• Özet

Fıtrat, insanın doğuştan sahip olduğu bütün özelliklerini ifade eden bir

terimdir. Kâinattaki bütün varlıklar yaratıldıkları bu ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının/fıtratının gereğini yapar.

 

Buna insan da dahildir.

İnsan doğduğu zaman beyaz bir kağıt, ya da boş bir levha gibidir derler. O beyaz kağıdı, o boş levhayı zamanla kendi fiilleri doldurur. Bunlar da ya iyi olur ya da kötü.

Müslüman bilginler “Allah’ın insanı üzerinde yarattığı fıtrata dön...” âyetindeki “Her doğan fıtrat üzere doğar...” hadisinde geçen ‘fıtrat’ kavramını çeşitli şekillerda açıklamışlardır. Bunlardan kimilerine göre fıtrat, insandaki doğal eğilim veya yaratılış, kimilerine göre Allah’ın insan bünyesine yerleştirdiği iyiye veya kötüye meyilli olan yetenek, kimilerine göre ezeli sözleşme, kimilerine göre de bizzat İslamdır, ya da tevhidtir. Onlara göre her doğan müslüman olarak doğmaz ama Yaratıcı insanı kendine ibadet edebilecek doğal bir yapıda yaratmıştır.

Fıtrat kavramının yorumunda iki açıklamanın öne çıktığını görüyoruz. Birisi dini bir anlamdan uzak normal bir açıklamadır. Bunda ‘fıtrat’ın sözlük anlamından hareketle her varlığın ve her insanın sahip olduğu doğal yapıya, onların bünyesine yerleştirilen özellikler, yetenekler, işlevlere dikkat çekiliyor. İkincisi ise dinî bir açıklama biçimi. Müslüman bilginlere göre fıtrat nötr bir kavram değil; insanın yaratılış amacına göndermede bulunan dinsel içerikli bir kelimedir.Onlara göre -hangisi olursa olsun- fıtrat insana sunulan bir armağandır. İnsan bu armağanı iyi korursa kendine yabancılaşmaz, tanrısı ve çevresi ile daha uyumlu yaşar.

Gerek doğada, gerek kendi bünyesinde var olan bu doğal yapının bozulmadan korunması insan için önemli bir görevdir.

 

  • Summary

Fıtrat is a term denoting all of the features that a human being are born with. All of the creatures in the universe are still on their 'fıtrat' (origin)  as they were created. Each entity will follow the way of the need of its own nature.

The human being is the same.

Human being is like a white paper, as they say, or a blank plate when he is born. That white paper or the blank plate will filled with his acts over time. Either good or worse.

Muslim scholars explain the term “fitrat” in the Qoran vers  "Turn back to the  “fitrat” (origin) Allah created the human being ..."  and in the prophetic hadith "Every newborn is born on “fıtrat” ..." on  various manners. Fıtrat is according to some of them, the natural tendency in human beings or of creation, and according to some the prone to getting better or worse talent placed by Allah in the structure of the human being, according to some primordial contract, according to some it is Islam itself or tevhid. According to them, not each human being is born as a Muslim but the Creator has created him on a natural structure that he is able to worship the Creator.

We see here that two interpretations for the meaning of term “fitrat” are the most important. The first one is away from a religious meaning and gives a normal explanation. It is based on the dictionary meaning  and pays attention on the natural structure of each creation, including the human being, their features, capabilities and functions. The second interpretation gives a religious explanation. According to Muslim scholars “fıtrat” is not a neutral concept but a word with a religious content referring to the purpose of human creation.

According to Muslim scholars fıtrat is a gift offered to each human being. If he is able to protect this gift than he will protect himself from self-alienation, and lives more compatible with his Creator and all creation surrounding him.

To keep this natural structure intact is an important task for human being.

 

  • Anahtar kelimeler (key words):

Fıtrat (origin) 

Müslüman bilginler (Muslim scholars)

İnsan (Human)

Doğum (born)

Doğal eğilim (the natural tendency)

Yaratılış (human creation)

Yetenek (worse talent)

Tefsir-yorum (interpretation)

Hadis (prophetic hadith)

Âyet (the Qoran vers)

Din (religioun) 

 

-Konunun önemi

Kur’an, mesajını muhataplarına ulaştırmak için indiği dönemin dilini ve o dildeki edebi sanatları, anlamları, deyimleri, edebiyat imkanlarını kullandı. Kelimeleri o günkü arapların kullandığı sözlük anlamıyla kullandığı gibi, onlara yeni içerikler katmış, onlara kendi amacını yüklemiştir. Öyleki Kur’an’ın kullandığı pek çok sözcük ‘islami kavramlar’ haline gelmiştir.

Bu kavramların her biri kök anlamından kopmamakla birlikte yeni bir içeriğe sahip olmuşlar, vahyi anlatan, isimlendiren ve taşıyan birer görevli olmuşlardır.

Fıtrat kavramı da bunlardan birisidir. Kur’an bunu sözlük anlamıyla kullandığı gibi, vahyin genel bağlamında anlaşılabilecek, hem varlığın hem de insanın doğasındaki ilahi yasayı işaret edecek tarzda, inançla bağlantılı olarak kullandı.

Kelime bu açıdan farklı anlaşılmaya uygundur. Bu nedenle tefsirciler ve kelamcılar onu kendi fikri yapıları doğrultusunda anlamışlardır. Konu insanın doğuştan müslüman olup olmaması, müslüman olmayanların çocuklarının dini durumu, insanın tanrıya ibadet etmeye meyilli olup olmaması, insanın bünyesine yerleştirilen yetenekler, irade özgürlüğü, büyük günah işleyenin durumu, Kur’an’da sözü edilen ilk veya fıtri sözleşme ve sorumluluk bağlamında tartışılmıştır (bkz: el-Karnî Ali ibnu Abdullah, el-Futrah).

Biz bu makalede öncelike “fıtrat”ın sözlük ve genel anlamına işaret ettikten sonra, önceki dönemlerde ve günümüzdeki bazı müslüman bilginlerin, özellikle bazı müfessirlerin onu hangi manada anladıklarını ve nasıl yorumladıklarını açıklamak istiyoruz.

 

-Giriş

İnsan kendi türünün özelliklerine sahiptir. O da diğer varlıklar gibi saf, temiz ve lekesiz bir şekilde doğar. Eylem, foksiyon ve bunların sonuçları açısından o nötr bir noktadadır.  Ne iyidir ne de kötü. O sadece kendi  türünün kabiliyet ve becerilerine, işlev ve rolüne, suret ve biçimine sahiptir.

İnsanın doğal yapısı ile kâinata hakim olan ve ‘tabiat kanunları’ şeklinde nitelenen yerleşik düzenle ilişkisi vardır. Bu yasalar, yeryüzünde veya uzayda konulduğu şekilde işliyor, her bir yasa kendi hükmünü icra ediyor, her bir varlık bu yasalar çerçecvesinde bulunduğu konumu koruyor. Bunun gibi insan da kendisi için konulan yasalar ile dünyaya gelir. Bu, aslında insan ile çevresindeki varlıklara hakim olan yasalar arasındaki uyumdur. Çünkü onun varlığını sürdürebilmesi için, içinde yaşadığı doğal çevre ile uyumlu olmak zorundadır.

Doğal yasalar aynı zamanda kainatın dengesidir. Dışarıdan bir müdahele olmadığı sürece bu denge uyumlu bir şekilde devam eder. İnsan bir taraftan mükemmel bir şekilde var olan bu düzenle içiçedir, bir taraftan da kendi içine yerleştirilmiş olan tabii, saf ve beşer özelliğine uygun yasalarla başbaşadır.

Müslüman bilginler bu doğal yapıya Kur’an’dan bir sözcük ile; “fıtrat- فطرة” diyorlar. İnsan bunu kendisine armağan edildiği gibi korursa, yani fıtratın gereğini yaparsa dengeli yaşarderler. Böylece kendi özgün yapısına aykırı davranmamış ve evrene hakim olan yasaları da karşısına almamış olur. Dolaysıyla bu doğal yapının, insana sunulduğu gibi korunması hem içe dönük, hem çevreyle uyum açısından önemli bir görevdir.

İslam bilginleri “fıtrat- فطرة”a Kur’an’ın ve hadislerin kullanımından hareketle dinî bir anlam ve işlev yüklerler. Bu bağlamda fıtrat sadece insanın biyolojik yapısının özelliği, foksiyonu, karakteri değil; aynı zamanda insanın bünyesine yerleştirilmiş, inanma, ibadet etme, aşkın bir varlığa ihtiyaç duyma ve bağlanma, kendi konumunu ona göre anlamlandırma, dua etme ve yardım isteme gibi duygu ve dürtülerinde kaynağıdır.

 

Burada öncelike “fıtrat”ın sözlük ve genel anlamına işaret ettikten sonra bilginlerin onu hangi manada anladıklarını ve nasıl yorumladıklarını örneklerle açıklayacağız.

 

  • Sözlükte fıtrat

Arapça’da ‘fıtrat’ kelimesinin kökü ‘fatara- فطر’ fiilidir.

‘Fu’lah veya fi’lah- فعلة’ kalıbında ‘fıtrah- فطرة’ olarak gelmiştir. ‘Fatara- فطر’ fiilinin masdarı olan ‘fatr- فطر’, yarık demektir. Bazılarına göre ise yarmaya ilk başlama ya da uzunlamasına yarma anlamına gelir. Bunun çoğulu ‘futûr- فطور’dur. (İbni Manzûr, 11/197)

Kur’an’da, Şûra 5, Mülk 3, Müzemmil 18 ve İnfitar 1nci âyetlerde bu manaya işaret edilmektedir.

‘Fatara فطر’ -’ sözlükte, uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, icat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek anlamlarına gelir.

‘Fıtrat- فطرة’, buna ‘te’ harfinin ilavesiyle yapılan bir isim masdardır. Sözlükte, yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi manaları vardır. (el-Isfehânî, R. 1987: 575.  İbni Manzûr, 11/197)

‘Eftarallahu halka”; Allah mahlukatı yarattı, ortaya çıkardı. Eftara’l-emre; başladı, inşa etti, eftara’s-sâimu; Oruçlu orucunu açtı anlamlarına gelir. (el-Firuzâbâdî, 1424-2003: 456)

Abdullah b. Abbas diyor ki: “Ben ‘Fâtıru’s-semâvâti ve’l-arz/Gökleri ve yeri Yaratan’ ifadesini tam anlayamıyordum. Taki iki arabı bir kuyu hakkında tartışırken görünceye kadar. Biri diğerine şöyle diyordu: “Onu ben yardım (fatartühu). Yani onu kazmaya önce ben başladım.”  (Taberî, Tefsir 5/158. Suyutî, ed-Durru’l-Mensûr, 3/7. Nakleden: el-Karnî, 2003:26)

Araplar devenin azı dişinin deriyi yarıp dışarı çıkmasını, ya da parmağın yarılıp içinden kan akmasını ‘fatara’ ile anlatırlar. Bir bitki toprağı yarıp çıktığı zaman buna ‘fatr/yarılma, ortaya çıkma’ derler. (el-Karnî, 2003: 25)

 Kur’an’da ‘fatr’; başlangıç, icat etmek, yaratmak, ve inşa anlamlarında kullanılmaktadır. (Hûd, 13/51. İsra, 15/51 gibi)

Bir hadiste Peygamberin gece namazını uzun tuttuğu ve bu yüzdenden ayaklarının yarıldığı söyleniyor. Burdaki yarılma olayı ‘fatara’ fiili ile anlatılıyor. (Müslim, es-Sahih, 2000: S. Munafikîn/81 (2820))

 ‘Fatr’ veya ‘fıtrat’ ilk yaratılışı ifade ettiği gibi, devam eden bir yaratılışı da anlatırlar.

‘Fatr veya fıtrat’, bir şeyi yoktan ve örneksiz var etmek ve onu, belli bir hedefe doğru açıp-ortaya koymak, dal budak saldırmaktır ki ‘ibda’ (yoktan var etme) fiilinden sonraki aşamadır. Bu bakımdan Kur’an ‘fatr’ fiilini her zaman Allah (cc) hakkında kullanmaktadır. Yaratılan, yokluğun içerisinden çıkartılanlar göklerdir, yerdir, insanlar ve diğer canlılardır. (Zuhruf, 43/27. Enbiya, 21/56. Tâhâ, 20/72)

‘Fatara’ fiili Kur’an’da; Allah'ın gökleri ve yeri yokken vâr edişi (En'âm,  6/79), insanın yaratılması (Rûm 30/30) ve Allah'ın insanı ilk defa yaratışı hakkında kullanılmaktadır. (İsrâ 17/51)

Bu masdarın fail (özne) ismi olan ‘Fâtır’, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Fâtır; Kur'ân'da isim olarak 6 âyette geçmiştir. Hepsi de Allah’ın gökleri ve yeri yaratmasıyla ilgilidir.

‘Fâtır’ kelimesi ile Yaratan anlamına gelen ‘Hâlık’ arasında ince bir fark vardır. ‘Fâtır’ sıfatı ‘Hâlık’ sıfatının içindedir ve ilk defa yaratmaya başlayan, yaratan îcad eden yokken vâr eden demektir. Allah (cc) için ‘Fâtıru’s-semâvâti ve’l-arz/Gökleri ve yeri Yaratan’ denilir. (Fatır, 35/1. En’am, 6/14. Yûsuf, 12/101. İbrahim, 14/10)

Aynı kökten gelen ‘iftar’; orucu açmak bir oruçluya orucunu açtırmak başlanmış bir orucu bozmak veya hiç oruç tutmamak anlamlarına gelir.

 

  • Hadislerde fıtrat

“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudí, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslümansalar, çocuk da müslüman olur.” (Ebu Davud, Sünnet/18 (4714). Tirmizí, Kader/5 (2138).  Ahmed ibnu Hanbel, Müsned, 2/233, 435. İbnu Hibban, es-Sahîh, İman/1 (128))

"Her doğan ancak fıtrat üzere doğar. Sonra onu anne-baba Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar. Nitekim bir hayvan yavrusu da derli toplu, azaları yerliyerinde doğar. Siz bu yavruda aza noksanlığı görüyor musunuz?" Sonra Ebu Hüreyre; isterseniz Rûm Sûresi 30. âyetini okuyun dedi. (Ahmed ibnu Hanbel, Müsned (7199). Buharí, Cenaiz/79 (1358-1359). Cenaiz/92 (1385). Müslim, Kader (2658). İbnu Hibban, es-Sahîh, İman/1 (130))

“Rabbim buyurdu ki: Ben bütün insanları fıtrat-ı selim üzere ve hanif inancında yarattım. Sonra şeytanlar onları yoldan çıkardılar. Benim helâl kıldıklarını onlara haram ettiler, bana şirk koşmalarını söylediler. Hâlbuki onların bu yaptıklarının hiçbir delili ve dayanağı yoktur. (Müslim, Cennet/ 63 (2865))

Aişe’den rivâyet edilen bir hadiste Peygamber on şeyin fıtrattan olduğunu söylüyor. (Buhârî, Libâs/51, 63, 64, İsti'zân/51; Müslim, Taharet/49-51, 56, Şalât/9  Ebu Davud, Tahare/29; Nesâî, Zine/I. Bir  başka rivyette beş şeyin fıtrattan olduğu söyleniyor: Buhârî, Libâs/51, 63, 64. Müslim, Ta­haret/49-51, 56, Salât/9).

Peygamber duasında şöyle derdi. “Ben yüzümü gökleri ve yeri Yaratan’a (Fâtır’a) çevirdim...” (Müslim, K.Musafirîn/ (771))

Peygamber bir adamı ‘allahu ekber Allahu ekber/Allah en büyüktür, Allah en büyüktür” derken işitince “fıtrat üzere, yani İslâm dini üzere” dedi. (Müslim, Ezan (382))

Semura ibnu Cündub’un rivâyet ettiğine göre Peygamber rü’yasını anlatırken bir yerinde şöyle demiş: “.. Bahçede gördüğüm uzun boylu adam Hz. İbrahim’di. Etrafına toplanmış küçük çocuklara gelince, onlar da “fıtrat” üzere doğmuş her bir çocuktur.” Orada olanlar: “Ey Allah’ın Rasûlü;” Pe ki ya müşriklerin çocukları?” diye sordular. O da “Müşriklerin çocukları da dahil” diye cevap verdi. (Buharî, 2585, İbni Hibban Sahih 2/431)

 

  • Fatr/fıtrat nedir?

Fıtrat, genel anlamıyla insanın ve canlıların doğuştan sahip olduğu bütün özelliklerini ifade eden bir terimdir. Kâinattaki bütün varlıklar yaratıldıkları ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar.

Buna insan da dahildir.

Tohum veya çekirdek, kendinden çıkacak olan canlının özü ve özetidir. O türe ait bütün özellikleri kendi bünyesinde barındırmaktadır. Bir şeyin ilk defa yokluktan ortaya çıkışı veya bir maddeden (tohumdan) meydana gelişi bir ‘fatr’dır. Bunun ortaya çıkış biçimi veya taşıdığı özellikler de ‘fıtrat’tır.

Her yaratığın ‘fıtrat’ üzere kazandığı özelliklere de onun ‘tabiatı/yapısı’ denir.

Bir filin öyle olması, bir karıncanın şekli ve yaşama biçimi, bir balığın suda yaşaması ve kendine ait özellikler taşıması, bir ipek böceğinin koza yapması, bir kuşun uçması, bir serçenin yumurtadan dünyaya gelmesi, bir arslanın yırtıcı olması, bir kedinin evlerde yaşaması, bir akrebin zehirli  olması, bir maymunun becerikli olması,... vb. hepsi fıtrattır. Hiç bir canlı kendisine tayin edilen fıtratın, yani doğal yapının dışına çıkamaz.

Elmalılı’ya göre; fıtrat, yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder. Âyette "insanları onun üzerine yarattı..."  (Rûm, 30/30) kaydından da anlaşıldığına göre, maksat her ferdin kendine mahsus olan cüz'î yaratılışı değil, bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan ve hepsinde ortak bulunan genel yaratılıştır. Dış etken, kazanma ve âdet gibi ikinci derecede bulunan sebeplerinden uzak düşünülmesi gereken ilk yaratılış ve aslî yaratılış da denilen asıl fıtrattır.

İnsanın "İnsan oluşu yönünden tabiatı" budur. Mesela insanın yaratılışında, kör doğanlar olsa da iki gözü bulunması asıldır. Kişinin cüz'î yaratılışında herhangi bir sebeple eksiklik bulunabilirse de asıl fıtrat, sağlıklı ve sağlamdır. Gözün fıtratı, görmektir. İyi görmeyen bir göz, sonradan meydana gelen bir sebeple hasta demektir.

Bunun gibi bütün organların yaratılışında asıl olan bir ‘fıtrat’ (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsan nefsinin bütün meyillerinde böyle yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da ‘fıtrat’ denir.

Ve fıtrat, hep hak ve hayra yönelik bir istikamet takip eder. Mesela insanın acıkması ve yemeye, içmeye meyletmesi, yaşamak için kendisine lazım veya faydalı yahut daha uygun olanı alma hikmeti içindir. Yoksa zehir yutmak veya kuru bir zevk uğruna israf ile midesini bozmak için değildir. O zaman ‘fıtrat’ bozulmuş, sapıklığa düşülmüş olur.

Nitekim fıtrat üzere giden veya fıtrata yakın olan temiz ruhlar yalanı, eğriliği, bilmez. Eğrilik meyli sonradan gelip geçici olarak kazanılan bir azmanlıktır.

Kısaca bir hadiste anlatıldığı üzere, "İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi maden maden çeşitli yaratılış ve karakterlerde" (Buhârî, Enbiyâ, 19; Menâkıb/1. Müslim, Fezâilü'ssahâbe/199. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/257, 260, 391) bulunabilirlerse de asıl insanlık fıtratı, insan tabiatı bakımından hep birdir. Âdemoğludur. (Elmalılı, Tarihsiz: 6/256)

İnsan bedenine ait bütün organlar ve organların görevleri bir fıtrattır. Gözün iyi görmemesi, kulağın iyi duymaması sonradan gelen bir arızadır.

 İnsanlar, güzel, doğru, Hakk’a uygun, adaletli, isabetli iş yapıyorlarsa, merhametli, şefkatli ve iyiliksever iseler, hatalarından dolayı pişman oluyorlarsa, insanları, hayvanları, tabiatı, çocuklarını, düşkünleri seviyorlarsa, ana-babalarına ve başkalarına iyilikte bulunuyorlarsa; fıtratlarının gereğini yapıyorlar demektir.

Bunların tersi fıtrata ters düşmektir.

Kısaca fıtrat, Fâtır olan Allah’ın insanlara ve varlıklara yoktan var ederek verdiği kabiliyet, onlara ait proğramdır. Allah’ı tanıma ve O’na ibadet etme eğilimi, ruh temizliği, olumlu yetenekler ve benzeri şeylerdir.

 

  • Fıtratla ilgili âyet

Fıtrat kelimesi Kur’an’da bir ayette Allah sözü birlikte

isim tamlaması (muzaf-muzafun ileyh) şeklinde geçmektedir.

“BÖYLECE SEN, bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde [hak olan] dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran:[ki,] Allah'ın fıtratında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih [bir] din[in gayesi]dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.”  (Rûm, 30/30)

Yani Allah’ın senin için şeriat kıldığı Din’e yönel. İbrahim’in dinine yönel ki Allah onu senin için doğru yol yaptı. Selim fıtratının gereğini yap, çünkü Allah fıtratı böyle yaratttı. Allah’ın yarattığı fıtrat O’nu tanımaya, O’nu birlemeye, O’ndan başka tanrı tanımamaya uygundur.

 

  • Müslüman bilginlere göre fıtrat

Onlar “fıtrat”ın anlamı üzerinde ihtilaf ettiler. Bunun üç önemli sebebi vardır.

Birincisi; Mu’tezile fıtrat hadisini şu iddialarına delil olarak getirirler: İnkâr etme ve günah işleme takdiri değil; bilâkis bunlar insanların yaptığı veya kendi kazandığı fiillerdir. Bütün çocuklar fıtrat üzere yaratılır ama insanlar sonradan imanı veya köfrü kendileri seçerler.

İkincisi; Gayri müslim çocuklarla ilgili, iman üzere mi, küfür üzere mi, onların bakımı, yetiştirilmesi, miras taksimi, savaşta bulunmaları gibi konularda verilecek hükümler söz konusu olunca ‘fıtrat’ hadisi gündeme geliyordu. Tabii ki farklı anlamalara sebep oluyordu.

Üçüncüsü; Bazıları bu kelimenin sadece sözlük anlamına baktılar. Ama şer’i açıdan özel bir anlam ifade ettiğini gözden kaçırdılar.

Dördüncüsü; bir kısmı da fıtrat ile bir başka konudaki deliller arasında gereksiz ilişkiler kurdular. Bu da fıtrat’ı farklı bir şekilde anlamaya sebep oldu. Nahl 78. âyet ile fıtrat arasında bir ilişki kurmak gibi. (el-Karnî, 2003: 67-69)

İbni Kayyim el-Cevziyye’ye göre, bu hadisteki fıtratın anlamı üzerinde bu ihtilafın sebeplerinden biri kaderiyecilerin (Mu’tazile’nin) anılan görüşüdür. Halbuki alimlerin bir çoğu ‘fıtrat’ın İslâm dışı bir anlam ile te’vil edilmesine muhalefet ederler. Onların ‘fıtrat’ı böyle anladıklarına dair de yeterince delil vardır. Mu’tezile’nin görüşüne itibar etmenin de bir gereği yoktur.” (el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2044. Fethu’l-Bâri, 3/197. Nakleden; İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094-1095)

Gerek bu sebeplerden, gerekse başka sebeplerden dolayı âyette geçen “Allah’ın fıtratı” kavramı ve hadislerde geçen “her doğan fıtrat üzere doğar...” ifadesi farklı anlaşılmış, farklı değerlendirilmiştir. Şüphesiz bu farklı değerlendirmelere bilginlerin içinde bulundukları ortam, kendi yetenekleri, yetişme tarzları ve kültürel alt yapıları da etkili olmuştur.

Şimdi ‘fıtrat’ hakkındaki bu farklı açıklamalardan örnekler verelim:

 

  • Fıtrat doğal yetenektir

Meşhur Arap dilci İbni Manzur fitrat’ı şöyle tanımlıyor: “Kur’an’ın bir kelimesi olarak fıtrat, “Allah’ın varlığı ve insanı da mahlukâta bakarak kendisi bilip tanıyacak, iman edip ibadet edecek kabiliyet, hal ve istidat üzere yaratmasıdır. Bu da ilk yaratılış demektir.” (İbnu Manzur, Tarihsiz: 11/197)

Cürcanî de buna benzer şeyler söylüyor. “Fıtrat, insanın yapısının dini kabul edecek şekilde düzenlenmesidir.” (Seyyid Şerif el-Cürcanî, et-Ta’rifât, Beyrut 1421-2000. sayfa: 169 Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyyeh)

Ferra’ Allah’ın fıtratını’ Allah’ın olarak açıkladıktyan sonra diyor ki: “Yani Allah’ın kulları üzerinde yarattığı şeydir ki o şeyle Allah onların Rabbi ve şekil veren olduğunu anlarlar.” (el-Ferrâ; 1983: 3/324)

“Fıtrat terimi, bu bağlamda, insanın doğru ile yanlış, gerçek ile sahte/düzmece arasında ayrım yapabilmesine ve böylece Allah'ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkan veren, doğuştan edindiği sezgisel yeteneği ifade eder. “Her çocuk bu fıtrat üzere yaratılır; ...” Peygamber döneminin en iyi bilinen bu üç dinî sistemi, böylece, tanım gereği, insanın içgüdüsel olarak Allah'ı tanıması ve O'na teslim olmasında (islâm) somutlaşan bu “fıtrat” ile bir çatışma içinde görülmüşlerdir.”  (M. Esed, 1996: 826)

“Allah’ın insanı üzerinde yarattığı fıtrat, her insanın özüne yerleştirilen iyiye, doğruya ve hakikate eğilimdir. İnsan bir amaç için yaratılmıştır. Bu amaç yeryüzünde hayatın tevhid ve adalet ekseninde inşasıdır. Kur’an insana bu misyonundan dolayı ‘halife’ adını veriyor. Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleştirecek donanım ve altyapıya sahip olmasıdır. “O her şeye yaratılıştan en güzel olma, kemâlinin bulma (yeteneği) vermiştir” (Secde, 32/7) âyeti bunu ifade eder.”Allah’ın boyası” işte budur. Bu boyayı, üzerine sürülen bir başka boya ile değiştirmek, sadece fıtratın üzerinin örtülmesi değil, aynı zamanda onun üzerine inşa edilecek inancın amacından sapmasına yol açar.” (M. İslâmoğlu, 2008:799)

Hadisteki her doğanın fıtrat üzere doğması demek, yani herkes bu yetenekle dünyaya gelir. Buna ilk ikrar denilir ki, işte fıtrat budur.

“Her doğan fıtrat üzere doğar...”  Bu demektir ki herkesin yaratılışına esas olmak üzere kişisel fıtratı vardır. Ruh, kişinin eğilimlerini yaratılış  gayesine uygun olarak yönlendirebilir. Eğer çocuk iyi terbiye edilirse ruhu onu iyi şeylere ve doğruya götürür. Fıtrat dinî bir kavram olarak, insanın doğuştan doğal olarak inanmaya yetenekli ve dini inancı kabul etmeye elverişli dünyaya geldiğini anlatır. İnsan bunu doğduğu zaman beraberinde getirir. Bununla birlikte fıtratta yanlışa inanmaya da meyil olduğunu görüyoruz. (Yavuz, K. 1987:109)

Ezelî  sözleşme insanın yapısının Allah’ın birliğini ikrar etmeye uygun olduğunu gösterir. Sonradan insanlardan bir kısmı bunu reddeder, kimisi de bu ikrarını sürdürür. Nitekim bir hadiste Allah’ın insanları hanifler olarak, yani Allah’ı birleyiciler olarak yarattığı geçiyor. (Müslim, 24/2197)

Yukarıda geçen âyet aslında insanı bu gerçeğe davet etmektedir.”  (İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094)

Bazılarına göre fıtrat, doğan çocuğun Allah’ı bilmek noktasında yaratılışında bulunan özelliktir. Onun yapısı Allah’ın  bilmeyen hayvanların yapısından farklıdır.

Bu görüş sahiplerine göre fıtrat yaratmaktır. Allah Fâtır olduğuna göre (Fâtır/1), onun yaratması da fıtrattır. Yâsin 22. Âyette geçen “Ben, benim Fatırıma (beni yaratana) ne diye ibadet etmeyecek mişim” geçen Fâtır yaratıcı demektir.  Onlara göre göre her doğan, küfür, iman, hata ve kusur gibi şeylerden uzaktır. Çocuk bünyesi açısından bu gibi şeylerden uzaktır. O beraberinde bunları getirmez. Tamyiz yaşına geldiği zaman iman veya inkârı seçebilir. “... Nitekim siz doğan hayvanda herhangi bir kusur görebiliyor musunuz” hadisinde buna işaret edilmektedir. Hayvanlar kusursuz doğar. Onlardaki kusur genelde dışarıdan bir etki sebebiyledir.

Çocuklar da böyledir. Onlar ergenlik yaşından sonra kendi tercihleriyle veya harici etkilerle ya müslüman, ya da başka dinden olurlar. Eğer çocuklar en müslüman veya kafir olarak yaratılsalardı ölüme kadar öyle kalmaları gerekirdi. Halbuki bir kısmı başka bir inancı seçebiliyor. Üstelik yeni doğan çocuğun imana veya küfre akıl erdirmesi de imkansızdır.

Ebu Ömer b. Abdi’l-Berr der ki, fıtratın anlamı ile ilgili yapılmış yorumların en doğru olanı budur. Bu şu âyet desteklemektedir: “Siz ancak işlediğinizin karşılığını alacaksınız.” Siz ancak işlediğinizin karşılığnı alacaksınız.” (et-ûr, 52/16) “Her bir nefis kazandığı karşılığında rehin alınmıştır.” (Müdessir, 74/38) (el-Kurtubî, 2004: 2409  )

İnsan kendisinde bulunan bu yetenek sayesinde çevresinde olup bitenleri, Allah’ın varlığına dair gözle görülen belgeleri, tabiat olaylarını  anlar. Bunlardan hareketle Yaratıcıya ulaşabilir. Ancak şeytan ve nefis insanı başka şeylere yönlendirirler. (el-Kurtubî, 2004: 2410)

Fıtrat, Allah’ın insanı hakkı kabul edecek, onu anlayabilecek kıvamda yaratmasıdır.  (el-Beydavî, Tarihsiz: 2/220)

El-Kâfi’de geçtiğine göre Ebu Abdullah şöyle demiştir. “Allah, insanların hepsini iman, küfür, şeriat , sapıklık bilmez bir şekilde fıtrat üzere yarattı. Sonra elçiler gönderdi ve onları imana davet etti. Onlardan bazıları doğru yolu buldu, bazıları ise bulamadı.”  (Tabatabâî, 1342: 16/196)

Tefsircilerin çoğu fıtratı, gerçeği kabul ve anlama kâbiliyeti diye, fıtrata sarılmayı da gereğince amel ile tefsir etmişlerdir.

Hz. Enes (r.a.)den rivayet edilen bir hadiste "Allah'ın, insanları üzerinde yarattığı fıtratı, Allah Teâlâ'nın dinidir." buyurulmuştur. (Buharî, Tefsir/30, Müsned 2/275)

Her doğanın fıtrat üzere doğduğunu ve sağlam doğan hayvanların örnek gösterildiği hadis bunu haber vermektedir.

 Demek ki fıtratın aslı tam ve sağlamdır. Müdahele sonradan olmaktadır. Maddî bakımdan böyle olduğu gibi manevî ve ahlakî bakımdan da böyledir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile kemalini bulur.  (Elmalılı, Tarihsiz: 6/256)

İmam-ı Gazalî, ruhun yaratılış itibarıyla gerçeği (hakikati) kavramaya susamış ve kabul etmeye yetenekli olduğunu, Allah’ı bulacak ve anlayacak güce  ve imkana sahip olduğunu kabul etmektedir. Kişi yaratılışında inanmaya istidatlıdır. Çocuğun ruhu pırlanta gibidir, her türlü nakışı almaya müsaittir. (İhya 3/33, 34. Nakleden: Yavuz, K. 1987: 111) 

 “Allah'ın Ademoğulları'nın zürriyetinden almış olduğu bu söz, fıtrat sözüdür. Yani yüce Allah, insanları Allah'ın ilâhlığını ve birliğini kabul etmeye müsait ve eğilimli yaratmıştır. Onların fıtratlarına bu duyguyu yerleştirmiş ve insanın bu fıtrata bağlı olarak gelişmesine yolaçmıştır. İnsan fıtratının temizliğini bozan ve onu fıtratının doğrultusundan saptıran bozucu etkenle karşılaşmadığı sürece, bu istikametten sapmaz. (Kutub, S. 1996: 3/1393)

Süleyman Ateş’e göre, Allah, insanları, kendisini tanıyıp O’na kulluk etme istidadında yaratmıştır. Dış etkilerden uzak olan insan aklı, düşününce kâinâtın bir tek yaratıcısı olduğunu anlar. Madem ki Allah insanları böyle tevhid üzere yaratmıştır, öyleyse Allah’ın yarattığı doğal inancı değiştirmek, Allah’a ortak koşmak doğru değildir. (Ateş, S. Tarihsiz: 7/20)

İnsanlar genellik­le bedenî bakımdan olduğu gibi ruhî ve zihnî bakımdan da hissetmeye, algılama­ya, doğru biçimde düşünmeye ve inan­maya elverişli olarak dünyaya gelirler.

İbn Teymiyye fıtratı İslâm olarak yo­rumlayan görüşü benimsemekle birlik­te bazı değişikliklerle bu son görüşü de mâkul bulmaktadır (Der’u Teâruzi'l-akl ve'n-Nakl, VIII/359-535).

Buna göre fıt­rat, "çocuğun iyilik ve kötülüğe, iman ve inkâra eşit derecede elverişli yaratılma­sı" şeklinde anlaşılırsa bu takdirde onun dünyaya boş bir levha gibi geldiği kabul edilmiş olur ki bu görüş, fıtratı öven ve onun devam ettirilmesini emreden âyet­le (Rûm 30/30) ve hadislerle çatışır. Nitekim İbn Teymiyye'ye göre, fıtrat ha­disinin devamındaki, "... Sonra ebeveyni onu yahudi, hıristiyan yapar" cümle­sinde "veya müslüman yapar" ifadesi­nin yer almaması, fıtratın esas itibariy­le "İslâm" yahut en azından "İslâm'a yat­kınlık" anlamı taşıdığını gösterir (a,g.e., Vlll, 444-445).

Aynca İbn Teymiyye, İs­lâm düşünce tarihi bakımından önem taşıyan bir yaklaşımla, insan fıtratındaki çizginin Allah'ın dininin yani Allah'ın tanınması ve ikrar edilmesi yönünde ol­duğunu, çocuğun bu yönde gelişmesi için yeni şartların hazırlanmasına bile ih­tiyaç bulunmadığını söyler. Çocuğun fıt­ratında bulunan doğru çizgide yetişme­sini engelleyecek olumsuz şartların ve âmillerin giderilmesi ve böylece onun fıtrî kabiliyetinin önünün açılması yeter­lidir (a.g.e., VIII, 453-455, 462-463). Nakleden: H. Hökelekli DİA 12/46. Ayrıca bakınız: Fetâva, 4/125)

Çocuğun inanç bakımından yetenekli olduğu konusunda Hay ibni Yakzan adlı romanı yazan İbni Tufeyl’e göre insan kendinde bulunan fıtrî yetenekle Allah’ı bulabilir.

Issız bir adada bir ceylan tarafından büyütülen Hay, yaşı ilerledikçe  sezgileriyle, gözlemleriyle, düşünerek, araştırarak bir Yaratıcını varlığını keşfedip ona teslim olabilmiştir.  

 

-Fıtrat başlangıçtır

Fıtrat "başlangıç, Al­lah'ın ilk yaratılışta her insan için belir­lediği değişmesi mümkün olmayan fark­lı inanç ve bunun sonucu olan nihaî mut­luluk veya bedbahtlık" anlamına gelir. Buna göre insan, Allah onu başlangıçta hangi hal üzere yarattıysa sonunda o hale dönecek (A'râf 7/29); başlangıç­ta mümin olarak yaratılan imanla, kâ­fir olarak yaratılan da küfürle ölecektir. Ancak çocukların ilk yaratılıştaki durum­ları bilinemeyeceği için her doğan insa­nın fıtrat üzere doğduğunu belirten ha­disin devamında, "Sonra anne ve baba­ları onları hıristiyan, yahudi, Mecûsî ve­ya müşrik yapar" denilerek çocuklara dünyada ebeveynlerinin dinlerine göre muamele yapılacağına işaret edilmiştir. (Hökelekli, H. DİA 12/46)

el-Fâtır arabın dilinde ‘başlatandır’. Fatır 1 ve Yasin 22. âyetlerde bu anlamda kullanılıyor. Ez-Zeccâc’ a göre âyetteki “Allah’ın fıtratına yönel”, yani Allah’ın insanların üzerinde yarattığı dine tabi ol demektir. Âyetin başındaki Yüzünü hanif olarak din’e dön ifadesinin bir anlamda bunun açıklamasıdır. Öyleyse fıtrat Allah’ın insana verdiği işl şekil, ilk tabiattır. (eş-Şevkânî, M. b. Ali. 2001: 1327   el-Karnî, 2003: 85-86)

 

  • Fıtrat yaratılıştır

Zamahşerî, ‘Allah’ın fıtratı’ tabirini âyetin başındaki “Yüzünü dosdoğru Din’e dön...” emrine bağlıyor. Yani insanlara gerekli olan fıtrata yönelmedir. O fıtrat da Allah’ın insanı üzerinde yarattığı yaratılıştır. Nitekim hadislerde Allah’ın insanları hanifler olarak yarattığı, ama şeytanların onları sapıttığı, her doğanın fıtrat üzere doğduğu geçiyor. İşte Allah’ın insanın bünyesine yerleştirdiği bu karakter, bu mizaç hiç değişmez. (ez-Zamahşerî, Omer ibni M. 1996: 3/463)

İbni Manzur, fıtrat’ı Allah’ın insanı  iman edip ibadet edecek kabiliyet, hal ve istidat üzere yaratmasıdır dedikten sonra işte bu da ilk yaratılış demektir” diye ekliyor. (İbnu Manzur, Tarihsi: 11/197)

Nesefi, âyetteki fıtrat yaratılıştır dedikten sonra şunu ekliyor: “Allah’ın yaratışında bir değişiklik görüyor musun” Yani, insanların fıtratlarını tevhid dini İslamı kabul edecek tarzda yarattı. Eğer insan kendi haline terkedilirse başka bir din  seçmez. Doğru yoldan sapanlar, insan ve cin şeytanlarının kandırması sonucu saparlar. Nitekim yukarıda geçen “Ben insanları hanifler olarak yarattım”... hadisi de buna işaret etmektedir.” (en-Nesefî, Ahmed ibni M. 1998: 3/699)

“Kimilerine göre ‘fıtratullah/Allah’ın fıtratı’ çocukların nefislerine yerleştirilmiş yaratılış ve biçimdir. Kişi bu yaratılış ile Rabbini anlar, O’nun koyduğu ölçüleri tanır, ona iman eder. Âyette sanki şöyle deniliyor: “Yüzünü Din’e dön, ki o dosdoğrudur, yani Allah’ın fıtratına ki Allah insanı bu yaratılış ile yarattı.” (İbni Atıyye, A. 2002: 1476)

“Fatr, başlatmak ve yarıp çıkarmak demektir. Hadiste geçen fıtrat, yani her doğan kendi cinsinin özelliği ile ve İslama meyilli olarak doğar.

“Her doğan fıtrat üzere doğar...” demek, yani her doğan Allah’ı tanıma ve onu ikrar etme kabiliyeti üzere doğar. Hiç kimse göremezsin ki kendisini bir yapanın olduğunu ikrar etmesin, bunu başka bir şekilde adlandırmış, başka şeylere ibadet etmiş olsa bile.” (İbnu Esîr, Tarihsiz: 698)

Ebu Hatim’e göre Peygamber’in  “Her doğan fıtrat üzere doğar...” sözünden maksat, Allah’ın onların soylarını Adem’den çıkardığı zaman ki onlara verdiği şekildir. Ki Rûm 30. Ayet buna işaret etmektedir. Bu yaratılış da değişmez. Onlardan kimisi cennet için kimisi ceghennem için yaratılmışlardır. Hızır’ın öldürdüğü çocuğu görmüyor musun? (Kehf, 17/) Müslim, (4705) Tirmizî, (3150) O çocuk müslüman ebeynden dünyaya gelmişti. (İbnu Hibban, es-Sahîh, İman/1 (130))

Bazılarına göre hadisindeki fıtrat Allah’ın insanları iman ve küfre

kabiliyeti ile yaratmasıdır. Bu da ezeli sözleşmede gerçekleşen misaktır. İman edenler orada  isteyerek ve itaat ederek evet dediler, inkârcılar ise istemeyerek ve kerhen evet dediler. (el-Karnî, 2003: 107-108)

Sübki’ye göre ‘fıtrta insandaki selim tabiattır ki Din’i kabule müsaittir. Pek çok meşhur alim de benzer görüştedir. (el-Karnî, 2003:71-72)  

Fıtrat, insanda bulunan doğal eğilimdir (yaratılıştır). 

İnsan Allah’a tapma eğilimi ile doğar. Sonra anne babanın ve çevrenin etkisiyle bu eğilimi başka yönlere çevrilir. O zaman insan, Allah’a ortak koşmaya, putlara tapmaya başlar. Oysa tabii eğilim, yalnız Allah’a tapmaktır. Ailenin ve çevrenin etkisi, bu doğal eğilimi, yönünden saptırır. Bir takım doğal eğilimlerle dünyaya gelen insan ruhu, beyaz sayfa gibidir. Üzerine yazılanı alır. Toprak, kendisine ekileni bitirdiği gibi ruh da kendisine aşılanan düşünceleri alır. Çocuğa doğru inanç aşılanırsa ruhu onunla yoğrulur. Bozuk inanç aşılanırsa onu alır ve onunla yoğrulur. Çocukluık  çağında ıona istenen inancı aşılamak mümkün.” (Ateş, Tarihsiz: 7/20-21

“İnsan doğuştan dinî bir kabiliyete sahip olarak dünyaya gelir; dinî yaşayışın temelinde de bu istidat ve kabiliyet vardır. Son zamanlarda çocuk psikolojisi üzerine yapılan araştırmalar, çocuğun dinî inanca karşı hassas ve ğilimli, dinî inancı kabullenmeye hazır ve istekli olduğunu ortaya koymuştur.  İnsandaki dinî duygu ve tecrübeleri, inanca yol açan dinî ilgi, istek ve arayışları yöneten kaynak, bu fıtrî giç ve kapasitedir. İnsandaki bu dinî kabiliyetin nasıl bir tabiat ve özelliğe sahip olduğu ise farklı görüş ve düşüncelere yol açmıştır.

İslâm litaratüründe, insanın bu yaratılışı ‘fıtrat’ kavramı ile ifade edilir. (Hökelekli, 2005: 124)

 

  • Fıtrat ezelî sözleşmedir

Pek çoklarına göre ise ‘fıtrat’ Allah’ın insanları iman üzere  yaratmasıdır. Hadiste geçtiğine göre Allah, insanları Âdem’in soyundan zerreler gibi çıkardı ve onları kendi varlığa tanıklık ettirdi. (A. B. Hanbel, Müsned 1/272) A’raf 172. Âyette kasdedilen de budur. Her doğan çocuk, kendisini Allah’ın yarattığına tanıklık ederek dünyaya gelir. Öyleyse ‘fıtrattan maksat Allah’ın dinidir. Ki Allah insanları bu kabiliyet üzere yarattı. “Allah’ın yaratışında bir değişiklik yoktur...” ; yani işte bu fıtratı değiştirmeye gerek yoktur. (en-Nesefî, 1998: 3/700)

Hammd ibnu Seleme de aynı görüştedir. (el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2045)

Gerek eski kuşağın bilginleri (selef) gerekse daha sonraki nesillerin bilginlerinden (halef) bazıları derler ki, A’raf 172deki "şahit tutma"dan amaç, onların Tevhid üzere yaratılmış olmalarından ibarettir. Nitekim Ebu Hureyre ve Eyad b. Surey'den aldığı rivayette böyle deniyordu. Hasan-ı Basri de ayeti bu şekilde yorumlamıştır. Yukarıda sözü edilen bilginler diyorlar ki; işte bu nedenle ayette yüce Allah: "Rabbin Ademoğulları'ndan... aldı" diyor. "Adem'den.... aldı" demiyor. "Onların bellerinden" diyor. "O'nun belinden" demiyor. "Zürriyetlerini" kavramı, "onların soylarını nesilden nesile, asırdan asıra sürüp giden bir zincirleme şeklinde devam ettirdik" demektir. Nitekim başka ayetlerde deniyor ki;

"Sizi yeryüzünde halifeler (yönetici-egemen) yapan O'dur. (Fatır, 35/39) "Sizi yeryüzünün halifeleri yapıyor" (Neml, 27/62) "Tıpkı sizi başka bir kavmin soyundan türettiği gibi" (En'am, 6/133)

Sonra onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dedi. Ve buna kendilerini şahit tuttu. Yani yüce Allah onları yarattığında, onlar buna şahitlik ettiler ve bunu hal dili ile ifade ettiler... Bu bilginler diyorlar ki; şahitlik bazan söz ile olur. (En’am, 6/130) Bazan da hal dili ile olur. (Tevbe Suresi, 17) Bu âyete göre onlar dilleriyle kâfir olduklarını söylemiyorlar, fakat halleri onların kâfir olduklarına şahitlik etmektedir. (Kutub, 1996: 3/1393)

İnsan Allah’ın kendisini yaratmasıyla bir anlamda Yaratıcı ile doğal bir sözleşme yapmış, O’na kulluk yapacağına söz vermiş gibidir. Bu zımni sözleşme dinin, ahlâkın ve sosyal hayatında başlangıç noktasıdır.

Pek çok tefsirciye göre burada misak (söz) anlaşma olayı, dille söylenmiş bir söz alma değil, temsili bir anlatım, fiili bir misaktır.  Allah bütün insanların bünyelerine tevhid inancı ve İslam olma kabiliyeti koymuş,  objektif ve subjektif delillerle Allah'ın rablığını algılayabilecek şekilde var etmiştir.

Burada önemli bir nokta, insanların yalnızca iç dünya ve dış dünyadaki delillerden hareketle Allah inancına kavuşmaları değil, insanın yaratılış olayının bilfiil bu delillerden biri olması, her insanın, bizzat kendi varlığıyla ve cinsinin varlığıyla Rabbin varlığına ve birliğine şahitlik etmekte oluşu, kendi varlığının Rabbin varlığına delil oluşudur. Henüz bu şahitliği kendisi aklı ve dili ile yapmamış olsa bile, bizzat yaratılışıyla bunu deruhte etmiş oluşudur.

 “Başka bir deyişle insanlar için Allah'ı tanıma, Rabbin birliğine inanma, hakka boyun eğme meselesi, yani iman ve İslâm meselesi, yalnızca bilimsel delillerle elde edilecek sırf nazari bir bilgi meselesi olmayıp, kendi fıtratında yaratılıştan var olan ve şuhud-i nefsî (iç gözlem) denilen kendi içini duyma ve genel olarak kendisinin kendisi olduğunu tanıma şuuru ile birlikte kendi varlığında, daha doğrusu varlığının özünde gerçekleşmiş olan kesin bir tanımadır.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler:Heyet,  4/168,169İstanbul-Tarihsiz)

Kurtubî de fıtrat ile ezelî sözleşme açısından bir ilgi kuruyor. Ona göre Hz. Âdem’in zürriyetini onun soyundan zerrecikler halinde çıkardıktan sonra bu ‘şehâdet olayı’ gerçekleşti diyor. (Kurtubî, 2004: 2411)

“Kur’an'a göre, Mute‘âl Kudret'in varlığını sezme, algılama yatkınlığı insanda yaratılıştan (fıtrat) var olan bir hususiyettir; sonradan, kendini-beğenmişlik, nefsine-düşkünlük gibi arızî duygular eliyle ya da yoldan çıkarıcı çevresel etkilerle üzeri örtülebilir, bulandırılabilir olsa da, böyle içsel, sezgisel bir idrak imkanının varlığıdır ki, akıl sahibi her insanı Allah'ın önünde “kendi hakkında tanıklık yapma”ya yöneltmektedir. (Esed, 1996: 1/309)

 

  • Fıtrat sünnettir

Tefsirci Beğavî’ye göre ilim adamlarından bazıları “On şey fıtrattandır...”  hadisindeki ‘fıtratı’ sünnet olarak olarak açıklamışlardır. Yorumu ise şöyledir: Bu hadiste sayılan şeyler bizim uymakla emrolunduğumuz peygamber’in sünnetlerindendir.” (Havva, S. 1994: 1/446)

Benzer bir görüşü İbnu Esir de ileri sürüyor. (İbnu Esir, Tarihsiz: 698)

 

  • Fıtrat Tevhid’tir

Hz. Ali’ye göre bu ayette geçen fıtrat, tevhid anlamındadır.

(Tabatabâî,1342: 16/195)

Ebu Ca’fer demiş ki; “Hz. Nuh’a indilen dinin özü tevhid ve

Allah’a ihlasla ibadet etmek idi. Bu da insanların üzerinde yaratıldıkları fıtratın kendisidir. (Tabatabâî, 1342: 16/195)

Hz. Ali kanalıyla gelen bir rivâyette Peygamber Rûm 30. âyette geçen “Allah’ın fıtratı” sözünün Lâ ilâhe illah Muhammedu’r-Rasûlüllah/Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir, yani tevhid kelimesidir” dediği naklediliyor.

Fıtrat üç tanıklık anlamında da olabilir.

  • Birincisi; Allah insanı şirk koşmadan kendisini itiraf edecek özellikte

(fıtratta) yarattı. İnsan bunun için gerekli belgeleri kendisi arayıp bulabilir.

  • İkinci tanıklık peygamberlik (nübuvvet)tir. Onunla kişi Din’i bulur ve

dinî hayatını olgunlaştırmaya çalışır.

  • Üçüncüsü de velâyettir ki onunla da ameller tanzim edilir. Velâyetle

İslâma kapı aralanır. Bu da hz. Alidir. Ancak bu demek değildir ki her insan bu üç şehadeti bi-hakkın yerine getirir. (Tabatabâî, 1342: 16/195)

 

  • Fıtrat İslâm milletidir

Bazılarına göre fıtrat Allah’ın insanları İslam milleti (inancı) üzere yaratmasıdır. (el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2045)

“Fıtratın aslı yaratılıştır. Rûm 30da geçen ‘fıtrat’ ise millet anlamındadır. Ki bu da İslam ve tevhidtir. ((Nitekim “Her doğan fıtrat üzere doğar...” hadisinin bir başka rivayeti şöyle geliyor: “Her doğan millet (inanç)  üzere doğar...” (en-Nevevî, 2003: 1880)

 

  • Fıtrat ihtiyaçtır

Ebu Bekir el-Verrâk dedi ki: “Allah’ın insanları üzerinde yarattğı fıtrattan maksat fakirlik ve ihtiyaçtır.” Bu da güzel bir açıklamadır. Çünkü insan doğduğu andan ölünceye kadar şeçinmek veya yaşamak için bazı şeylere fakir ve muhtaçtır değil midir. (el-Kurtubî, 2004: 2411)

 

  • Fıtrat İslâmdır

“Selef alimleri de ‘fıtrat’ın anlamı üzerinde söz birliği içinde değillerdi.  İbni Abdil’l-Berr’e göre onlardan gelen en meşhur görüş; ‘fıtrat’ın İslam manasına geldiğidir.  

Nitekim bir hadiste geçtiği gibi, hayvanlar kusursuz doğarlar. Ama sonradan insanlar onlara müdahele ederler, mesela kulaklarını yararlar, nişan koyarlar. Çocuklar da tıpkı böyledir. Kendi hallerine bırakılsa dış etkilerden salim kalırlar. Ancak anne-babaları onları şekillendirirler.” (el-Azîmâbâdî, Tarihsiz: 2044)

İbni Hâcer’e göre bilginler “fıtrat”ın manası üzerinde söz birliği

etmeseler de onlar arasında Rûm 30da geçen “Allah’ın fıtratı;İslâmdır”

görüşü daha meşhur olmuştur. Onlar  Ebu Hureyra’nın rivâyet ettiği ve

“her doğanın fıtrat üzere doğduğunu” söyleyen hadisin sonundaki

“...isterseniz Rûm 30u okuyun” âyetini delil olarak kullanırlar.

İbni Teymiyye göre adı geçen âyetteki fıtrat, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı şey, yani İslâm’dır. (İbni Teymiyye, Fetevâ, 4/125)

İbni Abbas ve tabiin (2. Kuşak) müfessirlerine göre fıtrattan maksat İslâmdır. Bu şu anlama gelmektedir. Bir dine sahip olmak, yani din düşüncesini veya bu kâinatın ötesinde yaratıcı yüce bir akıl gücünün varlığını hissetmek; bu gücün birliğini ve ibadete layık olduğunu duyumsayarak nefsi, benliği ona teslim etmek, insanların her şart ve ortamda onun üzerinde yaratılıp biçimlendirildikleri bir tür içgüdüdür. Onlar çevrelerini kuşatan veya içinde yetişip büyüdükleri, cahillikten, dünyevi emellerden kaynaklanan sapık hevalarından ve geleneklerinden etkilenmedikleri müddetçe bu iç güdülere tabi olurlar. Çünkü insan aklının saf-berrak halinin de bundan başka bir şeyi idrak edip kabullenmesi mümkün değildir. Yunus sûresinin 19. Ayeti değişik bir üslupla bu gerçeği ifade etmektedir. “İnsanlar bir tek ümmetten başka bir şey değildi, ama ayrılığa düştüler...”

Bundan dolayıdır ki Allah elçilerini, sapıklığa dikkat çekerek insanları ondan korumaları için müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir. (Bekara 2/213. 

Âyette iman edenlerle kasdedilen Muhammed’e uyanlardır. İşte bu şekilde İslam dini Allah’ın insanları üzerinde yarattığı saf, sade insan fıtratına uygun din olmaktadır. (Derveze, 1997: 4/299-300)

Peygamber şöyle anlattı: "Miraca çıkarıldığım gece bana üç kadeh getirildi, birinde şarap, biride bal, diğerinde de süt vardı. Ben sütü aldım. Melek: "Sen ve ümmetin hakkında fıtrata isabet ettin. (Nesai, Eşribe/41, (8, 312). Bazı kaynaklarda Peygamber’e iki kadeh sunulduğu ve son kısmı “Seni fitrata irşad eden Allah'a hamd olsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin azmıştı" şeklinde geçiyor.  Buhari, Eşribe/1 (5575). Müslim, İman/272, (424))

İlim ehli buradaki fıtratı İslâm ve istikamet olarak yorumladılar. Burada sütün sembol olarak şeçilmesinin sebebi, çünkü süt kolay içilir, güzel ve temizdir, içenlere lezzetli bir tad verir. Fıtrat dini İslam da böyledir, kolaydır, saftır, tabiidir. (el-Karnî, 2003: 28)

Esved ibn Seri’ anlatıyor: Peygamberle birlikte bir savaşa katıldım.  Bizim taraf zafer kazandı. O gün insanlar o kadar savaştılar ki çocukları dahi öldürdüler. Peygamber bunu duyunca; “Bu topluluğa ne oluyor ki bugün çocukları öldürecek kadar ileri gittiler” dedi. Bir adam: “Ey Allah’ın elçisi, onlar müşriklerin çocukları değil mi?” dedi. Peygamber; “Hayır, sizin en hayırlılarınız da müşriklerin çocuğu değil mi? Çocukları öldürmeyiniz. Her çocuk fıtrat üzere doğar. Dili dönünceye kadar bu fıtrtatta kalır. Dili inancını söyleyecek kadar açılınca anne-babası onu ya yahudi, ya hırıstiyan yapar.” ( Darimî, Siyer/25. İbni Mace, Cihad/30. Müsned, 2/233.

Doğru anlamına gelen ‘hanîf’, Kur’an’da çoğunlukla tevhid ve Allah’a şirk koşmama anlamında kullanılmıştır. İnsanın yaratılışında yalnız Allah’a tapma eğilimi vardır. Yarardılışından gelen bu eğilimi değiştirmek, O’ndan başka varlıklara tapmak, Allah’a ortaklar tanımak doğru değildir. Çünkü bu doğal eğilimi yani fıtrî dini değiştirmek olur. “Her doğan fıtrat üzere doğar...” hadisi örnektir. (Ateş, Tarihsiz: 7/20-2

İbni Teymiyye’ye göre fıtrat öncelikle Allah’ın insanları üzerinde yarattığı yaratılıştır. O da İslâmdır. Bir gayri müslimin çocuğu öldüğü zaman o müslüman muamelesi görür. Zira hadiste “Her doğan fıtrat üzere doğar… “ deniliyor. (el-Karnî, 2003: 126)   

Vahidi diyor ki; “Ayetteki insanlardan maksat, Allah’ın İslam üzere yarattıklarıdır. Tevilciler öncelikle insanlar tabirini müslüman kafir ayırtetmeden genel üzerine hamlederler. Çünkü insanların hepsi bu fıtrat üzere yaratıldılar. Daha sonra dışarıdan bir etkiye göre şekil alırlar. Adı geçen hadis de buna işaret etmektedir. Her bir kişi bu fıtrat, yani islam üzere yaratılır. Ancak şer’i açıdan, buna değil insanların kendiliklerinden yaptıklarına/seçimlerine itibar edilir. (Şevkânî, 2001: 1327)

“Rûm 30 da geçen ‘fıtratullah’ tabiri, “Allah’ın fıtratına yani dinine yönel demektir. Fıtrat, Allah insanı nasıl yaratmışsa, işte odur. Ki, “her doğan fıtrat üzere”, yani iman üzere doğar hadisi buna işaret eder. Tefsirci Mücahid de fıtratı İslam diye anlamıştır. (İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094)

İnsandaki din/inanç düşüncesinin iki kaynağı vardır: Biri fıtrat, biri kazanç. Biri yaratılıştan bir imkan, diğeri insanın kendi çabasıyla elde ettiği bir sonuç. (Elmalılı, Tarihsiz: 6/257. M. Kutub, 1992: 285)

Fıtratı insana bahşedilen ilâhi bir yetenektir. Gerçek bir kaynak, gerçek bir yöneliştir. Hep Hakk'a (gerçeğe) doğru bir gidişi ifade eder. Kazanç, çeşitli süpjektif ve objektif şartlar içinde gelişebilir. Olumlu bir sonuç da, olumsuz sonuç da olabilir. Hakka da götürebilir, yanlışa ,isyana ve zarara da götürebilir.

Elmalılı’ya göre dinsizlik, inançszılık fıtrata (yaratılışa) aykırı bir sapma olduğu gibi, Allah'tan başkasına tapmak da öyledir. Fıtrat dini, Allah dini, haniflik (tek Allah inancına bağlılık), İslâm'dır.  Ona göre din hususu, arzulara göre değil, Allah'ın birliği ile insanlığın birleşmesi üzerine yürümelidir. (Elmalılı, Tefsir 6/256)

 

  • Değerlendirme

İbni Şihâb’ın dediğine göre fıtratın İslâm olması imkansızdır. Çünkü İslâm ve iman; dil ile söylemek, kalp ile inanmak, organlarla amel etmektir. Küçük çocuk hakkında ise bu söz konusu değildir. Akıl sahibi olan herkes bunu bilir.  

Hadiste geçen “Ben bunları cennet için bunları da cehennem için yarattım” ifadesinde bunların sonuç olarak ne şekilde öleceklerine bakılacağı ve buna hüküm verileceğini yer almaktadır. Çocuklukları esnasında bile bunlar cennet ya da cehennemi hak eden yahut imanı ve küfrü akleden kimseler oldukları kasdedilmemektedir. (el-Kurtubî, 2004:2409)

Kurtubî’nin hocası Ebu’l-Abbas ve Tefsirci İbni Atiyye de aynı görüştedir. İbni Atıyye’ye göre fıtrat çocuğun bünyesine konulan hilkat (yaratılış ve hey’et (biçim)tir. Çocuk bununla yaratıkların  farlılığını farkeder, Rabbinin varlığının delillerinin farkına varır, bu fıtrat ile iman eder. Buna göre Allah şöyle buyurmuş gibidir: “Sen yüzünü hanif olan dine dosdoğru çevir. Bu din ise Allah’ın insanların fıtratını ona karşı kabiliyetli yaratmış olduğu Allah’ın fıtratıdır.” Bu fıtrat sonradan bir takım etkilere uğrayabilir. Peygamberin “ Her doğan fıtrat üzere...”  hdisinde kasdedilen anlam da budur. Burada anne baba harici etken konumundadır.

Ebu’l-Abbas’a göre Allah insanların kalplerini hakkı kabule elverişli yaratmaktadır. Tıpkı gözlerin görülecek şieyleri görmeye, kulaklarınıu işitilecek şeyleri işitmeye elverişli yarattığı gibi. Bu kalpler bu yetkinlik üzere devam ettiği sürece hakkı idrak edebilir. İslamın hak din olduğunu anlayabilir. “Tıpkı bir hayvanın eksiksiz ve kusursuz doğması gibi...” hadisi buna delildir. Hayvan o halde bırakılırsa olduğu gibi devam eder. Ama insanlar ona müdahele ederse, asıl fıtratın dışına çıkmış olurlar.” (el-Kurtubî, 2004: 2409-2410)

İbni Kuteybe’ye göre fıtrat; Allah’ı ikrar ve O’nun hakkında marifet sahibi olmaya meyilli olmaktır. Bu ise müslüman olarak doğmak anlamına gelmez. Bilakis fıtrat, yaratılışın başlangıcıdır. Buna A’raf 172. âyetinde ezeli sözleşmede işaret edilmektedir. (İbnu’l-Cevzî, 2002: 1094)

Kur’an’ın ifadesine göre insanın yaratılış nedeni onun yararlı ve zararlı işler açısından denenmesidir. İnsanın serbest iradesi olmazsa, seçim hakkı olmazsa, bir şeyi kendi özgür iradesiyle isteyip yapmazsa sorumlu olmaz. Bir şeyi yapmak zorunda olan, o şey hakkında denemeye tabi tutulmuş olmaz. Halbuki sınav veya denemelerde birden fazla seçim hakkı, birden çok altarnatif vardır. Sonunda insan kendisi seçer ve seçtiğinden de sorumlu olur.

“O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tâbi tutsun [ve böylece] davranış yönünden hanginiz daha iyidir [onu göstersin] ve yalnız O[nun] kudret sahibi ve çok bağışlayıcı [olduğuna sizi inandırsın].” (Mülk, 67/2)

Şu âyetler fıtrata yerleştirilen yeteneklere bir başka açıdan temas ediyor. Allah’ın insana yol göstermesi hem benliğine yerleştirilen kabiliyetler, hem serbest tercih hakkı, hem de aklını iyi kullanması ise gönderilen kitap ve peygamber gibi kılavuzlardır.

“Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik: şükredici, ya da nankör [olması artık kendisine kalmıştır].” (İnsan, 76/3)

“İnsan benliğini düşün ve onun nasıl (yaratılış) amacına uygun şekillendirildiğini; ve nasıl ahlakî zaaflarla olduğu kadar Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle de donatıldığını!” (Şems, 91/7-8)

İnsanların yaptıklarından sorumlu olması için serbest olmaları, yani iradeli olmaları gerekir. “Her doğan islâm fıtratı ile doğar”  ifadesini, “herkes müslüman olarak doğar” şeklinde anlayanlar, insanların bir bölümünün neden müslüman olmadığını açıklamakta zorluğa düşerler.

Eğer fıtratı insanın içine konulmuş ilahi din diye anlarsak, o zaman herkesin bu fıtratı hayatı boyunca koruması, hiç isyan etmemesi, Allah’tan başkasına ibadet etmemesi gerekirdi. Ama gerçek böyle değil.

İnsan doğuştan bazı maddi ihtiyaçlarla doğar. Onları temin etmnezse hayatını sürdüremez. Yemek, içmek, uyumak ve benzeri şeyler gibi. Bu gibi biyolojik özellikler bütün canlılarda var. Elbette bu onların fıtratıdır. Yiyen, konuşan, düşünen, ağlayan, gülen, yapıp-eden, çalışan, üreten, imal ve imar eden insan; fıtratının gereğini yapar.

Allah, "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım" diyor. (Zâriyat, 51/56)  İnsanı bu hedef için yaratan Allah’ın, ona bu hedefe gidebilmesi için gerekli donanımı, yeteneği, imkanları vermesi de doğaldır.

Fıtrat, bu doğal yeteneği, bu insan bünyesine yerleştirilmiş özelliği ifade etmektedir.

Bazılarına göre insanın ruh ve zekâsının, fıtratının aslı da Hakk'ı tanımak ve gerçek yaratanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana ruh; yanlış duysun, şeytana uysun diye değil, gerçeği ve iyiliği duysun, aslını ve sonunda döneceği yeri ve ona karşı vazifesini bilsin diye verilmiştir. (Elmalılı, Tarihsiz: 6/256, İstanbul-Tarihsiz, Azim D.)

Bununla birlikte insan üzerinde araştırma yapanlara göre, inanmak ve tapınmak ihtiyacı insanın fıtratının derinliklerinde vardır. Yaratıcı insanı nasıl yemek, içmek, uyumak, çalışmak, dinlenmek, ihtiyaç gidermek gibi özellklerle veya fıtratta yarattı ise, aynı şekilde inanamk, kendinden üstün bir Güce boyun eğmek, O’na sığınmak ihtiyacında yaratmıştır. 

Her ne kadar bazı insanlar bu hessetmelerse de, bazıları inkârcı veya ateist olsa da bu böyledir. Onların bile içinin derinliklerinde “bu evrenin bir yaratıcısı olmalıdır” fikri yer etmiştir.

 Esasen evren kendini yaratana ibadet/itaat etmek için yaratılmıştır. Bunun bilimsel açıklaması, evren Yaratıcının koyduğu kanunlara boyun eğer, onların dışına çıkamaz. Bu da evrenin ve üzerindeki canlı ve cansızların itaatidir. (Kurtubî, 1992: 273-274)

 

  • Sonuç

‘Fıtrat’ kavramı Kur’an’ın, özelikle doğal yapı ile ilgili önemli bir kavramıdır. Rûm 30. Âyette ve hadislerde hem dinî içerikli, hem de farklı anlaşılmaya uygun bir tarzda geldi.

Konu sadece kelimenin kök anlamıyla ilgili olsa kolaylıkla anlaşılabillir.   bu kadar farklı tefsirler olmayabilirdi. Ancak kavramın farklı anlaşılmaya müsait yapısı sebebiyle, ilk yaratılış, insanların ruhundan veya doğal yapılarından alınan ezelî sözleşme, insan bünyesine yerleştirilen iananma ve ibadet etme ihtiyacı, insan yapısını iman ve ibadet etmeye meyilili olduğu gibi konularda delil getirildi.

Nasıl anlaşılırsa anlaşılsın; sonsuz güç sahibi Yaratıcı’nın hem varlık hem de insan üzerindeki tasarrufunu, biçim ve şekil verme gücünün O’na ait olduğunu, varlık sahnesindeki mucizevî çeşitliliği ‘fıtrat’ kavramında bulmak mümkün. Yine insanın karmaşık yapı ile birlikte kendisine biçilen role hazır hale getirilişini, sorumlu tutulan insanın bu sorumluluğu yerine getirebilecek dinamiklerin fıtratına yerleştirildiği görüyoruz.

 

  • Kaynaklar

-Ahmed ibnu Hanbel, Müsned,  Beyrut 1993-1413 Daru’l-Kütübüi’l-Ilmiyye

-Ateş, S. Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul-Tarihsiz Yeni Ufuklar Neşriyat

-el-Azîmâbâdî, Eşref ibnu Emîr. Avnu’l Ma’bûd, Amman-Tarihsiz, Beytu’l Efkâri’l-Devliyy.

-el-Beydavî, Ömer ibni M. Envâru’l-Tenzîl Esrâru’t-Te’vîl, İstanbul-Tarihsiz Daru Saadet)

-el-Cürcanî, Seyyid Şerif. et-Ta’rifât, Beyrut 1421-2000 Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyyeh

-Darimî, Abdullah b. A. Sünen, Medine 1966-1387

-Derveze, İ. et-Tefsiru’l-Hadîs, Çeviren: M: Önder, İstanbul 1997 Ekin Yayınları

-Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: Heyet. 6/256. İstanbul-Tarihsiz, Azim Dağıtım

-Esed, M. Kur’an Mesajı, (Çevirenler: C. Koytak, A. Ertürk), İstanbul-1996 İşaret Yayınları

-el-Ferrâ, Yahya ibnu Z. Meâni’l-Kur’an, Beyrut 1983-1403 Alemûl-Kütüb

-Firuzâbâdî Mecdüddîn M. Kamusu’l-Muhît, Beyrut 1424-2003, Müessesetü’r-Risâle

-Havva, S. İbadetler Ansiklopedisi, (Çevirenler: M. A. Varol. O. Aktepe. H. A. Özdemir), İstanbul 1994 Aksa Yayınları

-Hökelekli, H. Diyanet İslâm Ansiklopedisi; Fıtrat maddesi

-Hökelekli, H. Din Psikolojisi, Ankara 2005 Diyanet Vakfı yayınları

-İbnu Atiyye, A. el-Muharriru’l-Vecîz fi Tefsir’l-Kitabi’l-Azîz, Beyrut 1423-2002 Daru İbni Hazm

-İbnu Hibban, Ali ibnu Bilbân. es-Sahîh, Beyrut 2004-1425, Daru’l-Ma’rifeh

-İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fi Ilmi’t-Tefsir, Beyrut 1423-2002

 -İbnu Esîr, Mubarek bin M. en-Nihâyetü fi Ğaribi’l-Hadîs ve’l-Eser, Amman-Tarihsiz Beytu’l-Efkâri’l-Devliyye)

-İbni Kesir, İ. Muhtasar Tefsir, (İhtisar: es-Sâbûnî), Beyrut-Tarihsiz Daru’l-Fikr

-İbni Manzûr, Cemalüddin Muhammed ibni Mükerrem, Lisânu’l-Arab, Beyrut Tarihsiz, Daru’l-Hilâl

-İbni Teymiyye, T. Macmuu’l-Fetavâ, Beyrut 2005-1426 Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyye

-Isfehânî, R. el-Müfredât fi Garib’il-Kur’an, İstanbul 1987 Kahraman Yayınları

-İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, sayfa: 799, İstanbul-2008, , Düşün Yayıncılık

-el-Karnî Ali ibnu Abdullah, el-Futrah, Riyad 1424-2003 Daru’l-Müslim

-el-Kurtubî, Muhammed  b. A. el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an,  Beyrut 2004-1425 Daru İbni Hazm

-Kutub, M. İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, Çeviren, B. Karlıağa İstanbul 1992 İşaret Yayınları

-Kutub, S. fi Zılâli’l-Kur’an, Kahire 1996-1417, Daru’ş-Şuruk

-el-Kütübü’s-Sitte (Altı Kitap bir arada) Tahkik: Abdulaziz ibnu  Muhammed ibni İbrahim,  Riyad 2000-1421 Dar’s-Selâm

-en-Nesefî, Ahmed ibni M. Tefsiru’n-Nesefî, Beyrut 1998-1419 Daru İbni Kesir)

-en-Nevevî, Yahya ibni Ş. el-Minhâc, 2003-1423, Daru İbn Hazm

-eş-Şevkânî, Muhammed Ali bin Muhammed. Fethu’l-Kadîr, Rıyad 1422-2001 Mektebetu’l-Rüşd.

-Yavuz, K. Çocukta Dinî Düşüncenin Gelişmesi. Ankara-1987 Diyanet Yayınları

-Tabatabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mîzân, 1342 Tahran, Daru’l-Kütübi’l-İslamiyye

-ez-Zamahşerî,  Omer ibni M. el-Keşşâf, Beyrut 1415-1995 Daru’l-Kütübi’l-Ilmıyye

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 2013 Zaandam

Hüseyin K. Ece

Özgeçmiş (biyoğrafi)

Doğum yeri : Gümüşhane/Türkiye

Doğum tarihi : 01.01.1958
Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesini  bitirdi.

1985 yılından beri Hollandada yaşıyor.

Hollanda Adalet bakanlığında manevi rehber olarak çalışıyor.

Dersler veriyor. Makale ve kitap yazıyor. Şiirle meşgul oluyor. Yayınlanmış 15 kitabı var.

 

Autobiography

 Place of birth: Gümüshane/Turkey

Date of birth: 01.01.1958

Graduated from Erzurum Atatürk University Faculty of İslamic Science

Lives in the Netherlands since 1985

Works for the Ministery of Justice as spiritual consular

He teaches, writes books, articles and poems. He has 15 books published.