-      Söz ve eylem vebâldir.

Yani sorumluluk gerektirir.

Söz, sen onu sarfedinceye kadar senin esirindir. Ağzından çıktıktan sonra sen onun esiri olursun.

O zaman kişi neye esir olduğunun, olacağının farkında olmalıdır.        

Söz namludan çıkan kurşuna benzer. Kurşunun namluya, sağılan sütün memeye dönmeyeceği gibi, sarfedilen her söz de asla ağıza geri dönmez.

 

O zaman kişi ağzından nelerin çıktığına dikkat etmesi gerekmez mi?

Diline sahip olmanın önemi anlatılmayacak kadar çok. Diline sahip ol(a)mamanın da zararları o kadar fazla ki.

Herkes bilir ki; dil kişiyi vezir de edebilir, rezil de edebilir.

Herkes kendi yaptıklarından sorumludur. Kişinin seviyesi, kârı veya zararı kendi yaptıklarına göredir. Kişi yaptığı ile iki dünyada da ya mutluluğu, ya da mutsuzluğu kazanır. Yani ya ‘said/mutlu’  olur, ya da şâki/mutsuz’.

Herkes davranışlarının hesabını vereceği gibi, ağzından çıkanların da hesabını verecektir.

Hatta affa uğramayan kötü niyetlerin bile:

Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'a aittir. Aklınızdan geçeni açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onun için hesaba çekecektir; ve sonra O, istediğini affedecek, istediğini cezalandıracaktır: Zira Allah her şeye kâdirdir.” (Bekara, 2/284)

Kâinatta hiç bir şey kaybolmuyor. Havaya savrulan sözlerin buharlaştığı, kaybolduğu, bir daha geri gelmeyeceği zannedilir. Oysa bu bir yanılgıdır.

İletişim dünyasında bunun isbatını görüyoruz. Bazıları gizli mekanlarda konuştuklarını düşünüyorken, bir de bakıyorsunuz ki konuşması internet ortamına düşmüş. Birileri bu gibi konuşmaları gizlice çekebiliyor ve âleme ifşa edebiliyor.

Telefonda gizli konuştuğu zannetmek de öyle.

İnsanlar bile gerek gördükleri zaman sesleri, konuşmaları, görüntüleri kaydettikleri halde; her şeyi Bilen, hiç insanın ne konuştuğunu, ne yaptığını  bilmez mi?

Buna Kur’an şöyle işaret ediyor:

“Sözünün ister gizleyin isterse açığa vurun (farketmez). Bilin ki O, göğüslerin (kalplerin) ne sakladığı bilendir.” (Mülk, 67/13)

Yaratan her şeyi bilir ve işitir. Hatta insanların sözlerinin ve davranışlarının arkasındaki tasavvurları bile bilir.

O’na hiç bir şey gizli kalmaz. O her şeyi işitir, görür ve bilir. (Bekara, 2/127, 137, 181, 224. Ȃli İmran, 3/35, 121. Nisa, 4/58, 134. Ve diğerleri.)

Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var,

Değerli yazıcılar var.

Onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler.” (İnfitar, 82/10-12)

Bilmekle kalmazlar. Her şeyi kayıt altına alırlar. Gün gelecek bu kayıt alınan belge (Kur’an’ diliyle; kitab/amel defteri) çıkarılacak. İnsanın önüne konulacak. İnsan dünya hayatında yaptığı her şeyi orada bulacak. (İsra, 17/14)

Alimler, dil ile yapılan hatalara, ya da dilin yanlışlarına ‘dilin âfetleri’ demişler.

Bunlardan bir kaç tanesi şöyle: Sövmek, küfretmek ve çirkin sözler kullanmak.

Aşırı münakaşa ve münazara.

Sulu şakalar, incitici ve aşırı mizah.

İftira etmek ve insanları sürekli kötü taraflarıyla anmak.

Başkasıyla alay etmek ve gıybet etmek.

Yalan konuşmak ve yalancı şahitlik yapmak.

Her duyduğunu söylemek, çenesi düşük olmak.

Söz taşımak ve nemime (koğuculuk) yapmak.

Fuzuli konuşmak, tufeylilik yapmak (her konuda ileri atılmak, yapmadığı şeyle övünmek).

Mâlâya’ni yapmak, boş sözlerle meşgul olmak. (İhya, Serdaroğlu ter., 3/245-448)

Öyleyse ‘mâlâya’ni’ nedir?

 

-      Mâlâya’ni’nin anlam sahası

Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Mâlâya’ni’yi terk etmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizi, Zühd/11, hadis no: 2319. Muvatta, Hüsnu’l-Hulk 3. İbni Mace, Fiten/12, Hadis no: 3976)

Sahabenin ileri gelenlerinden Enes ibnu Malik anlatıyor:

Bir adam ölmüştü. Bir başkası Peygamber’in işiteceği şekilde: “Cennetle müjdelensin”. Peygamber (sav) bunun üzerine: “Nereden biliyorsun (cennete gideceğini)? Belki de mâlâya’ni konuştu veya kendisini zengin kılmayacak miktarda cimrilik etti.” ( Tirmizi, Zühd/11, hadis no: 2317)

Hadislerde geçen ‘mâlâyâ’ni’ de demektir?

Türkçe’de de kullanılan bu ifade, mâ, lâ ve ya’ni kelimelerinden oluşur.

‘Mâ’: o şey ki, ‘lâ ya’ni’: yani hiç bir şey olmayan, bir manası olmayan şey demektir.

Kavram olarak; kişinin dinî ve dünyevî hayatı bakımından fayda sağlamayan gereksiz söz ve davranışları demektir. (DİA, 27/479)

Birinci hadiste, mâlâya’ni’yi terketmenin kişinin olgun müslüman olduğunun göstergesi olduğu, ikinci hadiste ise kişiyi cennete gitmekten uzaklaştıracak ciddi bir hata olduğu söyleniyor.

‘Malaya’ni’ dünya ve ahiret için zaruri olmayan şeydir. Yani yapılmadığı zaman kişiye bir zararı olmayan, ancak yapıldığı zaman kişiyi lüzumsuz yere oyalayan, hata yapmasına, günah işlemesine, zamanı boşa harcamasına yol açan şeydir.

Ya da, gerçekte müslümanın din ve dünyalık açısından muhtaç olmadığı yararsız, lüzumsuz şeylerdir. Bu gibi şeyler ona Allah’ın rızasını kazandırmaz.

Herhangi bir şeyin mâlâya’ni olması, kişinin kendi arzusuna göre değil, İslâmi prensiplere göre, selim aklın kabul edebileceği ilkelere göre belli olur.

Eğer bir şey müslümanın dinine, dünyasına, şahsına ve ailesine, çevresine bir fayda sağlıyorsa, bir işe yarıyorsa, bir eksikliği gideriyorsa, bir fazilet kazandırıyorsa, sevap getirici bir özelliği varsa, dinin ma’ruf  (iyi) dediği kalıba uyuyorsa o ‘mâ ya’ni’dir, yani iyidir, faydalıdır, lüzumludur, yapılmasında sakınca yoktur.

Tersi ise mâlâya’nidir. ‘Mâ ya’ni’  müslümana fazilet, izzet ve sevap kazandırır. ‘Mâlâya’ni’ ise seviyesizlik, rezalet, zillet, günah ve vebâl kazandırır.

Araplar derler ki;

“Men yetedahhalu fi mâlâya’ni, yesmau fi mâ lâ yardi”

“Kim mâlâyâ’niye dalarsa, razı olmayacağı şeyi işitir.” 

Müslümana yakışan edep, olgunluk, boş ve lüzumsuz işlerden uzaklaşmak, fayda vermediği gibi, giderek ona hata yaptıran meşguliyetlerden beri olmaktır.

Zira ahlâkın güzelliği hem davranışlarla hem de ağızdan çıkanlarla sağlanır.

Yukarıdaki hadis ve bundan başka üç hadis birlikte;  "İslâm'ın merkezî ilke­leri" (medârü'l-İslâm), "ahlâkın temel pren­sipleri" (usûlü'l-edeb) ve "iyi davranış ku­rallarının özeti" (cimâu âdâbi'l-hayr)’den sayılmıştır. (DİA, 27/479)

Diğerleri şunlardır:

"... Allah'a ve âhiret gü­nüne iman eden kişi ya hayır söz söylesin ya da sussun." (Buhârî, Edeb/31, 85, no: 6018, 6138)

 "Kendisine öğütte bulunmasını isteyen bir kişiye Peygamber (sav), “Öfkene hâkim ol” buyurmuştur" (Buhârî, Edeb/76, no: 6116)

"Kişi kendisi için sevip istediği bir şeyi din kar­deşi için de istemedikçe iman etmiş ol­maz."  (Buhari, İman/7, no: 13)

Buna göre ‘mâlâya­’ni’ iki çeşittir denilebilir.

 

-      Söz olan ‘mâlâya’ni’:

Ağızdan çıkan her türlü boş, işe yaramaz, lakırdı sayılan, lüzumsuz, sırf lâf olsun diye sarfedilen her türlü söz bu gruba girer.

Öyleki bu lakırdılarda yukarıda sayılan ‘dilin âfetlerinden’ bir çoğu, haram ve mekruh sayılan bir çok konuşma türü buna dahil olabilir. İnsanın yüzünü kızartan, seviyesini düşüren, utanılacak pek çok şeye sebep olabilir.

Elbette ‘Allah ağız verdi ki insanlar konuşsun’ denilebilir.

Tamam öyle de bunun bir sınırı ve bir ölçüsü olmalı değil mi? ‘Allah ağaç yarattı ki, kullanalım’, deyip de bütün ağaçları kesmek mi gerekir? Şöyle bir ağaç lazımken hiç ilgisi olmayan başka bir ağacı kesmek yazık  değil mi? Belli bir ağaç ihtiyacımız karşılıyorken, onlarcasını yerle bir etmek akıllılık mı?

Söz de böyledir. Meramımızı şu kadar kelime ile anlatmak dururken, habire konuşmanın ne faydası olabilir? Yerli yersiz, konuyla alakalı veya alakasız, lâf olsun torba dolsun cinsinden konuşmalar neye yarar?

Farzı muhal bir konuyu anlatmak üzere elli tane kelime yetiyorken, beşyüz kelime sarfetmek doğru mudur? Birisi konuşurken diğerleri; “bir sussa da rahat etsek” diyorlarsa, çok konuşanların (gevezelerin) yanından kaçıyorlarsa, ortada iyi olmayan bir şey var demektir.

Böyle bir konuşma tarzı, konuşmada ‘israf’ sayılmaz mı? Ve Allah (cc) israf edenleri sevmez.

Yerinde, güzel, anlamlı kelimeler kullanmak varken, dereden tepeden, sapma sapan, yalan yanlış, aklına ne geliyorsa konuşmak, üstelik bu kadar konuşmanın içinde incir çekirdeğini doldurmayacak kadar bir şey yoksa, yazık değil mi?

Bu gibi konuşmalar gıybet, iftira, yanlış haberler, haksız yargılamalar, çirkin ve ayıp kelimeler ise durum daha da vahimdir.

Ağızda olan mâlâya’ni, kalbi oyalayan, zamanı harcatan, hayırlı bir sonuca ulaştırmayan, fayda sağlamayan, insanın yeryüzündeki görevine ilişkin hiç bir katkısı olmayan, hayra kapı açmayan, insanlık görevlerine uygun düşmeyen sonuçlar çıkartacak her sözdür.

Bir rivâyete göre Hz. Peygamber (sav); “Rabbim bana dokuz şeyi emretti” buyuruyor. Bunlardan ikisi tanesi: “Susma halimin tefekkür, kanuşma halimin zikir olması”dır. (Kütüb-ü Sitte, çev. İ. Canan, 16/317)

Bunu "... Allah'a ve âhiret gü­nüne iman eden kişi ya hayır söz söylesin ya da sussun" hadisiyle birlikte düşünelim.

Kur’an insanları hayatlarını din ve dünyaları için hayırlı, faydalı işlerle, yani salih amelle zenginleştirmeye teşvik ediyor. Onları boş, faydasız, zararlı işlerden ve sözlerden sakındırıyor.

Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;

Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler;

Onlar ki, boş (yararsız) şeylerden yüz çevirirler;” (Mü’minûn, 23/1-3)

 

-      Eylem (amel) olan mâlâya’ni:

Bu çeşit mâlâya’ni, haram veya mekruh fiilleri kapsar.

Herhangi bir eylem (amel) din açısından hüküm olarak haram veya mekruh olabilir. Ancak bunlar aynı zamanda faydasızdır, boştur. Kişiyi boşu boşuna oyalar, vaktini çalar, ona bir şey kazandırmaz. Aksine büyük zararlar verir.

Mâlâya’ni aynı zamanda ha­ram olup olmadığı şüpheli söz ve davra­nışları,  gereksiz olan mubahları da kapsamaktadır.

Tıpkı boş sözler gibi kimi davranışar da boştur, lüzumsuzdur, faydasızdır. Ciddiyetten uzak, olgun kimseye yakışmayan, şer sayılabilecek davranışlardır.

Bunlarla meşgul olmak insana bir seviye kazandırmadığı gibi, bilgisini de artırmaz. Belki nefsin hoşlanacağı, zevk alacağı şeylerdir.

Günümüzde teknolojik kuşatma sayılan televizyonu saatlerce seyretmek, kendini oradaki proğramlara hapsetmek, magazinle düşüp kalmak mâlâya’ni’den başka nedir? Hatta medyanın, özelde televizyonların seviyesizliğini belki mâlâya’ni kelimesi bile karşılamaktan aciz kalır.

Kahvehanelerde zamanı öldürmek, saatler süren okey, kağıt, kumar makineleri gibi oyunlara dalmak, oralarda pineklemek, oraların pis ve kasvetli havasını solumak normal olmasa gerek.   

İnsana fayda sağlayan sporları yapmak, ya da bazen spor faaliyetlerini sınırlı ve yerinde izlemek yerine; özellike futbol hastası olmak, iman eder gibi takım tutmak, takımıyla ilgili her şeyi takip etmek, takımıyla yatıp-kalkmak normal sayılabilir mi?

Her ne pahasına olursa olsun, takımının maçını seyretmek için maç saatinden çok önceleri stadyumları doldurmak, oradaki galibiyet veya mağlubiyetle ayılıp bayılmak, bu duyguyla tatmin olmak, hatta takımı için kavga (savaş mı desem) çıkarmak nasıl açıklanabilir? Böylesine bir aşk hangi fayda ile izah edilebilir?

Aklen ve dinen zararlı olduğu belli olan davranışlar mâlâya’niden başka nedir ki? İşte bu gibi işler insanı oyalıyor, faydalı işlerden alıkoyuyor, kulluk görevlerini ihmal ettiriyor, günlük görevlerini aksatmasına sebep oluyor.

Ama yine de insanların bir çoğu bu tutkudan vazgeçmiyor.

 

-      Mâlâya’ni’ye benzeyenler

Kur'ân’da  mâlâyâni tabiri geç­memekle birlikte abes (boş, amaçsız, ge­reksiz iş) (Mü'minûn 23/115), lağv (boş ve mânâsız söz) (Mü'minûn 23/3. Kasas, 28/55. Fussilet, 41/26), lehv ve la'b (oyalayıcı şey ve oyun) kelimeleri mâlâyâni’ye yakın anlamlarda kullanılmıştır.

  • Lehve’l-hadis;

Kur’an şöyle diyor:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki,  bilgisizce (insanları)  Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için ‘eğlence-boş ve amaçsız (lehve’l-hadis türünden) sözleri satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azab vardır.

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner. Onu acı bir azap ile müjdele.” (31 Lukman/6-7)

Ȃyette geçen ‘lehve’l-hadis’ ifadesini, boş söz, oyalayıcı eğlence, boş ve amaçsız işler diye anlamak mümkün.

Bu ifade, belli bir kişiyi kasdetmeyip bir zihniyet tarzını göstermekte, dolayısıyla da genel bir muhtevaya sahip bulunmaktadır.

İnsanlardan bazıları boş sözlere/oyalayıcı eğlencelere/boş ve amaçsız işlere müşteri olurlar. Ya da hak olan şeylere muğalata yaparlar, olumsuz propagandalara baş vururlar, lâf cambazlıklarını yöntem olarak kullanırlar. Ancak bunlar gerçek bilgiden yoksun cahillerdir.

Böyle yapmalarının sebebi, insanları Allah’ın yolundan saptırmaktır. Kendileri zaten sapıklıkta olduğu için, başkalarını da kendi çizgilerinde görmek isterler.

Onlara ibadet, ölüm, ahiret, ebedi hayat gibi âyetler hatırlatıldığı zaman burun kıvırırlar, sırtlarını dönüp giderler.

Bunlar kibirli, gururlu, kendilerini bir şey zanneden aldanmışlardır.

 

  • Lehv kelimesi

 ‘Lehv’ kelimesinin kökü olan ‘lehâ’; sözlükte, bir şeyle oynamak, bir şeyden pek hoşlanarak onunla avunup durmak anlamına gelir.

‘Lehv’; insanı faydalı ve önemli şeylerden meşgul eden şeydir. ‘Şununla  oyalandım’, yani ‘onunla eğlenerek meşgul oldum’ şeklinde söylenilir. (R. el-Isfehaní, Müfredât, s: 688 )

Bir başka deyişle ‘lehv’; eğlence demektir. Kendisinden insanın zevk alıp eğlendiği, ama bitip sona eren şeydir. (Cürcanî, Kitabu’t Tarifât, s: 196)

Bu anlama tekrar bakalım: Kendisiyle eğlenilen, zevk alınan, insanı bir müddet oyalayan; ama sonunda bitip tükenen seylere ‘lehv’ denir.

İnsanı oyalayan, eğlendiren ve onu asıl  görevini yapmaktan alıkoyan bütün uğraşılar; boş ve amaçsız hedefler  bu kelime ile ifade edilmektedir. 

Dünya hayatının geçiciliğinin bu sözcük ile anlatılması ayrıca dikkat çekmektedir.  Dünya hayatı çeşitli açılardan insana zevk vermekte, onu eğlendirmekte, onu oyalandırmaktadır. Ancak dünyalık bütün bu zevkler ve eğlenceler, butun takılmalar bitmeye mahkûmdur.

“Şüphesiz dünya hayatı bir oyun ve eğlence (lehv)den başka bir şey değildir. (Günâhlardan korunanlar için) elbette âhiret yurdu daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?” (6 En’am/32. Bir benzeri: Ankebût, 29/64.  Muhammed, 47/36. Hadîd, 57/20)

Bazıları dünyalıklara ve eğlence türü şeylere daha çok düşkündür. Onların peşinde koşmakla, onlarla oyalanmakla bir ömrü bitirebilirler. Hatta bunlar sebebiyle asıl insanlık görevini unutur, oyun ve eğlenmeyi hayatının en önemli meselesi haline getirebilirler.

Müslüman dünya hayatını bir imtihan, ahiretin tarlası ve ebedi mutluluğu kazanma yeri olarak bilir. Bundan dolayı hayatı Kur’an’ın lehv (geçici zevk) ve la’b (oyun) tarzında değerlendirmez. Kendisine ve başkalarına hiç bir faydası olmayan şeylerle meşgul olma yerine; iyiliklerin, güzelliklerin, her şeyde kaliteli ve değerli, dinen meşru olanın peşine düşer.

 

  • ‘Lehve’l-hadis/oyalayıcı söz(ler)

Kalıp olarak ‘lehve’l-hadis’; sözlük anlamıyla ‘söz eğlencesi’ demektir. Yani duyanı etkileyen, önemli şeylerden oyalayan, kendi havasına çeken, çevresindeki başka şeylere karşı duyarsız hale getiren söz demektir.

Sözlük anlamı yönünden bunun pek olumsuz bir yanı yoktur. İnsan; etkileyici, cezbeden, ruha hoş gelen seslerden, nağmeli, sanatlı sözlerden etkilenir. Ruhu bu gibi şeylerden tad alabilir.

Ancak Kur’an ‘lehve’l hadîs’i tümüyle olumsuz anlamda kullanıyor. Çünkü burada kasdedilen ‘boş ve amaçsız söz’ insanı Allah’tan ve O’na itaat etmekten uzaklaştıran sözdür.

‘Lehve’l-hadis’ kısaca; istek ve tutkuları kışkırtan, azdıran, kişiyi oyalayan, Allah’a itaatten uzaklaştıran, boş, gereksiz, faydasız sözlerdir/lâflardır. Bu gibi sözler kişiyi işinden alıkoyabilir, oyalayabilir, dikkatini başka şeylere çekebilir, kafasını karıştırabilir.

Bunlar, dedi kodu olduğu gibi; saçma sapan konuşmalar, sulu ve pespâye şakalar, boş güldürüler (komediler), gevezelikler, saçma sapan anlatımlar, müzikler,  sapık fikirler, şovlar, magazinler olabilir.

Yani kısaca hadiste geçen ‘mâlâya’ni’ türünden şeyler olabilir.

Lehve’l-hadis olayının, insanları inanmaktan, Allah’a ibadet etmekten alıkoyan, onları boş şeylerle oyalayan bir tuzak olduğunu, bu âyetin iniş sebebiyle ilgili anlatılan bir olay ortaya koyuyor.

Mekkeli zengin müşriklerden Nadr b. Haris, ticaret için Irak’ta cemlerin, Hire halkının masallarını ve onların aralarında dolaşan rivâyetleri derlemeyi başarıp geri döndü. (İ. b. Ziyad el-Ferrâî, Meâni’l Kur’an, 2/326) Sonra da onları Kur’an’ı dinlemeye gidenlerin yolları üzerine oturur, onlara bu masal ve efsaneleri anlatır, dikkatlerini anlattığı şeylere çekerek onları uyutmaya ve Kur’an’a yönelmelerinin önüne geçmeye çalışırdı. 

Aynı adam, bir kimsenin Peygamberimizin etkisine girdiğini duyunca, satın aldığı şarkıcı bir cariyeyi şöyle diyerek ona musallat ederdi: ‘ona yedir, içir ve şarkılarınla onu oyala ki başka tarafa ilgisi kalmasın’. (nak. Siyeru İbni Hişam, 1/299-300. En-Nisâbûri, Esbab’ü Nüzûl, s: 259-260)

Günümüzde müzik ve şarkıcılara olan sevdayı, müzik hollerindeki ayılıp bayılmaları, futbolla sarhoş olan kitlelerin akıl tutulmasını, çağdaş zevklerin ve tutkuların teslim aldığı kafaları bu örnekten yola çıkarak değerlendirmek gerekir.

        

-      Lağv (faydası söz);

‘Lâğv’ sözlükte serçe kuşunun ötmesine denir. Buradan hareketle faydasız söz konuşmak, sözde hata edip batıl söz söylemek manasında kullanılmaktadır. (Isfehâni, Müfredât, s: 682)

Bunda her hangi bir maksat yoktur. Gelişigüzel ağızdan çıkar. Serçe kuşu gibi cik cik demekten öte bir anlam taşımaz. Buna göre her yalan ve çirkin söz, manasız ve faydasız, boş ve düşük söz lağv’dır.

‘Lağv’ bu anlamıyla ‘mâlâya’ni’ye benzemektedir.

‘Lağv’,  ahlâki bir kavram olarak, müslümanların uzak durması gereken, boş, lüzumsuz ve zararlı işler ve sözlerdir.

Bu kelimenin geçtiği üç âyet müslümanlara ‘lağv’den uzak kalmalısınız’ mesajı vermektedir.

Müslümanlar, sulu şakalardan, seviyesiz güldürülerden ve sözlerden, şer mekanlarında ve yalancılarla birlikte bulunmaktan, sapma sapan konuşmalardan, müstehcen ifadelerden, küfür/sövme ve çirkin sözlerden uzak dururlar.

Zira müslümana kemal, ciddiyet, vakar ve olgunluk yakışır.

 

-      Mâlâya’niden kurtulmak;

Böylesine zararlı olan her türlü mâlâya’niden kurtulmak veya en azından azaltmak mümkün müdür?

Evet. Özellikle aşağıdaki noktalara dikkat ederek.

1-    Faydalı, (müslüman için) din’e aykırı olmayan bir işlerle/faaliyetlerle

meşgul olarak. Boş kalan kişiye nefsi ve şeytan yular takar ve istediği yere sürükler.

2-   Bol bol kitap okumak. -Siz buna ilim tahsilini de ekleyebilirsiniz.- Ama

Az televizyon seyretmek. Kitap okumak kafayı genişletir, öteye taşır, güne takılmaktan korur. Televizyon seyretmek kafayı küçültür, burada durmaya, güncel olayların etrafında takılıp kalmaya sebep olur.

3-   Kur’an okumak ve Kur’an’a kulak vermek. Çünkü Kur’an hem ‘mâlâya’ni’den

sakındırıyor, hem doğru yolu gösteriyor.

(O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.” (Furkan, 25/72)

“Onlar (iman edenler), boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz, derler.” (Kasas, 28/55)

Bu dünyada lağv veya mâlâya’niden uzak kalanlar bunun mükâfatını cennette boş söz işitmemek üzere görecekler. (Nebe’, 78/35. Ğâşiye, 88/11)

4-   Ölümü, âhireti ve son hesabı sürekli hatırlamak. Hayatın geçici olduğunu

sürekli akılda tutmak. Herkesin yaptığı ve söylediği günün birinde karşısına gelecek ve hesabını verecek.

5-   Her şeyin bir emanet olduğunu unutmamak. Beden emanet olduğu gibi,

azalarımızla yaptığımız eylemler de emanettir. Emaneti korumak gevenilir insan ahlâkıdır.

6-   Bol bol Allah’ı zikretmek. Allah’ı çeşitli ibadetlerle, dua ve tesbihle

hatırda tutmak, unutmamak. Zira zikir uyanık ve dikkatli olmayı öğretir. Üstelik hatırlayan hatırlanır.

7-   Kötü, ahlâksız, mâlâya’niyle meşgul olan kimselerle arkadaşlık

yapmamak. Bu gibi işret yuvalarından mümkün olduğu kadar uzak kalmak.

 

Hüseyin K. Ece

17.05.2010

Zaandam/Hollanda