tam anlayamıyordum. Biri diğerine şöyle diyordu: “Onu ben yardım (fatartühu- فطرته). Yani onu kazmaya önce ben başladım.”[5]

Araplar devenin azı dişinin deriyi yarıp dışarı çıkmasını, ya da parmağın yarılıp içinden kan akmasını ‘fatara- فطر’ ile anlatırlar. Bir bitki toprağı yarıp çıktığı zaman buna ‘fatr- فطر /yarılma, ortaya çıkma’ derler.[6] Kur’an’da ‘fatr- فطر’; başlangıç, icat etmek, yaratmak, ve inşa anlamlarında kullanılmaktadır.[7] Bir hadiste Peygamberin gece namazını uzun tuttuğu ve bu yüzdenden ayaklarının yarıldığı söyleniyor. Burdaki yarılma olayı ‘fatara- فطر’ fiili ile anlatılıyor.[8]

‘Fatr veya fıtrat- فطر’, bir şeyi yoktan ve örneksiz var etmek ve onu, belli bir hedefe doğru açıp-ortaya koymak, dal budak saldırmaktır ki ‘ibda’ (yoktan var etme) fiilinden sonraki aşamadır. Bu bakımdan Kur’an ‘fatr- فطر’ fiilini her zaman Allah (cc) hakkında kullanmaktadır.[9] Yaratılan, yokluğun içerisinden çıkartılanlar göklerdir, yerdir, insanlar ve diğer canlılardır.[10]

Bu masdarın fail (özne) ismi olan ‘Fâtır- فاطر’, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Fâtır; Kur'ân'da isim olarak 6 âyette geçmiştir. Hepsi de Allah’ın gökleri ve yeri yaratmasıyla ilgilidir.[11] (Peygamber duasında şöyle derdi. “Ben yüzümü gökleri ve yeri Yaratan’a (Fâtır’a) çevirdim...”[12]

Genel olarak fatr/fıtrat

Kur’an’da ve Hz. Muhammed’in hadislerinde ‘fıtrat’ kavramının, insan kişiliğinin çevre etkilerinden bağımsız olarak var olan özünü ve bütün insanlar için ortak ve genel olan oluşum ve gelişim kapasitesini belirtmek üzere kullanıldığı görülüyor. Tek tek her bir insanın geliştirdiği kişilik özellikleri bu ortak fıtrattan beslenir.[13]

Allah, daha önce örneği olmaksızın ve yeniden, tekrar tekrar yaratandır. Buradan hareketle denilmiştir ki fıtrat; evren ve evrendeki bütün varlıkların yaratılışında sürekli bir oluş, bir orijinallik ve ‘başka bir şeyden taklit edilmemiş’ özel bir yaratılış demektir.[14]

Fıtrat, tohum veya çekirdek, kendinden çıkacak olan canlının özü ve özetidir. O türe ait bütün özellikleri kendi bünyesinde barındırmaktadır. Bir şeyin ilk defa yokluktan ortaya çıkışı veya bir maddeden (tohumdan) meydana gelişi bir ‘fatr’dır. Bunun ortaya çıkış biçimi veya taşıdığı özellikler de ‘fıtrat’tır. Her yaratığın ‘fıtrat’ üzere kazandığı özelliklere de onun ‘tabiatı/doğal yapısı’ denir. Bunu bütün hayvanlarda ve bitkilerde görüyoruz.

Elmalılı’ya göre; fıtrat, yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder. Âyette; ... الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا... "...insanları onun üzerine yarattı..."[15] kaydından da anlaşıldığına göre, maksat her ferdin kendine mahsus olan cüz'î yaratılışı değil, bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan ve hepsinde ortak bulunan genel yaratılıştır.

İnsanın beşer oluşu yönünden tabiatı budur. Mesela yaratılıştan kör doğan insanlar olsa da iki gözü bulunması asıldır. Kişinin cüz'î yaratılışında herhangi bir sebeple eksiklik bulunabilirse de asıl fıtrat, sağlıklı ve sağlamdır. Gözün fıtratı, görmektir. İyi görmeyen bir göz, sonradan meydana gelen bir sebeple hasta demektir.

Bunun gibi bütün organların yaratılışında asıl olan bir ‘fıtrat’ (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsan nefsinin bütün meyillerinde böyle yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da ‘fıtrat- فطرة’ denir.

Bir hadiste anlatıldığı üzere, "İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi çeşitli yaratılış ve karakterlerde"[16] olsalar da fıtrat ve insan tabiatı bakımından hepsi birdir; ademoğludurlar.[17]

Fıtrat, kendisinde hiç bir ayıp olmayan tertemiz, selim bir tabiat ve Allah’ın bütün varlık aleminin Rabbi olduğunu algılama yeteneğidir. Fıtrat, bütün varlıklarda var olan nizamdır. Fıtrat gerçeğe meyletme yeteneğidir. Bu yetenek, kendisine seçme şansı verildiği zaman kişiye ‘mutlak gerçeği’ seçtirebilir.[18]

‘Fıtratullah’, Allah’ın insanları döktüğü kalıbın adıdır. Yani Allah’ın varlık hakkında yaratma tarzıdr. Her şey buna bağlı olarak kendisine bir yol, bir mecra bulur. Allah’ın insanın varlık yapısına kodladığı veya insan fıtratına yerleştirdiği şeylerden hiç birisi lüzumsuz, hedefsiz ve amaçsız değildir.[19]

Fıtrat yasasına teslimiyet uyum ve ahenk getirir. Zira bu, insanın tabiatında var olanı idrak etmektir. Bunun tersi ise, uyumsuzluk ve ahenksizlik getirir. Çünkü bu, insanın gerçek doğası dışında bir arzulamadır.[20]

Müslüman bilginlere göre fıtrat

Fıtrat kelimesi Kur’an’da bir ȃyette Allah sözü birlikte isim tamlaması (muzaf-muzafun ileyh) şeklinde geçmektedir.

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُون “Böylece sen, bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde [hak olan] dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran:[ki,] Allah'ın fıtratında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih [bir] din[in gayesi]dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.”[21]

Genel kabule göre İslȃm’ı kabul etme veya etmeme, günah işleyebilme veya ibadet etme, isyan veya itaat etme insanların iradesine bağlıdır. Bunlar insanların kendi seçimleri ve kazançlarıdır. Bunların ırsȋ olduğunu, insanların doğuştan müslüman ve inançsız olduklarını iddia etmek insan iradesini yok saymaktır.

Hem insandaki dinî kabiliyetin (fıtrat’ın) nasıl bir tabiat ve özelliğe sahip olması sorusu sebebiyle,[22] hem de fıtrat kelimesinin yapısı gereği farklı anlamlar taşıması yüzünden ȃyetteki ‘fitrat’ kavramı ve hadislerdeki “her doğan fıtrat üzere doğar...” ifadesi farklı anlaşılmıştır.[23] Hadisin bir rivayeti şöyle: “Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudí, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslümansalar, çocuk da müslüman olur.”[24]

Şüphesiz bu farklı değerlendirmelerde, bilginlerin içinde bulundukları ortam, kendi yetenekleri, yetişme tarzları ve kültürel alt yapıları etkili olmuştur.

Şimdi ‘fıtrat’ hakkındaki bu farklı açıklamalardan örnekler verelim:

 

1-Fıtrat doğal yetenektir diyenler;

  1. Esed’e göre ‘fıtrat’ terimi, insanın doğru ile yanlış, gerçek ile sahte/düzmece arasında ayrım yapabilmesine ve böylece Allah'ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkan veren, doğuştan edindiği sezgisel yeteneği ifade eder (M. Esed, 1996: 826). Beydavi bunu, Allah’ın insanı hakkı kabul edecek, onu anlayabilecek kıvamda yaratmasıdır şeklinde açıklıyor. (el-Beydavî, Tefsir-Tarihsiz: 2/220).

الفطرة على يولد مولود كل “Her doğan fıtrat üzere doğar...” demek, yani her doğan Allah’ı tanıma ve onu ikrar etme kabiliyeti üzere doğar demektir. Hiç kimse göremezsin ki kendisini bir yapanın olduğunu ikrar etmesin. Bunu başka bir şekilde adlandırmış, başka şeylere ibadet etmiş olsa bile.” (İbnu Esîr, Tarihsiz: 698).

Kur’an kelimelerinin anlamları üzerinde ilk ciddi çalışma yapan ilk dönem alimlerinden el-Ferra’ ‘Allah’ın fıtratı- فِطْرَةَ اللَّهِ’ terkibini ‘Allah’ın yaratması’ olarak açıkladıktan sonra şunları ekliyor: “Yani Allah’ın kulları üzerinde yarattığı şeydir ki onlar o yetenekle Allah’ın onların Rabbi ve onlara şekil veren olduğunu anlarlar.” (el-Ferrâ; 1983: 3/324).

Meşhur Arap dilci İbni Manzur ‘fitrat’ı şöyle tanımlıyor: “Kur’an’ın bir kelimesi olarak fıtrat; “Allah’ın varlığı ve insanı da mahlukâta bakarak kendisi bilip tanıyacak, iman edip ibadet edecek kabiliyet, hal ve istidat üzere yaratmasıdır. Bu da ilk yaratılış demektir.” (İbnu Manzur, Tarihsiz: 11/197).

Hadisteki لفطرة اعلى يولد مولود كل “her doğanın fıtrat üzere doğması” demek, herkes bu yetenekle dünyaya gelir, demektir. Buna ilk ikrar denilir ki, işte ‘fıtrat’ budur. Ruh, kişinin eğilimlerini yaratılış gayesine uygun olarak yönlendirebilir. Eğer çocuk iyi terbiye edilirse ruhu onu iyi şeylere ve doğruya götürür.

Fıtrat dinî bir kavram olarak, insanın doğuştan doğal olarak inanmaya yetenekli ve dini inancı kabul etmeye elverişli bir şekilde dünyaya geldiğini anlatır. İnsan bunu doğduğu zaman beraberinde getirir. Bununla birlikte fıtratta yanlışa inanmaya da meyil olduğunu görüyoruz.[25]

Bazılarına göre fıtrat, doğan çocuğun Allah’ı bilmek noktasında yaratılışında bulunan özelliktir. Onun yapısı Allah’ı bilmeyen hayvanların yapısından farklıdır. Bu görüş sahiplerine göre fıtrat yaratmaktır. Allah Fâtır olduğuna göre (Fâtır/1), onun yaratması da fıtrattır. Onlara göre her doğan, küfür, iman, hata ve kusur gibi şeylerden uzaktır. O beraberinde bunları getirmez. Temyiz yaşına geldiği zaman iman veya inkârı seçebilir. Bir hadiste buna işaret edilmektedir. Bir hadiste geçtiğine göre hayvanlar da genelde kusursuz doğarlar. Onlardaki kusur dışarıdan bir etki sebebiyledir.[26]

Çocuklar da böyledir. Onlar ergenlik yaşından sonra kendi tercihleriyle veya harici etkilerle ya müslüman, ya da başka dinden olurlar. Eğer çocuklar müslüman veya kafir olarak yaratılsalardı ölüme kadar öyle kalmaları gerekirdi. Halbuki bir kısmı başka bir inancı seçebiliyor. Üstelik yeni doğan çocuğun imana veya inkara akıl erdirmesi de imkansızdır.

Ebu Ömer b. Abdi’l-Berr’e göre ‘fıtrat’ın anlamı ile ilgili yapılmış yorumların en doğru olanı budur. Şu iki âyet bu anlamı desteklemektedir: “Siz ancak işlediğinizin karşılığını alacaksınız.”[27] “Her bir nefis kazandığı karşılığında rehin alınmıştır.”[28]

İnsan kendisinde bulunan bu yetenek sayesinde çevresinde olup bitenleri, Allah’ın varlığına dair gözle görülen belgeleri, tabiat olaylarını anlar. Bunlardan hareketle Yaratıcıya ulaşabilir. Ancak şeytan ve nefis insanı başka şeylere yönlendirebilir.[29]

Allah, insanların hepsini iman, küfür, doğru yol, sapıklık bilmez bir şekilde fıtrat üzere yarattı. Sonra elçiler gönderdi ve onları imana davet etti. Onlardan bazıları doğru yolu bulur, bazıları ise bulmaz.[30]

Tefsircilerin çoğu fıtratı, gerçeği kabul ve anlama kâbiliyeti diye, fıtrata sarılmayı da gereğince amel etmek,[31] ya da her insanın özüne yerleştirilen iyiye, doğruya ve hakikate eğilim diye anladılar.[32]

Fıtratın aslı tam ve sağlamdır. Ona harici müdahele sonradan olmaktadır. Maddî bakımdan böyle olduğu gibi manevî ve ahlakî bakımdan da böyledir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile kemalini bulur.[33] İmam-ı Gazalî, ruhun yaratılış itibarıyla gerçeği (hakikati) kavramaya susamış ve kabul etmeye yetenekli olduğunu, Allah’ı bulacak ve anlayacak güce ve imkana sahip olduğunu kabul etmektedir. Kişi yaratılışında inanmaya istidatlıdır. Çocuğun ruhu pırlanta gibidir, her türlü nakışı almaya müsaittir.[34]

İnsanlar genellik­le bedenî bakımdan olduğu gibi ruhî ve zihnî bakımdan da hissetmeye, algılama­ya, doğru biçimde düşünmeye ve inan­maya elverişli olarak dünyaya gelirler. İbn Teymiyye fıtratı İslâm olarak yo­rumlayan görüşü benimsemekle birlik­te bazı değişikliklerle bu son görüşü de mâkul bulmaktadır. Ayrıca o, İs­lâm düşünce tarihi bakımından önem taşıyan bir yaklaşımla, insan fıtratındaki çizginin Allah'ın dininin yani Allah'ın tanınması ve ikrar edilmesi yönünde ol­duğunu, çocuğun bu yönde gelişmesi için yeni şartların hazırlanmasına bile ih­tiyaç bulunmadığını söyler. Çocuğun fıt­ratında bulunan doğru çizgide yetişme­sini engelleyecek olumsuz şartların ve âmillerin giderilmesi ve böylece onun fıtrî kabiliyetinin önünün açılması yeter­lidir görüşündedir.[35]

Çocuğun inanç bakımından yetenekli olduğu konusunda Hay ibni Yakzan adlı romanı yazan İbni Tufeyl’e göre insan kendinde bulunan fıtrî yetenekle Allah’ı bulabilir. Issız bir adada bir ceylan tarafından büyütülen Hay, yaşı ilerledikçe sezgileriyle, gözlemleriyle, düşünerek, araştırarak bir Yaratıcının varlığını keşfedip ona teslim olabilmiştir.

Kısaca fıtrat, insana bahşedilen ilâhi bir yetenektir. Gerçek bir kaynak, gerçek bir yöneliştir. Hep Hakk'a (gerçeğe) doğru bir gidişi ifade eder. Kazanç, çeşitli süpjektif ve objektif şartlar içinde gelişebilir. Olumlu bir sonuç da, olumsuz sonuç da olabilir. Hakka da götürebilir, yanlışa, isyana ve zarara da götürebilir.

2-Fıtrat başlangıçtır diyenler;

Fıtrat kimilerine göre başlangıç, Al­lah'ın ilk yaratılışta her insan için belir­lediği değişmesi mümkün olmayan fark­lı inanç ve bunun sonucu olan nihaî mut­luluk veya bedbahtlık anlamına gelir. Buna göre insan, Allah onu başlangıçta hangi hal üzere yarattıysa sonunda o hale dönecek;[36] başlangıç­ta mümin olarak yaratılan imanla, kâ­fir olarak yaratılan da küfürle ölecektir. Ancak çocukların ilk yaratılıştaki durum­ları bilinemeyeceği için her doğan insa­nın fıtrat üzere doğduğunu belirten ha­disin devamında, "Sonra anne ve baba­ları onları Hıristiyan, Yahudi, Mecûsî ve­ya müşrik yapar" denilerek çocuklara dünyada ebeveynlerinin dinlerine göre muamele yapılacağına işaret edilmiştir (Hökelekli, H. DİA 12/46).

el-Fâtır, Arabın dilinde ‘başlatandır’. Fatır 1. ve Yasin 22. âyetlerde bu anlamda kullanılıyor. Ez-Zeccâc’a göre âyetteki “Allah’ın fıtratına yönel” ifadesi, Allah’ın insanların üzerinde yarattığı dine tabi ol demektir. Âyetin başındaki “Yüzünü hanif olarak Din’e dön” ifadesi bir anlamda bunun açıklamasıdır. Öyleyse fıtrat Allah’ın insana verdiği ilk şekil, ilk tabiattır.[37]

3-Fıtrat yaratılıştır diyenler;

Zamahşerî, ‘Allah’ın fıtratı’ tabirini âyetin başındaki... فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً / “Yüzünü dosdoğru Din’e dön...” emrine bağlıyor. Yani insanlara düşen görev fıtrata yönelmedir. O fıtrat da Allah’ın insana verdiği şekil, onun yaratılışıdır. O bu ȃyet ile “Allah’ın insanları hanifler olarak yarattığı, ama şeytanların onları saptırdığı, her doğanın fıtrat üzere doğduğu”[38] hadisi arasında bağ kuruyor ve Allah’ın insanın bünyesine yerleştirdiği bu karakter, bu mizaç hiç değişmez diye ekliyor.[39]

Ebu Hatim’e göre Peygamber’in; الفطرة على يولد مولود كل “Her doğan fıtrat üzere doğar...” sözünden maksat, Allah’ın onların soylarını Adem’den çıkardığı zaman onlara verdiği şekildir. Ki Rûm 30. ayet buna işaret etmektedir. Bu yaratılış da değişmez.[40]

Sübki’ye göre ‘fıtrat’ insandaki selim tabiattır ki Din’i kabule müsaittir. Pek çok meşhur alim de benzer görüştedir.[41]

Bazılarına göre ‘fıtrat-فطرة’, insanda bulunan doğal eğilimdir (yaratılıştır). İnsan Allah’a tapma eğilimi ile doğar. Ailenin ve çevrenin etkisi bu doğal eğilimi yönünden saptırır. Dünyaya böyle gelen insan ruhu, beyaz sayfa gibidir. Toprak, kendisine ekileni bitirdiği gibi ruh da kendisine aşılanan düşünceleri alır. Çocuğa doğru inanç aşılanırsa ruhu onunla yoğrulur. Bozuk inanç aşılanırsa onu alır ve onunla yoğrulur.[42]

Dinî yaşayışın temelinde, onda doğuştan olan eğilim ve kabiliyet vardır. Son zamanlarda çocuk psikolojisi üzerine yapılan araştırmalar, çocuğun dinî inanca karşı hassas ve eğilimli, dinî inancı kabullenmeye hazır ve istekli olduğunu ortaya koymuştur.[43]

4-Fıtrat ezelî sözleşmedir diyenler;

Bazılarına göre fıtrat hadisindeki fıtrat, Allah’ın insanları iman ve küfre kabiliyetli yaratmasıdır. Bu da ezelȋ sözleşmede gerçekleşen misaktır. İman edenler orada isteyerek ve itaat ederek evet dediler, inkârcılar ise istemeyerek ve kerhen evet dediler (el-Karnî, 2003: 107-108).

Bazılarına göre ise ‘fıtrat-فطرة’ Allah’ın insanları iman üzere yaratmasıdır. Hadiste geçtiğine göre Allah, insanları Âdem’in soyundan zerreler gibi çıkardı ve onları kendi varlığına tanıklık ettirdi. A’raf 172. ȃyette kasdedilen de budur. Her doğan çocuk, kendisini Allah’ın yarattığına tanıklık ederek dünyaya gelir. Öyleyse ‘fıtrattan maksat Allah’ın dinidir. Ki Allah insanları bu kabiliyet üzere yarattı. لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّه “Allah’ın yaratışında bir değişiklik yoktur...”; yani işte bu fıtratı değiştirmeye gerek yoktur.[44]

Gerek eski kuşağın bilginleri (selef) gerekse daha sonraki nesillerin bilginlerinden (halef) bazıları derler ki, A’raf 172’deki "şahit tutma"dan amaç, onların Tevhid üzere yaratılmış olmalarından ibarettir. Nitekim Ebu Hureyre ve Eyad b. Surey'den gelen rivayette böyle deniyor. Hasan-ı Basri de ayeti bu şekilde yorumlamıştır.

Yukarıda sözü edilen bilginler diyorlar ki; işte bu nedenle ayette yüce Allah: وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ ..."Rabbin Ademoğulları'ndan... aldı..." diyor. "Adem'den.... aldı" demiyor. "Onların bellerinden" diyor. "O'nun belinden" demiyor. "Zürriyetlerini" kavramı, "onların soylarını nesilden nesile, asırdan asıra sürüp giden bir zincirleme şeklinde devam ettirdik" demektir. Nitekim başka ayetlerde deniyor ki; "Sizi yeryüzünde halifeler (yönetici-egemen) yapan O'dur”[45] "Sizi yeryüzünün halifeleri yapıyor",[46] "Tıpkı sizi başka bir kavmin soyundan türettiği gibi".[47]

Sonra onlara; ... أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ ... "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dedi. Ve buna kendilerini şahit tuttu. Yani yüce Allah onları yarattığında, onlar buna şahitlik ettiler ve bunu hal dili ile ifade ettiler... Bu bilginler diyorlar ki; şahitlik bazan söz ile olur (En’am, 6/130), bazan da hal dili ile olur.[48] Bu âyete göre inkarcılar dilleriyle kâfir olduklarını söylemiyorlar, fakat halleri onların inkarcı olduklarına şahitlik etmektedir.[49]

İnsan Allah’ın kendisini yaratmasıyla bir anlamda Yaratıcı ile doğal bir sözleşme yapmış, O’na kulluk yapacağına söz vermiş gibidir. Bu zımni sözleşme dinin, ahlâkın ve sosyal hayatın da başlangıç noktasıdır. Pek çok tefsirciye göre burada misak (söz / anlaşma) olayı, dille söylenmiş bir söz alma değil, temsili bir anlatım, fiilȋ bir misaktır. Allah bütün insanların bünyelerine tevhid inancı ve İslâm olma kabiliyeti koymuş, onları objektif ve subjektif delillerle Allah'ın rablığını algılayabilecek şekilde var etmiştir.

Burada önemli bir nokta, insanların yalnızca iç dünya ve dış dünyadaki delillerden hareketle Allah inancına kavuşmaları değil, insanın yaratılış olayının bil-fiil bu delillerden biri olması, her insanın, bizzat kendi varlığıyla ve cinsinin varlığıyla Rabbin varlığına ve birliğine şahitlik etmekte oluşu, kendi varlığının Rabbin varlığına delil oluşudur. Henüz bu şahitliği kendisi aklı ve dili ile yapmamış olsa bile, bizzat yaratılışıyla bunu deruhte etmiş oluşudur.[50]

Kurtubî de fıtrat ile ezelî sözleşme açısından bir ilgi kuruyor. Ona göre Hz. Âdem’in zürriyetini onun soyundan zerrecikler halinde çıkardıktan sonra bu ‘şehâdet olayı’ gerçekleşmiştir.[51]

“Kur’an'a göre, Mute‘âl Kudret'in varlığını sezme, algılama yatkınlığı insanda yaratılıştan (fıtrat) var olan bir hususiyettir; sonradan, kendini-beğenmişlik, nefsine-düşkünlük gibi arızî duygular eliyle ya da yoldan çıkarıcı çevresel etkilerle üzeri örtülebilir, bulandırılabilir olsa da, böyle içsel, sezgisel bir idrak imkanının varlığıdır ki, akıl sahibi her insanı Allah'ın önünde “kendi hakkında tanıklık yapma”ya yöneltmektedir.”[52]

Ezelî sözleşme insanın yapısının Allah’ın birliğini ikrar etmeye uygun olduğunu gösterir. Sonradan insanlardan bir kısmı bunu reddeder, kimisi de bu ikrarını sürdürür. Allah’ın insanları hanifler olarak, yani Allah’ı birleyiciler olarak yaratması da bu anlamı destekliyor.[53]

Ş. Işık, ‘fıtrat’a yüklenilen anlamları sıraladıktan sonra, bunların içerisinde en makul olanı şudur diyor: “Fıtrattan maksat Allah’ın Hz. Adem’in neslinden, dünyaya gelmezden önce iman ettiğine dair alınan ikrar ve misaktır. Bundan dolayı insan, yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği ve bunun gibi yeteneklere sahiptir.[54]

 

5-Fıtrat sünnettir diyenler;

Fıtrat’ın İslami terminolojideki diğer bir anlamı da ‘adet ve sünnet’tir. Bütün peygamberlerin ve tahrif edilmiş ilahi dinlerin doğru ve güzel bulup benimsedikleri ve müslümanların yapmaları gerekli olan olan dini adet ve uygulamalara da fıtrat denir.[55] Nitekim, ilim adamlarından bazıları “On şey fıtrattandır...” hadisindeki ‘fıtratı’ sünnet olarak açıklamışlardır. Onlar derler ki: “Bu hadiste sayılan şeyler bizim uymakla emrolunduğumuz peygamber’in sünnetlerindendir. Öyleyse fıtrat Peygamberin bize emrettiği sünnetidir.”[56]

Aişe’den rivâyet edilen bir hadiste Peygamber (sav) on şeyin fıtrattan olduğunu söylüyor.[57] Bir başka rivayette ise beş şeyin fıtrattan olduğu söyleniyor.[58]

Benzer bir görüşü İbnu Esir de ileri sürüyor.[59]

6-Fıtrat Tevhid’tir diyenler;

Nesefî, âyetteki fıtrat yaratılıştır dedikten sonra; لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّه “Allah’ın yaratışında bir değişiklik yoktur...” ȃyetini insanların tevhid dinini kabul edecek şekilde yaratıldığı şeklinde yorumluyor. Ona göre insan kendi haline terkedilirse tevhid’den başka bir din seçmez. Nesefi “Ben insanları hanifler olarak yarattım...”[60] hadisini de buna delil olarak getiriyor.[61]

Hz. Ali’ye göre Rum 30. âyette geçen fıtrat, tevhid anlamındadır. Hz. Nuh’a indirilen dinin özü tevhid ve Allah’a ihlasla ibadet etmek idi. Bu da insanların üzerinde yaratıldıkları fıtratın kendisidir.[62]

Hz. Ali kanalıyla gelen bir başka rivâyette Peygamber’in bu âyette bulunan “Allah’ın fıtratı-فِطْرَةَ اللَّهِ” sözünü “Lâ ilâhe illah Muhammedu’r-Rasûlüllah/Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir, yani tevhid kelimesidir” olarak açıkladığı haber veriliyor.

Fıtrat üç tanıklık anlamında da olabilir.

Birincisi; Allah insanı şirk koşmadan kendisini itiraf edecek özellikte (fıtratta) yarattı. İnsan bunun için gerekli belgeleri kendisi arayıp bulabilir.

İkinci tanıklık peygamberlik (nübüvvet)tir. Onunla kişi Din’i bulur ve dinî hayatını olgunlaştırmaya çalışır.

Üçüncüsü de velâyettir ki onunla da ameller tanzim edilir. Velâyetle İslâma kapı aralanır. Bu da Hz. Ali’dir. Ancak bu demek değildir ki her insan bu üç şehadeti bi-hakkın yerine getirir.[63]

 

7-Fıtrat İslâm milletidir diyenler;

Bazılarına göre fıtrat Allah’ın insanları İslâm milleti (inancı) üzere yaratmasıdır.[64]

Fıtratın aslı yaratılıştır. Rûm 30’da geçen ‘fıtrat’ millet (inanç) anlamındadır ki bu da İslâm ve tevhidtir. Nitekim “Her doğan fıtrat üzere doğar...” hadisi bir başka kanaldan “Her doğan millet üzere doğar...” şeklinde gelmektedir.[65]

8-Fıtrat ihtiyaçtır diyenler;

Ebu Bekir el-Verrâk’a göre Allah’ın insanları üzerinde yarattğı fıtrattan maksat fakirlik ve ihtiyaçtır. İnsan doğduğu andan ölünceye kadar geçinmek, ayakta kalmak veya yaşamak için bazı şeylere fakir ve muhtaçtır değil midir? Bu da onun fıtratından (doğal yapısından) gelen bir şeydir.[66]

9-Fıtrat istikamettir diyenler;

İbni Abdi’l-Ber, insana bahşedilen fıtratı, ‘selamet ve istikamet’ olarak açıklamış ve “Ben bütün kullarımı hanifler olarak yarattım” anlamındaki hadiste geçen ‘hanif’ kelimesi ile selamet ve istikametin kasdedildiğini belirtmiştir. Bundan dolayı haniflik, fıtri tezahürlerin insandaki yansıması olmuştur. Bu yansıma ilk defa Hz. İbrahim’in kişiliğinde daha açık bir şekilde görülmüştür.[67]

10-Fıtrat Allah’ın boyasıdır diyenler;

صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدون “Allah'ın boyası (ile boyan). Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz.”[68]

Allah’ın boyası, Allah’ın insana verdiği biçim, karakter, ölçü ve tabiattır. Daha doğrusu Yaratıcı elin insan üzerindeki izidir, eseridir. Bunun da fıtrat olduğunu söylenebilir.

İnsan bir amaç için yaratılmıştır. Bu amaç yeryüzünde hayatın tevhid ve adalet ekseninde inşasıdır. Kur’an insana bu misyonundan dolayı ‘halife’ adını veriyor. Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleştirecek donanım ve altyapıya sahip olmasıdır. “O her şeye yaratılıştan en güzel olma, kemâlini bulma (yeteneği) vermiştir[69] âyeti bunu ifade eder. “Allah’ın boyası” işte budur. Bu boyayı, üzerine sürülen bir başka boya ile değiştirmek, sadece fıtratın üzerinin örtülmesine değil, aynı zamanda onun üzerine inşa edilecek inancın amacından sapmasına yol açar.[70]

 

11-Fıtrat İslâm’dır diyenler;

Buharî fıtrat İslâmdır diyor.[71]

İbni Abdil’l-Berr’e ve İbni Hacer’e göre selef alimleri arasında ‘fitrat’ın anlamı üzerinde söz birliği yoktur. Onlardan çoğunun görüşüne göre ‘fıtrat’ İslam manasına gelir. Onlar Ebu Hureyra’nın rivâyet ettiği ve الفطرة على يولد مولود كل “her doğanın fıtrat üzere doğduğunu” söyleyen hadisin sonundaki “...isterseniz Rûm 30’u okuyun” ve hayvanların kusursuz doğduğu, ama sonradan insanların onlara müdahele ettiği hadisini delil olarak kullanırlar. Çocuklar da tıpkı böyledir. Kendi hallerine bırakılsa dış etkilerden uzak kalırlar, fıtratlarının gereğini yaparlar. Ancak anne-babaları onların şahsiyetlerini şekillendirirler.[72]

Fıt­rat, "çocuğun iyilik ve kötülüğe, iman ve inkâra eşit derecede elverişli yaratılma­sı" şeklinde anlaşılırsa bu takdirde onun dünyaya boş bir levha gibi geldiği kabul edilmiş olur ki bu görüş, fıtratı öven ve onun devam ettirilmesini emreden âyet­le[73] ve hadislerle çatışır. İbni Teymiyye'ye göre, fıtrat ha­disinin devamındaki, "... Sonra ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan yapar" cümle­sinde "veya müslüman yapar" ifadesi­nin yer almaması, fıtratın esas itibariy­le "İslâm" yahut en azından "İslâm'a yat­kınlık" anlamı taşıdığını gösterir.[74]

İbni Kayyim el-Cevziyye, müslüman bilginlerin birçoğunun ‘fıtrat’ın İslâm dışı bir anlam ile yorumlanmasına katılmadıklarını ileri sürüyor. Ona göre onların ‘fıtrat’ı ‘islam yaratılışı’ olarak anladıklarına dair de yeterince delil vardır.[75]

İbni Abbas ve tabiin (2. kuşak) müfessirlerinin bir çoğu da aynı görüştedir. Bu şu anlama gelmektedir: Bir dine sahip olmak, veya bir Yaratıcı olduğunu akıl gücüyle hissetmek; bu gücün birliğini ve ibadete layık olduğunu duyumsayarak nefsi, benliği ona teslim etmek, insanların her şart ve ortamda onun üzerinde yaratıldıkları bir içgüdüdur. Onlar çevrelerini kuşatan şartlardan, cahillikten kaynaklanan hevalarından veya geleneklerinden etkilenmedikleri müddetçe bu içgüdülere tabi olurlar. Yunus sûresinin 19. ayeti değişik bir üslupla bu gerçeği ifade etmektedir.

وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلاَّ أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواْ وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ “İnsanlar bir tek ümmetten başka bir şey değildi, ama ayrılığa düştüler...” Bundan dolayıdır ki Allah elçilerini, sapıklığa dikkat çekerek insanları ondan korumaları için elçiler göndermiştir.[76] Buna göre İslam dini Allah’ın insanları üzerinde yarattığı saf, sade ve insan fıtratına uygun din olmaktadır.[77]

Peygamber şöyle anlattı: "Miraca çıkarıldığım gece bana üç kadeh getirildi, birinde şarap, birinde bal, diğerinde de süt vardı. Ben sütü aldım. Melek: "Sen kendin ve ümmetin hakkında fıtrata isabet ettin” dedi.[78] Bazı kaynaklarda Peygamber’e iki kadeh sunulduğu söyleniyor ve son kısmı “Seni fitrata irşad eden Allah'a hamd olsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin azmıştı" şeklinde geçiyor.[79]

İlim adamları buradaki fıtratı İslâm ve istikamet olarak yorumladılar. Burada sütün sembol olarak şeçilmesinin sebebi, sütun kolay içilir, güzel ve temiz olmasi, içenlere hoş bir tad vermesi sebebiyledir. Fıtrat dini İslâm da böyledir, kolaydır, saftır, tabiidir.[80]

İbni Teymiyye’ye göre fıtrat öncelikle Allah’ın insanları üzerinde yarattığı yaratılıştır. O da İslâmdır. Bir gayri müslimin çocuğu öldüğü zaman o müslüman muamelesi görür.[81]

Rum 30. ayette söz konusu edilen insanlardan maksat, Allah’ın İslâm üzere yarattıklarıdır. Tevilciler buradaki insanlar tabirini müslüman kafir ayırtetmeden genel üzerine hamlederler. Çünkü insanların hepsi bu fıtrat üzere yaratıldılar. Daha sonra dışarıdan bir etkiye göre şekil alırlar. Adı geçen hadis de buna işaret etmektedir. Her bir kişi bu fıtrat, yani islâm üzere yaratılır. Ancak şer’i açıdan, buna değil insanların kendiliklerinden yaptıklarına/seçimlerine itibar edilir.[82]

İnsandaki din/inanç düşüncesinin iki kaynağı vardır: Biri fıtrat, biri kazanç; biri yaratılıştan bir imkan, diğeri insanın kendi çabasıyla elde ettiği bir sonuçtur.[83]

İbni Şihâb’ın dediğine göre fıtratın İslâm olması imkansızdır. Çünkü İslâm ve iman; dil ile söylemek, kalp ile inanmak, organlarla amel etmektir. Küçük çocuk hakkında ise bu söz konusu değildir. Akıl sahibi olan herkes bunu bilir.[84]

Kurtubî’nin hocası Ebu’l-Abbas ve Tefsirci İbni Atiyye de aynı görüştedir. İbni Atıyye’ye göre fıtrat çocuğun bünyesine konulan hilkat (yaratılış ve hey’et / biçim)tir. Çocuk bununla yaratıkların farklılığını farkeder, Rabbinin varlığının delillerinin farkına varır, bu fıtrat ile iman eder. Allah şöyle buyurmuş gibidir: “Sen yüzünü hanif olan dosdoğru dine çevir. Bu din ise Allah’ın insanların fıtratını ona karşı kabiliyetli yaratmış olduğu Allah’ın fıtratıdır.” Bu fıtrat sonradan bir takım etkilere uğrayabilir. Peygamberin “Her doğan fıtrat üzere...” hadisinde kasdedilen anlam da budur. Burada anne baba harici etken konumundadır.

Ebu’l-Abbas’a göre Allah insanların kalplerini hakkı kabule elverişli yaratmaktadır. Tıpkı gözlerini görülecek şeyleri görmeye, kulaklarını işitilecek şeyleri işitmeye elverişli yarattığı gibi. Kalpler bu yetkinlik üzere devam ettiği sürece hakkı idrak edebilir. İslamın hak din olduğunu anlayabilir.[85]

İbni Kuteybe’ye göre fıtrat; Allah’ı ikrar ve O’nun hakkında marifet sahibi olmaya meyilli olmaktır. Bu ise müslüman olarak doğmak anlamına gelmez. Bilakis fıtrat, yaratılışın başlangıcıdır. Buna A’raf suresinin 172. âyetinde, ezeli sözleşmede işaret edilmektedir.[86]

Bazılarına göre fıtrat hadisindeki ‘fıtrat üzere doğma’ sadece müslüman çocuklar içindir. Her insan müslüman olarak yaratılsaydı Araf suresinin 179. ayetinde söz konusu edilen bazılarının cehennem için yaratılmış olması bir anlam ifade etmezdi.[87]

Sonuç

Kur’an’ın ifadesine göre insanın yaratılış nedeni onun yararlı ve zararlı işler açısından denenmesidir. İnsanın serbest iradesi olmazsa, seçim hakkı olmazsa, bir şeyi kendi özgür iradesiyle isteyip yapmazsa sorumlu olmaz. Bir şeyi yapmak zorunda olan, o şey hakkında denemeye tabi tutulmuş olmaz. Halbuki sınav veya denemelerde birden fazla seçim hakkı, birden çok altarnatif vardır. Sonunda insan kendisi seçer ve seçtiğinden de sorumlu olur.

Mülk suresi 2. ayette insanın hangi amaç için yaratıldığına işaret ediliyor. İnsan suresi 7-8., Şems suresi 7-8. âyetler fıtrata yerleştirilen yeteneklere bir başka açıdan temas ediyor.

İnsanların yaptıklarından sorumlu olması için serbest olmaları, yani iradeli olmaları gerekir. “Her doğan İslâm fıtratı ile doğar” ifadesini, “herkes müslüman olarak doğar” şeklinde anlayanlar, insanların bir bölümünün neden müslüman olmadığını açıklamakta zorluğa düşerler.

Eğer fıtratı insanın içine konulmuş ilahî din diye anlarsak, o zaman herkesin bu fıtratı hayatı boyunca koruması, hiç isyan etmemesi, Allah’tan başkasına ibadet etmemesi gerekirdi. Ama gerçek böyle değil.

İnsan doğuştan bazı maddi ihtiyaçlarla doğar. Onları temin etmezse hayatını sürdüremez. Yemek, içmek, uyumak ve benzeri şeyler gibi. Bu gibi biyolojik özellikler bütün canlılarda var. Elbette bu onların fıtratıdır. Yiyen, konuşan, düşünen, ağlayan, gülen, yapıp-eden, çalışan, üreten, imal ve imar eden insan; fıtratının gereğini yapar.

Allah, وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım" diyor (Zâriyat 51/56). İnsanı bu hedef için yaratan Allah’ın, ona bu hedefe gidebilmesi için gerekli donanımı, yeteneği, imkanları vermesi de doğaldır. Fıtrat, bu doğal yeteneği, bu insan bünyesine yerleştirilmiş özelliği ifade etmektedir.

İnsanın ruh ve zekâsının, fıtratının aslı da Hakk'ı tanımak ve gerçek yaratanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana ruh; yanlış duysun, şeytana uysun diye değil, gerçeği ve iyiliği duysun, aslını ve sonunda döneceği yeri ve ona karşı vazifesini bilsin diye verilmiştir.[88]

Bununla birlikte insan üzerinde araştırma yapanlara göre, inanmak ve tapınmak ihtiyacı insanın fıtratının derinliklerinde vardır. Yaratıcı insanı nasıl yemek, içmek, uyumak, çalışmak, dinlenmek, ihtiyaç gidermek gibi özellklerle veya fıtratta yarattı ise, aynı şekilde inanmak, kendinden üstün bir güce boyun eğmek, O’na sığınmak ihtiyacında yaratmıştır.

Her ne kadar bazı insanlar bunu hissetmelerse de, bazıları inkârcı veya ateist olsa da bu böyledir. Onların bile içinin derinliklerinde “bu evrenin bir yaratıcısı olmalıdır” fikri yer etmiştir.

‘Fıtrat’ kavramı Kur’an’ın, özelikle doğal yapı/doğal eğilim/yaratılış ile ilgili önemli bir kavramıdır. Konu sadece kelimenin kök anlamıyla ilgili olsa kolaylıkla anlaşılabilir, bu kadar farklı tefsirler olmayabilirdi. Ancak kavramın farklı anlaşılmaya müsait yapısı sebebiyle, ilk yaratılış, insanların ruhundan veya doğal yapılarından alınan ezelî sözleşme, insan bünyesine yerleştirilen inanma ve ibadet etme ihtiyacı, insan yapısının iman ve ibadet etmeye meyilli olduğu gibi konularda delil getirildi.

Nasıl anlaşılırsa anlaşılsın; sonsuz güç sahibi Yaratıcı’nın hem varlık hem de insan üzerindeki tasarrufunu, biçim ve şekil verme gücünün O’na ait olduğunu, varlık sahnesindeki mucizevî çeşitliliği ve fonsiyonları ‘fıtrat’ kavramında bulmak mümkün. Yine insanın karmaşık yapı ile birlikte kendisine biçilen role hazır hale getirilişini, sorumlu tutulan insanın bu sorumluluğu yerine getirebilecek dinamiklerin fıtratına yerleştirildiği görüyoruz.

 

 

 

 

 

 

[1] bkz: el-Karnî Ali ibnu Abdullah, el-Futrah

[2] İbni Manzûr, Lisanu’l-Arab, 11/197)

[3] el-Isfehânî, R. el-Müfredat, s: 575. İbni Manzûr, Lisanu’l-Arab, 11/197

[4] el-Firuzâbâdî, el-Kamusu’l-Muhit, s: 456

[5] Taberî, Tefsir 5/158. Suyutî, ed-Durru’l-Mensûr, 3/7. Nakleden: el-Karnî, 2003:26

[6] el-Karnî, el-Futrah s: 25

[7] Hûd, 13/51. İsra, 15/51 gibi

[8] Müslim, es-Sahih, S. Munafikîn/81, no:2820

[9] En'âm 6/79. Rûm 30/30. (İsrâ 17/51

[10] Zuhruf 43/27. Enbiya 21/56. Tâhâ 20/72

[11] Fatır 35/1. En’am 6/14. Yûsuf 12/101. İbrahim 14/10. Zümer 39/46. Şura 42/11

[12] Müslim, S. Musafirin/201, no: 1812. Ahmed b. Hanbel, Müsned no: 6605

[13] Heyet, Kur’an Yolu, 4/289

[14] Çalışkan, İ. 2002: 115

[15] Rûm 30/30

[16] Buhârî, Enbiyâ/19, no: 3383. Müslim, Fezâilü'ssahâbe/199, no: 6454

[17] Elmalılı, Tefsir (sad.) 6/256

[18] Bilgiz, M. 2007: 35

[19] Kutub, M. 1992: 87

[20] Bilgiz, M. 2007: 35

[21] Rûm 30/30

[22] Hökelekli, H. 2005: 124

[23] el-Karnî, 2003: 67-69

[24] Ebu Davud, Sünnet/18, no: 4714. Tirmizí, Kader/5, no: 2138. İbnu Hibban, es-Sahîh, İman/1, no: 128

[25] Yavuz, K. 1987:109

[26] Ahmed ibnu Hanbel, 1413: no; 7199. Buharí, Cenaiz/79, no: 1358-1359. Cenaiz/92, no: 1385. Tefsir/30, no: 4775. Müslim, Kader/22, no: 2755, 2758-2759. İbnu Hibban, es-Sahîh, İman/1, no: 130

[27] Tûr, 52/16

[28] Müdessir, 74/38. Kurtubî, 2004: 2409

[29] Kurtubî, 2004: 2410

[30] Tabatabâî, M. 1342: 16/196

[31] Ateş, S. Tarihsiz: 7/20. Kutub, S. 1996: 3/1393. el-Cürcanî, S. Şerif, 1421-2000: 169

[32] M. İslâmoğlu, 2008:799

[33] Elmalılı, Tarihsiz: 6/256

[34] Yavuz, K. 1987: 111

[35] Hökelekli, H. DİA 12/46. Ayrıca bakınız: İbni Teymiyye, 2005-1426: 4/125

[36] A'râf 7/29

[37] eş-Şevkânî, M. b. Ali. 2001: 1327. el-Karnî, 2003: 85-86

[38] Müslim, Cennet/ 63, no: 2865

[39] ez-Zamahşerî, 1996: 3/463. İbni Atıyye, A. 2002: 1476

[40] İbnu Hibban, 2004-1425: hadis no; 130

[41] el-Karnî, 2003:71-72

[42] Ateş, S. Tefsir: 7/20-21

[43] Hökelekli, H. 2005: 124

[44] en-Nesefî, 1998: 3/700. el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2045

[45] Fatır 35/39

[46] Neml 27/62

[47] En'am 6/133

[48] Tevbe 9/17

[49] Kutub, 1996: 3/1393

[50] Elmalılı H. Yazır, 4/168,169

[51] Kurtubî, 2004: 2411

[52] Esed, M. 1996: 1/309

[53] Müslim, 24/2197. İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094

[54] Işık, Ş. 2003: 90

[55] Bilgiz, M. 2007: 33

[56] Havva, S. 1994: 1/446

[57] Buhârî, Libâs/51, 63, 64, İsti'zân/51. Müslim, Taharet/49-51, 56, Şalât/9. Ebu Davud, Tahare/29. Nesâî, Zine/I

[58] Buhârî, Libâs/51, 63, 64. Müslim, Ta¬haret/49-51, 56, Salât/9. Ahmed b. Hanbel, 1413: no: 7158

[59] İbnu Esir, Tarihsiz: 698

[60] Müslim, Cennet/ 63 (2865

[61] en-Nesefî, A. 1998: 3/699

[62] Tabatabâî, 1342: 16/195

[63] Tabatabâî, 1342: 16/195

[64] el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2045

[65] en-Nevevî, 2003: 1880

[66] el-Kurtubî, 2004: 2411

[67] Işık, Ş. 2003: 91

[68] Bakara 2/138

[69] Secde 32/7

[70] M. İslâmoğlu, 2008:799

[71] Buharî, Tefsir/30, no: 4475

[72] el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2044

[73] Rûm 30/30

[74] İbni Teymiyye, 2005-1426: 4/125

[75] el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2044. İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094-1095

[76] Bakara 2/213

[77] Derveze, İ. 1997: 4/299-300

[78] Nesai, Eşribe/41, 8/312

[79] Buhari, Eşribe/1, no: 5575. Müslim, İman/272, no: 424

[80] el-Karnî, 2003: 28

[81] İbni Teymiyye, Fetevâ, 4/125. el-Karnî, 2003: 126

[82] Şevkânî, 2001: 1327. İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094

[83] Elmalılı, Tarihsiz: 6/257. Kutub, M. 1992: 285

[84] el-Kurtubî, 2004:2409

[85] el-Kurtubî, 2004: 2409-2410

[86] İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094

[87] Işık, Ş. 2003: 90

[88] Elmalılı, H. Y. Tarihsiz: 6/256

 

Kaynaklar

-Ahmed ibnu Hanbel, Müsned, Daru’l-Kütübüi’l-Ilmiyye, Beyrut 1993-1413.

-Ateş, S. Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul-Tarihsiz.

-el-Azîmâbâdî, Eşref ibnu Emîr. Avnu’l Ma’bûd, Beytu’l Efkâri’l-Devliyyeh, Amman-

Tarihsiz.

-el-Beydavî, Ömer ibni M. Envâru’l-Tenzîl Esrâru’t-Te’vîl, Daru Saadet, İstanbul-Tarihsiz)

-Bilgiz, Musa. Kur’an Açısından Vicdan ve Değeri, Beyan Yayınları, İstanbul 2007.

-el-Cürcanî, Seyyid Şerif. et-Ta’rifât, Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyyeh, Beyrut 1421-2000.

-Çalışkan, İsmail. Kur’an’da Din Kavramı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2002.

-Darimî, Abdullah b. A. Sünen, Medine 1966-1387

-Derveze, İ. et-Tefsiru’l-Hadîs, Çeviren: M: Önder, Ekin Yayınları, İstanbul 1997

-Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: Heyet, Azim Dağıtım, İstanbul-

-Esed, M. Kur’an Mesajı, Çevirenler: C. Koytak, A. Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul-1996.

-el-Ferrâ, Yahya ibnu Z. Meâni’l-Kur’an, Alemûl-Kütüb, Beyrut 1983-1403.

-Firuzâbâdî Mecdüddîn M. Kamusu’l-Muhît, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1424-2003

-Havva, S. İbadetler Ansiklopedisi, Çevirenler: M. A. Varol. O. Aktepe. H. A. Özdemir, Aksa

Yayınları, İstanbul 1994.

-Hökelekli, Hayati. Diyanet İslâm Ansiklopedisi; Fıtrat maddesi.

“           Din Psikolojisi, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2005.

-Işık, Şemsettin. İlk Ahit, Pınar Yayınları, İstanbul 2003.

-İbnu Atiyye, A. el-Muharriru’l-Vecîz fi Tefsir’l-Kitabi’l-Azîz, Daru İbni Hazm, Beyrut

1423-2002.

-İbnu Hibban, Ali ibnu Bilbân. es-Sahîh, Daru’l-Ma’rifeh, Beyrut 2004-1425.

-İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fi Ilmi’t-Tefsir, Beyrut 1423-2002.

-İbnu Esîr, Mubarek bin M. en-Nihâyetü fi Ğaribi’l-Hadîs ve’l-Eser, Beytu’l-Efkâri’l-

Devliyye, Amman-Tarihsiz.

-İbni Kesir, İ. Muhtasar Tefsir, İhtisar: es-Sâbûnî, M. A. Daru’l-Fikr, Beyrut-Tarihsiz.

-İbni Manzûr, Cemalüddin Muhammed ibni Mükerrem, Lisânu’l-Arab, Daru’l-Hilâl, Beyrut

-İbni Teymiyye, T. Macmuu’l-Fetavâ, Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2005-1426.

-Isfehânî, R. el-Müfredât fi Garib’il-Kur’an, Kahraman Yayınları, İstanbul 1987.

-İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an (Meal-Tefsir), Düşün Yayıncılık, İstanbul-2008.

-Karaan, H. Çağrıcı, M. Dönmez, İ. K. Gümüş, S. Kur’an Yolu, Diyanet Yayınları, Ankara

-el-Karnî Ali ibnu Abdullah, el-Futrah, Daru’l-Müslim, Riyad 1424-2003.

-el-Kurtubî, Muhammed  b. A. el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Daru İbni Hazm, Beyrut 2004-

1425

-Kutub, M. İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, Çeviren, Bekir Karlıağa, İşaret Yayınları,

İstanbul 1992

-Kutub, S. fi Zılâli’l-Kur’an, Kahire 1996-1417, Daru’ş-Şuruk

-el-Kütübü’s-Sitte (Altı Kitap bir arada) Tahkik: Abdulaziz ibnu  Muhammed ibni İbrahim,

Daru’s-Selâm, Riyad 2000-1421

-en-Nesefî, Ahmed ibni M. Tefsiru’n-Nesefî, Daru İbni Kesir,

Beyrut 1998-1419

-en-Nevevî, Yahya ibni Şeref, el-Minhâc, Daru İbn Hazm, Beyrut 2003-1423.

-eş-Şevkânî, M. Ali bin Muhammed. Fethu’l-Kadîr, Mektebetu’l-Rüşd, Rıyad 1422-2001.

-Yavuz, K. Çocukta Dinî Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet Yayınları, Ankara-1987.

-Tabatabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mîzân, Daru’l-Kütübi’l-İslamiyye, 1342 Tahran

-ez-Zamahşerî,  Omer ibni M. el-Keşşâf, Daru’l-Kütübi’l-Ilmıyye, Beyrut 1415-1995.

Huseyin K. Ece