a-  Müjde Olgusu

Kur’an muhataplarını ikna etmek üzere çeşitli metodlar kullanır. Haber verdiği hakikatlerin kabul edilmesi için insanın yapısına hitap eder. Onun anlayışını harekete geçirir.Bu üslûb bazen bazen özendirme ve korkutma, bazen ödül va’detme veya cezayı söz verme şeklinde olur. Bazen de müjde verme ve uyarma şeklinde.

Kur’an’da uyarının yer yer müjde ile birlikte kullanıldığını görüyoruz.

 

Bundan amaç kişiye özendirmek, hayırlı işleri yapma konusunda neşe ve istek uyandırmadır. Kişinin kazacaklarını ve kaybedeceklerini kendisine etkileyici bir yöntemle haber vermektir. (Zamahşerî, el-Keşşâf 1/109)

Bunların her biri duruma göre, haber verilen şeyin ağırlığına, konunun akışına göre değişebilir.

Osmanlıca Lügat’ta müjde: Muştu, sevinç haberi. Hayırlı, sevinçli bir haber getirene verilen bahşiş. (F. Devellioğlu, Osmanlıca Lügat, 715)

Türkçe Sözlük’te müjde: Sevindirici haber. Muştuluk. Sevindirici haber verileceği zaman söylenir. Mesela: Müjde! Bir oğlunuz oldu. Müjde vermek/müjdelemek: Bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak. (TDK Türkçe Sözlük say: 1054)

 

b- Kur’an’da müjde kelimesi

Arapça’da müjde kelimesinin karşılığı ‘BŞR’ fiilidir. Bu da bir şeyin güzelliği ile ortaya çıkması, görünmesi demektir. (Ramahurmûzî, Kamusu’l-Muhît, s.35)

Aynı kökten gelen ‘beşer’ insan, ‘büşra’ müjdeleyicinin ulaştırdığı şey, yani sevinçli haber, ‘tebşîr’, müjdelemek, sevindirici olanı ortaya koymak, ‘beşîr/mübeşşir’ ise müjdeleyen, sevindirici haberi getiren demektir. Ki Kur’an’da genellikle peygamberler hakkında kullanılmaktadır.

‘BŞR’ kökünden gelen ‘büşra’ müjdedir, güzel ve sevindirici haberdir.

‘Tebşîr’ (müjdeleme); derinin dış tarafı anlamına gelen ‘beşere’ üzerinde etkisi ortaya çıkan şey demektir. Çünkü derinin bu üst tarafı alınan haberle değişiklik gösterir. Alınan haberin izi deri üzerinde görülür. (Kurtubî, Tefsir, 1/119)

Buradan hareketle ‘tebşîr’, bir kimseye, hakkında bilgisinin olmadığı bir konuda sevinçli bir haber vermektir denilebilir.

“İster hüzün versin, ister sevinç versin muhatabın yüzünde değişiklik meydana getiren habere ‘büşra/müjde’ denir. Bu, daha çok hayırlı haberler için kullanılır.” (Sibeveyh’ten nak. Kur’an’ın İkna Hususiyeti, s: 304)

‘Müjdelemek’, eğer hayırlı, sevindirici, hoş bir haber hakkında kullanılıyorsa, bu, müjdesi verilen şey açıkca belirtilerek yapılabilir. Bazen de müjdesi verilen şey açıkça belirtilmeden verilebilir. ‘Sana müjdeler olsun!’ ‘seni müjdeliyorum!’,  birdenbire birine ‘müjde!’, ‘sana bir müjdem var!’ demek gibi. Ancak keder, hüzün veya kötü şeyler hakkında müjdelemek kelimesi kullanılacaksa, mutlaka haberi verilen kötü şey açıkça belirtilerek yapılır.

‘Müjde (tebşîr) genelde olumlu amaç, yani sevindirici, güzel, hoş haberler için kullanılır.  Bu yönüyle ‘müjde’ kalpte hissedilen ama etkisi deri üzerinde, belki insanın yüzünde, davranışlarında görülen hoş bir sevinçtir. İnsana huzur ve mutluluk veren bir hoşluktur.

Herhangi bir yerden ciddi anlamda müjdeli bir haber alan kimsenin durumunu herkes tahmin edebilir. Ya da bir müjdeye kavuştuğumuz zaman duyduğumuz huzuru bazen anlatamayız. İçimizi bir seviç kaplar, yüreğimiz heyecanlanır, içimizden yüzümüze doğru bir sıcaklık yayılır, bütün bir benliğimizi bir huzur kaplar. Yüzümüzde bu sevincin bu huzurun etkisi görülür. Sevincinden ayağa fırlayanlar olduğu, gözlerinden yaş akıtanlardan da olabilir. Aldığı müjdeli haberden dolayı heyecanından nutku tutulanlar olduğu gibi, gözlerinin içi parlayanlar da olur.

 

c-  Peygamberler müjdecidir

Peygamberler konumları itibarıyla iyi, sevindirici, yüzü aydın eden haber getiren insanlardır. Her ne kadar ‘nezîr/uyarıcı sıfatları da olsa, onların müjdeleyici özellikleri önceliklidir.

Hz. Muhammed beşîr/mübeşşir (müjdeleyici) ve ‘nezîr/münzîr (uyarıcı)dir.

Zira insan bu dünyaki amellerinden dolayı ya ödülü, ya da cezayı hak eder. İşin tabiatı budur. İyi işler yapanların müjdeli haberlere, mükâfatlara, iyi sonuçlara kavuşması, suç işleyenlerin cezaya çarptırılması aklın gereğidir.

İyi yapanlar, yaptıkları iyiliklerin sonunda hiç bir şey elde etmeyeceklerse yapılanın bir değeri yoktur. Kötülük yapanlar da , yaptıklar kötülüklerden dolayı bir cezaya uğramıyorlarsa, bir sıkıntı görmüyorlarsa, o zaman da iyiliğin ve kötülüğün bir anlamı olmaz. Herkes bilir ki insan davranışlarının bir kısmı iyidir, bir kısmı iyi değildir. İyi olanlar ödüllendirilmeli, suçlar cezalandırılmalı.

Peygamberler işte bunu haber veren insanlardır. İman edip salih amel (faydalı işler) yapanları hem bu dünyada, hem de Ahirette sayısız ödüllerle, güzellikle, mutluluklarla müjdelerler. İsyan edenleri, inkârcıları ve haddi aşanları da bu istenmeyen davranışlarından vazgeçirmek üzere, karşılaşacakları kötü sonuçları haber vererek uyarırlar.

Peygamberlerin bu görevi muhataplar için yapıcı bir rol ifade eder. Bundan asıl amaç insanları salih amel işlemeye teşvik, isyan ve kötülüklerden vazgeçmelerini sağlamaktır.

 

d-  Kur’an’da müjdenin kullanımları

Kur’an ‘müjde’ olayını çeşitli formlarda kullanıyor. Genelindeki ana tema sevindirici, özendirici, mutlu edici haberlerdir. Bu haberler bazen insanı mutlu eden öenmli bir müjdedir, bazen de erdemli davranışlara, Allah’a itaate teşvik, iyi davranışlara özendirmedir.

Müjde olayında gelecekte gerçekleşecek, gerçekleştiği zaman da ilgiliyi sevindirecek ve mutlu edecek bir olgu söz konusudur.

Bu bağlamda müjde geçmişe değil, geleceğe dönüktür diyebiliriz.

Mesela, Hz. İbrahim melekler ve Allah tarafından çocukla müjdelendi. (15 Hıcr/54-55. 37 Saffât/101. 11 Hûd/71)

Melekler Hz. Zekeriyya’yı oğlu Yahya ile müjdelediler. (19 Meryem/7. 3 Âli İmran/39)

Her iki peygamber de ilerlemiş yaşlarına rağmen çocuk nimeti ile sevindiriliyorlar. Ancak müjdenin geldiği an, henüz çocuklar dünyaya gelmemişti. İleride doğacaklar, bundan dolayı babalar çok sevinecekler. İşte bunun müjdesi peşinen veriliyor.

Allah (cc) iman edip erdemli davranan kullarını en güzel karşılıklarla müjdeliyor: (18 Kehf/2. 42 Şûra/23. 9 Tevbe/21)

Bugün, burada, bu dünyada salih amel işleyenler, bunun peşinden dünyada ve ahirette  ödüle, sevince, mutluluğa kavuşacaklar.

Kur’an bir ‘beşîr/müjdeleyici’dir. (41 Fussilet/4) O aynı zamanda iman edip salih amel işleyenleri muhteşem bir karşılığın beklediği müjdesini vermektedir. (17 İsra/9.

Allah (cc) pek çok âyette Hz. Muhammed’i iman edenleri hadis hesapsız ödülleri, karşılıkları müjdelemekle görevlendiriyor. Ki onlar bununla sevinsinler. Yaptıkları amellerin boşa gitmediğinden emin olsunlar. Allah yolunda çektikleri sıkıntılardan dolayı yürekleri daralmasın, uğradıkları mahrumiyetten dolayı esef etmesinler. Bu gibi ödüllere kavuşmak için de daha çok çalışsınlar, daha çok salih amel işlesinler. (2 Bakara/25. 9 Tevbe/112. 10 Yunus/2, 78. 33 Ahzâb/47. 61 Saff/13. 39 Zümer/17 ve diğerleri)

Kur’an yaptığı her işi Allah’ı görüyor gibi yapan muhsinleri müjdeleliyor.  (22 Hâcc/37)

Allah (cc) yolunda gerek ibadet ederken, gerek günahlardan kaçınırken, gerekse O’nun uğruna mücadele ederken zorluklara sabredenler de müjdeden pay alırlar. (2 Bakara/155)

Melekler doğru yolda yaşama kararlılığı gösterenleri de müjdelerler ve dünyadada ahirette de onların dost olduklarını söylerler. (41 Fussilet/30-32)

İşte bu gerçek mijdedir, gerçek kurtuluştur, gerçek mutluluktur. Kim bu müjdeye kavuşursa sevinir, içini tarifsiz hisler kaplar, mutluluktan havaya sıçrar.

Bu müjde bitimsiz bir saadetin habercisi, sonu gelmez ikramların duyurulması, ebedî bağışların işaretidir. Gerçek müjde işte budur. Gerçek sevinç kaynağı böyle olur.

Müjdeyi mutlak anlamda böyle anlamalı.

Müjde bazen de gerçekleşen bir olay üzerine olabilir. Mesela, birine kavuştuğu herhangi iyi bir şeyin sevinçli haberini vermek gibi. ‘Müjdeler olsun’ bir çocuğun oldu’ gibi bir haber, olan bir olay üzerinedir. Uzaktan bir yakını gelene, mesela bir babaya; ‘müjde oğlun geldi’ demek gibi.

Kur’an’ın haber verdiğine göre bazıları, kendilerine kız çocuğun oldu diye müjde verildiği zaman, cahiliyye anlayışının bir sonucu olarak yüzleri kapkara kesilir, içlerini öfkeyle karışık bir hüzün kaplar. Öyleki müjdelenen şeyin kendisinde oluşturduğu kötümser duygulardan dolayı, toplumdan kaçıp saklanacak yer arar. Hatta bu utanç kimilerini kız çocuğunu öldürerek cinayete bile sürükler. (16 Nahl/58-59.  43 Zuhruf/17)

e- Azapla müjdeleme:

Müjde (büşra) kelimesinin bütün bu olumlu, sevindirici, özendirici anlamlarına rağmen onun münafıklar ve inkârcılar hakkında kullanması ilginçtir.  Hem onların yaptığı işlerin yanlış olduğunun söylenmesi, sonra da onları kötü bir sonuçla müjdelemek dikkat çekicidir.

1-  Münafıkların azapla müjdelenmesi:

Kur’an, münafıkları da, yani dinde ikili oynayan iki yüzlüleri de

müjdeliyor. Ama ne ile? Elbette ödül ile, güzellik ile veya iyi bir sonuçla değil.

Tam tersine insanın yüzünü buruşturan, iç dünyadaki hüznü dışarı yansıtan bir pişmanlıkla.            

“İman edip sonra hakikati inkâr eden ve tekrar iman edip yeniden hakikati inkâr eden ve sonra hakikati inkâr etmedeki inatlarına boyun eğenlere gelince, Allah onları bağışlamayacak ve hiçbir şekilde doğru yola eriştirmeyecektir.

Böyle ikiyüzlülere kendilerini şiddetli bir azabın beklediğini duyur.

Müminleri bırakıp hakikati inkâr edenleri dost edinenlere gelince, onlarla şeref kazanacaklarını mı umuyorlar? Unutmayın ki asıl şeref [yalnız] Allah'a aittir.” (4 Nisa/137-139)

Buradaki ‘azapla müjdeyi’ uyarmak manasında anlamak mümkündür. Madem ki vahyi alaya alıyorsunuz, din işinde ciddi değilsiniz, madem müslümanlardan görünmenize rağmen onların aleyhine olmak üzere düşmanlarına yardım ediyorsunuz, öyleyse buyurun; cezanız size kutlu olsun. Sevinçli haber yerine üzücü sonuç size aittir.

Öyleyse ikili oynamada, küfürde inat etmeyin. Aklınızı başınıza alın, zira iş sandığınız gibi değildir.

 

2- Kâfirlerin azapla müjdelenmesi

Yine Allah ve O’nun Rasûlü’nden, Büyük Hac gününde bütün insanlığa yapılmış bir duyurudur ki, Allah kendine mahsus özellikleri başkalarına yakıştıranlarla ilişiğini kesmiştir; O’nun elçisi de öyle. Bundan böyle tevbe ederseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır; fakat (bu davetten) yüz çevirirseniz, iyi bilin ki siz Allah’ı asla atlatamazsınız. Nitekim, inkâr ve ihanette ısrar edenleri can yakıcı bir azapla müjdele.” (9 Tevbe/3)

O, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi (küfründe) direnir. İşte onu acı bir azap ile müjdele! (45 Casiye/8)

“Allah'ın âyetlerini tanımayan, peygamberleri haksız yere öldüren ve insanlar arasında dengeli davranmayı öğütleyenlerin kanına girenleri yürek yakan bir mahrumiyetle (azapla) müjdele!” (3 Âli İmran/21)

“Buradaki ‘müjdele’, imalı bir ifadedir. Bunun muhtemel bir açılımı da şöyle olabilir: Onlar kendilerini korumadıkları için iliklerine işleyen manevi bir hastalığa tutulmuşlardır. Onlara Rablerinin kendilerini cehennem gibi bir yoğun bakım ünitesine alacağını müjdele. Bu bir müjdedir. Zira Allah onlardan vazgeçmemiştir. Eğer vazgeçmiş olsaydı, varlıklarına son verir ve mutlak yokluğa mahkûm ederdi.” (M. İslamoğlu, Meal, s: 108)

“Aksine, inkârda direnenler (ilâhî vahyi) yalanlamakta  ısrar ediyor, ama Allah içlerinde biriktirip gizlediklerini çok iyi biliyor.

Artık onlara şiddetli bir azabı müjdele.” (İnşikak, 84/22-24)

 ‘Azabı müjdele’ şeklindeki nükteli üslûp, onların vahyi hafife almalarına karşı bir misillemedir. (M. İslamoğlu, Meal, s. 1238)

“Ancak iman edenler ve Allah rızasına uygun davrananlar hariç: Onları kesintisiz bir ödül bekliyor.” (84 İnşikak/25)

 

3- Serveti yığanların azapla müjdelenmesi

“Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!” (9 Tevbe/34)

“O servetin cehennem ateşinde kızartılıp onların alınlarının, yanlarının ve sırtlarının dağlanacağı gün onlara: ‘İşte sırf kendiniz için yığdığınız servetiniz! Haydi, şimdi görün bakalım yığdğınız servetin gününü!’ denilecek.” (9 Tevbe/35)

 

4- Allah yolundan alıkaymak isteyenlerin azapla müjdelenmesi

İbni Hişâm’ın İbni İshak’tan rivâyet ettiğine göre, Peygamberimizin tebliğinin etkisini azaltmak için çeşitli yollara başvurulur ama başarılı olunamaz. Bunun üzerine, Mekkeli zengin müşriklerden Nadr b. Haris, ‘siz, aranızda emin olarak bilinen birine ‘mecnun, sihirbâz’ diyerek ona olan ilgiyi azaltmaya çalışıyorsunuz. Buna kimse inanmaz. Bakın ben onunla nasıl baş edeceğim’ demiş. Bu adam bazen ticaret için Irak’a giderdi. O bu yolculuklarında acemlerin, Hire halkının masallarını ve onların aralarında dolaşan rivâyetleri derlemeyi başarıp geri döndü. (İ. b. Ziyad el-Ferrâî, Meâni’l Kur’an, 2/326)

Sonra da onları Kur’an’ı dinlemeye gidenlerin yolları üzerine oturur, onlara bu masal ve efsaneleri anlatır, dikkatlerini anlattığı şeylere çekerek onları uyutmaya ve Kur’an’a yönelmelerinin önüne geçmeye çalışırdı. 

Bu masalları Kureyşlilere anlatırken şöyle dermiş: “Muhammed size Âd kavminin, Semud kavminin hikâyelerini anlatıyor, ben ise size Rüstem’in, İsfendiyar’ın öykülerini anlatıyorum. Ben O’ndan daha iyi bir hikâye anlatıcıyım. Benim anlattıklarım, Muhammed’in sizi davet ettiği şeyden daha hayırlıdır.”

Böylece kimileri onun bu anlattıklarına kulak kabartıyor ve Kur’an dinlemeyi terkediyorlardı.

Vakıdî’nin Kelbî ve Mukatil’den rivâyetine göre aynı adam, bir kimsenin Peygamberimizin etkisine girdiğini duyunca, satın aldığı şarkıcı  bir cariyeyi şöyle diyerek ona musallat ederdi: ‘ona yedir, içir ve şarkılarınla onu oyala ki başka tarafa ilgisi kalmasın’. (nak. Siyeru İbni Hişam, 1/299-300. Esbab’ü Nüzûl, Ahmed el-Vahidî en-Nisabûrî, s: 259-260. Abdülfettah el-Kâdi, Esbabü’n Nüzûl, s: 305. Ş. Alûsî, Tefsir, 21/67. Zamahşerî, el-Keşşâf, 3/476. Ebu’s Suud, Tefsir, 4/282-283. İbni Kesir, Muh. Tefsir, 3/62) 

Bazı rivâyetlerde bu âyetin İbni Hattal hakkında indiği söylenmektedir. Bu adam çirkin sözlerle şarkı söyleyen, sövüp saymayı müzikle yapan, küfürbâz şarkıcı cariyeler satın alır, onlara şarkı söyletirmiş. (Ş. Alûsî, Tefsir, 21/67.  Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 6/268)

Tefsirci Mücahid, bu âyetin şarkıcı cariye –onları dinlemek üzere- alım-satımıyla ilgili olarak indiği görüşündedir. (el-Vahidî en-Nisabûrî, Esbabü’n-Nüzûl, s: 259.

Bu sayılanların hepsinin de âyetin iniş sebebi olması mümkündür.   Bir âyetin nüzül sebebini bilmek o âyeti daha iyi anlamamıza yarar ama, o âyetin tümüyle anlatılan sebeple ilgili olduğu, başka bir hüküm getirmediği söylenemez. Âyetin iniş sebebi özel olsa bile bildirdiği gerçek, ortaya koyduğu hüküm, getirdiği ölçü geneldir.

“Ama insanlardan öyleleri de vardır ki, bilgisizce (başkalarını) Allah yolundan saptırmak ve onu alay konusu yapmak için boş sözlere müşteri olurlar: işte onlar onur kırıcı bir terkedilmişliğe mahkûm olacaklar.

Böyle birine âyetlerimiz okunduğu zaman da sanki onları işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. İşte böylesini, acı verecek bir azab ile müjdele.” (31 Lukman/7)

Burada son derece ilginç bir örnekle karşı karşıyayız. Kur’an her devirde ve dalâlete düşmüş her toplumda benzerlerini görebileceğimiz saptırıcı bir tipi ve onun Kur’an’ın davetine karşı kurduğu tuzağı örnek veriyor. Nadr b. Haris’in faaliyetinin arkasındaki zihniyete ve böylelerinin başvuracağı yöntemlere ve araçlara dikkat çekiyor. Zamanın geçmesi ile böylelerinin kullanacağı araçlar değişebilir, ancak kafa yapıları, hedefleri ve yöntemleri fazla değişmez.

Onlar, insanları boş eğlencelerle, asılsız yalanlarla, sonu gelmez hayallerle oyalarlar, onların Kur’an’dan yüz çevirmelerini sağlarlar. 

Kur’an’ın bu örneği böyleleri için bir tenkit, müslümanlar için de bir uyarıdır.

 

Huseyin K. Ece

1.7.2010

Zaandam