Şair şöyle demiş:

“Mal sahibi mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan”

 

Kur’an, insanı oyalayan, asıl görevinden alıkoyan, nefsinin hoşuna giden, Hak’tan yüz çevirmesine yol açan lüzumsuz takıntılara, eğlence türü şeylere, boş uğraşlara ‘lehv’ diyor.

     

  • Lehv ne demektir

‘Lehv’ kelimesinin kökü olan ‘lehâ’; sözlükte, bir şeyle oynamak, bir şeyden pek hoşlanarak onunla avunup durmak anlamına gelir.

‘An’ ile kullanılırsa, bir şeyden gafil olmak, bir şeyden yüz çevirmek demektir.

Aynı kökten gelen ‘elhâ’; oyalanmak, bir kimseyi sazlarla veya oyun aletiyle oyalamak, meşgul etmek,

‘lehhâ’; bir şeyle oyalandırmak, eğlendirmek manalarına gelirler.[1]  

‘Lehv’; insanı faydalı ve önemli şeylerden meşgul eden şeydir. ‘Şu şeyle oyalandım’, yani ‘onunla eğlenerek meşgul oldum’ şeklinde söylenilir.[2]

El-lahvu; insanı, kendisini ilgilendiren ve endişenlendiren, ya da huzursuz eden, hüzünlendiren bir şeyden uzaklaşıp meşgul eden, dikkatini başka bir şeye çevirmesine sebep olan şey demektir. Günlük dilde şöyle kullanılır: “Bir şeyle ilgilendim, bu nedenle ondan dikkatimi bir başka şeye yönelttim.”

‘Lehv’ insanın kendisinden faydalandığı her şey hakkında da kullanılır.

‘El-lehve’; değirmen taşı boşa dönmesin diye ağzından çıkanı geri koyarak taşı oyalamaktır. Çoğulu luhye şeklindedir. Ayrıca buna benzetilerek atıyye, hediye, ihsan, bahşiş gibi şeyler de ‘luhveh’ diye adlandırılır.[3]

Faydalı veya faydasız bir işle meşgul olmak anlamındaki ‘şuğl’dan farklı olarak, sadece faydasız işler için kullanılır.[4]

Bir başka deyişle ‘lehv’; eğlence demektir. Kendisinden insanın zevk alıp eğlendiği, ama bitip sona eren şeydir.[5]

‘Lehv’, insanı neşelendiren ama başka (önemli) şeylerden alıkoyan bir oyundur. Araplar insanı lüzümsıuz yere meşgul eden her şeye ‘lehv’ derler. ‘Lehv’ nikah manasında da kullanılmış.[6]

“Onlar bir ticaret ve lehv gördükleri zaman ona koşuştular ve seni ayakta bıraktılar.” (Cumua 62/11) âyetinde geçen ‘lehv’, ticaret krvanının geldiğini haber vermek üzere çalınması adet olan kös, def, dümbelek veya davul gibi çalgı aleti olarak da tefsir edilmiş.[7]

‘Lehv’, A’raf 51ci âyette ‘ittehaze-edinmek’ fiili ile beraber ‘eğlenceye almak’ manasında geçiyor.

 

  • Hadislerde lehv

Hadislerde ‘lehv’ daha çok ruhsat verilmiş ölçülü ve meşru, hatta faydalı eğlenceler ve

meşguliyetler manasında geçiyor. İşte bir kaç örnek:

Aişe’nin (r.anha) rivâyet ettiğine göre o bir kadını Ensar’dan bir adamla evlendirirken Peygamber (sav) ona şöyle dedi: “Ey Aişe, Yanınızda eğlence (lehv) yok mu? Ensar elbette eğlenceden (lehv’den) hoşlanır.”[8]

Burada ki ‘lehv’ şüphesiz ki meşru ve düğünlere mahsus ölçülü eğlence türünden şeylerdir. Yoksa insanın aklını çelen, onu aşırı meşgul edip ibadetten ve asıl görevinden alıp uzaklaştıran ölçüsüz eğlenceler değildir.

Nitekim aşağıdaki rivâyette Allah Rasûlü (sav) zararlı lehv’in sınırların bir ölçüde çiziyor.

Ukbe b. Âmir Rasûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ediyor: “... Şu üç şey ile meşgul olmak ‘lehv’-boş eğlence ‘ değildir: Bir kimseninn atını terbiye etmesi, ehli (ailesi) ile oynaması,  yay ile ok atması... (Yani bu meşguliyetler lehv türü eğlence sayılmaz)” [9]

Buhârî’de, içinde ‘lehv’in geçtiği iki bâb (alt başlık) var. Birisi: “Allah’a taatten alıkoyan her türlü lüzumsuz meşguliyet lehv”dir şeklinde. Bu babın altına da “İnsanlardan bazısı vardır ki ‘lehve’l-hadis’i satın alırlar...” (Lukman 31/6) mealindeki âyet yer alıyor.[10]

İkincisi:  “Mızrak ve benzerleri ile eğlenme” babı (alt başlığı). Ebu Hureyra’nin rivâyetine göre bir defasında Habeşliler Peygamber’in (sav) yanında oynuyorlardı. O sırada Ömer (ra) içeri girdi ve sür’atle yerde çakıl taşlarından aldı ve onlara attı. Peygamber (sav): “Ya Ömer, onları rahat bırak” dedi.”[11]

Âmir ibnu Said diyor ki: “Kuraza b. Ka’b ve İbnu Mes’ud el-Ensârî’nin bir düğünde iken yanlarına uğradım. Cariyeler şarkı söylüyorlardı. Onlara dedim ki: “İkiniz de Peygamberin arkadaşı ve Bedir ashabındansınız. Yanınızda bu yapılan ne?” Şöyle cevap verdiler: “İstiyorsan otur ve bizimle birlikte dinle, istiyorsan git. Bize düğünlerde bu gibi lehv’e (bu tür eğlenceye) ruhsat verildi.”[12]

 

  • Kur’an’da lehv

Kur’an’da ‘lehv’ kelimesinin fiil, isim ve masdar olarak farklı kalıplarda kullanılıyor. Bütün bu kullanılışlarda; oyalama, alıkoyma, eğlenme, eğlenceye dalarak oyalanma, meşgul olma, yüz çevirme anlamları  yer almaktadır.

‘Lehv’ kelimesi Kur’an’da fiil halinde beş âyette yer alıyor. (Bakınız: Tekâsür 102/1. Münafıkûn 63/9. Nûr 24/37. Hıcr 15/3. Abese 80/10)  İsim ve masdar halinde ise onbir  defa geçmektedir. (Bakınız: ‘lehv’ olarak: En’am 6/32. Ankebût 29/64. Lukman 31/6. Muhammed 47/36. Hadid 57/20. Cumua 62/11. ‘Lehven’ olarak: En’am 6/70. A’raf 7/51. Enbiyâ 21/17. Cumua 62/11. ‘Lâhiyeten’ şeklinde: Enbiyâ 21/3)

 

  • Lehv: İnsanı oyalayan şey

İnsanı oyalayan, eğlendiren ve onu asıl  görevini yapmaktan alıkoyan bütün uğraşılar; boş ve amaçsız hedefler, dünya hayatının geçiciliği ve insanı oyalandırması  bu kelime ile anlatılıyor.

Kendisinden zevk alınan, ama devam etmeyen, günün birinde sona ermesi  kesin olan bütün oyalanmalar ‘lehv’dir. Dünya hayatı çeşitli açılardan insana zevk vermekte, onu eğlendirmekte, onu oyalandırmaktadır. Ancak dünyadaki bütün bu zevkler ve eğlenceler bitmeye mahkûmdur.

Bu durumu ‘lehv’ kelimesi harika bir şekilde ifade ediyor.

Kur’an dünya hayatının halini, geçici zevk verici tarafını, oyalandıran yönünü, eğlendiriciliğini ‘lehv’ ve laib-oyun’ kelimeleri ile anlatıyor.

“Ve eğer dönüp onlara sorsan: “Gökten suyu indiren ve onunla ölü toprağa can veren kimdir?” diye, hiç şüphen olmasın ki “Elbette Allah” diyecekler. De ki: “Hekle şükür, (bari şunu olsun bileydiniz). Ama ne gezer... Onların çoğu akıllarını kullanmayı dahi beceremezler.

Zaten (akletselerdi, bileceklerdi ki) şu dünya hayatı (tek başına) geçici bir oyun (laib) ve oyalanmadan (lehv) başka bir şey değildir. Bir de hayatın çteki yüzü vardır ki, işte odur gerçek hayat. Keşke bunu olsun bilebilseydiler.” (Ankebût 29/64)

Yani, dünya hayatı herkes için çocukların eğlenmek için bir süre çıkıp vakit geçirdikleri, sonra eve geri döndükleri bir oyun gibidir. O oyunda kral rolü oynayan asıl kral değildir. Sadece kral rolünü oynar. Oyun bitince krallık da sona erer. Dünya hayatının hiç bir günü devamlı değildir. Herkes belirli bir süre rolünü oynamaktadır. Bu hayatın cazibesine kapılarak iman ve vicdani duyguları keybedenler, dünyada eğlence, zevk ve faydasız oyunlarla şeref ve mutluluk yaşayacaklarını zannederler. Böyleleri dünyada bu gibi oyuncaklarla kendilerini avuturlar. Ölüm kapılarını çalıp gerçekle yüzyüze gelecekleri zaman, elleri boş kalacaktır. Dünyada oynadıkları oyuncakların kendilerine orada hiç bir faydası olmayacak.

Eğer insanlar bu dünya hayatının imtihan için verilmiş bir süre, bir fırsat olduğunu, ve geröek ve sonsuz hayatın Ahiret hayatı olduğunu bilselerdi, bu hazırlık ve sınav dönemini oyun ve eğlence (lehv) ile geçirmezler.[13]

Bu âyet tek dünyalı bir hayat yaşayan inkârcıların hayat tasavvurunu reddediyor. “Artık onları kendi haline bırak. Vaad edildikleri güne kadar kavuşuncaya kadar lafa dalıp oynayadursunlar.” (Mearic 70/42)

Tek dünyalı bakış açısına sahip olanlar için bu dünya hayatı oyun (laib) ve eğlence (lehv)dir. Ama iki dünyalı yaşayanlar için ise bu dünya hayatı hasadı Âhirette yapılacak olan bir tarladır.[14]

Bazı kaynaklarda hadis diye anlatılan ama aslında Peygamber’e (sav) ait olmayan şu söz bu gerçeği ifade ediyor:  “Dünya Âhiretin tarlasıdır.”  (Bazılarına göre bu söz hadis değildir ama manası doğrudur ve şu âyetten alınmıştır: “Kim öteki dünyada kazanç elde etmeyi isterse onun kazancında bir artış sağlarız...” (Şûrâ 42/20)[15]

“Bu dünya hayatı, (eğer amacından soyutlarsanız) bir oyun (laib) ve eğlenceden (lehv) ibaret hale gelir. Ama eğer iman eder vekorkup-sakınırsanız, karşılığınız size tastamam verilir. Üstelik O sizden mallarınızın tümünü (harcamanızı) istemez. ” (Muhammed 47/36)

Bu dünya hayatı “bir ouyundan, geçici bir eğlenceden ibaret” olmasına rağmen Allah (cc) mü’minleri meşru zevklerinden yoksun bırakmayı istemez ve böyle sahip olduklarının küçük bir kısmını kendi yolunda harcamalarını ister.[16]

“(Tek başına) dünya hayatı geçici bir oyun (laib) ve eğlence (lehv)den ibarettir. Âhiret yurdu ise, korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (En’am 6/32)

İslâmı din, Kur’an’ı Allah’ın kitabı olarak kabul etmeyen inkârcılar, bu dünya hayatından başka hayat tanımazlar. Öldükten sonra dirileceklerine, Âhiret hayatının olacağına inanmazlar.

Kur’an böylelerine yanıldıkları şeyi hatırlatıyor.

Ahiret hayatına inanmayanlar için bu dünya hayatı sonuçta geçici bir oyun ve oyalayıcı bir eğlencedir. Hepsi bu kadar, isterse onlar başka bir şey desinler bu hayat için. Hayata anlam ve değer katan şey, insanın kendisini Yaratan’ı razı edecek salih ve hayırlı işler yapmak ve gelecek hayat için hazırlanmaktır. Bu niyet ve bu gaye ile yaşanılmayan hayat boş, anlamsız, faydasız, semerisizdir ve umutsuzluk doludur.  

Buna karşın yaptıkları her şeyin hesabını verecekleri şuuruyla, Allah’a karşı sorumluluk  bilinciyle hareket eden, kendileri için konulan ölçülere hakkıyla riayet eden mü’minler için dünya hayatı oyun ve eğlence yeri değil, gelecek için hazırlık (imtihan) yeridir.[17]

Bu âyetlerde zımnen şu söyleniyor: “Mü’mine oyun ve eğlence olarak bu dünyada sürdüğü hayat yeter. O fazladan bir eğlenceye ihtiyaç duymaz. Buna ihtiyaç duyanlar, dünya hayatına aşırı değer yükleyenler, bir başka ifadeyle dünayay ahiret muamelesi yapanlardır.”[18] 

Dünya hayatı, dipsiz, sonu karanlık gafletten, faydasız oyuncaktan ibarettir. Onun geçiş anlarını, tad alınan şeylerini bir an düşünüp de ölümü gözünün önüne getirenler bunu rahatlıkla anlarlar.

Hayat bu yaşadığımız dünya hayatıdır diyenlerin en büyük zevki; onu ve onun sonucunu düşünmemek ve boş şeylerle eğlenmek, oyunlarla zamanı öldürmektir. Ancak  Allah’tan hakkıyla korkup sakınan takva sahipleri için ebedî olan, bitmez tükenmez nimetlerin ve zevklerin tadıldığı Ahiret hayatı daha hayırlıdır.  Bu apaçık gerçeği aklını iyi kullanan insanlar anlayabilir, dünya hayatını oyalayıcı oyuncaklarına takılıp kalmazlar.[19]

Dünya hayatının geçiciliğine, hayal gibi olmasına karşın asıl  hayat Âhiret hayatıdır.

İnsanlardan bir kısmı dünyalıklara ve eğlence türü şeylere daha çok düşkündür. Onların peşinde koşarlar, onlarla oyalanıp koca bir ömrü bitirirler. Hatta pek çoğu bu gibi şeyler sebebiyle asıl insanlık görevini unuturlar, oyun ve eğlenmeyi hayatının en önemli meselesi haline getirirler.

Bilinen bir şey ki, eşyaya ve oyalayıcı şeylere karşı olan tutku, öteden beri insanoğlunun zaafıdır. (Âli İmran 3/14)

Nitekim Peygamber’in (sav) sahabeleri bile, Medine’ye önemli bir ticaret kervanının geldiğini duyunca, hutbe okuyan Peygamber’i yalnız bırakabilmişlerdir. Aşağıdaki âyetin bu nedenle indiği rivâyet edilmektedir.[20]

“Bir ticaret veya eğlence (lehv) gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki “Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden (lehv’den) ve ticaretten daha hayırlıdır.” Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cumua 62/11)

Cabir b. Abdullah’ın (ra) rivâyet ettiğine göre; bir defasında Peygamber (sav) cuma hutbesini okuyorken (Medine’ye) yiyecek taşıyan bir kervan geldi. (Mescitte olanlardan) oniki kişi hariç hepsi dışarı çıktılar. Bunun üzerien bu âyet nazil oldu.” (Taberî, İbnu Cerir. Tefsir, 12/98)

Katade’den gelen bir rivâyete göre kervanın geldiğini duyanlar ona doğru mescitten çıktılar. Geride oniki erkek, bir kadın kalmıştı. Bunun üzerine Peygamber (sav): “Muhammed’in canını kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, eğer birbirinizi izleseydiniz (yani hepiniz gitmiş olsaydınız) vadiyi ateş seli doldurur, sizi götürürdü.”[21]

O zamanlar Medine’ye bir kervan geldiği zaman halk onu, sevinç gösterisi olmak üzere davul çalarak karşılardı. Bazılarına göre burada kasdedilen eğlence (lehv), kervanı karşılamak için çalınan davuldur. Çünkü mescittekiler, davul sesini duyunca ticaret kervanının geldiğini anlamışlar ve dışarı çıkmışlardı.[22]

 

  • Allah boş iş (lehv) yapmaktan uzaktır

Yüce olan ve aşkın olan Allah (cc) lehv’den (boş işlerden, oyalayıcı şeylerden) münezzehtir (uzaktır). Böyle şeyler O’nun hakkında düşünülemez. O (cc) el-Hakim’dir. Yani her işini hikmetle, yerli yerinde, bir amaca yönelik ve mutlaka mükemmel yapandır.

“Bir de , (şunu bilin ki) gökleri ve yeri ve bu ikisi arasında olan hiç bir şeyi bir oyun- bir eğlence (lehv) olarak yaratmadık.

(Çünkü) eğer bir oyun-eğlence (lehv) edinmek dileseydik, bunu herhalde kendi katımızdan edinirdik; ama hiç böyle bir şeyi diler miyiz?” (Enbiyâ 21/16-17)

Âyetin son cümlesi bir başka tefsire göre: “Yapacak olsaydık böyle yapardık.” [23] şeklinde anlaşılabilir.

Bu âyette insanların sonuna kadar özgür oldukları, onlara kimsenin hesap soramayacağı, salih amellere mükâfat, kötü işlere (hata ve günahlara) ceza verileceği Âhiret gününün olmadığını zannedenlerin görüşleri reddediliyor. Böyleleri du dünyanın (evrenin) öylesine var olduğunu, kendisinin peygamber olduğunu ileri süren birine kulak asmanın gerekmediğini ileri sürüyorlar.[24]

Halbuki gerçek onların sandığından başkadır.  Yerlerin ve göklerin yaratılışı bir oyun, bir eğlence, rastgele, amaçsız olmadığı gibi Allah (cc) –hâşâ- bir oyuncu değildir. Bütün insanlar bir araya gelip, en güçlü isbatlarıyla, yüksek sesle “Âhiret hayatı yok, ölümden sonra bir hayat olamayacak”  diye haykırsalar da Âhiret hayatı olacaktır.

Her türlü süslemelerle dolu tavan gibi yükseltilmiş gökyüzü, sayısız faydalarla dopdolu, kurulu bir beşik gibi döşenmiş yeryüzü ve bu ikisi arasında yer alan harika yaratıklar; gönülleri oyun ve eğlencede olan ve Allah’ın âyetlerini anlamak istemeyenlerin sandıkları gibi tesadüf değildir. Hakk’ı tanımak ve ebedí hayat yolunda kendisinden faydalanılmak üzere hak ve hikmetle yaratılmış, Allah’ın yüce kudretinin göstergesidir.[25]

Allah (cc) ‘eğer böyle yapmayı irade  etseydi’; yani bir eğlence arayacak olsaydı –ki mutlak manada kendine yeterli ve sınırsız kudret sahibi olduğu için, hiç bir şekilde O’nun böyle bir şeye ihtiyacı yoktur- bunu kendi Zatında bulurdu. Bunu için mantıken anlamsız ayrı bir evren yaratmaya ihtiyaç duymazdı. Kur’an çok veciz bir şekilde Allah’ın muteâl (aşkın) olduğunu, kendisine yakıştırılabilecek beşerî her türlü ruhsal ve duygusal (oyun ve eğlence gibi) ihtiyaçtan uzak olduğunu dile getirmektedir.[26] 

Yüce Allah (cc) ancak şanına yakışanı yapar.  Her şeyi bir hikmet üzere yaratan Rabbimizin gökleri ve yeri boş yere ve eğlence olsun diye yaratması düşünülemez. Böyle bir şey O’nun yücelik şanına uygun düşmez.

 

  • Kimilerin din olayını sıradan bir şey/eğlence (lehv) zannederler

İnsanlardan bazıları Allah’ın Dinini oyun ve eğlence (lehv) yerine koyarlar.

Onunla ve hükümleriyle alay ederler. Onun çağrısını ve uyarılarını ciddiye almazlar. Her şeyi dünya ölçüleriyle değerlendirdikleri için Kur’an’ın ve Son Elçi’nin (sav) haber verdiği gerçeklerle, Ahiret tasvirleriyle alay ederler.[27]

Kimileri kendilerine gelen ilâhî dini bir tarafa atarlar. O din üzerinde istedikleri gibi oynarlar, ona istedikleri şekli verirler. Kendileri haram ve helâl ölçüleri koyarlar.[28]

Şu âyetler böylelerinin yanlış tutumunu anlatıyor:

“Dinlerini bir eğlence (lehv) ve bir oyun (le’ib) edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete duçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.” (En’am 6/70)

Âyette geçen “İttehazû dînehum le‘iben ve lehven” ibaresi, iki şekilde anlaşılabilir:

Birincisi: “onlar dinlerini bir oyun ve eğlence (nesnesi) yaptılar”,

İkincisi; “onlar oyunu ve eğlenceyi (yahut geçici zevkleri)  dinleri yaptılar.” Yani, oyun ve eğlenceyi (lehv’i) hayatlarının biricik hedefi yaptılar. M. Eesd ikinci manayı tercih ediyor ve diyor ki “Çünkü ‘bu dünya hayatının rahatına dalanlar’ın büyük çoğunluğunun, Kur’an'ın ‘geçici zevkler’ olarak tanımladığı dinî coşkuyu andıran şeylerin ardından koşmaya kendilerini adadıkları gerçeğini ortaya koyar.”[29]

Bir başka âyette şöyle buyuruluyor:

“Onlar ki dinlerini bir eğlence (lehv) ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı, kendilerini aldattı. Onlar, bu günleriyle karşılaşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi bile bile nasıl inkar ettilerse, biz de bugün onları öyle (rahmetten) unuturuz!.” (A’raf 7/51)

Cehennem ehli, cennetlikleri görünce ümit içerisinde, yaşadıkları susuzluk ve açlığı yatıştırmak için onlardan su ve rızık isteyecekler. Ancak bu isteklerine cevap alamayacaklar. Bu durum onlar için bir yıkım daha olacak. Çünkü onlar dünya hayatında Allah’ın dinini alaya alıp eğlenmişlerdi.

Ya da Âhiret hayatının olmadığını iddia ederek istredikleri gibi oyun ve eğlence ile meşgul olmuşlardı. Dünyanın geçici zevklerini tercih ederek Âhirete hazırlanmayı unutmuşlar, kendilerini uyaran âyetlere aldırmamışlardı.[30]

Bundan dolayı onlar hesap günü unutulanlardan olacaklar, cennetliklere verilen nimetlerden ve mükâfatlardan mahrum edilecekler. Bu sonuç onların dünyada kendilerini Rahmetten unutturmalarının sonucudur.

Halbuki Kur’an bütün insanları dünya hayatının manası ve amacı konusunda sık sık uyarıyor. “Gaflet etmeyin, unutmayın, aldanmayın...” diyor.

“Ey iman edenler! Malınızın mülkünüzün veya çocuklarınızın sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasına izin vermeyin.Çünkü böyle davranan herkes ziyana uğrayanlardan olur!” (Münafikûn 63/9)

“Mal ve çocuklar kesif olan dünyaya aittir. Latîf olan Allah ile Latîf’in letâfetinin tecellisi olan ruh arasına kesifi sokmayınız.”[31] 

 “Bu dünya hayatı (eğer anlam ve amacından soyutlarsanız) bir oyun ve eğlenceden (lehv’den) ibaret hale gelir. Ama eğer iman eder ve sorumluluk bilinciyle yaşarsanız, karşılığı size tastamam verilir....” (Muhammed 47/36. )

Dünya hayatını geçici zevk, biraz oyalanma, biraz tatlı eğlencelerden ibaret görenler, Âhiret hayatı için hazırlanmayanlar, bu konudaki uyarılara kulak asmayanlar kaybedenlerden olacaktır.

İnsanlardan bazıları dünya hayatını yeme, içme ve eğlenme olarak zannederler. Arzuları ve hayalleri onları oyalayıp durur. Onlar sonu gelmez tutkuların peşinde bir ömür tüketirken iman nimetinden kendilerini mahrum ederler.

Kur’an böylelerinin durumunu ibretli bir şekilde ve onları tehdid eder bir tarzda anlatmaktadır. 

Onları oyalayan şeyler anlatılırken yine ‘lehv’ mastarının fiil hali kullanılıyor.

“Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitabın ve apaçık Kur’an’ın âyetleridir.

Gün geklecek, inkarcılar (vahyin yol göstericiliğine) teslim olmayı yürekten temnenni edecekler.

Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” (Hıcr 15/1-3)

Hakka imandan nasibi olmayan, hak davete sırtını dönenler, vahyi inkâr etmekte inatla direnenler, yeyip içerler. Şehvetlerinin, iştahlarının, hevâlarının peşinden giderler. Hayvanî zevklerini tatmin etmeyi hayatın hedefi yaparlar. Allah’a hesaba katmadan, Âhiret endişesi taşımadan oynarlar, eğlenirler, canlarının istediklerini yaparlar. Öldükten sonra neler olacağından gafil olarak kendilerini aldatırlar. Ölünce de hakikati ayne’l-yekin (bizzat) görürler. O zaman ‘ahhhh’ derler ama iş işten geçmiş olur.[32]

İnsanlardan çoğu imtihan yeri olan bu fani dünyada işe, ticarete, kazanmaya ve eğlenmeye kutsallık derecesinde yer vererek kul olduklarını, kulluk görevlerini, ahireti, yani Rablerini unuturlar.

Böylelerini ‘emel’ oyalayıp durur. Onlar daha fazla yaşama, daha fazlasına sahip olma, daha ilerde olma emeliyle yaşarlar. İşlerimiz düzene girecek, daha uzun ömürler süreceğiz, dünyadan ve içindeki zevklerden daha fazla yararlanacağız diye hayal edip dururlar, bu hayal-emel’ onları oyalar, asıl görevlerinden onları gafil bırakır.

‘Emel’; ömrün uzun olmasını istemek, arzu edilen eşyalara ulaşmak, durumun bir gün düzeleceğini beklemek, ama sonunda hiç birine kavuşamamaktır.[33]

Kimi de inandığı halde dünya işlerine dalarak kulluk görevlerini aksatırlar, namazlarını tam kılmazlar, mala düşkün olduklarından zekât vermezler, infakta bulunmazlar. Dünya malının kendilerine deneme için verildiğini, dünyaya sahip olmak için değil Hakikate şahit olmak için geldiklerini unuturlar. Dünya menfeatine, cazibesine, oyun ve zevkine, servet tutkusuna aldanarak gaflete düşerler.

Kalplerin ve gözlerin dehşetle sarsılacağı günden korkanlar elbette böyle değildir. Onlar büyük bir dikkat ve şuurla Allah’ı zikretmeye devam ederler.

Kur’an, dünya hayatının kendilerini aldatmadığı, hayatın amacını anlayıp gereğini yapanları, ölümden sonrası için hazırlanmak üzere kulluk görevini yerine getirenleri övüyor:

Bu gibiler hakkında Rabbimiz (cc) şöyle buyuruyor:

“İçlerinde (yalnız) kendi ismi anılsın diye Allah’ın yükseltilmelerine izin verdiği (ibadet) evlerinde O’nun kudret ve yüceliğini dile getiren, öyle kimseler (Allah’ı tesbih eden yiğitler) vardır ki;  ne ticaret, ne de kazanma hırsı  onları Allah’ı zikretmekten, namazı gereği gibi kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı bir Gün’den korkarlar.

Çünkü Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile ecir verecek, lütfundan fazlasýyla bağışta bulunacaktır ve Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (24 Nûr/37-38)

Âyetin övdüğü kimseler dünya ve ahiret dengesini iyi kuranlardır. Allah’ın kendilerine verdiği mal ve dünyalıklarla ahireti kazanmaya çalışanlar ve dünyadaki nasiplerini de unutmayanlardır. Onlar devamlıyı (ebedi’yi) geçiciye (fani’ye), değerliyi değersize feda etmeyen akıllı ve bilinçli mü’minlerdir. 

Görülüyor ki Allah’ın Nûr’uyla kalpleri ve kafaları aydınlananlar, Rablerinin verdiği bir basiret ile hayata bakarlar; Allah’ı anmaktan ve O’nun adına iş yapmaktan gaflete düşmezler. Dünya geçimlikleri, ticaretler, mallar ve evlatlar onlar için bir oyalayıcı, bir gaflet sebebi değil; tam bunun tersine Rablerinin rızasına ulaşmada birer aracıdırlar.

 

  • Aklı fikri oyunda olmak

Kur’an bazı gafiller hakkında löyle buyuruyor:

“İnsanlar için yaptıklarının hesabını verme vakti oldukça yaklaştı. Fakat onlar

hâlâ gaflet içerisinde (bu gerçeğe) sırt çeviriyorlar.

Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir uyarı gelse, onu sadece alaya alarak

dinliyorlar.

Onların aklı fikri oyunda oynaştadır. Üstelik zalim olan bu kimseler al altından

şöyle fiskos yapıyorlar: ‘Bu da sizin gibi ölümlü bir insan değil mi? Şu halde siz, göz göre göre büyüye kapılıp gidecek misiniz?’.” (Enbiyâ 21/1-3)

Âyette lehv kökünden gelen ‘lâhiyeten’ kelimesi kullanılıyor.

Bu kelime iki şekilde anlaşılabilir:

Birincisi: Onlar bu dünya hayatını bir oyun sandıkları için Allah’tan ve Ahiret inancından gafildirler.

İkincisi; Onlar Kur’an’ı (vahyi) ciddiye almazlar ve onunla kendilerince alay ederler, eğlenirler.[34]

Allah’ın davetine karşı zalim olanlar ne zaman kendilerine bir ihtar/uyarı veya vahiy  gelse, kalpleri gaflet içinde, yaptıkları hatanın ne denli çirkin olduğunu düşünmeden onunla alay ederler, onu eğlenceye (lehv) almaya kalkışırlar. 

 

  • Çoğaltma tutkusu

‘Lehv’-oyalanma’ kelimesi Tekâsür sûresinde fiil halinde kullanılıyor ve insanın

çoğaltma tutkusuyla, mal hırsıyla, biriktirme takıntısıyla ilgili zaafına harika bir şekilde işaret

ediyor.

Şöyle buyuruluyor: “elha-kümü’t-tekâsür. Hatta zurtümu’l-mekâbir: Çoğaltma tutkusu sizi o derece oyaladı ki, ta ki ölüp kabre gelinceye kadar. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz! Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür 102/1-8)

‘Tekâsür’, çoğaltma, artırma krizine tutulma yani... Üst üste yığma/biritirme tutkusu… Ne pahasına olursa olsun daha fazlasına sahip olma hırsı…

İnsanlardan bazıları ‘tekâsür’ tutkusunu yenemiyor. Bazılarında öyle bir iştah, öylesine bir boğaz var ki, doymak ve dolmak bilmiyor. Dahasını istiyor, daha çok istiyor, durmadan talep ediyor... Hatta hepsi, hepsi, hepsi, her şey benim olsun diyor.

Âyet insanı Allah (cc) yolunda ve ahirete hazırlanma konusunda ciddi bir tehliye işaret ediyor. Çokluk yarışıyla/tutkusuyla oyalanmak... Ölümü ve ötesini unutmak...

Burada ‘lehv’ fiilinin kullanılması ilginç.

Yukarıda geçtiği gibi ‘lehv’ kökünden gelen ‘elhâ’, kişiyi daha önemli işden alıkoymak, onu  meşgul etmek demektir.[35]

Lehv’in kendisi oyalanma, takılma, bir müddeet zevklenme iken; burada sahibini  avutan, bir anlamda onu geçici şeylerle oyalayan, meşgul eden manasında kullanılıyor.

Öyle ki insan boş işlerle oyalanırken, fani lezzetlerle zevklenirken, burada (dünyada) olana takılıp kalırken asıl yapması gerekeni unutur. Bu gaflet öylesine devam eder ki, sonunda ölüm ansızın gelip çatar ve insan mezarına kavuşur.

Âyette geçen ‘tekâsür’  kavramı, çoğaltma için ihtirasla çırpınma, taşınır veya taşınmaz, hayali veya gerçek kazançları artırma ihtirası anlamına gelir. Bu bağlamda bu kavram; insanın daha çok konfor, daha fazla maddî servet, insanlar ve tabiat üzerinde daha güçlü otorite, maddî ilerleme için çırpınma saplantısını ifade eder. Bu çabaların başka herşeyi dışlayıcı bir şekilde aşırı bir tutku ile sürdürülmesi, insanı ruhî kavrayıştan alıkor.

Dolaysıyla manevî/ahlâkî değerler üstüne kurulmuş sınırlama veya kısıtlamayı kabüle yanaşmaz. Böylece yalnızca bireyler değil, toplum bile iç dengesini kaybeder, mutluluk şansını yitirir.[36] 

‘Tekâsür’, ‘kesret’ten-çokluk’tan’ türemiştir ki, bunun üç anlamı vardır:

Birincisi; İnsanın kesret’i-çok şeyi elde etmek için aşırı çalışması,

İkincisi; İnsanların bolluk elde etmek için birbirleriyle  yarışması ve birbirlerinin üzerine çıkmaya çaba göstermesi,

Üçüncüsü; İnsanların bolluk sebebiyle birbirlerine karşı kibirli davranmasıdır.

Dolaysıyla ‘tekâsür’ insanlara çok cazip gelir. Öyleki onlar bundan dolayı daha önemli şeylerden gafil olurlar, daha önemli işlerden yüz çevirirler.

Âyette, ‘elhâküm-sizi oyaladı’ fiili geniş bir anlam sahasına sahiptir. Bu ayalayıcı şeyler her türlü eğlence ve lezzet alınan nesneler olabileceği gibi, kuvvet ve zenginlik sebepleri, iktidar sağlama çabaları, mal ve iktidar yarışları, bunlara sahip olarak başkalarına karşı kibirli davranmalar da olabilir.

Çoklukla övünenler, ya da çokluk yarışıyla oyalananlar her devirde olabilir. Onlar kendilerini  bu övünme ve oyalanma yarışına öylesine kaptırırlar ki asıl yapmaları gereken işlerden, daha önemli şeylerden gafil olurlar. Bu yarış ve övünme uğruna insanî seviyelerini bile kaybederler.[37]

‘Tekâsür’ ayrıca bu sûre bağlamında “yüksek bir amaç gütmeden, nedenine, niçinine bakmadan mal, evlat, yardımcı, hizmetçi gibi zamanın anlayışına göre, çok oluşuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girmek, manevi ve ahlâki sorumluluk düşünülmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” demektir.

Bu tutku bireysel olabildiği gibi toplumsal da olabilir. Âyet her ne kadar cahiliyenin mal ve dünaylık konusundaki kafa yapısını anlatsa da evrensel bir mesaj taşıyor, insanın zaafına ait bir tesbit yapıyor. Âyet aynı zamanda muhatapları bu yanlış zihniyete ve tutkuya karşı uyarıyor. Günümüzde kişilere ve toplumlara hakim olan “kârı ve serveti artırma yarışı, daha çok üretmek, daha çok tüketmek” anlayışı tekâsür krizinin çağdaş şeklidir. Manevî ve ahlâkî değerleri dışlayan, tahrip eden bu anlayış bireyden topluma uzanan haksız ve adaletsiz bir düzen doğurmakta, dünayayı adeta global mutsuzluk alanı haline getirmektedir.[38]

Âyet zımnen şöyle diyor: “Çok malla elde ettiğiniz itibarın size her kapıyı açacağını düşündünüz. Kınanan çok mal değil, mal az da olsa ‘çoğalştma tutkusu’dur. Bu fiilin yapısından anlaşılmaktadır. C. Bağdadî: “Fakr hiç bir şeye sahip olmamam değil, dünyalıklara sahip olsan da hiç bir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir.” 

İkinci âyet, iki manaya birden gelebilir. Birincisi, ölüp kabirlerinize girinceye kadar”, İkincisi; mezarlarınızı saymaya varıncaya kadar”. Metnin iç bağlamı birincisini, nüzul sebebi rivayetlerin ikincisini destekliyor.”[39]

‘Tekâsür’, yani çoğaltma tutkusu sahipleri bu uğurda haksızlığa ve zulme dahi başvururlar. Daha fazla mal, daha fazla cismanî lezzet, daha fazla güç ve iktidar, daha fazla imkanlar elde etmek isterler. Onlar sonunda ne olacağını düşünmeden bu tutkuların peşinde oyalanır dururlar.

Günümüzde bu yarışın kişiler, toplumlar ve devletler arasında bütün hızı ile devam ettiğini görmekteyiz. Toplumlar ve ülkeler arsında daha fazla servete, güce ve kuvvete,  daha fazla gelişmiş silahlara sahip olma çabası artarak devam etmektedir. Kişiler, toplumlar ve devletler arasında üstünlük ölçüsü artık ahlâk ve fazilet, adalet ve insanî sıfatlar değil, zenginlik, ilerleme dedikleri kör yarışlar ve gücü elinde bulundurmadır.

Onlar, bütün bu yarışların ve övünmelerin yeryüzünde zulüm yapmaya ve fesat çıkarmaya sebep  olduğunu düşünmemektedir. Herkes; insana asıl görevini, kulluk vazifesini unutturan bu çoklukla oyalanma yarışında daha iyi bir derece elde etmenin çabasındadır.

Ancak iman edenler bütün faaliyetlerinin salih amel olmasına dikkat ettikleri gibi, nimetlerden yeteri kadar, meşru yollarla yararlanmaya çalışırlar. Bunu yaparken köksüz övünmelere, gaflete düşüren oyalanmalara, zulme ve ifsata varan tutkulara düşmemeye çalışırlar.

Aslında bu hitap, çocuk, mal ve dünyalıklara dalıp ta adetâ bu yarışla sarhoş gibi olanlaradır. Onlar peşlerine düştükleri şeyle kendi kendilerini aldatmaktadırlar. Çoklukla oyalananlar, ya da bu yarış sebebiyle asıl yapması gereken kulluk görevinden gaflete düşenler; bir gün, içinde övünmenin ve  yarışın olmadığı dar bir çukura girecekler.[40]        

Abdullah b. eş-Şıhhîr’in naklettiğine göre babası şöyle anlatıyor: Peygamber’in (sav) yanına vardım ‘Çokluk sizi öylesine oyaladı ki’ âyetini okuyordu: Sonra dedi ki: “Âdemoğlu ‘malım, malım’ der durur. Ey Âdemoğlu! Senin, yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin, ya da sadaka olarak verip (ölümden önce âhirete) gönderdiğinden başka malın var  mı?”[41]

Bu bakımdan Allah (cc) müslümanları şöyle uyarmaktadır:

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın (oyalamasın). Kim bunu yaparsa işte onlar zarara uğrayanlardır.

Birinize ölüm gelip de; ‘Rabbim beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) infak edin”. (Münafikûn 63/9-10)   

Burada özellikle iman edenler uyarılmaktadır. Çünkü onlar ancak Allah’ın hükmüne teslim olmakla O’nun yanındaki izzete kavuşabilirler. Bundan dolayı onların başka bir şeyle oyalanıp Allah’ı  ve O’na kulluğu ihmal etmeleri onlar için çok büyük bir zarardır.

Mü’minler sürekli takva-Allah’a karşı sorumluluk bilinci içerisinde olup, devamlı O’nu zikrederler. Dünya meşguliyetinin en vazgeçilmezi olan mal ve evlat işleri, onların sevgisi, onlara bakma derdi onları Allah’a ibadetten alıkoymamalı.

Zaten dünya hayatı oyun ve eğlencenin (lehv) yanında, zinet (süslenme), övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır.

“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Hadid 57/20)

Bunların en zevklisi ve kaçınılmaz olanı çocuklarla meşgul olma ve mal kazanmadır. Bunlar bile sizi oyalayıp Allah’ı zikirden, O’na ibadetten uzaklaştırmasın.

Peygamber (sav) insandaki bu zaafa, yani dünyalıklara karşı olan meyile veya tutkuya şöyle işaret ediyor. “Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.” Bir başka rivâyette: “Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi.”[42] 

Hayatın devamı için verilen akıl, gadap (olumlu öfke) ve şehvet/iştah (isteme, sahip olma güdüsü) olumlu, sınırlı ve kontrollü kullanılırsa insan rahat eder. Azmaz, haddi aşmaz, haksızlık ve zülme yeltenmez, kulluk görevini ihmal etmez.

Burada, ‘mal kazanmakla, ticaretle, çocuk yetiştirmekle meşgul olmayın’ denilmiyor. Yani bunlarla uğraşmak sizi izzetin asıl ruhu olan Allah’ı zikretmekten, Allah için iş görmekten, O’na yaraşan kulluğu yapmaktan alıkoymasın demektir. Allah’ı zikir bir anlamda Allah sevgisiyle yapılan bütün işlerdir. Dünyalıklara aşırı düşkünlük kişiyi bu güzel hedef  konusunda gaflete düşürebilir.[43]

Peygamber (sav) ihtiyaçlar ile hırslar arasındaki denge hakkında şöyle buyuruyor:

“Kim dünyaya (yani çoğaltma yarışına) çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.”[44] 

İkinci âyette geçen ‘mekâbir’  mezar anlamındaki ‘makbere’nin çoğuludur. “Sümme zürtumu’l-mekâbir-sonunda mezarları ziyaret ettiniz” âyetine tefsirciler genelde üç mana verirler. Birincisi: Mecazî anlamda, “sonunda ölüp kabre girdiniz”,

İkincisi; yine mecazî anlamda; “kabirlerdeki ölülerle övündünüz”,

Üçüncüsü; lafzî anlamda; “Bizzat kabirlere gidip ölülerle övündünüz”. (Heyet, Kur’an Yolu, 5/634)

Cahilye arapları mal, çocuk, akraba ve hizmetçilerinin çok oluşunu bir guru ve şeref sebebi sayarlardı. Hatta bu övünmede yaşayanlarla yetinmeyip kabirlere gider, ölmüşlerini gösterir, sayar, onların çokluğu ile övünürlerdi.[45]

Sûrenin nüzul sebebi olarak onların bu gülünç adeti anlatılsa da sûrenin mesajı geneldir ve mal, servet, güç ve iktidar konusundaki yanlış bir zihniyetin düzeltilmesini,

iman edenlerin servet anlayışlarını vahyin ölçülerine göre inşa etmelerini,

tekâsür krizinden uzak durmalarını,

çoğaltma tutkusunun kendilerini oyalamasından sakınmalarını istiyor. 

 

  • Harika bir ifade: Lehve’l-hadis

‘Lehv’ ile ‘hadis’ kelimelerinden meydana gelen bu kalıp ifade sözlük anlamıyla ‘söz eğlencesi, ya da oyalayıcı söz’ demektir.

Yani duyanı etkileyen, önemli şeylerden oyalayan, kendi havasına çeken, çevresindeki başka şeylere karşı duyarsız hale getiren söz, eğlence, takıntı veya faydasız meşguliyet demektir.

Sözlük anlamı yönünden bunun pek olumsuz bir yanı yoktur. İnsan etkileyici, cezbeden, ruha hoş gelen seslerden, nağmeli, sanatlı sözlerden etkilenir, tad alabilir. Sonuçta insanın yapısı bu türlü nağmeli, müziksel, hoş seslere meyillidir. Bunun kınanacak bir tarafı da yoktur.

Ancak Kur’an ‘lehve’l hadîs’i tümüyle olumsuz anlamda kullanıyor. Çünkü burada kasdedilen ‘boş ve oyalayıcı söz’ insanı Allah’tan ve O’na itaat etmekten, faydalı faalieytlerden, onu bu gibi konularda oyalayan söz veya takıntıdır.

‘Lehve’l-hadis’ istek ve tutkuları kışkırtan, azdıran, kişiyi oyalayan, lüzumsuz yere meşgul eden, ona kulluk görevlerini ihmal ettiren veya unutturan, boş, gereksiz, faydasız sözleri ve eğlenceleri de anlatır.

Bunlar, dedi kodu olduğu gibi; saçma sapan konuşma, sulu ve zararlı şakalar, boş güldürüler, gevezelikler, saçma sapan hikâyeler, romanlar, masallar, efsaneler, nağmeler, müzikler, insanı saptıran fikirler, görüşler olabilir.

Burada dikkat edilmesi gereken şey, ‘lehve’l hadis’ diye nitelenen şeyin, insanı hidâyetten uzaklaştırması ve Allah’a itaatten alıkoymasıdır. Şüphesiz hafif ve ders verici şakalar, ibret verici ve hikmet dolu hikâyeler, masallar, efsaneler, insanı günâha sürüklemeyen süslü sözler, çirkinliği ve günahı övmeyen müzikler, İslâm inancına aykırı olmayan görüş ve fikirler haram değildir.

Hasan Basri’ye göre, Allah’ı anmaktan ve O’na ibadet etmekten alıkoyacak eğlenceler, şarkılar, çalgılar demektir. Kimilerine göre bu tabir, Allah’a ortak koşma anlamındadır.[46]

İbnu Cerir et-Taberî diyor ki: ‘Lehve’l-hadis’, Allah’ın âyetlerinden ve O’nun yoluna uymaktan alıkoyan her türlü sözdür ki, bunu söyleyen, Allah’a ve müslümanlara muhalafet olsun diye söylemektedir.[47] 

Nefsi Hakk’tan oyalayan sözlerdir ki, bunlar aslı astarı olmayan saptırıcı hurafeler, fesada ve günâha davet eden hikâyelerdir. İnsanı sapıklığa davet eden şiirleri, eğlence için söylenen şarkıları, bunların eşliğinde çalınan her türlü oyalayıcı çalgıları da –eğer kişiyi oyalayıp Allah’tan uzaklaştırıyorlarsa- buna katabiliriz.[48] 

Bu kavram, insanı  haktan ve hayır’dan saptıran ve alıkoyan, batıla davet olan her şeyin ortak adıdır.

Lehve’l-hadis; adı üstünde, oyalayıcı söz, oyalayıcı takıntı. Bunlar kişiyi en önemli işinden alıkoyabilir, onu boşu boşuna oyalayabilir, dikkatini başka şeylere çekebilir, kafasını karıştırabilir.

Öyleki insan ona takılır, onunla oyalanır, onunla zevklenir. Öylesine o zevk veren şeye dalar ki, zaman geçer, yıllar ilerler, ömür tükenmeye yüz tutar, o hâlâ oyalayıcı şeyler ile meşguldur. O oyalayıcı eğlence veya takıntı onu işgal etmiştir. 

Kur’an şöyle diyor:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki,  bilgisizce (insanları)  Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için ‘eğlence-boş ve amaçsız (lehve’l-hadis türünden) sözleri satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azab vardır.

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner. Onu acı bir azap ile müjdele.” (Lukman 31/6-7)

Tefsir kaynakları bu âyetin iniş sebebi ile ilgili şöyle bir olay anlatılıyorlar.

Mekkeli zengin müşriklerden Nadr b. Haris, ticaret için Irak’a giderdi. Oralarda acemlerin, Hire halkının masallarını ve onların aralarında dolaşan rivâyetleri öğrenir, öyle dönerdi.[49] Sonra da onları Kur’an’ı dinlemeye gidenlerin yolları üzerine oturur, onlara bu masal ve efsaneleri anlatır, dikkatlerini anlattığı şeylere çekerek onları uyutmaya ve Kur’an’a yönelmelerinin önüne geçmeye çalışırdı. 

Bu adam, bir kimsenin Peygamberimizin etkisine girdiğini duyunca, satın aldığı şarkıcı bir cariyeler kiralar, onları o müslüman olan veya İslama ilgi duyanlara gönderirdi. Onlara şöyle derdi: “Ona yedir, içir ve şarkılarınla onu oyala ki başka tarafa (Peygamberin davetine) ilgisi kalmasın’.[50]

Âyetteki ‘lehve’l-hadis’ ifadesi, şüphesiz belli bir kişiyi kasdetmeyip bir zihniyete, bir kafa yapısına işaret ediyor.

Âyet, her devirde, her ülkede insanları Allah (cc) yolundan, ibadetten ve kulluk görevlerini yapmakltan alıkoyacak şeytanî tuzaklara dikkat çekiyor. Bu şeytanî tuzakların adı, şekli, icrası farklı olabilir. Ama değişmeyen özelliği, insanları birazcık zevklendirerek oyalaması.  Hak yoldan ayrılmalarına sebep olması. Zevk ve eğlenceye daldırıp asıl görevlerinden gaflete düşürmesi.

Âyette işaret edildiği gibi insanlardan bazıları boş sözlere, oyalayıcı eğlencelere, faydasız ve amaçsız işlere müşteri olurlar. Ya da hak olan şeylere karşı muğalata yaparlar, gürültü çıkarırlar, olumsuz propagandalara baş vururlar.

Ancak bunlar gerçek bilgiden yoksun cahillerdir.

Böyle yapmalarının sebebi, insanları Allah’ın yolundan saptırmaktır. Kendileri zaten sapıklıkta olduğu için, başkalarını da kendi çizgilerinde görmek isterler.

Onlara ibadet, ölüm, ahiret, ebedi hayat gibi âyetler hatırlatıldığı zaman burun kıvırırlar, sırtlarını dönüp giderler.

Bunlar kibirli, gururlu, kendilerini bir şey zanneden aldanmışlardır.

 

  • Lehve’l-hadis aldatması

Allah (cc) Lukman Sûresinin hemen başında,  burada anlatılanların hikmetli bir Kitab olan Kur’an’ın âyetleri ve  bu âyetlerin ‘muhsinler’ için hidâyet (doğru yolu gösterici)  ve rahmet olduğunu söylüyor. Sonra da muhsinleri överek onların bazı özelliklerini sayıyor.

‘Muhsin olanlar’, kendileri için bir ‘hidâyet’ ve rahmet olan Kur’an’a, yani Rabblerinin kendilerine  ne indirdiğine kulak verirler. O’ndan gelen her şeyi can kulağı ile dinlerler. Onlar, Allah’ı âyetlerini başka bir şeyle değiştirmezler. Âyetlerin gereğini yaparak saadet bulurlar. 

Buna karşın insanlardan bazıları Allah’ın âyetlerinden ve onların gereğini yapmaktan, böylece onlardan yararlanmaktan yüz çevirirler. Onların değerini bilmezler. Onlara uymakla elde edecekleri kazançtan, onlara karşı gelmekle  elde edecekleri bedbahtlıktan (şekavetten) haberleri yoktur.

Böyleleri, bilgisizce Rabblerini âyetlerini bir tarafa atarlar, ya da onlardan yüz çevirirler; ama ‘lehve’l hadis’i, oyalayıcı, saptırıcı ve Hakk’tan yüz çevirtici sözlere ve eğlencelere meylederler, onlara birer muhteris müşteri olurlar. Hatta onlara yüklü miktarda para ödeyerek satın alırlar.

Satın aldıkları bu ‘lehve’l hadis’le oyalanırlar, eğlenirler. Onunla meşgul olarak kulluk görevinden gaflete düşerler. İnsan olarak yapması gereken daha önemli işlerden yüz çevirirler.

Bununla da kalmayıp bunu insanları Hakk’tan saptırmak için bir tuzak gibi kullanırlar. İslâm’ın ölçülerini küçümserler ve Kur’an’ın davetiyle alay ederler.

Nitekim İslâmî davetten hoşlanmayanlar ‘lehve’l hadis’i dün Mekke’de, daha sonra dünyanın her yerinde bir tuzak olarak kullanırlar. Bu yolla Kur’an âyetlerinin, Peygamberin davetinin etkisini azaltmaya çalışırlar. 

Lehv kelimesinin, bir şeyle oynamak, bir şeyden pek hoşlanarak onunla avunup durmak anlamına geldiğini, insanı faydalı ve önemli şeylerden bir müddet meşgul eden, eğlence türü, ama sonunda bitip tükenen seyler olduğunu tekrar hatırlayalım.

Unutmayalım ki Kur’an dünya hayatının geçici ve oyalayıcı oluşunu bu kelime ile anlatıyor.(En’am 6/32. Ankebût 29/64.  Muhammed 47/36. Hadîd 57/20)

Dünya hayatı çeşitli açılardan insana biraz zevk verir, onu biraz oyalar, biraz eğlendirir. Ama sonunda dünya ait bütün takılmalar, zevk ve eğlenceler günün birinde biter.

 

  • Sonuç olarak

Lehve’l-hadis tabiri hem bir gerçeği işaret ediyor, hem de ciddi bir uyarıdır. “Evet bazıları oyalayıcı şeylere takılıp kalsa da, ey iman edenler, siz bu gaflete düşmeyin. Lehv tuzağına takılıp ahireti, hesabı ve amellerin karşılığının verileceğini unutmayın” diyor.

*Müslüman dünya hayatını bir imtihan, ahiretin tarlası ve ebedi mutluluğu kazanma yeri olarak bilir.

*Bundan dolayı hayatı Kur’an’ın lehv (geçici zevk) ve la’b (oyun) tarzında değerlendirmez.

*Kendisine ve başkalarına hiç bir faydası olmayan şeylerle meşgul olma yerine; iyiliklerin, güzelliklerin, her şeyde kaliteli ve değerli, dinen meşru olanın peşine düşer.

*Kulluk görevlerini, geçici zevk veren ve oyalayan lehv’ler yüzünden ertelemez.

Hüseyin K. Ece

24.08.2015

Zaandam-Hollanda

 

[1] Heyet, Mu’cemu’l Vasít, Çağrı Yay. İstanbul 1992, 2/843

[2] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, Mektebetu’l-Hilâl, Beyrut Thr.13/246

[3] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s: 688

[4]  İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1297

[5] Cürcânî, S. Şerif. Kitâbu’t-Tarifât, İstanbul1997, s: 196

[6] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/246

[7] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/246

[8] Buhârî, Nikâh/63 Nr. 5162

[9] Ebu Dâvûd, Cihad/23 nr: 2513. Nesâî, Hayl/8 nr: 3608

[10] Buhârî, İsti’zan/52

[11] Buhârî, Cihad/79 Hadis no: 2901

[12] Nesâî, Nikâh/80 Nr: 3385

[13] Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, çev. Heyet, İnsan Yay. İstanbul Thr. 4/271

[14] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1171

[15] Bakınız: El-Cerahî, İsmail B. Muhammed El-Acluni, Keşfu’l-Hafâu, Mektebetü’l-Asrıyye, Beyrut 2006, 1/471

[16] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 3/1042

[17] Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2003, 2/315

[18] İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 2/791

[19] Elmalı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, sad. Heyet, İstanbul Thr. 3/412

[20]Taberî, İbnu Cerir. Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye Beyrut 2005, 12/97-99

[21] Taberî, İbnu Cerir. Tefsir, 12/98. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/501. Kadı Beydavî, Tefsir, 2/493

[22] Mukatil B. Süleyman, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2003, 3/361. Kadı Beydavî, Tefsir, 2/493

[23] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), Azim Dağ. İstanbul Thr. 5/442, S. Ateş, Kur’an Meâli, s: 322

[24] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, çev. Heyet, İstanbul 1999, 2/41

[25] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/443

[26] M. Esed, Kur’an Mesajı (Ter.) İşaret Yay. İstanbul 1996, 2/649

[27] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an (ter.), 2/41

[28] Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yer Yok-tarih Yok, 3/344

[29] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/239

[30] Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2005, 2/419

[31] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1130

[32] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 5/190

[33] Ebu’s-Suud, Tefsir, Yer yok-tarih yok, 3/213

[34] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an (ter.), 3/294

[35] el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 688

[36] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 3/1302

[37] Mevdudî, Tefhim, 7/219-220

[38] Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2004 5/634

[39] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1297

[40] Kutub, K. fi-Zilali’l Kur’an, 6/2962

[41] Müslim, Zühd/3-4 No: 2958. Ahmed B. Hanbel, Tirmizî, Nesâî, nak. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/671. Bir benzeri. Taberî, Tefsir, 12/679

[42] Müslim, Zekât/36 no: 2410-2412

[43] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/76

[44] İbn Mâce, Zühd/1 no: 4104. Tirmizî, Kıyâmet/31 no: 2467

[45] Taberî, Tefsir, 12/678. Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/784

[46] İbni Kesir, Muh. Tefsir, 3/63

[47] Taberî, Tefsir, Dâru’l-Kütübu’l-Ilmiyye, Beyrut 1426-2005, 10/205

[48] H. Tabatabâî, El-Mizan, Tahran 1342, 16/220

[49] el-Ferrâ, İ. b. Ziyad. Meâni’l Kur’an, 2/326

[50] İbni Hişam, Siyer, 1/299-300. En-Nisâbûri, Esbab’ü Nüzûl, s: 259-260