a-Şiir Kelimesinin Anlam Sahası:

‘Şiir’ sözlükte, hissedilen şeydir. Bu da tıpkı hissetmedeki isabet gibi bir bilmektir.

“Şuur, şiar, şa’r, iş’âr, şair, şiir” aynı köktendir.

‘Şiir’ kelimesinin aslı olan ‘şuur’, bir şeyi sezgiyle anlamak, kavramak, tanımak, fark etmektir.

 

Kavram olarak ‘şiir’, sözlerin ölçülü ve birbirine uygun bir şekilde bir marifet (bilme-tanıma) olarak ortaya konulma sanatıdır.

‘Şiir’, anlaşılan, farkedilen şeylerin ifadesi, dakik (kısa ve sanatlı) ilmin adıdır. 

         İbni Haldun, şiiri şöyle tarif ediyor: “Şiir, istiâre ve belli vasıflar temeline dayanan, vezin ve kafiye bakımından birbirine eşit olan parçalara bölünmüş, her parçası kendi başına önündeki ve sonundaki parçalara muhtaç olmadan maksadı anlatan ve kandine mahsus Arap üslûbu üzere terkip edilen belâğatli sözdür.” (nak. Şamil İ. Ansiklopedisi, 6/45)

Şiir’i yazan ‘şair’, söz ustasıdır. O, hissettiğini ölçülü ve sanatlı bir şekilde yazıya ve söze dökebilen bir sanatkârdır.

 

b- Şiirin Önemi:

Tarihten beri dünya edebiyatında şiirin yeri bilinen bir gerçektir. Bizim edebiyatımızın büyük bir bölümünü ise şiir işgal eder. Şiirin hâlâ yazılıyor ,seviliyor ve okunuyor olması onun güzelliğindendir. Ya da misyonundandır. Evet şiirin bir misyonu vardır.

“İnsanlık tarihi göz önünde bulundurulacak olursa, bütün sanat faaliyetleri arasında bir anlatım trarzı ve insanın kendisiyle dış dünya, onu kuşatan varlık arasında kurduğu ilişkiyi dile getirmede oldukça eski ve derin bir geçmişe sahip olduğu görülür.” (A. Bulaç, İzutsu, Kur’an’da Kavramlar, Önsöz, s. 8)

Şiir, öyle kolay kolay vazgeçilecek, hafife alınacak bir şey değildir. Şiir fildişi kulesinde oturup ahkâm kesen, kendi kendine yeten, tuzu kuru takımının zevk ve sefası da değildir.

Şiir, bazılarının zannettiği gibi sarayın geleneksel eğlencesi, eşraf takımının entel görünme sevdası, okumuşların –eh biraz da şair takılalım- cinsinden takıntıları da değildir.

Şiir , bir anlık sevda, geçici heves, ilk gençliği yıllarını anlatan sulu gözlü aşk hikâyelerinin vasıtası, şairlikte biraz da başkalık vardır deyu şairliğe kalkışanların laf kalabalığı, boş adamların avare işleri, tatil günlerinin değerlendirme hiç değildir.

Niçin?

Şiir üzerine bunca zamandır yazılan sayısız değerlendirmeler bir tarafa Hz. Muhammed’in hayatından bir kaç örnek vermek istiyorum.

Peygamber vahyin ilk yıllarında karşılaştığı bazı şeylerden korkmuştu. Bazı kaynaklara göre O bu korkusunu ‘acaba şair mi oluyorum’ diye ifade etmişti. Bundan hem şiirin etki alanını, hem de şairlerin o toplumdaki olumsuz rollerini görmek mümkün.

Hasımlarının, ‘O, bir şairdir’ demeleri de söz sanatının o toplumda ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Zira o toplumda insanları etkileyecek bu kadar güzel söz söyleyen ancak şairlerdir.

Peygamber, tebliğ hayatı boyunca şiiri ve şairleri küçümsememiş, düşman şairlere karşı tedbirli olmuş, müslüman şairleri teşvik etmiştir.

 

c-İslâm Öncesi Şiir

Bilindiği gibi pek çok peygambere kendi devirlerinin karakteristik özelliğine göre mu’cizeler verilmiştir. Mu’cizeden amaç, insanların kendi bildikleri şey konusunda da aciz bırakmak, peygamberin yalan söylemediğini insanlara göstermektir.

         Bir devirde bir ilim, bir sanat, bir alışkanlık iyi bir düzeyde olabilir. Mu’cize, o bilinen olay cinsinden olur ki, peygamberi kabulde güçlük çekenlere; bakınız, bildiğinizin de ötesi var. İşte görüyorsunuz, bildiğinizi, yaptığınızı iddia ediyorsunuz ama, buyurun yapın, bir benzerini gösterin bakalım denmiş gibi olur.

Mu’cize eğer insanların hiç duymadıkları, hiç haberdar olmadıkları bir konuda olsaydı, insanoğlu zaten garip olan şeyleri olağanüstü düşünür ver mu’cize de peygamberliği isbat edecek bir yön aramazdı.

Önceki peygamberlere kendi devirlerinin özelliğine veya meşhur olmuş meslekler biçiminde mu’cizeler verildiğini biliyoruz.

Kur’an nazil olduğu dönemde, Arap toplumu arasında söz sanatı, dolaysıyla şiir revaçta idi. Cahiliyye şiiri toplumsal hayatın en asli görünümlerinden biriydi.

Onlar, ilmi, kültürü, haberleri ve atalarından kalan mirası şifahi olarak aktarırlardı. Bunu da maharetle ve büyük ustalıkla yaparlardı. Ezberleme kabiliyetleri güçlü, sanatlı söz söyleme sanatı yaygın, şiire ilgi çok fazla idi. Şiir cahiliyye elitlerinin vazgeçemediği önemli bir ifade aracı idi.

Fesâhat ve belâğat diye ifade edilen güzel söz sanatı önemli, bunu başarabilen sanatçılar saygın insanlardır.

İşte Hz. Muhammed’e verilen mu’cize o dönemin yaygın sanatı güzel söyleme sanatı doğrultusunda idi. Yani sözün en güzeli, arap dilinin en ahenklisi, fesâhat ve belâğat sanatının zirvesi olan Kur’an’dı.

 

d-İslâm Öncesi Şairler

Tarihin eski zamanlarından Kur’an’a inişine takâbül eden zamanlara kadar şair ile, toplumdaki kâhin, büyücü ve rahip arasında devamlı bir bağ olmuştur. Arap geleneğinde de şair sıradan bir insan değildir. O, sadece güçlü bir söz ustası değil aynı zamanda varlığın ötesinden haber getiren, insanüstü güçlerle ilişki kurabilen ‘özel gelişmiş, metafizik güç ve imkan sahibi’ imtiyazlı bir seçkindir. (A. Bulaç, age. Sayfa 8)

İslâmdan önceki arap tolumunda şairler, ince anlayışlı, kavrayışlı, söz ustası kimselerdi. Onlar, her zaman toplumun önünde olurlardı.

Şairin eserinin kaynağı kendi duyguları ile toplumun duygularının kesistiği noktalardı. Şair ister bir kabile reisi, ister bir prens, ister yoksul ve isterse yağmacı bir haydut olsun, mensup olduğu toplumun değer verdiği erdemleri temsil eder, dile getirirdi. Siyasi görüşmelere mutlaka şairler de katılır, kabilelerarası görüşmelerde kendi kabilelerini temsil ederlerdi. (A. Özalp, Ş. İ. Ansiklopedisi, 6/45)

Kabile mensupları, geçmişteki övündüğü şeyleri, duygularının çoşkunluğunu, zaferlerini, düşmanlara karşı duydukları kini şairlerin şiirlerinde bulurlardı. Şair onlar adına düşmanları hicveder, kabileye  ait gururu dile getirirdi. Bu nedenle şiarlerin eserleri korunurdu.

Bir kabile reisinin ;air olması onlar için büyük bir mutluluk ve gurur idi. Kabileler için başlıca gurur ve şeref kaynağı  büyük şairler yetiştiş olmalarıydı. Şairden mahrum kalmak sadece üzüntü değil, utanç sebebi idi. Onlar, düşman kabilelerinin şairlerinin açtığı yaraların ancak onun benzeri bir karşılıkla kapanacağını düşünürlerdi.

Şiir Arap kabilelerinin şan ve şereflerini koruyan, mazideki başarını unutulmaktan kurtaran, hatıraları canlı tutan tek kaynaktı. Bazıları bu nedenle cahiliyye şiirini Arapların en önemli ilmi (divanı) olarak nitelemişlerdir.

Şairlerin gücü sadece söz sanatındaki başarıları değildi. Onlar aynı zamanda, varlığın ötesinden haber getiren ve insanüstü güçlerle ilgisi olan kimse idiler. Onlar toplum tarafından bir çeşit kâhin (gayb’ten haber veren) olarak tanınıyorlardı. Şairlerin kendileriyle irtibat kurduğu, bilgi ve ilham aldığı bir cine sahip olduğuna inanılırdı. Şairler de bu inancı bilerek canlı tutmaya çalışırlardı.

Mesela, el-Hatay cinlerden bir arkadaşı olduğunu, el-Ferazdak gerektiği zaman cini ile görüştüğünü, ondan başklarının alamadığı haberleri aldığını, Kusayyir şiire bir cinin yardımı ile başladığını iddia etmektedirler. Bu inanç hem ilham kaynağını insan üstü sihirli bir âleme bağlayarak şairde tabiat üstü güçler bulunduğu zannını güçlendiririyor, hem de bunun sonucu olarak şirrlerinin etki gücünü artırıyor, ona kâhinlik özelliği kazandırıyordu. (A. Özalp, Ş. İ. Ansiklopedisi, 6/45-46. Ali Bulaç, age. Sayfa 8)

Bu yüzden onlar tekin kimseler değillerdi. Zaten bu kadar güzel sözü, sanatlı ifadeyi, irticalen ancak cinlerden ders almış bir kimse yapabilirdi. Onlar bir anlamda büyücülerin geleneklerini sürdüren seçkin konumdaki kimselerdi. 

Cahiliyye toplumu şairlere korku ile karışık bir saygı duyarlardı, onların gücünden çekinirlerdi.

O günün şairi, sözleri süsler, onları etkili bir hale getirir ve insanlara sunardı. O, zaman zaman bir savaş kışkırtıcısı, kimi zaman abartıcı, kimi zaman da gizliliklerden getirdiği sanatlı sözlerle halkı etkileyen söz cambazı idi.

Şair, usta sanatıyla herkesi etkilemekte idi ama, sıradan insanlar ve sanatçılar grubu gerçekte onun bir abartıxcı olduğunu bilirleri. Şair en nefes kesici şiirlerini okuduğu zman onun bir şuur kaymasına uğradığı düşünülürdü. En önemli malzemesinin de abartma, yani yalan olduğu herkesce bilinirdi. Şairin şiiri zevkle dinlenilri ama ona inanılmaz.

Cahiliyye toplumunda şiiri besleyen çeşitli kaynaklardan biri de panayırlarda yapılan şiir yarışmaları idi. Ukaz, Zu’l-Mecaz, Mecannâtu’s-Sarh, Duvmetu’l-Cendel, Hacar, Suhar gibi panayırlarda şairler yarışırlar, devrin en büyük şairleri hakemlik yapar, şairler hayranları arasında, bazende koruyucuları eşliğinde  eserlerini ortaya koyarlar.

Mekke’de yapılan şiir yarışmalarında derece alanlar Kâbe’nin duvarına asılırdı. Bunlardan ‘Muallakay-ı Seb’a” en önemlilerindendi. 

Şairlerin korunması da şiirin gelişmesine katkı sağlayan bir etkendi.

 

e-Kur’an Şiir Değildir

Cahiliyye insanları, Kur’an nazil olmaya başlayınca, bu gibi etkileyici sözleri ancak şairlerin söyleyebileceðini düşünerek hemen ona şiir, Peygamberimize de şair veya kâhin demişlerdi.

Kur’an onların bu iddialarını kesin ifadelerle reddediyor:

“Ve derler ki; ‘biz bir mecnun bir şair için ilâhlarımızı terk mi edeceğiz? Hayır, O hakk’ı getirmiş ve gönderilen (peygamberleri) de doğrulamıştır.” (37 Saffat/36-37)

“Şu halde sen öğüt verip-hatırlat; çünkü Rabbinin izniyle sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun. Yoksa onlar, ‘bir şairdir, biz ona zamanın felaketlerini gözlüyoruz’ mu diyorlar? De ki: ‘Siz gözetleyip durun, gerçek ben de sizinle birlikte gözetleyenlerdenim.” (52 Tur/29-31)

Kur’an, kendisinin mucize oluşunu, erişilmez yüceliğini ilan edip, karşı çıkanları kendisinin bir benzerini getirmeye çağırırken işe cahiliyye şiirinin ve şairlerin üstünlüklerini yıkmakla başlıyordu. Kur’an, o kültürün tanıdığı şiirden, Hz. Muhammed’in kişiliği,ahlâkı ve daveti o günkü   şairlerden çok farklıydı. O’nun davet ettiği şeyler ile cahiliyye şairlerinin yer verdiği konular arasında dağlar gibi fark vardır. O’nun şahsiyeti Mekke’de bilinen ‘el-Emin’ ünvanını kazanmış mükemmel bir kişilikti.

Kur’an’ın sözleri şiirdeki ahenkten daha üstün olduğu gibi, âyetlerinin içeriği daha tutarlı ve isabetlidir. Âyetler, zengin anlam yüklü ve son derece etkileyecidir. Onlarda, şiirdeki gibi konu, vezin, bahir, recez gibi teknikler yoktur. Kur’an kendini böyle şeylerle kayıtlı görmez.

Kur’an karşısında şairlerin meydana getirecekleri şiirin bir hükmü olamazdı. Kimileri bu şiirleri dinler, onlardan etkilenir, hatta şiirlerde anlatılan sapıklığa bile düşebilirdi. Şiirler  kimi zaman sözlerdeki kuruntuları, tutarsızlıkları, hatta çirkinlikleri örtebilirdi. Ancak Kur’an, sözleri ve anlamıyla tutarlı, içerisinde çelişki olmayan, hakkı açıklayan bir Allah kelâmıydı.

Bu nedenle Kur’an, peygamberin özellikle bir şair, Kur’an’ın da şiir olmadığını ısrarlı bir şekilde vurguluyor:

“Biz ona şiir öğretmedik; (bu) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen kitap), yalnızca bir zikir (öğüt ve hatırlatma) ve apaçık bir Kur’an’dır.” (36 Yasin/69)

Kur’an’ın büyüleyici belâğatı (söz güzelliği) karşısında şaşıran, ama inanmaya yanaşmayan inatçılar, onun peygamber tarafından (tıpkı şairler gibi) uydurulduğunu iddia ediyorlardı.

“Hayır dediler; (bunlar) karma karışık düşlerdir; onu kendisi düzüp-uydurmuştur, hayır o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir âyet (mucize) getirsin.” (21 Enbiya/5)

Bir başka yerde Kur’an’ın şerefli bir elçi tarafından tebliğ edilen bir vahy olduğu, asla bir kâhinin sözü olmadığı vurgulanıyor.

 “Hayir, yemin ederim, gördüklerinize.

Ve görmediklerinize.

Ki o, (Kur’an) elbette değerli bir elçinin sözüdür.

O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz.

Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz.

Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir.” (69 Hâkka/38-43)

Kur’an, şüphesiz şiir değildi, onu tebliğ eden peygamberin de o günkü ve bu günkü şairlerle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu.

Kur’an, cahiliyye şairlerini, onların olumsuz rollerini ve şiirlerindeki lüzumsuzluğu tenkit ederek, kendisinin asla şiir olmadığını ve şiirle kıyas edilmeyecek kadar üstün olduğunu vurgular.

Kur’an’da şiirsel ifade ve şiir gibi etkileyici bir özellik olsa bile, o şiire veya bir düz yazıya benzemez. Kur’an’ı okuyan şüphesiz onda şiirin ifade edemeyeceği kadar ahenkler, derin anlamlar, güzel sözler, sanatlı ifadeler, söz ve mana bütünlüğü bulabilir.

 

f-Kur’an’a Göre Cahiliye Şairleri:

O günkü şairlerin toplum içerisinde etkileri olmakla birlikte çok saygın kişilikleri yoktu. Halk bazen onlara cinlenmiş (mecnun) gözüyle bakardı. Kimileri de güçlülerin, kabile başkanlarının yanında yer alır, kendilerine çıkar sağlayanların lehinde şiir yazarlardı.

Söyledikleri şiirler ise çoğunlukla faziletten uzak, ya boş gururlar, aslı astarı olmayan iddialar, ya şarap övgüleri, ya da eğlenme meclislerini öven sözlerdi.

Kur’an onlar hakkında şöyle söylüyor:

“Şairlere gelince, onlara da azgınlar uyar.

Görmüyor musun onları, (nasıl) her vadide şaşkın şakın dolaşırlar?

Ve yapamayacakları şeyleri söylerler.” (26 Şuarâ/224-226)

Cahiliye şairleri kendilerine sapıkların uyduğu, yapamayacakları şeyleri söyleyen, kendi hayal dünyalarında dolaşıp duran şaşkınlardır.

Bu şairlerin sözüne güvenilmez, zira hayal dünyalarında konuştuklarını herkes bilir. Faziletten söz ederlerler ama kendilerinde fazilet yoktur. Savaş kışkırtıcılığı yaparlar ama bazen savaşamayacak kadar korkaklaşırlar. Cahiliye şairi halk kitlelerini namuslu ve savaşkan bir temsilcisi değil, hâkim güçlerin sözcüsüdür. Savaş olmadığı zamanlarda ise pek çoğu kadın ve şarap meclislerinde efendilerini eğlendirirlerdi.

Kur’an, Peygamber’e şiir söylemeyi yakıştırmadığı zaman, aslında şairin ve şiirin toplum içindeki bu olumsuz rolünü ortaya koyuyordu.

 Buradan hareketle, günümüzde vehim vadilerinde şaşkın şakın dolaşan, laf cambazlığı ile batılın kışkırtıcılığını yapan, ahlâksızlığı öven, hâkim güçlerin keyfine uygun söz söyleyen, iş yapan bütün yazar ve şairler de aynı konumdadır.

 

g-Kötülenen Şiir ve Şairler

Kur’an, cahiliyye şairlerini kasdederek onların vehimleri peşine giden hayalperestler, hatta sapıklar olduğunu söylüyor.

Peygamberin İslâma ve peygamberine dil uzatan şairler hakkındaki tutumunun da sert olduğu anlaşılıyor.

Kur’an, cahiliyye dönemi şairlerinin olumsuz kötü rollerine işaret ederek, şeytanın gerçeği ters yüz eden, günaha düşkün yalancı bu gibi şairlere indiğini, onlara da ancak azgın-sapıkların uyduğunu söyleyerek şunu ilave ediyor:          

“Şairlerin her biri bir vadide (bir yerde) vehm (hayal) edip, yapamayacakları şeyleri söylemektedirler. (26 Şûara/221-226)

Kur’an, şairler hakkında olumsuz bir tavır takındığı gibi Peygamber de bazen şiir hakkında kötü ifadeler kullanmış, İslâma ve Peygambere dil uzatan şairlere cezalandırıcı metodlara başvurmuştur.

Ebu Hureyre anlattığına göre Peygamber şöyle buyurmuştu:

“Sizden birinizin içine onu bozacak cerahat dolması, şiir ile dolmasından hayırlıdır.” (Buharî, Edeb 92. Ebu Davud, Edeb 95 (5009). Tirmizî, Edeb 71 (2855).)

Bu hadisle Müslim’in rivâyetinde şöyle anlatılıyor: “Rasûlüllah ile birlikte Arc beldesinde yürürken şiir inşad edeb bir şair karşımıza çıkmıştı. Peygamber; ‘Şu şeytanı yakalayın –veya tutun- kişinin karnına irin dolması kendisi için şiir dolmasından hayırlıdır.”  (Müslim Şiir 7, (2257).)

Bu haberlerle aşağıda gelecek olan Peygamberin şiire izin verdiği, hatta teşvik ettiği, şiir dinlediği şeklinde geçen haberler arasında bir çelişki var gibi görünüyor.

Bu gibi haberler, ilim adamları arasında şiire bakışta farklı görüşlerin olmasına sebep olmuştur. Alimlerin çoğu şiirler arasında iyi-kötü ayırımı yapar ve kötü şiirin zemmedildiğini söylerler.

Yukarıdaki zemmin de mutlak değil mukayyed olduğuna dikkat çekilmiştir. Yani kişi, içini temamen şiirler doldurur, başka bir şeye yer vermezse o zaman bu tutum zemmedilir.

Buharî’nin bu hadisi kaydettiği başlık şöyle: “İnsan üzerine şiirin galebe çalarak zikrullaha ve ilme mani olduğu zaman mekruh olması babı.”

Demek ki şiir konusundaki mekruhluk veya zemm, şiirle düşülecek aşırılıklarla ilgilidir. Eğer şiir insanı ilim, ibadet hatta Allah’tan alıkoyacak kadar işgal ederse, işte bu şeytandandır. Kaldı ki insanı asıl görevinden alıkoyacak o kadar şey vardır ki, belki aşırı şiir tutkusu bunlardan sadece bir tanesidir.

 Peygamberin buradaki tavrı sertti. Ancak O’nun şiir karşısında her zaman sert olmadığı bilinen bir gerçektir. İbni Hacer bunu Peygamberin aşırı şiir düşkünlüğünden kaynaklandığını söyler. “Çünkü hitap ettiği kimseler şiire son derece değer veren, şiire düşkün olan kimselerdi. Onların Kur’an’a ve zikrullaha yönelmeleri için onları şiire fazla düşkün olmaktan menetti...”

O’nun kötü şairlere karşı tutumuna şöyle örnekler verilebilir:

Müşrikleri müslümanlara kışkırtıp, müslümanları hicveden şiirler yazan Kâ’bu’l-Eşref’i öldürtmüştür.

Bedir esirlerini kurtuluş fidyesi ile serbest bırakırken Rasûlüllah’a hicviyeler yazarak müslümanları rencide eden Ukbe bin Ebi Mu’ayt ile İranlılar üzerine düzdüğü hikâyelerin veya oradan getirdiği masalların Kur’an’dan üstün olduğunu yayan Nadr İbnu’l-Haris’i daha Medine’ye varmadan yolda idam ettirmiştir.

Amr İbnu Abdullah İbni Umeyr da Bedir esirleri arsında idi. Bir daha İslâm aleyhine şiir yazmayacağına dair söz vererek hayatının bağışlanması için Rasûlüllah’a yalvardı. Peygamber onun yetim kalacak beş adet kız çocuğunu düşünerek onu bağışladı. Ancak hürriyetine kavuşup Mekke’ye gidince İslâm aleyhine tekrar hiciv söylemeye başladı. Daha sonra Uhud savaşına katıldı ve esir düştü. Yine kurtulmak için ricada bulundu ise de Peygamber; “Müslüman bir yılana kendini iki defa sokturmaz” diyerek idamını emretti.

Mekke fethinde herkes affedilirken “Kâbe’nin örtüsüne sarılı olarak bulunsa bile öldürülmesi” emredilen on kişiden üçü şair idi. Bunlardan biri Abdullah ibnu Battal’dır. Bu, önceleri müslüman olup Medine’ye yerleşti, ardından irtidat edip Mekke’ye kaçtı ve Rasûlüllah aleyhine şiirler düzdü. Bunun şiirlerini Mekkeli şarkıcı kadınlar beste ile söyleyip Kureyşlileri eğlendiriyorlardı.

 

h-Kötülenmeyen Şiir ve Şairler:

Şüphesiz bütün şairler böyle değildir ve bütün şiirler de cahiliyye şiirine benzemez. Kur’an’ın tenkit ettiği şair ve şiir, insanları kandıran, olmayacak şeylerle meşgul olan, toplumun önündeki saptırıcı rol oynayan insanlardır. Şeytan bu gibilere yol göstermektedir. Onlar da şeytaní işlerin peşindedirler.

Rasûlüllah’ın müslüman şairlere karşı tutumu ise daha farklı.

Peygamber, müslüman şairleri himaye etmiş, öbürlerine cevap veren ve müslümanalrın morellerini takviye edecek şiirler yazanları şiir söylemeye teşvik etmiştir.

Hasan ibnu Sâbit, Abdullah ibnu Revâha, Kâ’d ibnu Mâlik yanından ayırmadığı üç şairdi.

Peygamber (sav) Hasan ibnu Sabit’e, “Ey Hassan Rasûlüllah adına onlara cevap ver” der ve Ruhu’l-Kudüs’ün kendisine yardım edeceğini söylerdi.

Peygamber için şiir, iyiye de kötüğü de kullanılabilecek bir araç idi. Batıl ve hevâ adına söylenilen şiirleri red, hak yolunda edeb adına söylenilenleri ise övmüş ve şairlerini takdir etmiştir.

Peygamberimiz (sav) güzel şiiri yasaklamadığı gibi, bazen onları dinlemiş, güzel ve hikmetli şiiri yazan şairleri övmüştür. Hatta hikmetli şiir yazan sahabe şairler peygamberimizin davetine yardımcı olmuşlardır.

Şiiri kötü yapan onu yazan veya söyleyen şairlerin olumsuz kimlikleridir. Salt şiir yasaklanmamıştır. Günahı ve kötülükleri övmeyen, saf akaideye aykırı olmayan, güzellikleri öven ve hatırlatan, kısaca hikmetli şiirler yazılabilir, söylenebilir, okunabilir.

 

Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz şiirde hikmet vardır.” (Buharí, Edeb/90, 8/42. Ebu Davud, Edep/5010, 4/303.  İbni Mace, Edep/41, Hadis no: 3755, 2/1235. Tirmizí, Edeb/69, Hadis no: 2844, 5/137.)

Ubey ibnu Ka’b’in dediğine göre Peygamber; “Şiirde hikmet vardır” buyurmuştur. (Buharî, Edeb 90. Ebu Davud, Edeb 95 (5010). Tirmizî, Edeb 69 (2847). İbnu Mace, Edeb 41 (3755).)

İbnu Abbas’tan gelen bir rivâyete göre bir bedevi Peygambere gelerek dikkat çekici bir üslûpla konuşmaya başladı. Peygamber; “Şurası muhakkatır ki beyanda sihir vardır, şurası muhakkaktır ki şiirde de hikmet vardır” buyurdu. (Ebu Davud, Edeb 95 (5011). Tirmizî, Edeb 63 (2848).)

Şairleri kötüleyen âyet nazil olduğu zaman Peygamberimizin şairlerinden Hasan b. Sabit, Abdullah b. Revaha, Ka’b b. Malik Peygamberimize gelip şöyle demişlerdi:

“Allah (cc) şu âyeti inzal buyurdu ve o biliyor ki biz şiir söylemekteyiz?’ Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) şairleri kötüleyen âyetlerden sonra gelen âyeti okudu:

“Ancak iman edenler, salih amelde bulunanlar ve Allah’ı zikredenler ile zulme uğratıuldıktan sonra zafer kazananlar başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp, devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şuara/227)

Peygamberimiz sonra buyurdu ki: “Burada tenkit dışı bırakılanlar sizlersiniz.” (İbni Ebi Hatim, nak. Muh. İbni Kesir, 2/664)

Şairleri kötüleyen âyet nazil olunca Peygamberimiz (sav) Hasan b. Sabit ve Kâ’b b. Mâlik’e (ra) şöyle buyurdu:

“Kureyş’i hicvediniz, çünkü sizin hicviniz onları ok yağmuruna tutmaktan daha etkilidir.”  (Müslim, F. Sahabe/157, Hadis no: 2490, 4/1935)

Bazı rivâyetlerde kendisine şiir okunmasını istediği geçmektedir. 

Amr ibnu’ş-Şerid babasından naklediyor. Ben bir gün bineğinin arkasına binmiştim. Bir ara bana:

-Hafızanda Ümeyye ibnu Ebi’s-Salt’ın şiirlerinden bir şeyler var mı”? diye sordu. Ben “Evet” deyince; “Söyle dedi.  Ben de kendisine bir beyit okudum. O yine; “Devam et” dedi. Ben de bir beyit daha okudum. O yine, “Söyle” dedi. Böylece kendisine yüz beyit okudum.” (Müslim, Şiir 1 (2255).)

 Hasan b. Sabit’i (ra) şiir söylemeye ise şu şekilde teşvik etmiştir:

Hz. Aişe anlatıyor: Rasûlüllah Hassan ibnu Sabit için mescide hususi bir minber koymuştu. Hassan orada oturur, Rasûlüllah’ı över, düşmanlarına karşı O’nu müdafaa ederdi. Peygamber “Hassan, Rasûlüllah’ı müdafaa ettiği veya onun adına övünme yaptığı müddetçe Ruhu’l-Kudüs onu takviye etmektedir. derdi.  (Buharî, Edeb 91. Ebu Davud, Edeb 95 (5015). Tirmizî, Edeb 70 (2849). Müsned, 4/286, 298, 299, 301, 302)

Berâ ibnu Azib anlatıyor. Rasûlüllah Kureyza günü şairi Hassan ibnu Sabit’e. “Müşrikleri hicvet, Ruhu’l Kudüs seninle beraberdir” dedi. (Buharî, Edeb 91, Bed’ul Halk/6. Müslim, F. Sahabe/153, (2486).)

Peygamberimiz (sav) güzel ve faydalı şiir konusunda ayrıca şöyle buyuruyor:

“Mü’min eliyle ve diliyle cihad eder. Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki, dille attığınız da ok gibi yaralar açar.” (A. b. Hanbel, nak. İbni Kesir, 2/664)

Ebu Hureyre anlatıyor: Rasûlüllah buyurdu ki: “Bir şairin söylediği en doğru söz Lebid’in söylediği şu sözdür: “Haberiniz olsun, Allah’tan başka her şey batıldır”. Ümeyye ibnu Ebi’s-Salt müslüman olayazdı.” (Buharî, Edeb 90. M. Ensar 20. Rikak 29. Müslim, Şiir 3 (2256). Ebu Davud, Edeb 70 (2853).)

Hüseyin K. Ece

9.12.2004 Zaandam