I-Sünnetin Dindeki Foksiyonu,

A-Sünnet ne demektir:

         Sünnet; takip edilen yol, âdet, gidiş, tabiat, kanun, yaratılış, hur, çığır, model, prensip, hüküm gibi anlamlara gelir.

         Istılah’ta, söz, fiil ve takrir olarak, Peygamber (sav)’e ait yaşayış  şeklidir. Bir anlamda Resûlüllah (sav)’ın takip ettiği yol ve hayatında prensip haline getirdiği fiil ve davranışlara verilen isim.

        Hadislerde sünnet daha çok, yol ve çığır manalarında kullanılıyor.

         “Her kim İslâm’da iyi bir sünnet (yol)/âdet) ortaya koyarsa, onun ve ondan sonra bununla amel edecek kimselerin sevabı o kimseye ait olur... Kim de kötü bir sünnet (yol) ortaya koyarsa, onun ve ondan sonra bununla amel edecek olanların günahı o kimseye ait olur.” (Müslim, 1/705)

         Kimilerine göre yukarıdaki klasik tanım Sünnet’i yeterince ifade edemiyor

         Sünnet, bid’at karşılığı kullannıldığı gibi, ahlâk manasında da kullanılmaktadır.

         Sünneti şu şekilde de tarif etmek mümkün:

         “Hükümlerinin aslı Kur’an’da olan İslâmı’ın temel ilkelerinin, şahitlik keyfiyeti için Rasûlüllah’ın örnekliğine başvurmanın zorunlu olduğu, zamanı aşkın, ümmeti bağlayan model uygulamalardır.” (Fevzi Zülâloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, s: 248)

         “Hz. Peygamber’in kendi döneminde İslâm toplumunu akide, tebliğ, eğitim, ahlâk, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çeşitli alanlarda; kısacası bireysel , toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatın her alanında, yönlendirip yönetmede Kur’an başta olmak üzere, esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu zihniyet, ya da dünya görüşüdür.” (M. Hayri Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde Sünnet, s:104)

         “Sünnet, Rasûlüllah’ın Kur’an’ı esas alarak hayatın her alanında inanç, ibadet, eğitim, hukuk, siyaset ve ekonomi gibi konuları kapsayacak şekilde ortaya koyduğu bir model, bir dünya görüşüdür.” (Beşir İslâmoğlu, Hadis Dersleri, s: 17)

         Hadis;

Sözlükte  yeni ve haber vermek demektir. Hadis bununla  beraber haber anlamına da gelmektedir.

Peygamber (sav)’e ait olduğu kabul edilen haberlere hadis denilir.  Hadisler, -diğer adıyla sünnet-  Kur’an’dan sonra İslâm’ın ikinci  kaynağıdır.

 

B-Peygamberin Görevi:

         İslâm’ın ikinci kaynağı Sünnet’dir. Peygamberler tarihi boyunca sürüp gelen Tevhid inancının son tebliğcisi Hz. Muhammed (sav) kuşkusuz kendine gelen vahyi en iyi açıklayan insandır.

         İnsan ile Rabbi arasında –yukarıdan aşağıya- haberleşmenin tek yolu bilindiği gibi vahy’dir. Allah (cc)’ın yeryüzünün halifesi insana görevlerini vahiy yoluyla bildirmektedir.

         Son vahiy olan Kur’an, her şeyi detayı ile açıklamıyor; ana prensipleri ortaya koyuyor, uygulamayı ve açıklamayı elçiye bırakıyordu.

Bunun için Hz. Muhammed’in vahiy karşısında bazı önemli görevleri bulunmaktadır. Onları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Tebliğ.

Hz. Muhammed (sav) kendisine vahyedilenleri, olduğu gibi başkasına okuyarak ulaştırmaktan sorumlu idi. Vahyi kıraat ederek okuma onun ilk başta gelen görevi idi.

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ {67}

         “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini duyurmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah, kafirler topluluğunu doğru yola iletmez.” (5 Maide/67)

  • Beyan:

Tebliğ edilen mesajın niteliğini ve niceliğini değiştirmeksizin muhataba göre açıklamaktır. Tebliğ mesajı duyurmak/iletmak iken, beyan muhatabın anlayış seviyesini, özel şartlarını dikkate alarak her bir ayrıntıyı anlaşılmak üzere açıklamak, anlaşılır ve yaşanır hâle getirmektir.

    وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ {64}‏

 “Biz sana Kitab’ı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir topluluk için (o Kitab) yol gösterici ve rahmet olsun.” (16 Nahl/64)

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ {44}

         “Sana zikri (Kur’an’ı) indirdik ki kendilerine ne indirildiğini insanlara açıklaysın; ta ki düşünüp öğüt alsınlar.” (16 Nahl/44)

         c-Örneklik/uygulama:

        لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً {21}

 “Gerçek şu ki, Allah’ı ve ahiret gününü (korku ve ümitle bekleyen) ve O’nu her zaman anan kimseler için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır.” (33 Ahzâb/21)

         Tebliğ ettiğini önce kendisi yaşadı ve insanlara vahyin hedeflerini gösterdi. Vahyin canlı modeli oldu. Vahiy O’nun tarafından açıklanıyor, yine bizzat O’nun tarafından pratize ediliyordu.

         O ümmet için seçilmiş bir misal/örnekti.

         Örneklikte iki unsur vardır:

         Birincisi; örnek gösterilen şey örnek alacaklar tarafından üretilebilir bir şey olmalıdır. Üretilmeyen şeyin örnek alınmasını istemek güç yetiremeyecek bir şeyi teklif etmek olur. Meselâ Hz. Muhammed’in göz rengi, boyu, gücü kuvveti örnek gösterilmez.

         İkincisi; örnek ile örnek alacaklar arasında yapısal farklılıkların olmaması gerekir. İnsan ancak insanı örnek alabilir. (Mustafa İslâmoğlu, Üç Muhammed, s: 130)

         d-Kitab’ı ve Hikmeti öğretmek:

         “Allah, mü’minlere âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten kendi aralarından bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar daha önceden apaçık sapıklıkta idiler.” (3 Âli İmran/164)

         e-Ümmet üzerine şahit olması:

         Şahid olmayı burada, söz ve fiil olarak tebliğ ettiği vahyi doğrulamak manasında alıyoruz.

         “Böylece sizi vasat (orta) ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun....” (2 Bekara/143)

         “Her ümmetten (inanç ve davranışlarının doğru olup olmadığına tanıklık edecek) bir şahit, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman (hâlleri) nice olur.” (4 Nisa/41)

“Ey Peygamber! Biz seni şahid müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

Ve izniyle Allah’a davetçi ve aydınlatıcı bir lâmba olarak (gönderdik).” (33 Ahzâb/45) 

         “Biz seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (48 Feth/8)    

 

         C-Peygambere itaat:

         Vahyi insanlara tebliğ ve beyan etmekle görevli bir elçinin, vahiyle ilgili her sözü, her davranışı, her uygulaması önemli olmalıydı. O, kendisine vahyedilenleri ve doğru olan konuşuyordu. Hevâ ve hevesinden konuşması düşünülemezdi. Buna Kur’an şöyle işaret ediyor:

         “O, hevâdan (kendi nefsinden) söylemiyor. O(nun okuduğu Kur’an) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.”  (53 Necm/3-4) 

         O’nun doğrudan başka hiç bir şey konuşmayacağı konusunda şöyle bir haber bulunmaktadır:

         “Abdullah b. Amr diyor ki: Resûlüllah (sav)’tan duyduklarımı ezberlemek için yazsam mı ki diye düşündüm. Kureyş beni yazmaktan caydırdı ve ‘Resûlüllah (sav) kızgınlık ve sakinlik hallerinde konuşan bir insan iken, sen, O’ndan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?’ dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resûlüllah (sav)’a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek:

         ‘(İstediğini) yaz, canımı kudret elinde tutan Allah (cc)’a yemin ederim ki, buradan hak’tan başka bir şey çıkmaz’  buyurdular.” (Sünen-i Ebi Davud, Beyrut, trh.İlim/3, Hadis no: 3646, 3/318.  Darimî, Sünen, Medine 1386-1966, Mukaddime/43, Hadis no: 490, 1/103. A. b. Hanbel, Müsned, 2/205, nak. Dr. N. Itr, Menhecü’n Nakdi, Dimeşk l312-1992, s: 40)

           Vahiy, Hz. Muhammed’in İslâm’da bir model olduğunu, O’na itaat edilmesi, O’nun İslâm adına tebliğ ettiği her şeyin alınması gerektiğini, O’na karşı gelmenin Allah’a isyan anlamına geldiğini söylüyor:

         İşte bir kaç örnek:

         “De ki: Ey Muhammed! Eğer Allah’ı seviyorsanz bana uyunuz. Öyle yaparsanız Allah da sizi sever ve günahlarınızı bağışlar. Allah Ğafûrdur, Rahimdir. De ki, Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirseniz, kuşkusuz Allah kafirleri sevmez.” (3 Âli İmran/ 31-32)          

         “Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz. Böyle yaparsanız rahmete kavuşmanız umulur.” (3 Âli İmran/132)    

         “Ey iman edenler, Allah’a itaat ediniz. Resûlüne ve kendi aranızdan seçilmiş sizden olan idarecilere de itaat ediniz. Eğer siz Allah’a ve Ahiret Gününe inanıyorsanız, bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüzde onu Allah’a ve Resûlüne müracaat ederek çözünüz. Bu türlü (hareket) daha hayırlı ve izah bakmından daha güzeldir.” (4 Nisa/59)

         “Hayır! Rabbin hakkı için onlar, kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem tanıyıncaya, sonunda senin verdiğin hüküm ve kararlardan dolayı içlerinde bir hoşnutsuzluk bulunmayıncaya ve senden ortaya çıkan her şeyi tam bir itaatle kabul edinceye kadar iman etmiş olmazlar.” (4 Nisa/65)

         “O’nun emrine muhalefet edenler, bu yüzden kendilerine bir fitnenin yahut acıtıcı bir azabın isabet etmesinden çekinsinler.”  (24 Nûr/63)     

         “Resûlüllah size ne emrettiyse ona uyunuz, O’nun size yasak ettiği şeylerden de uzak durunuz. Allah’ın vereceği ceza ağırdır.” (59 Haşr/7)         

         “Rasûlüm de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben, sizin hepinize gelen, Allah’ın peygamberiyim. O Allah ki, yerin ve göklerin yönetimi O’nundur. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O diriltir ve öldürür. Onun için Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî peygambere iman edin ve o elçiye uyun ki, doğru yolu bulasınız.” (7 A’raf/158)

         Şu hadislerde de aynı durumu görmekteyiz:

         Ebu Davud ve Tirmizî kitaplarında Ebu Rafiî’den şöyle rivâyet ediyorlar:

         “Resûlüllah (sav), Sizden birinizin, kendisine emrettiklerimden bir emrim, yasaklarımdan bir yasağım geldiği  zaman - koltuğuna yaslanarak;  ben başkasını bilmem, Allah (cc)’ın kitabında bulduklarımıza tabi oluruz- dediğini görmek istemem’ buyurdular.” (Ebu Davud, Sünne/Hadis no: 4605)

         Yine Ebu Davud Mikdam b. Ma’dikerb (r.a.)’den şöyle bir rivâyet naklediyor:

         Resûlüllah (sav)  şöyle buyurdu: “Dikkat edin, bana Kitap (Kur’an) ve onun bir misli verildi. Dikkat edin, karnı tok bir adamın, koltuğuna yaslanarak size: ‘Bu Kur’an’a uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır. (Başka kaynağa ihtiyacınız yoktur)’ demesi yakındır. Dikkat edin, Allah elçisinin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.” (Ebu Davud, Sünne/ Hadis no:4604. İbni Mace, yersiz, trh. Mukaddime/2, Hadis no: 12. Hakim, Tirmizî, A.b.Hanbel, nak. Hucciyyetüs Sünne, İst 1996 s: 89,119. Kütüb-ü Sitte, ter. İ. Canan, Ank. 1988, 2/333)

         Tirmizî de bu ifadeyi doğrular nitelikte  başka bir hadisi naklediyor:

         İrbaz b. Sâriye (ra)’nin dediğine göre Peygamberimiz (sav) bir gün onların

arasında ayağa kalkarak şöyle dedi: “Sizden birisi, koltuğuna yaslanmış bir şekilde oturarak Allah Teâla bu Kur’an’da olanlardan başka hiç bir şeyi haram kılmamıştır, demesinin doğru olacağını mı zanneder?  Hayır!  Ben bazı şeyleri  emrettim, bazı şeyleri öğütledim ve bazı şeyleri de  yasakladım.  Onlar, miktar olarak  Kur’an kadar, hatta  Kur’an’dan daha  fazladır.” (nak: Hücciyyetü’s Sünne, s: 89)

         Müslim Kitabında Cabir (r.a.)’den şöyle rivâyet ediyor:

         “Reslüllah (sav) konuştuğu zaman -sanki akşama veya sabaha düşmanın geleceğini ihtar eden bir kumandan gibi- gözleri kızarır, sesi yükselir, kızgınlığı artardı. Bir keresinde şehâdet parmağını uzatarak şöyle dedi: ‘Kıyametle aramda şu iki parmak arasındaki kadar mesafe kaldığı bir zamanda gönderildim. Kuşkusuz sözlerin en hayırlısı Allah (cc)’ın Kitabı, yolların en hayırlısı da Muhammed (sav)’in yoludur. İşlerin en kötüsü de dinde yapılan dayanaksız bid’atlerdir. Dine yapılan her (ilave) yenilik bid’attır ve her bid’at da sapıklıktır.” (Müslim, Sahih. Cumua/13, Hadis no: 867)

         Abdurrahman b. Amr ile Hacer b. Hacer  anlatıyorlar:

         Hakkında Tevbe Sûresi 92. Âyeti inen,  (“Kendilerini (binek sağlayııp) bindirmen için sana geldikleri zaman, sen; ‘Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum’ deyince harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözlerinden yaş akarak dönen kimselerin aleyhine de (bir yol   yoktur, kınanmazlar.)” (9 Tevbe/92)   İrbaz b. Sâriye (ra)’yi ziyarete gittik. Selâm verip dedik ki; ‘Bizler sana ziyaretci ve bir şey öğrenip dönücüler olarak geldik. (Bunun üzerine) İrbaz (ra) şöyle anlattı:

         “Peygamber (sav) bir gün bize namaz kıldırdıktan sonra ayağa kalktı ve çok etkili bir vaaz yaptı. Öyle ki bu vaazın etkisinden gözler yaşardı, kalpler titredi. (Orada bulunanlardan) birisi; ‘Ya Rasûlellah! Bu konuşmanız veda vaazı gibi oldu. Bize (bundan sonrası için) ne tavsiye edersiniz?’ dedi.

         Peygamberimiz (sav) buyurdu ki:

         “Size, Allah’tan korkmanızı, başınızdaki idareci Habeşli bir köle de olsa, dileyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Sizden uzun müddet yaşayanlar pek çok anlaşmazlıklar görecek. Böyle bir durumda size, benim sünnetime ve raşid halifelerime uymak düşer. Onlara sımsıkı tutunun, azı dişlerinizle (de olsa) onlara sarılın. Sonradan uydurulan ve dine sokulan işlerden (bid’atlerden) kaçının. Şüphesiz (dince doğru olmayan) yeni şeyler bid’attir. Her bid’at dalâlet, her dalâletin sonu da ateştir.” (Ebu Davud, Sünne/ Hadis no: 4607, 4/200.  Tirmizî, 2678. Nak. K. Sitte, 2/330)

         Kur’an’ın ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, Peygamber’in (sav) getirdiği, emredip yasakladığı her şey Kur’an’ın hükümlerini tamamlamaktadır.  Sünnet,

Kur’an’ın açıklaması ve uygulamasıdır. Sünnet, Kur’an’da hükmü bulunmayan meselelerin çözümünde kaynaktır, ondaki kapalı âyetleri açandır, onun en geniş ve en sağlam tefsiridir.

         Vedâ Hutbesinde geçen şu ifade bunu göstermesi bakımından önemlidir:

         “Size sıkıca sarıldığınız takdirde sapıtmayacağınıız iki şey brakıyorum: Allah‘ın Kitabı Kur’an ve benim Sünnetim.”  (Muvatta, Kader/3, nak. Hadis İlimleri ve Istılahları, S. Salih. Ter. Y. Kandemir, s: 256, K. Sitte, 2/328.  Tirmizî’nin rivâyetinde, Peygamber (sav)’in ümmetine Kur’an’ı ve Ehl-i Beytini bıraktığı haber veriliyor. Tirmizî, Menakib/77)

         Peygamber’e itaat Kur’an’ın emridir ama hangi davranışları, hangi sözleri, hangi uygulamaları bağlayıcıdır?

 

         D-Peygamberin Fiilleri:

         “Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinizin babası değildri, fakat o, Allah’ın Rasûlü ve bütün nebilerin sonuncusudur. Ve Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzâb, 33/40)

         a-Peygamberin risâletiyle ilgili fiilleri:

         Rasûlüllah’ın kendisine yüklenilen peygamberlik görevi ile ilgili bütün fiilleri bütün zaman ve mekanlarda pazarlık yapmaya meydan vermeyecek şekilde bütün ümmet için bağlayıcıdır.

        a1-İtaat edilmesi farz/vacip olan fiilleri:

         Temel ilkeleri Kur’an’la desteklenen, Peygamberimizin ibadet şekilleri bütün müslümanlar için fariza hükmündedir. Mesela, hacdaki uygulamaları, ezanın şekli ve sözleri, beş vakit namazın rek’atları, şekli, cuma namazının kılınışı gibi. Bunlar bir anlamda Rabbanî onaydan geçmiştir.

         b1-İtaat edilmesi tavsiye edilen fiilleri:

         Peygamber ilâhî emirleri eksiksiz yerine getirmiştir. İlâve olarak kendisine farz, ümmete nafile derecesindeki ibadetleri de hayatı boyunca devam etmiştir. Onun daima yaptığı bu ibadetler ümmet için farziyet ifade etmezler.

         b-Beşeriyetle İlgili Fiilleri:

Kur’an onun beşer yönüne vurgu yapıyor.

“Rasûller onlara dediler ki: ‘Evet biz de senin gibi insanlardan başka bir şey değiliz.’ Fakat Allah dilediğine lutfeder.” (İbrahim, 14/11)

         O aşkın bir varlık değildir. Öyle olsaydı örnek alınmması mümkün olmazdı.

         b1-İnsanlık örfü gereği işlediği fiiller:

         b2-Arap örfü gereği işlediği fiiller:

         c-Kendisine mahsus fiiller:

         Sözü ile kalbi arasındaki uyum hiç bir şahısta olmamıştır. Fiilîî boyutta ise özel bir denetime ve korumaya tabiç tutulduğu için sünnet çağları aşan bir evrenselliğe bürünmüştür.

         11i bulan evlilikleri gibi.

 

         E-Kur’an Sünnet İlişkisi:

         Kur’an ve Hz. Muhammed’in sünneti etle tırnak gibidir. Kur’an’dan sünnet bağı koparıldığı zaman her ikisini de anlamak mümkün olmadığı gibi, ortada vahye dayalı din olayı kalmaz. Herkes kendine göre bir Kur’an yorumu yapar, Kur’an ahkâmı altüst olur.

         Yukarıda Rasûl’ün görevleri sıralanmıştı. Buna göre O, insanüstü olmadığı gibi bir postacı da değildir. Son Rasûl, örnek alınması ve din konusunda uygulamalarına ve sözlerine itaat edilmesi geren bir elçidir.

         Kur’an’ın, mübîn, mufassal, müfesser olması hikmettir. Yoksa onun her şeyi açıktır, bir açıklayıcıya ihtiyacı yoktur anlamında değildir. Kaldı kı Kur’an, konuları mücmel olarak ortaya koyar, onun açıklaması ve uygulaması Peygambere aittir. Sünnet olmadan Kur’an muhtasar/mücmel, somut değil soyuttur. Kur’an’la insan hayatında gerçekleştirilmek istenen hedefler sünnetin bütünlüğünde bulunur.

         a-Kur’an ilke, Sünnet onun ‘sahih davranış modelleri’dir:

          Sünnet, vahyin şahitliğinin nasıl yapılacağının somut örneğidir. Nitekim Rasûlüllah’ın hayatı ve onun öğrencileri sahabe bu şahitliğin yaşanmış modelleridir.

         Kur’an’da somut davranış modelleri yoktur, çünkü o kavidir/kelâmdir. Kur’an sözlü hitabenin sınırları içerisinde mesajı dile getirir. Onun için onda ibadetlerin nasıl yapılacağının teferruatı yer almaz.

         Sözlü mesajı durumunu bilen Rabbimiz, elçisini Kur’an’ın şahidi olmakla görevlendirmiştir.

         b-Kur’an Kelâm/kavl/hadis, Sünnet İlâhî Kelamın şahitliği’dir:

         Kur’an, ilâhî kelâm/kavl/hadis olduğu için mesajın görüntülü, resimli, ayrıntılı olması gerekmez. Mesela ‘namaz’ ibadetinin nasıl olacağı onda yer almaz. Namaz’ın nasıl olacağını Sünnetin şahitliği orataya koyar.

         “Bakın bu (ilâhî kelam) doğruyu yanlıştan ayıran bir sözdür. Boş bir lakırdı değil.” (Târık, 86/13-14)

         “Allah, ahsenü’l-hadis bütün sözlerin en güzelini, kendi içinde tutarlı, her türlü ifadesini çeşitli biçimlerde tekrarlayan bir ilâhî kelâm şeklinde indirir...“ (Zümer, 39/23)

         Hz. Muhammed’in Sünneti, sıradan bir yaşayış, ya da bir hayat tarzı değil, bütün mü’minleri ilgilendiren, Kur’an’ın somutlaşmış örneğidir.

         Öyleyse bağlayıcıdır.

         Bu noktada Farz, Vacip, Sünnet gibi sıralamaya tekrar bakmak gerekiyor. Bu sıralama bize Sünnet dinde üçüncü derecede önemli imiş, sünnete uyulmazsa bir şey olmuyormuş, günah değilmiş diye düşünmek doğru değildir. Çünkü Peygamber’e itaat Kur’an’ın emridir. Elçinin bazı uygulamaları farzın ta kendisidir. Namaz kılma şeklinden tutunuz da, hac ibadetinin yerine getirilmesine kadar pek çok ibadet Peygamberin yaptığı gibi yapılır. Başka türlüsü olmaz. Öyleyse bu gibi durumlarda peygamberin sünneti farz gibidir.

         Sünnetin yeri böyledir. Müslümanların pek çoğu bunu böyle bilir ve böyle kabul eder. Ancak önemli olan Sünnetin Peygamberden geldiğinin sabit olması.

         Bu noktada karşımıza Sünnetin rivâyeti, yani hadis ilmi çıkmaktadır.

 

 

         II-Hadis ve Rivâyeti:

         Hadis edebiyatının oluşumu dört devre halinde gelişme göstermiştir. Bunlar:

         a-Sünnetin tesbiti; ezberlenmesi ve yazıya geçirilmesi.

         b-Sünnetin tedvini; hadislerin resmi bir şekilde toplanıp yazıyla kayıt altına alınması,

         c-Sünnetin tasnifi; hadislerin toplanıp belli metodlarla kitaplara geçirilmesi,

         d-Sünnetin tehzibi; tasnif döneminde meydana getirilen hadis kitapları üzerine sonradan yapılan her türlü çalışmalar.           

         Şimdi bunları kısaca gözden geçirelim:

 

         a-Sünnetin Tesbiti (Tesbitü’s-Sünne):

         Hadislerin tesbiti derken, daha çok ezberlenmesi ve hayat olarak yaşanmasının kasdediyoruz.

         Sahabeler Resûlüllah (sav)’ın yaşantısını en ince ayrıntısına kadar takip ederlerdi. Her hangi bir konuya ilişkin sorularını O’na yöneltirler, Kur’an’a ait bir açıklamayı O’ndan isterlerdi. Medine’de bulunan sahabeler O’nu takip etmede daha şanslı idiler. Zira Resûlüllah (sav) kendi aralarında yaşıyor, kendileriyle istişare yapıyor, kendileriyle yepyeni bir toplum kurma çalışmalarını yürütüyor ve yine kendileriyle beraber gerekirse düşmanlarıyla savaşa  çıkıyordu

         Üstelik sahabeler O’nu takip etmede oldukça titiz ve dikkatli davranıyorlardı. İşi olan işine gitse bile yerine bir arkadaşını bırakıyor, ertesi günü arkadaşı işine gidiyor, o ise Resûlüllah (sav)’ın yanında kalıyor ve akşamları söylenenleri, olanları, gelen vahiyleri birbirlerine aktarıyorlardı.

         Hadisler böyle bir hayat tarzında bütünüyle Kur’an gibi yazıya geçirilmemişti. Sahabelerin çoğu Resûlüllah (sav)’ı takip etmeyi yeterli görüyorlar, bazı sözlerini ezberlemeyi daha uygun buluyorlardı. Daha doğrusu Sünneti fiilen yaşıyorlardı. Yaşanan şeyin yazıya geçirilmesi elbette gerekli olmazdı.

 

         a1-Hadisler Niçin Kolaylıkla Ezberleniyordu?

         O zaman insanların ezberleme kabiliyeti güçlü idi.

         Sade bir hayat yaşıyorlardı ve dolaysıyla zihinleri arı-duru idi.

         Sahabeler Peygamberi takip em,ytmenin iman olduğunu bildikleri için onun sözüne kulak verip iiyice öğrenme arzusu taşıyorlardı.

         Peygamber (sav) az ve öz, yani çok beliğ konuşurdu. Öyleki onun sözlerini saymak bile mümkündü.

         Peygamber bazen sözleri iyi anlaşılsın diye sözlerini tekrar ederdi.

 

         a2-Hadislerin Yazılması Meselesi:

         O’nun sözlerini yazmak isteyen sahabeler olmuştu. Fakat Peygamber (sav) önceleri şu sözleri ile hadis yazılmasını  uygun görmemişti:

         “Benden Kur’an’dan başka bir şey yazmayınız. Her kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin. Ancak yazmaksızın benden rivâyet edin, bunda bir sakınca yoktur. Bir de kim bile bile bana isnad ederek yalan uydurursa Cehennemdeki yerini hazırlasın.” (Müslim, Zühd/72, Hadis no: 2004.  A.b.Hanbel, 3/21 nak. Dr. N. Itr, Menhecü’n Nakdi, s: 41)

         İslâmın ilk yıllarında hadisleri yazı ile tesbit etmek sonraki gibi ihtiyaç değildi. Bunun yanında ilk İslâm toplumunu meydana getiren ve bir kısmı yeni müslüman olan sahabelerin Kur’an’nın dışında başka bir şeye fazla düşkün olmaları istenmiyordu. Üstelik yazı o dönemde bir iletişim aracı olarak fazla kullanılmıyordu. İlim ve kültür daha çok sözlü aktarılıyordu. Mekke döneminde Peygamberimizin açıklamalarının az ve günlük hayatla fazla ilgili olmayışı da bunda etkili olmuştur. (Dr. İ. Çakan, Hadis Edebiyatı, s: 4)

         İslâm toplumunun kurulma çabaları ve İslâmî hükümlerin Peygamber eliyle, Kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların model olarak alabilecekleri şekilde uygulanma hedefi, daha çok açıklamayı ve öğüt vermeyi gerekli kılıyordu.

         Ancak daha sonradan meydana gelen gelişmeler yazının kullanılmasını adeta zorunlu hale getirmişti.            

         Sahabeler hadisleri yazmak yerine Peygamber (sav)’in bizzat ağzından, O’nun fiil ve onayını görerek, O’nun söylediklerini bizzat işiterek, ya da O’nu görenlerden duyarak hadisleri ezberliyorlardı, yani Sünneti yaşıyorlardı.

         Kaynaklardaki haberlere göre böyle bir yasağa karşın sahabelerden bazıları hadisleri yazıyordu. Hatta Resûlüllah (sav), okur yazar olan bazılarına hadis yazmaları için özel izin vermişti. Kendilerine izin verilen sahabelerin yazdıkları ‘hadis sahifeleri’nden bir kısmı çeşitli kitaplar vasıtasıyla zamanımıza kadar  ulaşmıştır. (Hadis edebiyatının başlangıcını, bizzat Hz. Peygamber tarafından yazdırılmış ve kendi zamanında korunmuş olan mektup, kanun ve risalelere , sahabeler ve tabiîler tarafndan yazılmış sahifelere kadar götürmek mümkündür. (M. Hamidullah’tan, Hadis Edebiyat, s: 12)  (Bazı sahabelerin bizzat Hz. Peygamber’den duyup yazılı metin haline getirdikleri ‘Sahife’ler hadis kitaplarının ilk örneği sayılır. Bunlar hacim olarak bir hayli yekûn tutmaktadır.

Bunların en meşhurları şunlardır:

1-es-Sahifetü’s Sadıka,

Abdullah b. Amr tarafından yazılmıştır. (İbni Abdilber, el-C. Beyani’l İlm, Beyrut, trh. 1/72. N.Itr, Menhec, s:45) İçerisinde bin kadar hadis bulunmaktadır. Bu hadislerin tamamına yakın bir kısmı, A. b. Hanbel tarafından, Abdullah b. Amr’ın Müsnedi başlığı ile rivâyet edilmiştir.

2-Ali b. Ebi Talib’in Sahifesi:

Buharî ve Müslim, Hz. Ali (ra)’ye ait küçük bir sahife’den bahsederler. İçerisinde diyet, esirleri serbest bırakma gibi konulara ait hadisler bulunmaktadır. Ebu Cuhayfe kendisine; ‘Yanında Kur’an’dan başka, Rasûlüllah’tan aktarılan bir şey var mı?’ diye sormuş, o da; ‘Hayır, Allah’ın Kitabı, bir kuluna verdiği anlayış ve şu sayfadan başka bir şey yoktur’ cevabını vermiştir.  (İbni Abdilber, el-C. B. İlm, 1/71. N. Itr, Menhec, s: 46) Hz. Ali (ra)’nin bu ‘sahife’si, Peygamberimiz (sav) zamanında hadislerin yazıldığı konusunda önemli bir belgedir.

3-Abdullah b. Abbas (ra)’ın Sahifesi:

İlmi çok seven Hz. Abdullah, hadis bilen arkadaşlarını dolaşır onlardan hadis yazardı. Gittiği  yerlere beraberinde bir tomar sayfayla gittiği, öldüğü zaman bir  deve  yükü kitap braktığı kesin haberlerle sabittir. Onun bu sayfasını meşhur öğrencisi Said b. Cübeyr rivayet etmiştir. (S.Salih, Ulumu’l Hadis, Beyrut1986, s: 30)

4-Ebu Hureyre (ra)’nin es-Sahife es-Sahiha’sı:

Öğrencisi Hemmam b. Münebbih tarafından rivayet edilmiş ve Sahife-i Hemmam adıyla meşhur olmuştur. Ebu Hureyre (ra) ya Peygamber (sav)’in vefatından sonra kendisi yazmış veya ögrencilerine yazdırmıştır. (S.Salih, U.Hadis, s:31-33)

Hadis tarihi açısından son derece önemli olan bu ‘sahife’, ‘hadisler Peygamber’den ikiyüz yıl sonra yazıldı diye demegoji yapanlara susturucu bir cevaptr. Bu sahife  A. b. Hanbel’in kitabında aynen yer almaktadır. M. Hamidullah tarafndan yeniden yayınlanan bu sahifede 138 hadis yer almaktadır. Türkçeye üç defa çevrilmiştir.

Kaynaklar, bunlardan başka; Cabir b. Abdillah. Enes b. Malik, Semure b. Cündeb, Saad b. Ubade (r.anhüm) ve diğerlerine ait sahifelerden, Hicretten sonra Medine’de Muhacir, Ensar ve Yahudilerin haklarını belirleyen sözleşme, Rasûlüllah’ın davet mektupları, Hudeybiye anlaşması ve benzerlerinden söz etmektedirler. (Bak; Dr. N. Itr, Menhecü’n Nakdi, s: 45-48, S. Salih, Ulumu’l Hadis, s: 23-33, Türkçesi, Hadis İlimleri, s: 18 ve dev.) )  

         Sözü edilen bu izin bazıları tarafından hadisleri yazma konusunda genel izin kabul edilmiştir.

         Yukarıda geçtiği gibi Abdullah b. Amr (ra) , Peygamber (sav)’den duyduklarını yazmak isteyince arkadaşları ona; ‘Rasûlüllah (sav) kızgınlık ve sakinlik hallerinde konuşan bir insan iken her duyduğunu  nasıl yazarsın?’ Hz. Abdullah durumu Rasûlüllah (sav)’a sordu. O da eliyle ağzını göstererek ona dedi ki: Yaz, canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki buradan hak’tan başka bir şey çıkmaz.” (Sünen-i Ebi Davud, İlim/3, Hadis no: 3646.  Darimî, Mukaddime/43, Hadis no: 489. Buharî, Tirmizî, nak. Darimî, ayn yer. A. b. Hanbel, Müsned, 2/205, nak. Dr. N. Itr, Menhecü’n Nakdi,  s: 40)

         Ebu Hureyre (ra) diyor ki:

         “Nebi (sav) ashab içerisinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis bilen yoktur. Çünkü o hadisleri yazardı, ben yazmazdım.” (Buharî, İlim/39,  Tirmizî, 5/40. nak. İbni Âbdilber, el-C. B. İlm, 1/70. Dr. N. Itr, age. s: 40)

         Bunlara benzer haberler, hadis yazma faaliyetinin sınırlı da olsa henüz Peygamberimiz (sav) hayatta iken başladığını gösteriyor. Ancak hem yasakla ilgili haberlerin, hem hadis yazma iznine ilişkin haberlerin sağlam oluşu bu konuda bir çelişkiye yol açmaktadır. Bir taraftan Kur’andan başka bir şey yazılmaması isteniyor, bir  taraftan da hadis yazmak üzere bazı sahabelere izin veriliyor.

         Bu çelişkili gibi görünen sorun hadis alimleri tarafından incelenmiş ve çeşitli açıklamalar yapılmıştır.

         İbni Kuteybe’ye göre burada iki ihtimal bulunmaktadır.

Birincisi, Sünnetin Sünnetle neshedilmesi. Peygamber (sav) önceleri yazmayı yasaklanmışken, hadislerin ezberlenemeyecek kadar çoğalması üzerine yazmaya izin vermiştir.

         İkincisi, bu izin yalnızca Abdullah b. Amr’a verilmişti. Zira onun yazması kuvvetliydi ve yabancı dil biliyordu. (İbni Kuteybe, Te’vilü Muhtelifi’l Hadis, Beyrut, trh. s: 266)

         Hattabî’ye göre, yasağın önce, yazma izninin sonra olması daha doğru görünüyor. Kur’an’a karışmaması ve okuyanı şaşırtmaması için, hadislerle Kur’an’ın aynı sayfaya yazılmaması istendi. Yoksa bu, yazının sakıncalı sayıldığı veya yazıyla hiç bir şeyin tesbit edilemeyeceği anlamına gelmez. (Dr. N. Itr, age. S: 41)
         Nitekim yasağın önce, yazma izninin daha sonra olduğunu gösteren başka haberler de bulunmaktadır. Ebu Şah isimli sahabe, Vedâ Hutbesinin kendisi için yazılmasını istedi. Bunun üzerine Peygamber (sav); “Ebu Şah için yazınız.” buyurdu. (İbni Abdilber, el-C. B. İlm, 1/70, Dr. N. Itr, Menhec, s: 42)

         Bir hadiste; “İlmi yazıyla kayıt altına alın” buyurulmaktadır. (İbni Abdilber, age. 1/73. “Abdullah b. Amr diyor ki: Rasûlüllah (sav)’a sordum: Ya Rasûlellah! İlmi kaydedeyim mi? Buyurdu ki; ‘edebilirsin’.  Hadisi rivayet eden Atâ diyor ki, ‘İbnu Amr’a, ilmin kaydedilmesi nedir?’ diye sordum. Dedi ki, onun yazılmasıdır.”  İbni Abdilber, Age. 1/73) 

         Hafızası zayıf olduğu için ezberleyememekten şikayetçi olanlara Peygamberimiz; ‘ Sağ elinizi yardıma çağırın, yani yazın’  (Prof. T. Koçyiğit, Hadis Tarihi, Ank. 1977, s: 30. Doç. İ. Canan, K. Sitte, 1/27) diyerek Kur’an’ı ve diğer ilimleri yazmalarına izin vermiştir. 

         Eğer hadisleri yazma yasağı mutlak olsaydı ve Peygamberin vefatına kadar devam etseydi, başta Abdullah b. Amr  olmak üzere, yanlarında hadis sayfaları bulunan pek çok sahabi, -Peygamberin emrine karşı gelmemek için- onları imha ederlerdi.        

         Anlaşılıyor ki, yazıyı iyi bilenlere hadis yazma izni geneldi. Kaynaklarda onların yazdığı hadis sayfalarından bol örnekler bulunmaktadır.

         Ancak sahabelerin çoğunluğu Resûlüllah (sav)’tan sonra da hadislerin ezberlenmesini, yazıya geçirilmesinden daha önemli bulmuşlardı. Bu tutum tabiîlerde bile görülmekte idi.  “Onlar, hadislerin Kur’an’la karışma ihtimalinden dolayı yazmaktan yasaklanmışlardı. Ezberleme ise onlar için daha kolaydı ve zihinleri bu iş için çok elverişli idi. Üstelik bir çoğu yazı bilmiyorlardı.” (İmam Suyutî, Tenviru’l Havâlik, Mısır, trh. 1/5)

         Bütün bunlara rağmen sahabe ve tabiin döneminin başlarında sistemli bir yazı faaliyetinin olduğu söylenemez. 

         Fıkıh ilmiyle uğraşan fakihler, delil olarak kullandıkları hadisleri sağlam bir yolla elde çalışmışlar, böylece bu işte titiz olan alimler sayesinde hadislerin sağlam bir şekilde rivâyet edilmesi ve hadisleri bir araya toplama ihtiyacı ortaya çıkmıştı.

         Resûlüllah (sav) ve sahabelerden gelen haberleri ilk defa toplayan tabiilerden İbni Şihab ez-Zührî (öl. 124/741), Rabi’ b. Sabih (öl. 160/763), Abdulmelik b. Cüreyc (150/767)  ve Said b. Ebi Arûbe (öl. 156/772) idi.

 

a3Hadislerin Rivâyet Edilmesi İhtiyacı:

         Sahabeler Resûlüllah (sav) henüz hayatta iken hadis rivâyet ediyorlardı.  Çünkü bunu bizzat O emrediyordu ve bunun önemine değiniyordu.

         İbni Mes’ud (ra)’dan rivayet edildiğine göre Resûlüllah (sav): “Benim sözümü işiten, onu ezberleyip güzelce anlamını anlayıp sonra onu başkalarına rivâyet edenin Allah yüzünü ak etsin. Nice fıkıh (anlayış ve derin kavrayış) yüklenenler vardır ki, onu kendisinden daha fâkih (daha anlayışlı veya fıkıh bilgisi çok olan) birisine aktarırlar” buyurdu. (Ebu Davud, İlim/Hadis no: 3660, 3/322. İbni Mace, Mukaddime/18, Hadis no: 230, 1/84. Darimî, Mukaddime/24, Hadis no: 234, 1/65. (Hadisin farklı rivayetleri için bak: İbni Abdilber, el-C. B. İlm, 1/38-42)

         Ramahürmüzî kitabında anlatıyor: İbni Abbas diyor ki, Ali b. Ebi Talib(ra)’ten işittim.  Dedi ki: “Resûlüllah (sav) yanıma geldi ve şöyle buyurdu: ‘Ey Allahım, halifelerime merhamet et’. Biz, ‘Ya Resûlellah! Senin halifelerin kimlerdir? dedik. Cevap olarak: ‘Onlar benim hadislerimi rivayet eden ve onları insanlara ögreten kimselerdir” dedi. (İbni Âbdilber,  bu hadisi Hasen (ra)’dan naklediyor. el-C. B. İlm, 1/46)

         Abdullah b. Abbas  (ra), Peygamberimizin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “(Sözümü) dinleyiniz. (Olur ki) sizi dinleyen olur, onları da dinleyen olur.”  (İbni Abdilber, age. 1/43)

         Enes b. Malik (ra) haber verdiğine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden kim kırk hadis öğrenirse, Kıyamet günü fâkih ve alim olarak Allah’a kavuşur.” (İbni Abdilber, age. 1/43)

         Allah’ın Rasûlü bir başka hadisinde; “Benden hadis rivâyet ediniz. Bunda mahzur yoktur.” buyurmaktadır. (Müslim,  Zühd/16, Hadis no: 3004)

         Bunlara benzer daha bir çok hadiste, ilmin ve hadis rivâyetinin övülmesi nedeniyle,  gerek sahabeler gerekse onlardan sonra gelen tabiîler hadisleri, titizlikle öğrendiler ve başkalarına dikkatli ve  güzel bir şekilde  rivayet ettiler. Onlar bunu yaparken aşırı duyarlı davrandılar. ‘Peygamber şöyle dedi’ diyen herkesin rivâyetini hemen benimsemediler. Duydukları haberlere şahitler aradılar, ‘kimden duydun?’ diyerek haberin kaynağını  sordular.  Özellikle sahabeler Resûlüllah (sav)’ın demediği bir şeyi kesinlikle rivâyet etmemeye özen gösterdiler. Duyduklarını ölçüsüzce rivayet eden herkesi uyarmaktan,  ayıplamaktan çekinmediler. Hatta elinde yetki olanlar, çok rivâyette bulunanlara -yalan yanlış rivâyetleri önlemek için- kısıtlamalar getirdiler.

         Onlar şu hadisin hükmünü gayet iyi biliyorlardı:

         “Bile bile her kim bana dayandırarak yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın. (Müslim, Zühd/16, Hadis no: 3004. Ebu Davud, İlim/4, Hadis no: 3651. Buharî, İlim/38, Cenaiz/33)

         Bu tehdide aldırmayan hadis uydurucuları çoğalınca işin ehli olanlar hadis rivâyetinde daha titiz davranmaya başladılar. 

 

         a4-Hadis İçin Yolculuklar:

         Hatta hadisleri bilenden bizzat dinlemek için yolculuk yapılmaya daha sahabeler döneminde başlanıldı. Daha sonradan hadis yolculukları hadis ilmi için vazgeçilmez bir prensip haline geldi.

         Eba Eyyûbi’l-Ensari (ra)’nin tereddüt ettiği bir hadisi, sağ kalan ve o hadisi bilen Ukbe b. Amir (ra)’e sormak için ta Mısır’a gittiği anlatılır. (Dr. N. Itr. Menhec, s: 56 Dr. İ. Canan, Hadis Tarihi (Ders Notları) Erzurum 1974,s: 38)        

         Şam’da bulunan Ebu’d Derdâ (ra), rivâyet ettiği bir hadis kulağına ulaşınca onun aslını kendisinden sormak için  Mekke’den kalkıp yanına gelen kişiye hadisi hatırlatarak onu hararetle tebrik eder. Aralarında geçen  konuşma şöyle:

         Ebu’d Derdâ sorar:

         -Yani ticaret amacıyla da gelmedin?

         -Evet.

         -Bir başka ihtiyaç için de gelmedin?

         -Evet.

         -Yani yalnızca sözkonusu ettiğin hadisi ögrenmek için geldin (öyle mi)

         -Evet.

         -Eğer doğru söylediysen sana müjdeler olsun. Zira ben Rasûlüllah (sav)’ın şöyle dediğini işittim: “İlim öğrenmek için evinden çıkan hiç bir kimse yoktur ki melekler –onların arzu ettikleri şeyden- memnun olmaları sebebiyle onlara kanatlarını germemiş olsun.” (K. Sitte 1/134 ) 

         Yapılan yolculukların asıl amacı, hadisleri ait olduğu kaynaktan öğrenmek, en kısa rivâyet zincirini elde etmek, râviyi daha yakından tanımak, hadis rivayetini yerinde araştırmak, Peygamber (sav)’e ilişkin haber silsilesini sağlam tutmak ve yukarıdaki tehdidin sınırları dışında kalmaktı.

         Rıhle ile, İslâm aleminde zengin bir ilmî ortam oluştu, hadisler için farklı rivâyet yollar tesbit edildi,  raviler hakkında daha sağlıklı bilgilere ulaşıldı.  Böylece hadislerin güvenilirliği arttı. Başka ilim dalları için de önemli bir yayılma yolu oldu.

         Müslim’de anlatıldığına göre Abdullah b. Abbas diyor ki:

         “Biz Peygamber (sav)’den hadis rivayet ederdik. Ta ki uydurma hadisler ortaya çıkıncaya kadar. Ne zaman ki insanlar işi bir yandan kolaylaştırarak ve bir yandan da zorlaştırarak alabildiğine hadis uydurmaya başladılar;  biz de hadis rivayetini terkettik.” (Nak. Ahmed Emin, Fecru’l İslâm, Ter. A. Serdaroğlu, Ank. 1976, s: 311)         

 

         b-Sünnetin Tedvini (Tedribü’s-Sünne):

         Sünnetin (hadislerin) tedvini, dillerde ve dağınık yazı malzemesi üzerinde olan hadislerin herhangi bir sınıflama yapmadan bir araya toplanması demektir. Böylece tedvin, henüz yazıya geçmemiş rivâyetleri yazıya geçirmek ve önceden bir şekilde ve dağınık malzeme üzerine yazılmış olan hadis metinlerini toplayıp yeniden ve sağlam bir şekilde yazma işini kapsamaktadır.      

         Hadislerin daha sahabe döneminde derlenmeye başladığı söylenebilir. Hz. Ebu Bekr’in bildiği hadisleri bir risale halinde yazdırdığı ama her nedense sonradan bunu imha ettiği kaynaklarda yer alıyor.

         Hadis tarihi bakımından ikinci tabakayı oluşturan tabiîler döneminde gerek ezberlemenin zayıflaması,  gerek râvi sayısının çoğalması ve gerekse çeşitli grupların ortaya çıkması ve hadis uydurma faaliyetlerinin artması; ilim ehlinin dikkatli olmasının  yanında,  hadislerin resmen tedvin edilmesini lüzumlu hale getirmişti.

         Hadisleri bilen uzman alimlerin de birer birer ölmesi, ya da Said b. Cübeyr gibilerinin şehit edilmesi; ilmin yok olması endişelerini artırmştı.

         Emevi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz (61/680 – 101/719), Medine Valisi Ebu Bekir b Hazm’a şöyle yazdı:

         “Bak, araştır. Resûlüllah (sav) Efendimizin hadisine ait ne varsa yaz (yahut yazdır). Zira ben ilmin kaybolmasından ve alimlerin yok olmasından korkuyorum. Bir de Resûlüllah (sav)’ın hadisinden başkasını kabul etme. Hem de alimler ilmi açıkca okusunlar. Ders vermek için özel bir yerde dursunlar, ta ki bilmeyenlere öğretilmiş olsun. Çünkü ilim gizli kalmadıkça mahvolmaz.” (Darimî, Mukaddime/43, Hadis no: 494. Buhari, İlim/34, nak.Tecrid-i Sarih Ter. Mukaddime. Ank. 1976, 1/48)

         Halife tarafından verilen bu emir/izin, İslâm beldelerinde hadis çalışmalarını artırdı. İlim adamları hadisleri toplamak için yolculuklara çıkmaya başladılar. Dinlediklerini ezberlediler, kitaplara katardılar. Hadisleri toplamak ve kabul etmek konusunda kurallar koydular. Râviler ve rivâyetler hakkında geniş araştrmalar yapmaya başladılar.  

         Daha tabiîler zamanında hadis ilmine prensipler ve terimler (ıstılahlar) ortaya çıktı. Alimler bu kurallara değer verdiler. Bu prensipler doğrultusunda hadisleri tedvin ettiler. Hatta hadis tedvini için özel yazıcılar bile görevlendirildi. Bir kentte tedvin edilen hadisler bazen diğer beldelere de gönderildi.

         Resmi tedvin emrinden sonra bu işe başlayanların sayısı oldukça arttı. Hadisleri yazma konusundaki tereddütler dağıldı. Ümmet hadislerin tedvini hususunda adeta birleşti.

         Alimler bu kutsal göreve koştular. Rasûlullah (sav)’ın hadislerine, yani Sünnete hizmeti Allah’n dinine hizmet bildiler. Bu işin ibadet olduğuna yürekten inandılar. Meydanı çıkarcı  uyduruculara ve bid’atçılara bırakmadılar. İslâm ümmetinin Kıyamete kadar yararlanacağı çalışmaları yaptılar.

         Yalnız bu çalışmalar henüz tasnif edilmemiş bir tedvin (derleme) çalışması idi.

         Bu dönemde,  Başta İbnu Şihab ez-Zührî olmak üzere pek çok alim hadisleri kaynaklarından ögrendiler, derlediler ve öğrencilerine aktardılar. Bazılar ise tedvin ettikleri hadisleri yazılı metin haline getirdiler.

         Bunlardan; Malik b. Enes (öl. 179/795), Muvatta isimli kitabını, Şûbe b. Haccac  (öl.160/776) Musannef’i, Süfyan b. Uyeyne (198/813) yine Musannef adlı kitapları, diğer hadis alimleri de başka kitaplar yazdılar.

         Tekrar hatırlamak gerekir ki, ilk hadis tedvin faaliyeti halife Ömer b. Abdilaziz’in emriyle başlamadı. Daha önceden de bu faaliyet vardı. Ancak çok kapsamlı değildi. Halifenin mektubu bu işe resmi destek oldu, şüpheleri giderdi. Bir anlamda hadis çalışmalarını hızlandırdı.

 

         c-Sünnetin Tasnifi (Tasnüfü’s-Sünne):

         Sünnetin tasnifi, tedvin edilmiş hadis malzemesi içinde yer alan hadisleri konularına göre ayırıp, belli kitap (ana bölüm) ve bab (başlık)larda  toplamak demektir.

         Hadislerin tasnifi, hiç bir ayırım yapılmadan bir araya toplanmış hadislerin, kolaylıkla istifade edilebilir bir duruma getirilmesini sağlamıştır.

         Tasnif çalışmaları hadis edebiyatnın altın çağ sayılan bu dönemdir. Hicrî üçüncü yüzyılın başından, hatta ikinci asrın sonlarından başlayıp, dördüncü yüzyılın ortalarına  kadar sürdüğü kabul edilmektedir. Bu dönemde hadisler ya bablarına (konularına) göre (ale’l-ebvab), ya da sahabe adına göre (ale’r-ricâl) tasnif edilmişlerdi.

         Tedvin ve tasnif dönemlerinde rivâyet şekillerine göre eserler yazıldı. Bunların çeşitleri şu başlıklar altında toplanabilir:

         1 - Sahifeler: Kur’an’dan sonra alimlerin yazdıkları ilk küçük eserler.  Bunlar bir veya bir kaç sayfadan oluşan ilk hadis mecmualarıdır. Abdullah b. Amr’ın ‘es-Sahife es-Sadıka’sı gibi.

         2 - Cüzler: Bir ravi tarafından rivâyet edilen hadis toplamına cüz denildiği gibi, belli konularda yazılmış hadis kitaplarına da cüz adı verilmiştir.

         3 - Risaleler: Cami adı verilen kitapların bir bölümüne ait hadisleri toplayan kitaplar. İbni Hacer’in  Münebbihât’ı gibi.

         4 - Müsnedler: Konuları ne olursa olsun ilk râvilerine göre meydana getirilen eserler. Ahmed b. Hanbel’in, Davud et-Teyâlisî’nin kitapları gibi.

         5 – Mu’cemler: Râvilerin isimlerini ve rivâyet ettikleri hadisleri alfabetik olarak toplayan kitaplar. Tabaranî’nin ve İbrahim b. İsmail’in Mu’cemleri gibi.

         6 - Musannefler: Dini konuların çoğunu içeren ve fıkıh bablarına (konularına) göre düzenlenmiş hadis kitapları. İmam- Malik’in Muvatta’sı ve Abdürrezzak’ın Musannef’i gibi.

         7 – Câmi’ler: Fıkıh bablarının tümüne göre tertip edilen eserlerdir. İmam- Buharî’nin ve Tirmizî’nin El-Camiu’s-Sahihleri gibi.

         8 - Sünenler: Daha çok ahkâm hadislerini  toplayan kitaplar. Ebu Davud ve Nesâî’nin eserleri gibi.

         9 - Müstedrekler: Buharî’nin ve Müslim’in şartlarına uyduğu halde kitaplarına almadıklar hadisleri toplayan kitaplar. Hâkim en-Nisabûrî’nin Müstedrek’i gibi.

         10 - Müstahrecler: Diğer hadis imamlarının kitaplarında olan hadislerin başka senetlerle rivâyetlerini toplayan kitaplar. Ebu Nuaym el-İsfehanî’nin Müstahrec’i gibi.

         11 - Erbaunlar: Kırk hadisi bir araya toplayan kitaplar, en-Nevevi’nin eseri gibi.

 

         d-Sünnetin Tehzibi (Tehzibü’s-Sünne):

         Tasnif döneminden günümüze kadar, önceden meydana getirilmiş kitaplar üzerine yapılmış her türlü çalışmaya bu ad verilmektedir. Tehzib döneminde bir kaç eser hariç pek orijinal eserler meydana getirilmemiş, tasnif döneminde yazılmış eserler üzerine yeni çalışmalar yapılmıştır.

         Bu dönemde; farklı kitapları birleştirme, bir kitabın diğerine göre fazlalıklarını çıkarma, kitapları özetleme, bir kitabın şartlarına uyan diğer rivâyetleri toplama, mevcut eserleri şerhetme, râvileri araştırma, dil yönünden incelemeler, hadis kitaplarını çeşitli yönlerden tanıtan araştırmalar, rehber kitaplar gibi çok faydalı çalşmalar yapılmışıtr.

         Bu çalışmalar bugün de devam etmektedir.

 

         III-Güvenirlilik Açısından Sünnet,

         Haberi ait olduğu kaynağa isnad etmek (dayandırmak-senetlendirmek) yöntemi sadece Müslümanlara özgüdür. Özellikle hadis rivayetinde görülen bu yöntemle Resûlüllah (sav)’ın, sahabelerin ve onları takip eden selefin  haberleri bize kadar sağlamca gelebilmiştir.

         Bu metod, müslüman alimlere göre bilimsel bir kuraldır. İlmî araştırmalarda gönül yakınlığı, arkadaşlık hatırından, keşif veya ilhamdan ziyade; araştırma, hakkaniyet ve objektiflik söz konusudur. Bu metod, hadis ilminde kime ve neye ne kadar güvenileceğinin ölçüsünü getirmiş, haberlerin kabul edilebilirlik kriterini ortaya koymuştur. Pek çok  tarihî bilgi bu yolla aktarıldığı için; tarih ve tarihî kişilikler hakkında ilim bakımından tutarlı yorumlara zemin hazırlanmıştır.  Deney ve tecrübelerin ilimlerdeki değerine eş bir değeri bu rivâyet yönteminde  bulmak mümkündür

         İbni Hazm der ki: “Sika (güvenilir) bir ravinin yine sika ravilerden Hz. Peygamber (sav)’e kadar kesintisiz bir şekilde haber anlatmaları, Allah (cc)’ın Müslümanlara verdiği bir nimettir. Diğer milletlerde böyle bir metod yoktur.” (Prof. T. Koçyiğit, Hadis Usûlü, Ank. 1975, s: 802) 

         Hadisleri musannefler-tasnif edenler (çeşitli başlıklar altında toplayıp yazanlar) senetlere büyük önem verdiler, rivâyetlerini senetlere dayadılar ve senetsiz gelen hiç bir rivâyeti kabul etmediler.

         Hadisler hakkındaki değerlendirmeler genellikle senedin durumuna göre  yapılır. Bugün duyduğumuz sahih hadis, zayıf hadis, hasen hadis değerlendirmeleri, hadislerin senedine göre yapıldı.

         Hadis, senet ve asıl haber yani metin olarak iki kısımda düşünüldü.

         Sadalet ve zabt sıfatına sahip râvilere sikâ râvi denildi ve onların yaptığı rivâyetlere itimat edildi.

         Sika râvileri tesbit edebilmek, dolaysiyle en kuvvetli senedi elde etmek için Cerh ve Ta’dil (ravinin güvenilir olup olmadığını araştırma) ilmi ortaya çıktı.

         Adalet ve zabt (doğruluk ve hadisi sağlam bir şekilde elde etme, ezberleme) sıfatlarına sahip ravilerin rivayet ettiği, Resûlüllah (sav)’a nisbetinde kuşku olmayan hadislere sahih,

         Adalet yönünden sağlam olmakla beraber  zabt yönünden sahih derecesine ulaşmayan hadislere hasen,

         Bu sıfatlar taşımayan, senedinde cerh ve ta’dil yönünden illetler (zayıflıklar) bulunan hadislere de zayıf  hadisler denmiştir.

         Başkaları tarafından uydurulmuş sözlere de mevzu (uydurma) hadisler adı verilmiştir.

         Hadislere böyle isimler verilmesi sadece senetleri yönündendir. Zayıf denilen hadislerin metinleri pekâla sahih olabilir.

         Hadis tedvin faaliyetleri devam ederken –yukarıda geçtiği gibi- rivâyetlerle ilgili bir takım prensipler ve terimler de gelişti. Bunlar zamanla hadis ilmiyle uğraşanların baş vuracağı prensipler haline geldi. Böylece hadis usûlü ilmi ve hadise ait çeşitli ilim dalları gelişti. 

Bu ilim dallarının hepsi hadis adıyla rivâyet edilen bütün haberlerin sahihini zayıfından ayırmak, Peygamber adına uydurulmuş asılsız sözleri ortaya koymak içindi. 

         Resmi tedvin emriyle hadisler tasnif edilmeksizin kitaplara yazıldı, yani biraraya toplandı. Bu hadis malzemesi tasnif edilmediği için sahih ve zayıf hadisler henüz iç içe bulunuyordu. Hangi hadisin hangi konuya ait olduğu sistemli bir şekilde belirtilmemiş, hadis rivâyetleri  geniş bir eleştiriye tabi tutulmamştı.

         Tekâmül (olgunlaşma) denilen tasnif çağında hadisler belli başlıklar altında bir araya getirildi, sahih hadislerin tesbitine önem verildi, hadis rivâyetleri kritik edildi.

 

         IV-Günümüzde Sünnet Litaratürü ve Değeri,

         a-Fiilî ve Kavlî Sünnet Ayrımı,

 

         b-Günümüze Ulaşan Hadislerin Değeri,

 

         c-Hadis Kitaplarının Tabakaları,

         Hindistanlı hadis alimi Şah Veliyyullah Dehlevî hadis kitaplarını

Kendince beş tabaya ayırmış, onsan sonra gelen alimler de bu sınıflandırmayı genellikle beimsemişlerdir.

       Birinci Tabaka: Muhtevası kesinlikle sahih olanlar. Buharî, Müslim’in kitapları ve Muvatta.

         İkinci Tabaka: Sahihayn’i ve Muvattayı sahihlik yönünden takip edenler. Bunlar, hadiste kendilerine her bakımdan güvenilen muhaddisler tarafından meydana getirilmiş kitaplardır. Bu tabakaya Ebu Davud’un, Tirmizî’nin, Nesâî,’nin ve Ahmed b. Hanbel’in kitapları girer.

         Üçüncü tabaka: Buharî ve Müslim’den önce ve sonra meydana getirilen ve içerisinde her türlü hadislerin yer aldığı kitaplardır. Bunlar ilk iki tabaka kitapları kadar bilinmezler, fıkıhçılar onlardaki tek kanaldan gelen hadislerle amel etmediler, üzerlerinde az çalışma yapılmıştır. Ebu Ali, Abd b. Humeyd, Teyâlisî’nin müsnedleri,  Abdurrezzak ve Ebu Bekr Şeybe’nin Musannefleri, Beyhâkî’nin Sünenleri, Tahâvî ve Tabarânî’nin kitapları bu gruba girer.

         Dördüncü Tabaka: Bunlar, daha sonra ilk iki tabakada bulunmayan rivâyetleri bir araya toplamaya çalışan kitaplardır. Bunların değeri muhtevalarına göre takdir edilir. İbni Hibban’nın Kitabu’z Züâfas’sı, İbnu Adiyy’in el-Kâmil’i, Ebu Nuaym el-Isfehânî’nin, Deylemî’nin kitapları gibi.

         Bu tabakanın en iyisi zayıf, kötüleri ise münker haberlerid.

         Beşinci tabaka: Bunların bir kısmı arihcilerin, tasavvufcuların, fakihlerin dillerinde dolaşan rivâyetlerdi. İlk dört tabakada asılları yoktur. Bir kısmını ise yalancılar uydurmuşlardır 

 

         d-Kütüb-ü Sitte’nin Önemi,

         Yukarıda geçtiği gibi ilk iki tabakadaki kitaplara ümmet güvenmiş ve onlarla amel etmişlerdir. Üçüncü tabakadaki kitaplardan ise ancak konunun uzmanı olan, rivâyetleri bilen, zayıfı sahihten ayırabilecek kimseler istifade edebilirler.

         Bunlardan şahid olarak faydalanılır.

         Dördüncü tabakadakilerden istifade zor olduğu gibi mütehassıs alimlerin derin araştırmasına ihtiyaç vardır.

 

         Kütüb-ü Sitte:

         Buharî, 87 şerh

         Müslim,40 şerh,

         Ebu Davud, 18 şerh

         Tirmizî, 14 şerh

         Nesâî, 6 şerh

         İbni Mace, 11 şerh

         Kütüb-ü Tis’a:

         Darimî, 2 şerh

         Muvatta, 42 şerh

         Müsned,       

 

         e-Öteki Hadis Kitaplarının Önemi,

         Ümmetin Kütüb-ü Tis’a’ya itimad etmesi, onların daha fazla meşhur olması, ya da üzerlerinde fazla durulması, diğer hadis kitaplarının temamen değersiz oluşunu göstermez. K. Tis’a’da bütün hadislerin sahih, yani tam güvenilir olduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi, diğer kitaplardaki hadislerin hepsinin zayıf veya çoğunun uydurma olduğunu söylemek de mümkün değildir.

         Pekâla, üçüncü, hatta dördüncü tabaka denilen kitaplarda da sahih,  veya fafihlerin amel ettiği hadisler olabilir. Ancak genel hatları ile zayıf sayıldıkları için, konunun uzmanları dışında onlara fazla itibar edilmemiştir. Belki bazı konularda mevcut bir haberi desteklemek, şahit getirmek için kullanılmışlardır.

         Zayıf hadislerin daha çok tarih, mağazi, mev’iza, zühd ve tasavvuf, tefsir  kitaplarında yer aldığını, bu kitapların bu gibi hadislere yer verirken hadis ilminin ölçülerine uymadıkları, hadisleri tenkit süzgecinden geçirmedikleri biliniyor.

         Bugün çeşitli yerlerde hadis diye nakledilen veya yer alan sözlerin kaynağını aramak zorundayız. Her hadis-i şerif yazılan söz hadis olmayabilir. Hadis rivâyet edenlerden kaynağı istenmeli. Ya da hadislere konuşma veya yazılarında yer verenler kaynağını göstermeliler.

         Esasen Rasûlüllah’ın sözleri her bakımdan diğer insanlarınkinden farklıdır. Onun sözü akla, Kur’an’a, kevnî olaylara, insanın maslahatına, hatta tarihî olaylara bile uygundur. Hadis diye rivâyet edilen sözlerde bunlara ters bir iddia, kabul etmekte güçlük çekeceğimiz bir ifade varsa, kabul veya reddetmede acele etmemek, hadisleri araştıran kitaplara, bilenlere sormak gerekiyor. Yine de bir sonuşç alamazsak, susmak bazen iyidir.

         Benim aklım almıyor, akla ve mantığa aykırı, bilimsel buluşlara, insanlığın asırlardan beri elde ettiği tecrübelere uymuyor, Kur’an’a zıt gibi değerlendirmelerde acele etmek, rahat konuşmak bizi hataya götürebilir. Hadisler hakkında yanlış hükme varabilirirz. Hadislerin sahihliğini araştırmak, uzmanların görüşlerine başvurmak, bu konuda söylenenleri incelemek daha sağlıklı bir yoldur.

         Tarihen sabittir ki Rasûlüllah adına pek çok yalan uydurulmuştur. İyi ya, hadis ilminin, bu ilmi geliştiren hadiscilerin gayesi ve çabası da bu yalanları ortaya koymak ve Rasûllah’a ait haberleri sağlam bir şekilde korumaktır. Hadisleri değerlendirmede bu alandaki müstesna çalışmaların işimize yarayacağı açıktır. Yani usûl bilmek, yol yordam bilmek, insaflı ve objektif olmak, iyi niyetli ve araştırmacı bir bakışa sahip olmak elzemdir.

        

       Hüseyin K. Ece

Düzeltme 21.1.2009 Zaandam