-Giriş

İnsanın kul olarak görevlerini bir çok madde ile sıralamak mümkün. Ama biz burada bunları bir kaç maddede özetlemek istiyoruz. Bunlar:

-Ma’rifet/anlamak, tanımak

-İman/inanmak, kabul etmek-teslim olmak,

-İtaat/görevini yapmak-ibadet etmek,

-Muhsin olmak/aktif iyi olmak-cihad etmek.

        

-Marifet

Allah’ı sıfatlarıyla ve fiillerinin tecelleriyle (sonuçlarıyla) tanımak insanın ilk görevidir. Ki buna ma’rifetullah denir.

Bu bir anlamda Allah’ı, O’na ait sıfatları ve esmayı hakkıyla anlamak demektir.

‘Ma’rifet’, ve ‘irfan’ kelimelerinin aslı ‘a-ra-fe’; herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, o şeyin eserine (izine) bakarak ve akıl yorarak o şeyi hakkıyla tanımak demektir. Bunun da ustalık gerektireceği açıktır.

Arap dilinde, ‘şu adam Allah’ı biliyor’ denmez. Çünkü Allah (cc) ‘ma’lum’ yani bilinen bir şey değildir. O, insan bilgisine konu olmaz. İnsan ne kadar uğraşırsa  uğraşsın, Allah’ın zatının ne olduğunu bilemez.

Ama O’nu sıfatlarıyla, fiilleriyle ve bunların kâinattaki tecelleriyle tanıyabilir. O’nun kudretinin ve hükümranlığının eseri yerde ve göklerdedir. O’nun âyetleri evrende, insanda, Kur’an’dadır. Kişi onlara bakar ve Allah’ı tanımaya, idrak etmeye çalışır.

İşte bu ‘ma’rifettir’.

Ma’rifet, sadece Allah’ı gereği gibi tanımak değil, o aynı zamanda O’na gereği gibi bağlanmayı da ifade eder. 

Hz. Ali’ye nisbet edilen şöyle bir söz ver: “Din’in başlangıcı ‘ma’rifettir.” Kim Allah’ı hakkıyla tanırsa, Tevhid inancı kökleşir, kulluğunu, teslimiyetini daha iyi yapar.  

Ma’rifet sahibi olmaya ‘irfan’, ma’rifet sahibi olanlara da ‘ârif’ denir.

Müşrikler وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ

Allah’ı hakkıyla takdir edemediler...”  (En’am 6/91. Hacc 22/74) Halbuki kulun görevi Rabbini hakkıyla takdir etmektir.   

 

-İman

İnsan, ma’rifet imkanını kullandıktan sonra, yani bir anlamda varlıkta Allah’ın rabliği ve ilâhlığı ile karşılaştıktan, varlık üzerinde O’nun Kudret Elini sezdikten sonra yapacağı şey teslim olmaktır. Yani iman etmektir.

Teslim olmak, yelkenleri indirmek, ‘yokum’ demek, ‘bittim’ demek değildir. Tam tersine  yeniden doğmak, varlığın veya var olduğunun farkında olmak, ayağa kalkmak demektir..

Teslim olmak, sıradan bir pes etme değil; kabul etmek, benimsemek, itaat etmeye söz vermek, hatta itaatın bizzat kendisidir.

Teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek değil, Allah’ın dışında her şeye kul olmaktan kurtulmanın, onlara esir olmaktan zafer elde etmenin ilanıdır.

Teslim olmak, karşı tarafın gücünü mağlubiyetle kabul etme değil; kendi konumunun farkına varıp, bunu ait olduğu makama sunmadır.

İslâmın istediği teslimiyet, beraberinde barış, huzur ve güven getiren bir şeydir. Kim bu şekilde teslim olursa o dünyada güvene (selâmete), âhirette kurtuluşa kavuşur. Aynı kökten gelen İslam zaten insanlara bu sonucu kazandırmak için gelmiştir.

İman etme, Kur’an ve Peygamber ile Allah’tan gelen her şeye inanma, onların doğruluğundan emin olma, karşılığında vadedilen şeylerin şüphe içinde olmamadır.

İman insanın kendini bulmasıdır. İman, köke bağlanmadır, yitiğini bulmadır, korkuyu emniyete, ümitsizliği ümide, kaosu düzene, başıboşluğu nizama çevirmedir.

 

-İtaat

İtaat ne demektir?

İnsanın Rabbine karşı üçüncü görevi itaattır.

İtaat, imanın gereği iman edilen bir yüce gücün karşısında boyun eğmek, ondan gelenleri kabul etmek, itiraz etmemek, emre muhalif davranmamaktır.

İtaat, inkıyad etmek, yani boyun eğmek demektir. Emre uyma, sözü dinleme, alınan emri yerine getirme, verilen emre göre hareket etme anlamlarına da gelir.

İşte böyle bir durum insan için ibadet anlayışıdır.

İnsan, kul olarak Yaratıcısının karşısında ne yapacaktır?

Yerde ve gökte bütün varlıkların bir görevi var. Akıl ve irade sahibi inasanın rolü/görevi nedir?

Rabbi ondan ne gibi bir tavır, davranış, ameller beklemektedir?

Kur’an diyor ki:

اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿83﴾

“Gökte ve yerde her ne varsa hepsi de isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuşlardır.” (Âli İmran 3/83)

Buradaki isteyerek kelimesi ‘itaat’ kelimesiyle ifade edilmektedir. 

‘İtaat’ın karşıtı ‘isyan’dır.

Eğer insan âlemlerin Rabbine itaat etmezse; başka ilâhlara itaat edecektir. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟ ﴿59﴾

“Ey İman edenler! Allah’a, Peygamberine ve sizden olan emir sahiplerine (sizin gibi mü’min olan yetkililere) itaat edin….” (Nisâ 4/59)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ ﴿70﴾ يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿71﴾

“Ey inananlar! Allah'tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın. Kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab 33/70-71)

Peygambere itaat, O’nun yoluna gitmek Allah’a itaat gibidir, O’na karşı gelmek Allah’a isyan gibidir. (Nisâ 4/80)

Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez. (Buhârî, Cihad/109. Müslim, İmâre/38 no: 1839)

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmişse, mutlaka Allah’a isyan etmiştir...”   (Buhârî, Ahkâm/1. Müslim, İmâra/32-33 no: 1835. Nesâí, Bey’at/27)

 

-Muhsin olmak

Yani aktif iyi olmak, sâlihât işlemek veya cihad etmek

Muhsin, ihsan sahibi olan demektir.

İhsan ise ibadette, Allah’ı görüyomuş gibi ibadet etmek,

itikatta, Allah’ı sahih bir bilgi ile tanımak,

ahlâkta, her şeyi güzel yapmak demektir.

Muhsin, bu üç anlamı da kapsar.

İman eden muhsinlerden olmak için gayret eder. Zira ibadet bir anlamda ihsan ahlâkını kazanma çabasıdır.

Muhsin olmak aynı zamanda aktif iyi olmak demektir. Yani hem kendisi iyi olmaya çalışır, hem çevresini güzelleştirmeye gayret eder, hem de güzel ve iyi olan şeylerin yaygınlaşması için yoğun çaba sarfeder. Maddi ve manevi imkanlarından infak eder, zekât ve sadaka verir, yardım eder, yardıma yardımcı olur. Yardım edenlerle birliktedir. Fedakârdır, cömerttir, cesurdur, mürüvvet sahibidir, başkalarını kendinden çok düşünendir. Kendisi için sevip istediği şeyi başkaları için de isteyendir. Kendisinin kavuşmak istediği şeylere, başkaları da kavuşsun diye çalışır.

İyiliğin yaygınlaşması, benimsenmesi, ahlâk haline gelmesi için çalışır, yani emr-i bi’l-ma’ruf yapar. Kötülüklerin, zulmün, haksızlıkların, fitne ve fesatların, anlaşmazlık ve kavgaların, muhtaçlığını ve mağduriyetlerin azalması yoğun çaba gösterir, yani nahy-i ani’l-münker yapar.   

Bu da onun için cihadtır.

İhsan üzere hareket eden, hayatın her alanına güzellikler, iyilikler, dostluklar yerleşsin diye aktif olarak çalışan kimsedir. O çok iyi bir hak savuncusu, iyi bir çevreci, iyi bir eğitimci, estetikten ve sanattan yana, temizlik sevdalısı, dostluk elçisi, barış mücahididir.

Sâlih amel işleyen mü’minler sâlih, yaptıkları işlere ise sâlihât denir. Sâlihât hem amellerin sâlih olanlarını, hem de ıslah edici amelleri kapsar.

Islah edici amelleri, yani sâlihât yapan mü’minler aktif iyilerdir.

 

-İtaatın yerine getirilmesi: İbadet ya da sâlih amel

-Amel nedir?

‘Amel’, sözlükte, iş, davranış, hareket, aksiyon, faaliyet ve faydalı eylem anlamlarına gelir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, 519)

‘Amel’, aslında niyetli davranış, bir maksada bağlı olarak yapılan fiildir.

Mahlukâtın bir kısmı bir takım fiiller yapabilirler. Ancak onların yaptığı bu fiillere ‘amel’ değil, hareket denir.

İyi veya kötü nitelemesi de niyetle yapılan ameller hakkında geçerlidir.

Buna göre insan, ister iyi bir şey yapsın, isterse kötü bir şey yapsın; yaptığı işi bir niyetle yapıyorsa, o işi yapmakta bir maksadı varsa, o iş bir ameldir.

Demek ki kişinin niyet ederek ve şuurlu bir şekilde yaptığı bütün faaliyetler ‘amel’ kategorisine girer. Eğer bu ameller dinen emredilmiş, tavsiye edilmiş ve dinin ölçülerine uygun ise bunlara ‘ibadet’ denir.

Bu açıdan bakıldığı zaman bir müslümanın inancının gereği olarak yerine getirdiği butün ibadetler birer ameldir, ama sıradan eylemler değil sâlih ameldir.    

 

-Amelin Çeşitleri

Amelleri, sonuçlarına göre üç kısma ayırmak mümkündür.

1-Sâlih amel (sâlihât-hasenât): 

Faydalı, maksada uygun, zararlı ve ifsat edici (bozucu) olmayan davranışlar. İslâmın yapılmasını emrettiği, ya da tavsiye ettiği bütün hayırlı işler.

Bununla insan ya kendine, ya çevresine, ya da insanlara faydalı olur. Allah (cc) katında sevap ve O’nun rızasını kazanır. Ya da bir zararı defeder, bir faydayı elde eder.

Bu sebeple Kur’an normal amel/eylem ile ibadet olan veya imanın gereği olan eylemleri ayırmak için amele “sâlih” sıfatını ekliyor.

Sâlih olarak nitelenen amel; doğru, içinde fesat olmayan, faydalı ve ibadet maksadına uygun eylem, iş, davranış; -sulh kökünden hareketle- “imanla barışık eylem” demektir.

2-Fâsid, bâtıl, sûi amel (seyyie): 

Zararlı, maksada uygun olmayan, ifsat edici her türlü faaliyetin genel adı. Bunlar İslâmın yapılmasını yasak ettiği, ya da yapılmamasını uygun gördüğü işlerdir.

Bu gibi amelleri işleyenler günah kazanır. Allah (cc) kullarının bu amelleri işlemesinden razı değildir.

Fâsit ya da batıl ameller insanın yaratılış amacına uygun değildir ve insanın derecesini düşürürler. Her türlü isyan, inkârcılık faaliyeti, günah, haddi aşma, zulüm ve bozgunculuk fâsit ameldir. Değersiz, zararlı ve reddedilen işlerdir, Kur’an’ın deyişi ile seyyiedir.

Bu taksimi âyetlerde görüyoruz:

وَاٰخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَاٰخَرَ سَيِّئًاۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿102﴾

“Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar sâlih amelle kötü ameli (seyyie’yi) birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Tevbe 9/102)

  1. Nuh’un oğlundan bahseden âyet:

قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ ﴿46﴾

“Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi (sâlih) olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana câhillerden olmamanı öğütlerim” dedi.” (Hûd 13/46)

Burada sâlih olmayan amel şirk ve küfür, ya da Nuh’un oğlunun vahyi yalanlamasıdır. Buna göre iman, tasdik, inanma sâlih amel, şirk, küfür, tekzib veya nifak sûi ameldir (seyyiedir).

3-Mübah (caiz/helâl) amel: 

Yapılıp yapılmaması kişinin kendisine ait olan işlerdir. Bunları yapanlar günah veya sevap kazanmadıkları gibi, kimseye de zarar veya fayda vermezler.

 

-Sâlih amel

Bu kavramı tam kavrayabilmek için önce ‘sâlih’ kelimesine ve türevlerine bakalım.

‘Sâlih’ kelimesi ‘sa-la-ha’ fiilinin fail (özne) ismidir.

‘Sa-la-ha’, sözlükte, düzeldi, doğru oldu, sağlam oldu, fesat kendinden gitti demektir. Bir şeyin faydalı veya münasip olduğunu ifade eder. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, 419)

Aynı kökten gelen ‘sulh’; doğruluk, uygunluluk, düşmanlığa son verme, barış, fesadın sona ermesi anlamına gelir.

‘Sulh ve salah’; bozulma, kötülük, kavga, çekişme ve fesadın karşıtıdır. Bir şey düzeldi, doğru oldu, sağlam oldu, fesat kendinden gitti demektir. 

  1. Isfehânî salah kelimesini fesadın zıddı olarak tarif ettikten sonra her iki kelimenin genellikle insan fiilleri için kullanıldığını, Kur’an’da salahın bazen fesad, bazen seyyie zıddı olarak geçtiğini söylüyor. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 420)

Eylemlerinde ‘sulh ve salahı’ esas alan kişinin davranışları sâlih olduğu gibi kendisi de faydalı ve doğru iş yapan insan ‘sâlih’ kimse olur.

Aynı kökten gelen ‘ıslah’,  fesadı gidermek ve düzeltmek anlamlarına gelir.

‘Islah’, aynı zamanda iki şeyin veya iki kişinin arasındaki fesadı gidermek, düşmanlık ve çatışmayı sona erdirmek demektir.

Mesela; Allah’ın kullarının soylarını ve mallarını sağlam ve faydalı yapması bir ‘ıslah’tır. (Ahkaf 46/15)

Yine aynı kökten gelen ‘maslahat’; sulhün, sağlam ve faydalı olmanın getirdiği menfeattir. Bir iş giderek insan ve topluma her bakımdan zarar veriyorsa o işin ‘fıkıh’ dilindeki adı ‘mefsedet’tir. Mefsedetin zıddı ise ‘maslahat’tır.

Ameller, yani insanların yaptıkları işler ‘maslahat’ ve ‘mefsedet’ çizgisinde değerlendirilir. Maslahat unsuru taşıyan bütün ameller güzel görülür, yapılmasına izin verilir.

İslâm, mefsedet özelliği taşıyan bütün amelleri mü’minlere yasaklamakta, onları bu gibi zararlı ve fesat eylemlerden  sakındırmaktadır.

Aynı kökten gelen bir başka kavram da ‘ıstılah’tır. Istılah; bir topluluğun belli bir şey üzerinde söz birliği etmesidir. Bir kelimenin veya bir sözün kullanılışı üzerindeki ihtilafın (anlaşmazlığın) giderilmesidir. Bir kelimenin ilim dilinde ifade ettiği anlam konusundaki söz birliğidir. Her ilmin kendine ait ‘ıstılah’ları vardır. Türkçe’de buna terim veya kavram demekteyiz.

Görüldüğü gibi, ‘salah, sulh, ıslah, maslahat, ıstılah’ gibi kavramlar birbirine yakın manalar taşımaktadırlar. Hemen hemen hepsinde, sağlam olma, faydalı olma, barış, barışma, barıştırma, düzgün olma, düzgün yapma gibi anlamlar vardır.

‘Sâlih’ ise, elverişli, faydalı, sağlam, yarayışlı, sağlıklı, fesat unsuru taşımayan, salah işler yapan kişi, ya da iş, eylem, davranış, aksiyon demektir ve daha çok insan fiileri hakkında kullanılır.  

Sıfatı sâlih olan ameller, dinen doğru, sağlam, faydalı, ibadet (kulluk) sayılan, Allah rızasına ve fıtrata uygun, yaratılış sebebini gerçekleştiren eylemlerdir. (Mülk 67/2)

Sâlih amelin farklı tarifleri yapılmış. Bunların bazıları genel, bazıları da belli konulara yöneliktir.

Hz. Ali; “sâlih amel gerekli itinayı göstererek (ta’dil-i erkâna uyarak) vaktinde kılınan namaz”,

Abdullah b. Abbas; “sâlih amel, dindeki farzlardır” şeklinde tanımlamışlar. (Taberî’den)

Daha sonraları ise; sâlih amel iyilik yapma denilmiştir.

Sâlih amel, bazen Allah ve Rasulünü tasdik edip, onlara itaat etmek, emrettiklerini yapmak, nehyettiklerinden kaçmak, bazen de Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla güzel ve yararlı davranışlarda bulunmak, bundan sevap kazanmaktır.

A.Hamdi Akseki; selim aklın (sağ duyunun), insan fıtratı ve tabiatının reddetmediği bir takım hayırlı amellerdir ki, insanın kendi nefsine, ailesine, toplumuna ve bütün insanlığa faydalı olan şeylerle bağdaşan, iyi ve güzel davranışlardır. (Ahlâk İlmi ve İslam Ahlâkı’ndan, Dumlu, Ömer. Kur’an’da Salah Meselesi, s: 45)

Sâlih amel sahibine sevap kazandırıcı davranışlardır. Bir âyette buna şöyle işaret ediliyor:

مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَطَؤُ۫نَ مَوْطِئًا يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿120﴾

“İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa dûçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine sâlih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.” (Tevbe 9/120)

Bir insanın amel işlemesi değil, sâlih amel işlemesi önemlidir. İnsan zaten doğar doğmaz, uyanık olduğu sürece sürekli faaliyet halindedir. Her an bir fiil işleyebilir, yapabilir, hareket edebilir, sayısız davranışta, eylemlerde bulunabilir. Bu insanın tabiatında olan doğal bir durumdur.

Ancak kişinin yaptığı fiilin ‘amel’ diye bir değer kazanması için, o ameli şuurla ve bir niyetle yapması gerekir.

Buna ilaveten kuldan istenen bunların arasında sâlih amel de işlemesi, bâtıl/fesad eylemlerden uzak durmasıdır.

Sâlih amel, eylemlerinin değerini ortaya koyan ilahi bir ölçüdür. Her hareket (eylem/amel) değerini, derecesini onun sâlih olmasından alır.

Bir kimsenin Allah katındaki değeri de, üstünlüğü de buna bağlıdır. Kimin sâlih amelleri çoksa o daha muttaki, daha ahlâklı, daha kemâlata ulaşmıştır.   

Bundan dolayı Kur’an mü’minlerin yaptığı doğru, sağlam, faydalı ve düzgün işlere ‘sâlih amel’ adı vermektedir. Bunun tam zıddı olan yanlış, zararlı ve düzgün olmayan işlere de ‘fâsit bâtıl amel’ demektedir.

Bir işin (amelin) iyi mi, kötü mü? (sâlih mi fasit mi?) olduğunun ölçüsü insan kafasına (hevâsına) göre belli olmaz. Farklı kişilere göre farklı ölçüler olabilir. Herkes kendi anlayışına, bilgisine ve içinde yetiştiği toplumun değer yargılarına göre iyi ve kötü ölçüsüne sahip olabilir.

Bir amelin (eylemin) kesin hükmünü ancak yanılmayan, şaşmayan, hata etmeyen, her şeyi bilen İlâhî Kudret belirliyebilir. O’nun iyi dediği davranışlar iyidir, O’nun kötü dediği ameller kötüdür.

Bir başka deyişle, Allah’ın rızasına uyan işler iyidir, O’nun rızasına uymayan davranışlar kötüdür.

Bütün ameller bu ölçüye kıyas edilir.

Amel genelde ‘sâlih’ ve ‘seyyie’ kelimeleri ile kullanılmaktadır. Ya da sâlih amelin zıddı genel olarak seyyie-fâsit amel ile karşılanır.

Sâlih amel sadece bedenle yapılan ve ibadet olan eylemler değil, Allah’a ve Rasûlüne iman etmek de sâlih amel sayılır. Nitekim  hangi amel daha üstündür diye sorulmuş. O da “Allah’a ve Rasûlüne iman etmektir” demiştir. (Buhârî, İman/18. Bir benzeri: Müslim, İmâre/117. Ahmed b. Hanbel, 2/258)

İman konusunda olduğu gibi, takva, şükür, sabır ve kalp ile yerine getirilen ibadetler de sâlih amele dahildir. Mesela, Allah’ı zikretmek en faziletli amellerden sayılmıştır. Buna göre amelleri;

a-Kalbin ameli; kulun fikri, tasavvuru, inancı ve tasdiki gibi,

b-Organların (azaların) ameli; kulun itaati ve ibadetleri gibi iki kısma ayırmak mümkün. Bazıları buna ayrıca;

c-Dilin ameli; kulun şehâdet getirmesi, tesbih ve zikretmesi maddesini de eklerler.

İyi davranışların (sâlih amellerin) özü, Allah’ın emirlerini en üstün tutmak, O’nun koyduğu ölçülere, yani İslâmî ilkelere göre hareket etmek, O’nun hükümlerini hayata hâkim kılmaktır.

Bunlar ibadetler ve güzel ahlâktır.

Allah’ın yasakladığı veya razı olmadığı işleri yapmak da bozuk/kötü (fasid/sûi) ameldir. Kişi kendi iradesiyle iyi veya kötü amellerden birini seçer, o amelin dünyadaki veya âhiretteki sonucuna katlanır.

Allah (cc), insanın kötü amel işlemesini sevmemektedir. Ancak insan dünyada serbesttir. Kendine göre en uygun olanını seçme hakkına sahiptir. Her amelin de mutlaka karşılığı olacaktır.

 

-Bir eylemin sâlih amel/ibadet olabilmesinin şartları

Herhangi bir eylemin, davranışın, âdetin, uygulamanın sâlih amel-ibadet olması için şu şartlara uyması gerekir.

--Şâri’nin emretmiş olması. İbadetler ya Kur’anla ya da sahih sünnetle emredilmeli.

-Peygamber (sav) tarafından uygulanmış/öğretilmiş olması. Peygamber(sav) ibadetlerin nasıl yerine getirip ümmetine öğretmiştir. Onun öğretmesinin dışında emredilen ibadet yoktur.

--İhlasla/Allah rızası niyetiyle yapılmış olması. İbadetler Allah rızası için yapılır. “Bütün ameller de niyete göre değer kazanır” hadisini hatırlayalım.  (Müslim, İmâre/155 no: 1907. Ebu Dâvud, Talak/11 no: 2201.  Buhârî, B. Vahy/1. Tirmizî, F. Cihad/16 no: 1647. Nesâî, Tahâret/60)

Bu açıdan bakıldığı, zaman bir müslümanın inancının gereği olarak yerine getirdiği bütün ibadetler birer amel-i sâlihdir.

Sâlih amel, İslâmın ölçülerine uygun işlerdir. Bunlardan kimisi emredilmiş, kmisi tavsiye edilmiştir. Kimisi de nafile olabilir.

Bunların dışında müslümanların tarihten beri, günümüzde kendi kafalarından uydurdukları, âdet haline getiridkleri uygulamalar, örfler ibadet değildir. Din adına uyduruldukları için bunlara bid’at denir.

Vacipleri yerine getirmenin sevabı hesap edilemeyecek kadar çoktur. Nafile ile de sevap kazanılır. Ancak nafileler asla vaciplerin yerine geçmez. Bir vacibin yerine getirilmesiyle alınan sevap, yüzlerce nafile ile kazanılamaz.

Dahası var; müslüman bazı sıradan (mübah) amellerini ‘sâlih amel’ haline getirebilir. Eğer onun niyeti Allah rızası ise, o işinde yalnızca Allah’ın vereceği karşılığı hesaba katarsa; onun pek çok işi sâlih amel olabilir.

“İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.” (Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58)

“(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36)

Mesela, gıda almak beden için bir ihtiyaçtır. Bunu normal olarak karşılamak sıradan bir iştir. Ama müslüman yemeği daha güçlü olup daha iyi ibadet etmek, Allah yolunda daha iyi çalışmak amacıyla yerse, yemek fiili bile ‘sâlih amel’ olur.

Normal bir uyku ihtiyaçtır, ne sevaptır ne de günah. Ancak bir mü’min yatağına yatarken dua ile, Rabbini zikrederek ve nimetlerine şükrederek, ya da gece kalkıp teheccüd namazı kılmaya niyet ederek yatarsa bütün uykusu ‘sâlih amel’ olabilir.

Bunu tersi de mümkün.  Bir kul kendisine sevap kazandıracak bir ameli niyetini bozarak günaha çevirebilir. Mesela, namazı Allah rızası için değil de gösteriþ (riya) için kılanlar ‘fâsit bir amel’ işlerler, daha doğrusu ibadetlerini ifsat ederler, sevap yerine iyi niyeti olmadığı için günah kazanırlar

 

-Sâlih amelin (ibadetin) kabul olmasını sağlayan genel şartlar

a-Niyet edilmesi,

b-İhlasla yapılması

c-Takva-ihsan bilinciyle yapılmış olması.

Bir nokta daha: İslâma göre bir amelin iyi, makbul, sevap; yani sâlih amel olabilmesi için iman şarttır.

Şirk, küfür ve nifak kişinin yapabileceği bütün güzel işleri iptal eder. Çünkü böyle bir davranış kulun Allah’ın makamına karşı işlediği bir hatadır.

Böyleri amel (eylem) konusunda ölçüyü Vahiy’den değil, kendi hevâsından alıyor demektir.

وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟ ﴿5﴾

“... Her kim de inanılması gerekenleri inkâr ederse, bütün işlediği boşa gider. Âhirette de o, ziyana uğrayanlardandır.” (Mâide 5/5)

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ ﴿53﴾

“(O zaman) iman edenler: «Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?» diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır.” (Mâide 5/53)

ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿88﴾

“İşte bu, Allah'ın hidâyetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.” (En’am 6/88. Tevbe 9/69. vd)

 

-Sâlihât

Bir de sâlihât var. Sâlihât ‘sâliha’ kelimesinin çoğuludur. ‘Sâlih’ kelimesini aslında sıfat iken tıpkı ‘hasenede’ki gibi ‘te’ ilavesiyle ‘sâliha-güzel iş manasında isim olmuştur.

Sâlihât” Kur’an’da altı defa tek başına, ellialtı defa da iman ile birlikte gelir. Bütün bu âyetlerde sâlihât sahipleri ve yaptıkları işler övülüyor, onlara verilecek muhteşem ödüller farklı kelimelerle anlatılıyor. Mesela;

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا ﴿124﴾

“Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak sâlihât (iyi işler) yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ 4/124)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿7﴾

Şüphesiz, iman edip, sâlih ameller (sâlihât) işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. (Beyyine 98/7. Ayrıca bkz: Tâhâ 20/75-76

Bunların bir çoğunda ‘kim imandan sonra sâlihât işlerse, ya da sâlih amel işlerse’ şeklinde yer alıyor.

Bazı âyetlerde ise; “kim iman ettikten sonra sâlihât islerse ona şu şu ödüller verilecek”, “Allah iman edip sâlihât işleyenlere şunları vadetti”, “iman edip sâlih amel işleyenlere gelince, onlara şu ödüller verilecek”, “iman edip sâlihât işleyenlerin ecri zayi edilmeyecektir” şeklinde geliyor.

“Farklı formlarla bir çok yerde gelen sâlih amel vahyin ilerleyen yıllarında ‘Allah’ın razı olduğu imana uygun davranış’ vurgusunu kazanmıştır.

Medine’de ise bu terkip ‘sahibini ve başkalarını ıslah edici iyilikler’ vurgusuna ulaşmıştır. Aslında bu son vurgu ‘sâlihât’ kelimesinin asli vurgusudur ve imkanla orantılı olarak her dönemde sâlih amelin ana hedefini ifade eder.” (İslâmoğlu, Meal s: 1300)

Asr Sûresin’de geçen ‘sâlihât’tan maksat; insanın selim fıtratının kabul ettiği, maslahata uygun genel ve özel, faydalı ve hayırlı olduğu herkes tarafından kabul edilen eylemlerdir. (Dumlu, Ömer. Kur’an’da Salah Meselesi, s: 45)

Sâlih amel, bir açıdan ıslah edici eylemlerdir. Müslüman sâlih amel işleyerek önce kendi nefsini ıslah eder, düzeltir, kendisinde ki noksanlıkları tamamlar, yanlışları terkeder, bir anlamda nefisini tezkiye eder, böylece güzel ahlâk ve sağlam bir kişilik kazanır.

Sonra da başkalarının, toplumun ıslahı, eylemlerin, faaliyetlerin, servetin, iktisadın, kurumların, şehirlerin (yerleşim yerlerinin), insanlığın faydasına olan işlerin ıslahına yönelir, böyle faaliyetlere yardım eder, destek olur. Bütün bu gibi ıslah faaliyetleri de ‘sâlihât’a dahildir.

Sâlih amel denilince müslümanın aklına sadece Allah’a karşı kulluk görevleri gelmemeli. Müslümanın farz olsun, nafile olsun ibadetleri ‘hasenât’tır. Ancak bunlar kişi ile Allah arasındadır.

Sâlih amelin hasenâta dönük bir tarafı olduğu gibi, diğer insanlara, yaratılmışlara karşı da dönük bir yüzü vardır. Kur’an’ın üzerinde çok durduğu ve karşılığında Cennet vadettiği ‘salihât’tan, insanın faydasına olan, dünyevî-uhrevî mutluluğuna vesile olacak, yükselmesini sağlayacak olan tüm çalışmalar, iyilikler, yardımlar, eylem, aksiyon, icad-keşif ve davranışlar anlaşılmalı. (Heyet, Kur’an Yolu 3/59)

اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿56﴾

“O gün, mülk Allah'ındır. İnsanlar arasında hüküm verir. (Bu hüküm gereği) iman edip iyi davranışlarda bulunanlar Naîm cennetlerinin içindedirler.” (Hacc 22/56)

 

-Bakıyâtü’s-sâlihât

Kur’an’da iki âyette “bâkıyatü’s-sâlihât-ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar” kalıp ifadesi geçiyor.

İnsan için dünya hayatında her şeyin ve dünyevî zinetlerin, bir anlamda her şeyin fani, Allah’ın katında hak edilen karşılıkların ise bâki (ölümsüz) olduğu gerçeğini anlatan bu kalıp kavrama daha yakından bakalım.

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿46﴾

Mallar ve evlatlar, dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Baki kalacak sâlih ameller (bâkıyâtü’s-sâlihât) ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf 18/46) 

وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَرَدًّا ﴿76﴾

“Allah, doğruya erenlerin hidâyetini artırır. Kalıcı sâlih ameller (bâkıyâtü’s-sâlihât), Rabbinin katında sevap bakımından da daha hayırlıdır, sonuç itibari ile de.” (Meryem 19/76)

İnsanların gurur duydukları mallar, çocuklar, aşiret (kavim) veya soy, makamlar dünya hayatında süs, övünç vesilesi olsa da Âhirette bir anlam ifade etmez. Orada artıp çoğalmaz.

Yani bâki kalacak sâlih ameller, sâlih ameli bu­lunmayıp mal sahibi, oğul sahibi olan kimsenin yaptıklarından da, sahip olduklarından da daha üstün ve değerlidir. Buna karşın dünya hayatının zîneti (süsü, zenginliği) sonsuz hayat açısından önemsizdir.  

Baki kalacak ameller “sevap bakımından" yani mükâfat açısından da Rabbin yanında hayır­lıdır, “akıbetçe de”, yani Âhirette kâfirlerin kendisiyle dünyada iken övünüp durdukları şeylerden daha hayırlıdır.

Vahyin iniş sürecinde Mekkeli bazı zenginler, mallarının ve oğullarının çokluğu sebebiyle şımardıkları için İslâm’a girmeye tenezzül etmiyor (Kalem 68/14-15), hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu iddia ediyorlardı. (Câsiye 45/24)

Bu âyetler öncelikle mallarıyla ve evlatlarıyla, bir anlamda zenginlikleriyle ve maddî güçleriyle övünen, şımaran Mekkeli müşrikleri, sonra da daha sonradan gelen ve böyle düşünen bütün müşrikleri redtir. Dünya hayatında kendileri için bir övünç ve kibir kaynağı olan dünyalıklar Hesap Günü onlara bir fayda vermeyecektir.

Bu ibretli benzetmeye göre, insanları aldatan dünya hayatı fânidir; kısa bir süre sonra  bitecek; ancak aklı başında bilinçli mü’min kulların sâlih amellerinin sonuçları/ürünleri, yerine göre bu hayatta da, Âhirette de devam edecektir. (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 3/477)

 

-Kur’an’da sâlih amel

Kur’an, iman ile ‘sâlih ameli’ sürekli beraber anmaktadır. İmandan sonra ‘sâlih amel’ işleyen mü’minleri övüyor, onların alacağı büyük mükâfatları dile getiriyor.

Kuran’da 62 tanesi ‘sâlihât’ olmak üzere 90 yerde iman ve sâlih amel beraber geçmektedir.

Bu olguya iki açıdan bakmamız mümkündür:  

a-Birinci olarak; iman gerçeği ancak sâlih amelle bütünleşir. İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran ve koruyan sâlih ameldir. Sâlih amel olmadan imanın olgunlaşması ve olduğu gibi korunması mümkün değildir.

b-İkinci olarak; imanın gereği sâlih amel işlemektir diyebiliriz. Çünkü iman etmek aynı zamanda, iyiyi, doğruyu, faydalıyı, düzgün olanı, fâsit olmayanı anlamak ve kabul etmektir.

İman olgusunu tanıyan ve bunu kalbine yerleştiren mü’min, bu imanının bir sonucu olarak sâlih amel işler. Yani imanı onu sâlih amel işlemeye zorlar.

Bu demektir ki iman etmenin zorunlu bir sonucu da sâlih amel işlemektir. Yani mü’min; işini, ibadetini, eylemlerini imanına uygun yapacaktır, faydalıyı isteyecek, zararlıdan kaçınacaktır.

Kur’an, pek çok âyette Allah’a imandan sonra hemen amel işlemeye dikkat çekiyor. Böylece insanın kurtuluşunun iman ve onun pratiği olan amele dayandığını haber veriyor.

Esasen insan ve ona ait hayat ile ölümün yaratılmasının amacı budur:

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿2﴾

O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

Ayetteki ‘ahsenü amelen’, sâlih amelin diğer adıdır.  

Kişinin başarıya ulaşması, dünya ve âhiret mutluluğunu yakalaması bu amel denemesini başarmasına bağlıdır.

 

-Sâlih amel etrafında

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿35﴾

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayınve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35)

Buradan hareketle kişiyi Allah’a yaklaştıran amellere ‘vesîle‘ denmiştir. Vesîle bir başka deyişle bir şeye arzu ile ulaşmak, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 821)

İnsanı Allah’a yaklaştıracak pek çok sebep, vesile, imkan sayılabilir. Ama bunları hepsini dört başlıkta toplamak mümkündür. Kul Allah’a;

a-Dua ile

b-Esmau’l- hüsnâ ile

c-Sâlih amel ile

d-Cihad (yoğun çaba) ile yaklaşabilir, ya da rızasını kazanabilir.

Allah’ın kulu olarak yaratılan insan, öncelikli olarak kendini yaratana ve Yaratıcının haber verdiklerine inanmalıdır. Sonra da amellerini inandığı Allah’ın ölçülerine göre ayarlamalı, O’nun emrettiği gibi kulluğunu yerine getirmelidir.

İnsan, Allah’ın verdiği akıl ve sahip olduğu irade ile bir iş (amel) işler. Yaptığı işe ait ölçüyü inancından alırsa, işi değerli olur.

“Sâlih amel, bir insanın iman iddiasının sadece kalpte ve dilde kalmadığını, hislere, akla ve bütün davranışlara yayıldığını göstermektir. Bu durumda sâlih amel namaz , oruç, hac gibidinî pratikleri içine almakla birlikte, toplumsal anlamda kötü  giden işlerin düzeltilmesi, bir anlamda ıslah faaliyeti manasına da gelir. Sâlih amel mü’min olma iddiasının isbatıdır. Bu isbat Allah’a kulluğa, O’nun emrini dinlemeye yönelik ise ‘ibadet veya hasenât’, toplumdaki ıslaha yönelik ise salih amel adını alır.” (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/449)

Âhiret hayatı, insanın dünyada işlediği amellerin hesabının yapılacağı ve bu amellerin karşılığını alacağı gündür.

Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir. (Âli İmran 3/30)

O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir, onlara asla zulmedilmez. (Nahl 16/111. v.d)

İnsanların işlediği bütün ameller bir ‘kitab’a (amel defterine) kaydolunmaktadır. Ahiret günü bu ‘kitab’ ortaya konacak ve insana hak ettiği ceza veya mükâfat bu amel defterine göre verilecektir.

وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠ كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿28﴾ هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿29﴾

“O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, (onlara şöyle denilir:) «Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız!»  «Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk.»  (Câsiye 45/28-29)

وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا ﴿13﴾ اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ ﴿14﴾

“Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir. (İsrâ 17/13-14)

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًاۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا۟ ﴿49﴾

  “Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)

كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِالدّ۪ينِۙ ﴿9﴾ وَاِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظ۪ينَۙ ﴿10﴾ كِرَامًا كَاتِب۪ينَۙ ﴿11﴾ يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ ﴿12﴾

“Hayır! Bütün bunlara rağmen siz yine de dini yalanlıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar, yapmakta olduklarınızı bilir.” (İnfitar 82/9-12)

İnsan tarafından ortaya konulmuş olan bütün ameller mutlaka değerlendirilir. İnsanlar tarafından bu amellerin gizlenmesi veya üzerinin örtülmeye çalışılması sonucu değiştirmez. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür. (Zilzâl 99/7-8)

Allah (cc) inkârcılara şöyle sesleniyor:

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَۜ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ ﴿105﴾

“De ki: Siz amel işleyin (yapacağınızı yapın); Allah, Rasûlü ve mü’minler onu göreceklerdir...” (Tevbe 9/105)

Şu âyet ise bu konuda çarpıcı ölçüyü ortaya koyuyor:

يَا بُنَيَّ اِنَّهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌ ﴿16﴾

“(Lokman oğluna öğüt vermeye devam ederek dedi ki) : Yavrum, (yaptığın amel) hardal tanesi ağırlığınca bir şey de olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa Allah onu mutlaka getirir. Çünkü Allah Lâtif’tir (bilgisi her şeye ulaşır), Habir’dir (her şeyden haberdardır).” (Lokman 31/16)

Allah (cc) hiç bir şekilde iman edip ‘sâlih amel’ işleyenin bu amelini kaybetmez, onun karşılığını mutlaka verir. (18/Kehf, 30)

İnsan bir kötü ameli işlediği zaman, Allah (cc) ona işlediği günah kadar ceza verir. Hatta dilerse kulunun böyle günahlarını affeder.

وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ ﴿30﴾

Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” (Şûrâ 42/30)

Yahut yaptıkları yüzünden onları helâk eder. Birçoğunu da affeder (kurtarır). (Şûrâ 42/34)

 

-Niyet edilip de yapılmayan sâlih amel bile sahibine sevap kazandırır.

Peygamberimiz (sav) şöyle dedi:  Allah (cc) buyuruyor ki; 

“Benim kulum  bir hasene (sevap olan bir amel) yapmaya niyet etse de onu yapmasa bile ona karşılık veririm. Onu yaparsa o kuluma on katına kadar sevap yazarım. Bir kötülük (günah) işlemeye niyet eder de yapmazsa, hatasını affederim.  Eğer o kötülüğü yaparsa onu misliyle (ceza) olmak üzere yazarım."  (Müslim, İman/205, Hadis no: 129. Buharí, İman/31. Ahmed b. Hanbel, no: 7215)

Kim bir hasene işlerse, Allah katındaki karşılığı ondan daha hayırlı olur.

مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ {84}

“Kim bir iyilik getirirse, ona bundan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kötülük getirirse, bilsin ki, kötülük işleyenler ancak yapmakta olduklarının cezasına çarptırılırlar.” (Kasas 28/84)

Salih amelin gerçek karşılığı insanın hesap edemeyeceği kadar fazladır.

وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ {37}

Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. İman edip iyi amelde bulunanlar müstesna; onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (cennet) odalarında güven içindedirler.” (Sebe’ 34/37)

Ebu Hüreyre şöyle anlattı: "Allah Teâla meleklerine şöyle emreder: "Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek terketti ise bunu onun lehine bir sevap yazın. Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince, yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar ona sevap yazın." (Buhari, Tevhid/35. Müslim, İman/203, 205 (128, 129). Tirmizî, Tefsir, En'âm no: 3075)

 

7-Kendi hevâlarına uyanlar sâlih amel işleyemezler, fasit amele yönelirler ve böylece karada ve denizde ‘fesadı’ meydana getirirler.

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ {41}

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm 30/41)

Yeryüzünde sulhün (barışın), salahın (en iyi durumun) olabilmesi için, insanların ‘maslahat’ olan işleri tercih edip, mazarrat olan işleri terketmeleri gerekir. Yeryüzü ancak böyle ıslah olur

Allah’a kulluk yapmak için yaratılan insanın işlediği amel, onu karanlıktan aydınlığa çıkarır, mutluluğa ve ilâhî muştuya kavuşturur, rızkını bollaştırır, şükür borcunu öder, Allah’ın rahmetinin ve sonsuz nimetlerinin yolunu açar, O’nu razı eder.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا ﴿96﴾

“İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem 19/96)

تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ ﴿22﴾

ٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْنًاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿23﴾

“Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip iyi işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.

İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” (Şûra 42/22-23)

فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ ﴿50﴾

“İman edip sâlih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.” (Hacc 22/50. v.d.)

Amelin kalitesi aynı zamanda kulun makamını de belirler. Hatta bu ölçü nimetlerin kalite ve derecelerine bile etki eder.

وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ﴿132﴾

“Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En’am 6/132)

وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۚ وَلِيُوَفِّيَهُمْ اَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿19﴾

“İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azabın gerçekleştiği kimselerdir. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır.” (Ahkaf 46/19)

İman edip sâlih amel işleyen insanlar şüphesiz ki yaratıkların en hayırlılarıdır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿7﴾ جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ ﴿8﴾

İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.

Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O'na saygı gösterenler) içindir.” (Beyyine 98/7-8)

Böylesine sâlih olan kimseler, fısk, nifak, küfr, şirk ve günahtan kaçınarak amellerini, işlerini ‘ıslah’ etmişlerdir. İmanlarını kuvvetlendirerek takvayı ve işlerin güzel olanlarını seçmişlerdir.

Amelleri sâlih olan ‘sâlih’ insanlar, şüphesiz ki imanın gereğini yapanlar ve mükâfatı hak edenlerdir. Salih olan insanlar Adn cennetine girmek gibi üstün bir ni’meti kazanırlar.

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ ﴿23﴾ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ ﴿24﴾

“(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır.” (Ra’d 13/23)

يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ ﴿51﴾

«Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim.»  (Mü’minûn 23/51)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿62﴾

“Şüphesiz iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden de Allah'a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (Bekara 2/62)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿69﴾

Şüphesiz inananlar (müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve âhiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir.)” (Mâide 5/69)

Yaratıcı olarak Allah (cc), yarattığı kullarından hep salih amel işlemelerini ister. Bu da ancak Allah’ın koyduğu ölçülere uymakla mümkün olabilir. Kendi hevalarına uyanların salih amel işlemeleri mümkün değildir. Hevalarına uyanlar fasit amele yönelirler ve böylece karada ve denizde ‘fesadı’ meydana getirirler.

Yeryüzünde sulhün (barışın), salahın (en iyi durumun) olabilmesi için, insanların ‘maslahat’ olan işleri tercih edip, salih amel işlemeleri; hallerini, niyetlerini, amellerini İslâmî ölçülerle ‘ıslah’ etmeleri gerekir.

Aksi halde insanların yanlış görüşleri, hevaları, onları batıla sürükler.  Müfsitler de fesat işlemeye, fitne çıkarmaya devam ederler.

Sâlih amel, hem Allah’ın rızasına uygun ameldir, hem de insana faydalı, barışa hizmet eden her türlü düşünce, faaliyet ve ibadettir.

Rabbine kavuşmak isteyen kişi sâlih amel işlemelidir.

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}‏      

 “De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/110), sâlih insanlardan olmaya çalışmalıdır.

Şüphesiz iman edip sâlih amel işleyenler, sabrı ve hakkı tavsiye edenler hariç, diğer insanlar zarardadır. (Asr Sûresi)

 

-Sâlih amelin sonuçları

1-Herkesin kendi yaptığından sorumludur

İnsanın karşılaştığı bütün sonuçlar, kendi eliyle işlediği amellerin karşılığıdır. Bütün darlıklar, zorluklar, musibetler ve iyi haller insanın elinin kazancıdır. Rabbimiz insana onun kazanmadığı veya hak etmediği bir sonucu, bir çile ve cezayı vermez. Çünkü O kullarına asla zulmetmez.

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ {46}

“Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet 41/46)

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ {15}

“Kim iyi iş yaparsa faydası kendinedir, kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Câsiye 45/15)

“Çekeceğiniz ceza yapmakta olduğunuzdan başka bir şeyin cezası değildir.” (Saffât 37/39)

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـًٔا وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿54﴾

“O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.” (Yâsîn 36/54)

 

4-Suçun cezası mikrarıncadır.

İnsan bir kötü ameli işlediği zaman, Allah (cc) ona işlediği günah kadar ceza verir. Hatta dilerse kulunun böyle günahlarını affeder.

وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ {30} وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ {31}‏ وَمِنْ آيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ {32} إِن يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَى ظَهْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ {33} أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَن كَثِيرٍ {34}

Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.

Yeryüzünde (O'nu) âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.

Denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler) de O'nun (varlığının) delillerindendir.

Dilerse O, rüzgârı durdurur da onun (denizin) üstünde kalakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

Yahut yaptıkları yüzünden onları helâk eder. Birçoğunu da affeder (kurtarır).” (Şûrâ/30-34)

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزَى إِلَّا مِثْلَهَا وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ فِيهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ {40}

“Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min olarak salih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.” (Mü’min 40/40)

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ {40}

“Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.” (Şûrâ 42/40)

وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {54}

“Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: “Selâm olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En’am 6/54)

 

5-Sâlih amellerin karşılığı en az on mislidir.

مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلاَ يُجْزَى إِلاَّ مِثْلَهَا وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ {160}

“Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (En’am 6/160)

وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِماً أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {27}

Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah’(ın azabın)dan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Yûnus 10/27)

Tabii ki tevbe etmezse. Ya da günahı affettirecek bir sâlih amel işlemezse.

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ {114}

“Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.” (Hûd 11/114)

Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlâkın gereğine göre davran. “ (Tirmizî, Birr/55)

 

8-Sâlih amel kurtuluş ve mutluluk sebebidir

Sâlih amel sahipleri (sâlihler) dünyada da, âhirette de kurtulurlar, sonsuz güzelliklere, faydalara ve mükâfatlara kavuşurlar.

مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {96} مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {97}

“Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.

Erkek veya kadın, mümin olarak kim sâlih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl 16/96-97)

الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِّلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ {56}  

 “İşte o gün mülk (hükümranlık) Allah’ındır. O, insanların arasında hükmünü verir. Artık iman edip sâlih ameller işlemiş olanlar Naîm Cennetleri’ndedirler.” (Hac 22/56)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ {7}

“İman edip sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (Ankebût 29/7)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً وَعْدَ اللّهِ حَقّاً وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً {122

“İman edip salih ameller işleyenleri de ebedî olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?” (Nisâ 4/122)

وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَـئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيراً {124}

“Mü’min olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ 4/124)

 

9-Sâlih amel Rabbe kavuşturur

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}‏      

“De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/110)

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعًاۜ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ ﴿10﴾

“Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.” (Fâtır 35/10)

 

10-Kişinin değeri ameliyledir.

“Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin

kalplerinize ve işlerinize bakar.”  (Müslim, Birr/33. İbn Mâce, Zühd/9. Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)

Şüphesiz iman edip sâlih amel işleyenler, sabrı ve hakkı tavsiye edenler hariç, diğer insanlar zarardadır. (Asr Sûresi)

 

11-Sâlih amel işleyenler müjdeyi hak ederler

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿25﴾

“İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bekara 2/25)

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ ﴿29﴾

“İman eden ve sâlih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır.” (Ra’d 13/29)

 

12-Kur’an, sâlih amel işleyenlere ‘sâlihler’ diyor ve onları övüyor.

‘Sâlih’ kelimesi ameli nitelemek üzere geliyor. Amel fiil formunda kullanılıyorsa salihât şeklinde geliyor. (132 yerde)

Allah (cc) bazı peygamberleri ‘sâlih’ olarak niteliyor.

إِنَّ وَلِيِّـيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ {196}

“Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.” (A’raf 7/196)

 

-Yûsuf’un (as) duası

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِماً وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ {101}

«Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi)  verdin ve bana (rüyada görülen)  olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!» (Yûsuf 12/101)

رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِن تَكُونُواْ صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلأَوَّابِينَ غَفُوراً {25}

“Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/25)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقاً {69}

“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 4/69)

 

 

 

(Bu kısım biraz değiştirlerek Vuslat’a gönderildi. 16.02.2019)

-Sâlih, sâlih amel ve ıslah ilişkisi

Sâlih ile ıslah aynı köktendir ve aralarında sıkı bir ilişki vardır. Islah ifsadın zıddıdır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/267)

Islah sözlükte; bir şeyi düzeltmek, onarmak, birine iyilik etmek, aralarını düzeltmek demektir.

‘Islah’ kavramı, maslahat olan şeylerin kazandırmak, fesadı gidermek, işleri yoluna koymak, uygun, elverişli ve faydalı hale getirmek, ‘mefsedet (zararlı ve ifsat edici) olan işleri azaltmak ve sulhu (barışı) fert ve toplum hayatına kazandırma çabasıdır.

‘Islah etmek’, aynı zamanda, her türlü günahtan sonra tevbe ederek imanın gereği sâlih amel işlemeye yönelmektir. Kur’an, müjdeci ve uyarıcı olan peygamberler geldikten sonra kim iman eder ve kendini ıslah ederse (düzeltirse) mükâfatı hak edeceğini söylüyor.

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿48﴾

“Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse (ıslah ederse) onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (En’am 6/48. Bir benzeri: A’raf 7/35)

Buna göre ‘ıslah’ın iki boyutu var.

Birincisi; kişinin kendine yönelik boyutu. Kişinin batıldan hakka, yanlıştan doğruya, isyandan itaate, nankörlükten şükre, zarardan faydalıya dönmesi. Bu anlamda ıslah edenler (muslihler) iyi ve faydalı iş yaparlar, akıl ve din yönünden doğru bir yol üzerinde olurlar. Onlar, bedenlerinde, kalplerinde, mallarında ve işlerindeki fesat unsurlarını giderirler.

İkincisi; topluma yönelik boyutu. Topluma, faydalı ve erdemli davranışlarla katlıda bulunmak. Toplumu ifsat edici faaliyetlerden uzak durmak. Toplumun her açıdan daha iyi olması için çaba sarfetmek.

Yeryüzünün ıslahı, olgun bir kişilik ve toplum düzeninin kurulması ancak Allah’ın hükmüne uymakla mümkün olur. İnsana düşen önce iman ederek mü’min olması, sonra da ‘ıslah edici‘ anlamında ‘muslih‘ olmasıdır.

Sâlihler daha iyi mü’minlerdir.

Çünkü onlar kendi nefislerini ıslah edip, ibadet ve hasenât gibi sâlih amel işledikleri gibi, toplumun ıslahına katkı sağlayacak eylemleri de yaparlar.

Sâlihler ma’rufu, yani  dinin ve aklın güzel gördüğü bütün davranışları tavsiye ederler, bunlar yaygınlaşsın, hayata hakim olsun diye çaba gösterirler. Münker, yani dinin ve aklın çirkin gördüğü  işler azalsın, topluma zarar vermesin diye mücadele verirler. (Âl-i İmran 3/114)

‘Islah etmek’, aynı zamanda, her türlü günahtan sonra tevbe ederek imanın gereği sâlih amel işlemeye yönelmektir.

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿35﴾

“Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse (ıslah ederse), artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.” (A’raf 7/35)

Bu şekilde hareket edenler, iyi ve faydalı işler yaparlar, akıl ve din yönünden doğru bir yol üzerinde olurlar, fesada bulaşmazlar. Onlar, bedenlerinde, kalplerinde, mallarında ve işlerindeki fesat unsurlarını giderirler. Kur’an’ın deyişiyle karada ve denizde fesat peşinde olmazlar.

Allah’ın ‘ıslah etme’ fiili üç şekilde görülür:

Birincisi: Allah insanı ‘sâlih’ bir şekilde, en güzel bir biçimde, ‘salah’ olanı yapabilecek bir kabiliyette yaratır. Allah bazı kullarını özel olarak seçer. Onların durumları hep ‘sulh’ üzerindedir. Soyları da salihtir, amelleri de. Allah onların canlarını salih olarak alır. Bütün peygamberler bu anlamda ‘sâlih’ insanlardır. (Âli İmran 3/46)

İkincisi; Allah (cc), iman edip sâlih amel işleyen kimselerin kötü durumlarını düzeltir, onların üzerindeki fesadı giderir ve onları ‘ıslah’ eder.

“İnanıp sâlih ameller işleyenlerin ve Muhammed’e indirilene -ki o Rablerinden gelen haktır- inananların ise Allah günahlarını örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir (ıslah etmişler).” (Muhammed 47/2)

Üçüncüsü; Allah (cc) bütün insanlar için ‘salah’ olan şeyleri diler. ‘Islah’ olmaları için onlara kabiliyet verir. Gönderdiği vahy ve peygamberlerle onları ‘sâlih’ olan işlere davet eder.

Ancak ‘sâlih amelin’ ne olduğunu bilmeyen ‘müfsitler’ sürekli Allah’ın emirlerine ters düşerler. Onların bu fesatlarına karşılık Allah (cc) onların amellerini ‘ıslah’ etmez.

فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿81﴾

Sihirbazlar atacaklarını atınca, Mûsâ dedi ki: “Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez (ıslah etmez).” (Yûnus 10/81)

Yeryüzünün ıslahı, olgun bir kişilik ve toplum düzeninin kurulması ancak Allah’ın hükmüne uymakla mümkün olur. Rabbimiz, elçilerini bu görevle gönderir. İlâhî irade toplum üzerinde gerçekleşir ve yeryüzü ‘ıslah’ edilmiş olur. Ancak müfsitler yeryüzünü ve toplumu sürekli bozmaya çalışırlar.

Allah (cc) böylelerine;

وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًاۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿56﴾

“Islah olduktan (sâlih bir duruma geldikten) sonra yeryüzünü ifsat etmeyin” (A’raf 7/56) diyor.

 

-Kur’an’da sâlihler

Kur’an sâlih amel işleyen, ya da doğru, sağlam, faydalı, dinde emredilen, sevap kazandırıcı, yani hakkıyla ibadet eden mü’minlere ‘sâlih’ diyor. Bu da çoğul olarak ‘sâlihîn-sâlihler’ şeklinde 26 âyette yer alıyor.

اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ ﴿4﴾

“(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, sâlih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.” (Tahrim 66/4)

Sâlihler, daha iyi mü’minlerdir. Çünkü onlar önce kendi nefislerini, sonra da toplumu ıslah edecek davranışları yaparlar, ya da bunlara öncülük ederler, samimiyetle sâlih amel işlerler.

Çeşitli âyet ve hadislerde sâlih ve aynı kökten kelimeler başta iman olmak üzere takva, affetme, tevbe, hidâyet gibi kelimelerle birlikte ve onlarla anlam yakınlığı içinde, bazı âyetlerde ise küfür, zulüm, fesad, seyyie gibi kelimelerle beraber ve onların karşıtı olarak kullanılıyor.

Sâlih kavramı Kur’an’da biri iyi hayırlı iş ve davranış, diğeri, dinî ve ahlâkî bakımdan iyi davranışlara sahip kişi olmak üzere iki manada kullanılıyor. İlk manasıyla doksanüç, ikinci manasıyla otuziki yerde geçmektedir.

Pek çok âyette sâlih/sâlihât kelimesinin imanla birlikte ve çoğunlukla iman kavramının hemen arkasından zikredilmesi, esas itibariyle fiillerin ahlâkî mükemmelliğini ifade etmekle birlikte imanla da yakından ilgili olduğunu da göstermektedir. (Izutsu, T. Kur’an’da Dinî Ahlâkî Kavramlar, s. 269. M. Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/31)

Sâlih amel; faydalı, maksada uygun, zararlı ve ifsat edici (bozucu) olmayan davranışlar, İslâm’ın yapılmasını emrettiği, ya da tavsiye ettiği bütün hayırlı işlerdir. Bununla insan ya kendine ya da çevresine faydalı olur. Allah (cc) katında sevap ve O’nun rızasını kazanır. Ya da bir zararı def’ eder, bir faydayı elde eder.

Sâlih amel, bir kötülüğün, yerini iyiliğe bırakmasına vesile olan işlerdir. Bu da imanın toplumsal boyutu olduğunu gösterir. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/337, 449)

Sâlih amel denilince insanın faydasına olan, dünyevî-uhrevî mutluluğuna vesile olacak, yükselmesini sağlayacak olan tüm çalışmalar, eylem, aksiyon, icad-keşif ve davranışlar anlaşılmalı.

Sâlih kul denildiğinde de dünyada da ahirette de büyük sonuçlar almaya aday insanlar kasdedilir. Bu bakımdan mü’minleri ahirette olduğu gibi, dünyada da başarıya ileten tüm çalışmalar salih amel kapsamına girebilir.

Çünkü salah; dinî-uhrevî her işi, en iyi, en kaliteli, tek kelimeyle, neyi hedefliyorsa onu gerçekleştirmeyi sağlayacak şekilde yapmak demektir. (Sülün, M. İman-Amel İlişkisi, s: 337-338)

 

-Sâlihler Yeryüzüne Varis Olurlar

Kur’an şöyle diyor: 

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ ﴿105﴾

“Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: Arz’a iyi kullarım (sâlihler) varis olacaktır" diye yazmıştık.” (Enbiya 21/105)

قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِ۠ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ ﴿128﴾

“Mûsâ, kavmine, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.” (A’raf 7/128. Bir benzeri: Nur 24/55.

Bu âyetlerii nasıl anlamak gerekiyor?

Yeryüzüne varis olmak nasıl gerçekleşebilir?

Sâlih amel işleyenler mü’minler olduğuna göre dindar mü’minler mi yeryüzüne hâkim olacaklar?

Bu hâkimiyet siyasî bir hâkimiyet mi, ekonomik bir hakimiyet mi?

Yoksa imanda, ahlâkta ve adalet dağıtmada örneklikte mi?

Buradaki ‘el-ard’ âhirette yeniden yaratılacak yer olarak anlaşılabilir mi? (Şevkânî; Fethu’l-Kadîr, s: 1115)

Bu âyet ve sâlih işler yapanlara Allah’ın güzel bir hayat yaşatacağını ve onlara ahirette çok değerli ödüller vereceğini bildiren âyetlerle (Nahl 16/97) ilgili hadisler birlikte değerlendirildiğinde bu kavramın hem bireylerin hem toplumların din ve dünyaları için hayırlı ve faydalı olan, ahlâkî ve meslekî ölçülere uygun mükemmellikte yapılan bütün işleri hakkını vererek liyaketle yapan, böylece hem dünyada, hem de ahirette başarılı ve mutlu olmayı hak eden insanı ifade ettiğini söylemek mümkündür. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/31-32)

“Yeryüzüne sâlih kullarım varis olacaktır” ifadesi açıktır ki, “eğer (gerçekten) inanıyorsanız mutlaka (insanların) en üstünü olacaksınız” (Âl-i İmran 3/139) vadinin bir yankısıdır. Allah’ın insan için öngürdüğü yüceliklere erişmek ancak inanıp dürüst ve erdemli davranışlar (salih ameller, ıslah edici işler) ortaya koymakla mümkün olur. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/664)

Not: Kavramın bu şekilde açıklanması durumunda yeryüzüne sâlih kulların mirasçı kılınacağını anlatan âyetler daha iyi anlaşılır. Buradaki ‘sâlih kullarım’ ifadesinin, iman, namaz, oruç vb. dini mahiyetteki salah eylemlerinde bulunanlardan ziyade. ‘yeryüzü hâkimiyetine elverişli olmanın temel şartlarını’ yerine getirenleri kasdettiğini düşünebiliriz.

Söz konusu varis olmanın temel şartları, çalışma ahlâkî kalite, adalet vb. evrensel ilkelerin yanında, maddi yani ağır basan pozitif bilim, teknik ilerleme vs. olduğu -ve bunu da son asırlarda gayri müslimler başardığı- için, âyet müslümanların aleyhine de olsa, bir gerçeği dile getiriyor. Bu âyetiyle Kur’an, dünyada daima, dinî vazifelerinin yanı sıra, Allah’ın kâinata yerleştirmiş olduğu kanunları (sünnetullah’ı) çözmeye çalışan kulların hâkimiyet kuracağını bildirmiş olmaktadır. Ki böyleleri, Kur’an’ı sözleri ile yani teoride tasdik etmiyorlarsa da, halleriyle yani pratikte tasdik etmektedirler. (Sülün, M. İman-Amel İlişkisi, s.337-338)

 

Hüseyin K. Ece

02.02.2019

Bu makale 2009 yılında (sitede var) verilen bir dersin düzeltilmiş halidir.