-hz. Muhammed’de en güzel örnek vardır

Kur’an hz. Muhammed’i (sav) örnekliği ile ilgili şöyle diyor:

 لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿21﴾

“Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33/21)

Âyet söze te’kid (kuvvetlendirme) ile başlıyor ve kesin ifadelerle kıyâmete kadar geçerli olacak bir gerçeği/hükmü haber veriyor: “Peygamber’de sizin için en güzel örnek vardır.”

“İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler.  Bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar.

Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmet, şâhid, müjdecis, uyarıcı, davetçi, ışık (nur) olan Muhammed Mustafa’dır.” (Heyet, Kur’an Yolu, 5/344)

Tamam Peygamber’in (sav) misyonu bu. Ancak soru şu: Peygamberin nesi ve nasıl örnek alınacak?

Bu soruya ancak Kur’an’ın öğrettiği peygamber tasavvuru ile isabetli cevap verilebileceği açıktır.

Günümüzde herkes değilse de bazıları bazılarını örnek alırlar. Zevklerini, kişiliklerini, dünya görüşlerini, hatta ibadet şekillerini taklit ederler. Anlayışlarını, kıyafetlerini, ideolojilerini, söylemlerini, beden hareketlerini, takip ettikleri modayı, seslerini, mesleklerini, saç tiplerini, tarzlarını; yani yaşantılarını, gittikleri yolu model olarak alırlar. Örnek aldıkları kişiler gibi olmaya, onlara benzemeye (teşebbüh etmeye) çalışırlar. Yani onları gözü kapalı taklit ederler.

Peygamberi örnek almak nasıl mümkün olacak?

Öyle ya Peygamber öleli 1400 yıldan fazla zaman oldu. Bugün kendisini gören yok, bizzat şâhit olup anlatan yok. Onun örenkliği bu zamana, bu hayata, bu şartlara nasıl taşınacak?

Onu örnek almak onu taklit etmek mi, ona benzemeye çalışmak mıdır?

Âyette emredilen şey ona benzemeye çalışmak mı, başka bir şey midir?

Birisini örnek almak ona benzemeye çalışmak mıdır, onu her açıdan taklit etmek midir?

Başkasını aynen taklit edenler iradeleri zayıf, kişilikleri oturmamış, benlikleri henüz olgunlaşmamış kişiler olduğuna göre, Peygamber’i örnek almada böyle bir riziko var mıdır?

Peygamber (sav) nasıl model olacak bütün mü’minlere (genelde her devrin ve her yörenin insanlarına)? Âyet ne demek istiyor?

Allah (cc) “onda sizin için örnek vardır” dediğine göre bu bir emirdir (farzdır), müslüman için yön belirlemedir. Müslüman bu emri nasıl yerine getirecek, yönünü nasıl belirleyecek?

Peygamber’i (sav) örnek almak onun gibi olmaya çalışmak mıdır?

Onun gibi olmaya çalışmanın içerisine onun kullandığı eşyalar, beden özellikleri, zevkleri, elbise rengi ve tipi, sevdiği yemekler, sebze ve meyveler, evinin tipi ve mimarisi, o günün teknik imkanları ve içinde bulunduğu şartlar açısından gösterdiği beşeri tavırlar da dahil mi?

Peygamber’i örnek almak saçı onun gibi kesmek, taramak, uzatmak, onun gibi yakasız gömlek giymek, sakalı kesmeden bırakmak, onun gibi hasırda yatmak, onun gibi arak ağacından yapma diş fırçası (misvak) kullanmak, ayakkabı yerine nalin giymek, araba yerine deveye binmek, kerpiç evde oturmak mıdır?

Yoksa onun gibi eşyaya “sünnetullah ve hikmet” açısından bakmak, eşyayı Allah’ın mülkü ve emanet bilmek, emaneti koruma ahlâkı mıdır? Eşyayı kulluk bilinciyle kullanma anlayışı mıdır? Ya da hayatı meşru sınırlar içinde yaşamak sorumluluğu mudur?

 (Oturduğum şehirde bir arkadaş anlattı: Geçtiğimiz yıllarda bir Ramazan’da iftarda kendisine sakallı ve cübbeli iki kişi misafir olmuş. Yerde oturmak sünnettir diye koltuğa oturmamışlar. Peygamber kaşık kullanmamış diye çorbayı tas ile başlarına dikmişler. Elle yemek sünnettir diyerek yemeği elleriyle yemişler. Sonra da Peygamber böyle yaptı diye ellerini koltuklarının altına silmişler. Namazdan sonra  “bizi arabanla istasyona kadar götürebilir misin?” dedikleri zaman; “Peygamber (sav) hayatında hiç arabaya binmedi. Zaten o zaman araba yoktu. Şimdi isterseniz istasyona kadar yürüyün, isterseniz deve bulup onunla gidin. Böylesi sizin dediğiniz sünnete daha uygundur” demiş. Adamlar verecek cevap bulamamışlar ve çıkıp gitmişler. )

Onu model almak onun oturduğu yerde oturmak, onun gölgelendiği ağacın/çardağın altında gölgelenmek, onun sevip yediği hurmayı bulup yemek midir? Yoksa helâla harama dikkat etmek, nimetlere şükretmek, nimet üzerinde hakkı olanların hakkını vermek midir?

Peygamberi örnek almak giyimde, kuşamda, eşya kullanmada, dış görüntüde şekli, rengi, biçimi mi esas almaktır, yoksa onun uyduğu prensiplere, Allah’ın rızasına uygun, imana yakışan ölçülere uymak mıdır?

Mesela; o zaman Mekke veya Medine’de bilinen bir yemeği illa elle yemek midir onu örnek almak, yoksa helâlinden kazanmak, sofra adâbına uymak, besmele ile  başlayıp hamd ile bitirmek midir? Elleri yemekten önce ve sonra yıkamak, arkasından Allah’a şükretmek ve nasip edileni ulaşılabilecek kimselerle bölüşebilmek midir?

Mesela; Peygamber (sav) yaşadığı iklim şartları açısından –bugün cellabe veya Türkçe’de cübbe denilen- uzun ve beyaz renkli elbise giyerdi. Başına da o zaman herkesin o iklim şartlarına uygun bir örtü koyardı. “İşte böyle giymek sünnettir. Bunu yapmayan Peygamberin sünnetine karşı gelmiş olur” denilse şöyle sormak yerinde olmaz mı? Giyim konusunda onu örnek almak bu mudur?

Günümüzde soğuk bir ülkede yaşayan bir müslümana böyle bir elbise dayatma olmaz mı, ona zulüm olmaz mı? Zira hem iklim şartları buna uygun değil, hem örf, hem de kumaş/elbise konusunda öteden beri olan gelişmeler buna uygun olmayabilir.

Senenin büyük bir bölümü soğuk bir ülkede yaşayan bir müslümana çöl iklim şartlarına uygun kıyafeti sünnet diye sunma... Kendi yöresinin imkanları ile veya alışılan üretme teknikleriye yapılan, biraz da yerel unsurlar taşıyan, ama ölçü olarak İslâma uyan  giyim yerine; Hicaz’da yaşayanların kıyafetlerini Peygamber’e benzeme adına dayatma... Garip değil mi?

Bilinen bir gerçektir tarihten beri iklim, kültür, zevk, ilim/teknik ve başka sebepler giyim kuşama, ev döşemesine, çevre düzenlemesine, yerleşme ve ticaret hayatına, iskana ve uygarlığa etki ederler. Bir yöreye ve devre ait elbise şeklini veya kültürel ve folklorik adetleri İslâmî diye alır, din adına herkese mecbur etmeye kalkışırsak bu hem boş bir çaba olur, hem de Peygamber’in örnekliğini yanlış anlama olur.

Çünkü Peygamber (sav) bize elbise veya tipi, rengi, şekli, kumaşı ve modası bırakmadı; ama elbiseyi/eşyayı kazanma, kullanma ve şükretme ahlâkı öğretti. O müslümanlara hayatı kolaylaştıran ve dini açıdan mübah olan eşya kullanma ahlâkını öğretti.

Sünneti belli kültüre, belli şekle veya renge, sadece dış görünüşe indirgemek İslâmın evrenselliğine, çağlar üstü bir yaşama biçimi oluşuna, Peygamber’e itaat prensibine uyar mı?   

Tekrar etmek gerekirse Kur’an onun fiziki varlığını, bedensel özelliklerini değil; imanını, büyük (muhteşem) ahlâkını (Kalem  68/4), kulluğunu, samimiyetini (ihlasını), cihadını (din uğruna çabasını), hayat anlayışını, esas aldığı ve uyduğu değerleri örnek gösteriyor.

Bu açıdan şu örnek ne kadar ilginçtir:

Peygamber’in (sav) hayatında, Medine’de, münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selül ölene kadar Peygamberimiz’e zorluk çıkardı, risâlet vazifesine engel olmaya çalıştı. Adeta onunla savaştı. Temiz eşine zina iftirasında bulundu. Peygamber’in kurmaya çalıştığı toplumu içten yıkmaya çalışan bu adam öldüğü zaman namazını Peygamber’in kıldırmasını vasiyet etti. Oğlu Peygamber’e geldi ve dedi ki: “Babam, senin gömleğin ile kefenlenmeyi istedi.” (Buhârî, Tefsir Tevbe/84 no: 4672. İbni Kesir, Muhatasar Tefsir, 2/161)

Bir ömür boyu Peygamberin mesajı ve daveti ile mücadele eden bu adam, davate icabet edip müslümanca yaşama yerine, peygamberin gömleği ile kefenlenmeyi istedi. Vahye uymak yerine Peygamberin gömleğini kutsallaştırdı ve bu kutsadığı şeyin bereketinin kendisini kurtacağını zannetti. Kur’an ise İbn Ubey tarzı bir peygamber tasvvurunu reddediyor. (Tevbe 9/80-84) Bu yanlış peygamber tasavvuru, hz. Muhammed’in İslâmî hayatını örnek alıp üretmek yerine, onun eşyasına anlam ve kutsallık yükleyerek o örnekliği tüketmektir. (İslâmoğlu, M. Üç Muhammed, s: 20)

Bir başka soru: Onu örnek almak onun sünnetine uymak ya da (bir çok âyette geçtiği gibi) ona itaat mıdır? (bkz. Âli İmran 3/32, 132. Nisâ 4/59, 80. Mâdie 5/92. Enfal 8/1, 20, 46. Nûr 24/54. Muhammed 47/33. Mücadile 58/13. Teğâbun 64/12) Ona itaat onun sünnetine uymak mıdır?

Sorular uzatılabilir.

Eğer böyle anlaşılacaksa o zaman soru şöyle sorulmalı: Peygamberin hangi davranışı sünnettir? Yani kulluk açısından bağlayıcı olan sünneti nelerdir?

Onun her yaptığı, her kullandığı, her hareketi mi sünnet; yoksa, Kur’an’ın uygulaması olan İslâmî hayatı mı?

Öteden beri pek çoklarını meşgul eden soru: Onun bir insan olarak yaptıkları dinen bağlayıcı mıdır?

O hayatta iken, onun yanındaki sahabelerin ona itat etmeleri anlaşılır bir şey. Lakin o öldükten sonra iman edenler ona nasıl itaat edecekler?

Ona itaat etmenin anlamı; onu örnek alarak, Kur’an’ı onun uyguladığı gibi uygulamak, hayatı Kur’an ile inşa etmek, onun din adına tebliğ ettiği şeyleri alıp benimsemek, yapmaya çalışmak, onun Allah adına tebliğ ettiği hükümlere, ölçülere uymak  mıdır? Onun gibi bir kul olmak mıdır? Kulluğu onun gibi yapmak mıdır, onun gibi şükretmek midir?

Şu âyette işaret edildiği gibi:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟ ﴿59﴾

“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamber'e ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin; ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamber'e götürün, eğer Allah'a ve Âhiret Günü'ne (gerçekten) inanıyorsanız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.” (Nisâ 4/59) 

Nisa 65. âyet, hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı vahiy ile Kur’an mesajlarını yaşanır kılmak ve mü’minlerin onu pratik durumlara uygulayabilmelerini sağlamak amacıyla verdiği emirlere her müslümanın teslim olması yükümlülüğünü tereddütsüz bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu sünnet emir ve talimatlar hz. Muhammed’in sünneti (yani metodu) olarak tanımlanan kavramı oluştururlar ve (her türlü şüphe ihtimalinden uzak bir kesinlik taşıdıkları takdirde) Kur’an ile birlikte tam bir hukuki bağlayıcılık taşırlar.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/152) Nisâ Sûresi 80. âyeti de buna bir daha işaret ediyor.

Yukarıdaki sorulara cevap aramadan önce konu aldığımız ayetin geçtiği bağlama bir göz atalım.

 

-Âyetin bağlamı

Bundan bir önceki âyetler münafıkların ortak karakterini, sözlerinden ve davranışlarından örnekler verilerek açıklıyor. Onlar genelde söz verip sözlerinden cayarlar, kendi çıkarılarını öncelerler, hizmet gereken durumlarda bahane uydurarak sıvışırlar, suret-i haktan görünüp müslümanların moralini bozacak haberlerin peşine düşerler, ölümden çok korkarlar. Korku ortamı ortadan kalkıp bir zafer veya kâr edilince de ondan pay isterler. Şu âyet onların bu korku halini anlatıyor.

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلًا۟ ﴿20﴾

“Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.” (Ahzâb 33/20)

Peygamber’de (sav) en güzel örnek olduğu söylendikten sonra Peygamber’i örnek alan mü’minlerin teslimiyeti, iman sözüne bağlılıkları övülüyor ve bunun karşılığında alacakları ödüller söz konusu ediliyor.

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَانًا وَتَسْل۪يمًاۜ ﴿22﴾

مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلًاۙ ﴿23﴾

ِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًاۚ ﴿24﴾

“Mü’minler, düşman birliklerini görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.

Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.

Bunun böyle olması Allah’ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükâfatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Ahzab 33/22-24)

“Bu âyet (ve takip eden pasaj), Ahzab Suresinin 9-10. âyetleri ve özellikle de, mü’minlerin Hendek Savaşı'nın en kritik günleri ve haftalar boyunca karşılaştıkları sıkıntıları anlatan 11. âyetle -“işte orada ve o anda müminler sınandı ve şiddetli bir şok ile sarsıldılar”- yakından ilgilidir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/854)

Bu âyetin geçtiği konunun bütünlüğü açısından bakıldığı zaman Peygamber’in (sav) hayat tarzının ve davranışlarının model olarak sunulması; Hendek savaşında kişisel çıkarlarını düşünerek hareket edenlere ders vermek olduğu anlaşılır. Ona iman edip ona tabi olduğunu iddia edenler onun nasıl davrandığını görmüş olmalılar. Eğer o kendi güvenliğini veya çıkarını düşünen, tehlike anında kaçmaya hazır bir kimse olsa onun peşinden gidenlerin de gevşeklik göstermeleri anlaşılır. Ancak Peygamber (sav) başkalarına tebliğ ettiği veya emrettiği şeyleri önce kendisi uyguladı, yaptı: Zorluklara sahabelerden önce ve onlarla birlikte kendisi katlandı. Buna göre ona tabi olduğunu söyleyen herkes bu liderin din adına ortaya koyduğu örnekliğe uymalıdır. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/401)

 

-Ayet kime hitap ediyor?

Âyet “Rasûlüllah” derken şeksiz şüphesiz son elçi hz. Muhammed’i kasdediyor.

Zira bu sıfat ve er-Rasûl nitelemesi ona mahsustur ve Kur’an’da farklı bağlamlarda defalarca kullanılıyor. Mesela;

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعًاۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿158﴾

“De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın Rasûlüdür. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’raf 7/158. Ayrıca bkz: Bekara 2/143, 214, 285.  Âli İmran 3/32, 53, 81, 132, 153, 172, 183. Nisâ 3/42, 59, 61, 64, 80, 83, 170. Mâide, 5/41, 67, 70, 92, 99, 104. A’raf 7/157. Enfal 8/1, 24, 27. Tevbe 9/13, 88, 99, 128 ve diğerleri)

Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir ve O’nun seçtiği peygamberlerin sonuncusudur.

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟ ﴿40﴾

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab 33/40. “Rasûlüllah” kavramının geçtiği diğer âyetler için bakınız: Tevbe 9/61, 81, 120. Ahzab 33/53. Fetih 48/29. Hucurât 49/3, 7. Münafıkûn 63/1, 5, 7)

Kendisinde en güzel örnek bulunan elçi de şüphesiz Muhammed’dir (sav). Kur’an ona indirildi. Dolaysıyla vahyi, yani Kur’an’ı tebliğ etmek, açıklamak (beyan etmek) ve uygulayıp örnek olmaktan da o sorumlu idi.

Hatırlayalım ki genelde peygamberlerin, özelde hz. Muhammed’in risâlet açısında görevi şu dört maddede özetlenebililir.

Birincisi: Tebliğ etmek, yani kendisine indirilen vahyi muhataplara uygun bir dille ve metodla ulaştırmak, onları hakka/hidâyete, yalnızca Allah’a kulluk yapmaya davet etmek.

İkincisi; Tebliğ ve davet ettiği şeyin mahiyetini açıklamak, beyan etmek, anlaşılır olmasını sağlamak. Bu konuda olabilecek sorulara cevap vermek.

Üçüncüsü; örneklik (model olmak). Elçi kendisine vahyedileni önce kendisi hayat, ahlâk, karakter haline getirir, ilâhi ölçüleri (hükümleri) kendisi uygulayıp ümmete örnek olmak.

Dördüncüsü ise cihadtır. Yani üç maddedeki hedefleri gerçekleştirmek üzere yoğun çaba göstermek, çok çalışmak, fadakârlık etmek, bu yolda maadi ve manevi infakta bulunmak (Allah yolunda harcama yapmak) ve gerekirse davete engel olanlarla, davetin boğmak isteyen odaklarla günün şartlarında mücadele etmek, savaşmak.

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿21﴾

“ Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33/21)

Bu âyette işaret edilen de hz. Muhammed’in bu risâlet (peygamberlik) görevidir.

“Sizin için... güzel bir öreneklik vardır” Burada kasdedilen öncelikle Kur’an’a ilk muhatap olanlardır. Onlar da Peygamber’e iman eden, Allah için muhâcir ve ensar olan, Peygamber ile birlikte bütün zorluğuna rağmen Bedir’de, Uhud’ta, Hendek’te birlikte olan, onunla birlikte Allah yolunda gayret eden ve sabreden sahabelerdir.

Sonra da Kur’an’ın hitap ettiği herkestir. Kur’an’a inandığını söyleyen, müslüman olduğunu beyan eden, hz. Muhammed’i son peygamber olarak kabul edip ona tabi olan kişilerdir.

“Bu âyet, ilk bakışta, Hz. Peygamber'in imanını, cesaretini ve kararlılığını örnek almaları tavsiye edilen Medine'nin o ilk savunucularına seslendiği halde, aslında bütün durumlar ve şartlar için geçerli olan zamanüstü bir muhtevaya sahiptir.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/854)

Bu âyet Kur’an bütünlüğü ve kendi bağlamı açısından ele alındığında hükmünün genel olduğu görülür. Bunu sadece Hendek savaşında Peygamberin yanında olanla ilgili düşünmek isabetli olmaz. Bura Peygamber’in hayatının sadece bu bölümünde örnek olduğu söylenmemekte; bilakis mutlak bir örnek olduğu vurgulanmaktadır. O halde bu âyet, müslümanların hayatlarının her alanında hz. Peygamber’i (sav) model bilmeleri ve kişiliklerini bu modele göre şekillendirmelerini emrediyor. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/401)

Zaten âyetin takip eden cümlesi “sizin için” kısmını aşıklıyor: “Allah’a ve âhirete kavuşmayı uman...” Şüphesiz onlar mü’minlerdir. Ben müslümanım diyenlerdir. Hayatını İslâma göre yaşamaya çalışan inanmış kimselerdir.

Allah’a ve kavuşmayı ummak şüphesiz Allah’a ve âhirete inanmakla ilgilidir. Kim Allah’a hakkıyla inanıyorsa; bilir ki bu iman aynı zamanda Allah’a yakın olmaktır. O’nun sevgisine, rahmetine, vereceği ödüllere yakın olmaktır. Günün birinde O’nun huzurunda hesap için durmaktır (haşrolunacağına inanmaktır). O’nu her an yanında hissetmek, O’nun her zaman kendisini murakabe ettiğini bilmektir.

Âhirete kavuşmayı ummak, Kıyâmetin olacağına, Âhiret hayatının gerçekleşeceğine şüphesiz iman etmek demektir. Orada hesaba çekiliceğine, iman edip sâlih amel işleyenlerin mükâfata, inkâr edip kötülük ve zulüm yapanların da ceza alacağına bütün benliği ile inanmaktır.

Âyet üçüncü bir şey daha söylüyor: “Allah’ın Elçisi’nde Allah’ı çok zikredenler için de güzel bir örnek vardır.” Allah’ı çok zikretmek O’nu hiç unutmamak, O’nu hesaba katarak hareket etmek, O’nu görüyormuşcasına kulluk etmek, O’nu her an hatırlatıcı ibadet ve sözlerle meşgul olmaktır.

Zikir birilerinin zannettiği belli bir vakitte bir kaç kişinin biraraya gelerek, belli bir sözü, belli sayıda, belli bir ritim ve Peygamberimizin asla yapmadığı bazı folklorik veya sportif hareketlerle, solo veya koro halinde söylemek değildir.

Zaten âyet “Peygamberde sizin için örnek vardır” derken, Allah’ı nasıl zikretmemiz gerektiği konusunda da Peygamber’i (sav) örnek gösteriyor. O diğer ibadetleri yerine getirip ümmetine örnek olduğu gibi, Allah’ı nasıl zikredersek ibadet olur, onu da uygulayıp göstermiştir.

İşte Allah’ı kendisinin emrettiği, Peygamberinin öğrettiği şekilde zikreden ihlaslı müslümanlar için peygamber hz. Muhammed’de (sav), her açıdan ve özellike kulluk açısından en mükemmel örneklik vardır.

Buna göre Hz. Muhammed’in (islâmî) hayatı Allah’tan gafil olanlar, O’nu zaman  zaman, arada sırada zikredenler (hatırlayanlar) için değil; O’nu hayatının her anında devamlı ananlar için modeldir. O aynı zamanda Âhiret hayatının olacağına inanmayanlar için değil; Kıyâmetteki sonucun bu dünyada yapılan amellere göre, Peygamber’in örnekliğine benzeyip benzemediğine göre belli olacağı Hesap Gününe iman edenler için mükemmel örnektir. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/402)

Âyette, Hz. Peygamber’in, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet nümûnesi olduğu anlatılmaktadır. Böylece, Resûlullah’ın (sav), hislerine mağlup insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum birtakım nazarî kaideler öğretmekle görevli olmayıp, onun hedefinin, insanlığa amelî kaideler öğretmek ve bu kaideleri kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmek olduğu anlaşılmış olmaktadır. Binaenaleyh, onun hayatı ve sîreti incelenirken bu nokta asla gözden uzak tutulmamalıdır.”  (TDV Meali 21. âyet açıklaması, s: 419)

 

-Usve ne demektir?

Kur’an hz. Muhammed’te “en güzel örnek” olduğunu beyan ediyor. Yukarıdaki soruyu tekrar edelim: Müslümanlar onu nasıl örnek alacaklar?

Önce “üsve” kelimesine bakalım. Kur’an bunu hangi manada kullanıyor?

“Üsvetün” veya “isvetün” kelimeleri “kıdvetün” ve kudvetün-kök, esas, asıl” kelimeleri ile eş anlamlıdır. (İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, 1/109) Bu da ister güzel ister çirkin, ister hoşa giden, isterse zarar veren bir şey olsun, başkasına tabi olurken insanın üzerinde bulunduğu halini, durumunu anlatır. “teesseytü bihi-onu kendime örnek aldım, ya da örnek olarak onu takip ettim” denilir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât; s: 20)

Aynı kökten gelen teessi ve i’tesâ; birini örnek edinip uymak demektir. Şöyle denilir: “I’tes bihi, yani ona tabi ol ve onun misli (onun gibi) ol.”  Falanca kişi falancayı örnek aldı, yani onun hoşnut olduğundan o da hoşnut oldu, ona ikitida etti (uydu) ve onun benzeri olmaya çalıştı” şeklinde ifade edilir. (İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, 1/109)

Araplar “Senin için örnek olamayacak kimseyi model olarak alma.” Yani uyulması doğru olmayan bir kimseye uyma” derler. (Cevherî, İ. b. Hammad. es-Sıhah, 6/183)

“Üsve”, “teessi edilecek”, yani uyulacak, arkasından gidilecek örnek, meşk, nümûne-i imtisal demektir. Allah’a ve Âhiret gününe kavuşmaya inanıp Allah'ı çok zikretmekte olan kimseler için güzel bir örneklik vardır. Bu örneklik sadece dünya hayatını ve onun süsünü arayanlar, Allah'ı, âhireti düşünmeyenler için değil.”  (Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 6/304)

“Teessi (usve edinmek), taklit ve teşebbüh (benzeme) değil; birinin yaptığını onun maksadını gözeterek yapmaktır. Üsve ilan edilen “model” kılınmıştır. Sadece üretilebilir olanlar model gösterilebilir.

Peygamberler örnek alınsın diye insanlar arasından seçilmişlerdir: Yerde yürürler, iz bırakırlar ve izlenirler... Bu âyetin nüzul ortamıyla ilişkisi açık: Hz. Peygamber en kritik insani durumlarda bile duruşunu bozmuyordu. Âlemlere rahmet olmak, bütün insanlığa model olmak demekti. Bu ise, iyilik artsın diye varlığını sadaka vermekti.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/829)

İnsanlar hedeflerine ulaşmak için kendilerine uygun örnekler edinirler, kılavuz bulurlar. Bunların yollarını, görüşlerini, hareketlerini izleyerek, bazen emirlerine uyarak, tavsiyelerini yerine getirerek istediklerini elde etmeye çalışırlar. Ya da birilerini taklit ederek onların ulaştığı başarıya ulaşmaya, onlar gibi olmaya çalışırlar. Allah’a iman edip, O’nun rızasını ve Ahirette eşsiz nimetlere ve güzelliklere kavuşmayı uman mü’minler, kendilerine eşi bulunmaz örnek olarak hz. Muhammed’i seçerler. (Heyet, Kur’an Yolu, 4/344)

 Zira onların amacı dünyalık makam, şöhret, zenginlikler, öne çıkmak, zevk ve eğlence, gösteriş, şovu sevenler tarafından parmakla gösterilmek, ya da şov yapmak değil; hem dünyada mazbut, mutedil, huzurlu, gürültüsüz, hoş (tayyibe) bir hayat, hem de öldükten sonra felah (kurtuluş), hoş (tayyibe) bir hayat ve Allah’ın rahmetini hak edebilmektir. Amacı bu olan bir müslüman elbette bu hedefe ulaşmak için, Allah’ın kendisine “en güzel örnek” gösterdiği hz. Muhammed’i model şahsiyet olarak bilecektir.

 

-Peygamber nasıl örnek alınır?

“Peygamber’de sizin için en güzel örneklik vardır…” Hitap öncelikle Hendek Savaşı zamanıda Medine’deki müslümanlaradır. Sanki şöyle deniliyor: “ Onu örnek alın. Tıpkı onun bu zor günde savaş meydanında, cesur bir bahadır olarak durduğu, canını ortaya koyduğu gibi, siz de koyun. Onun canını feda etmeye hazır olduğu bu yolda, müslüman olarak sizin nefsiniz açısından cimri davranmanız doğru olmaz.”

Mü’minler, onun zor zamanlarda yiğit duruşunu, sebat edişini, cesaretini örnek almaları gerektiği gibi, hayatın başka alanlarında da onu kendilerine model edinmeliler. 

Usûl âlimleri bu âyetle ümmete nisbetle onun konumuna delil getirirler. Onlara göre asıl olan hz. Peygamberin ahlâkının örnek alınmasıdır. Bu âyet sadece Hendek Savaşındaki tutumunun örnek alınmasına mahsus değildir. Zira Peygamber’de olan güzel sıfatlar müslümanlar için alınabilecek şeylerdir. Şüphesiz Peygamber’i örnek alıp bu yolda yürüyenler Allah’ın ikramlarına mazhar olur. Allah’ın en güzel ikramı da bir kimsenin sırat-ı müstakim’de yürümesidir. Esasen peygamberlere muhalaefet edenlerin örnek alınması zarardır, kötüyü tercihtir. Nitekim Kur’an’ın haber verdiğine göre inkârcılar kendilerine peygamber gelip de onları hak yola davet ettiği zaman onlar “Biz atalarımız hangi yol üzere buldu isek, ona tabi oluruz” dediler (derler). Bu demektir inkârcılar kendilerine kötü olan kimseleri örnek alıyorlar.

            Hz. Muhammed’i örnek almak, bir kimsenin doğru yolda yürüme isteğine de uygundur. Zira Peygamber’in örnek alındığı bir hayat sahibini maksada götürür, hayat hedefine ulaştırır, kulluk görevlerini yapmasını sağlar. Âyet açıkça diyor ki “Allah’ı ve Âhiret gününü umanlar için hz. Muhammed’de en güzel örnek vardır.” İman açısından kim Allah’tan korkuyorsa, kim O’nun azabından ürperiyorsa, kim O’nun vadettiği ödüllere kavuşmak istiyorsa örnekliği sadece Peygamber’e (sav) tahsis etmelidir. (es-Sa’di, A. b. Nâsır, Teysîru’l-Kerîm’r-Rahmân, s. 661)

            Hz. Muahmmed’in en şiddetli zamanda sebat etmesini örnek almada pek çok güzellikler olduğu gibi, onu her konuda örnek almada da sayısız faydalar vardır. O şüphesiz ki kendi zatıyla mükemmel bir örnektir. Ki onu örnek almak da örnek alan için apayrı bir güzellik olur. Kim Allah’ın vereceği sevabı umuyorsa, kim Âhiret nimetlerine kavuşmak istiyorsa, kim Allah’ın rahmet, zafer ve ikram ettiği günlerini umuyorsa Peygamber’i (sav) imanla ilgili her konuda örnek almalıdır. (Beydâvî, Ö. B. Muhammed, Esrâru’t-Tenzîl, 2/242)

“Yani hz. Muhammed’de kendisine güzellikle uyulabilecek salih (sağlam) bir örneklik vardır. O da Allah’ın dinine yardım ve O’nun Rasûlü’ne arka çıkmak, ona muhalefet etmemek, başa gelebilecek musibetlere sabretmektir. Tıpkı onun yaptığı gibi. Hatırlamak gerekir ki Uhud Savaşında azı dişleri kırıldı, yüzü yaralandı, amcası öldürüldü. Özellikle Mekke’de davet görevini yaparken eziyet edildi, hakarete uğradı, ülkesinden çıkmak zorunda bırakıldı. Ama o sabretti. Bütün bu olumsuzluklara ve zorluklara rağmen o kendi nefsini değil; görevini ve davasını düşündü. Bu uğurda çalıştı.

Mü’minlerin de onu örnek alarak böyle yapmaları ve onun Sünnetini örnek almaları gerekir. (el-Hâzin, M. B. İbrahim, Lübâbu’t-Te’vil, 3/418)

“Peygamber’de sizin için en güzel örneklik vardır…” Bu âyet;

وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ ﴿7﴾ ....

“Peygamber size neyi verdi ise onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan sakının” (Haşr 59/7) âyeti ile birlikte anlasilmali. O yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle dahi delil ve kendisine uyulan bir peygamber olduğunu hükme bağlar. Yani Rasûlullah din ve ahlâkın teorik kısmını tebliğ ve hükme bağlamakla kalmamış, gerek savaşta ve gerek barış zamanında fiilleri ve uygulamaları ile ve bütün incelikleriyle kendisinde canlı olarak güzel bir uyma örneği olacak ders ve örnek vermiştir. Onun için Hz. Muhammed'in hayat hikâyesinde her açıdan insanlık dünyası için pek güzel bir örnek vardır. (Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 6/303)

Bu, onun muhalifleri icin bir azardir. Deniyor ki ona muhalefet etmeyi birakip, onu ornek alin. O hangi durumda ise siz de onunla birlikte olun. Allah’a kavusmayi ve ahirette odul almayi bekleyen ondan yuz cevirmesin. Buna gore onunla birlikte olanlar ve ona tabi olanlar onu ornek almis olurlar. (Taberî, el-Câmiu’l-Beyân, 10/278)

 “Peygamber’de sizin için en güzel örneklik vardır…” Yani hem sadık mü’minler icin, hem de yalancı münafıklar için. Onun cihadında Allah yolundaki cabasinda), sebatında, sabrında kendisine uyulacak salih (saglam, tutarli, maksada uygun) örneklik (kudvetün) vardır. O Allah yolunda aclikla karsilasti, acligini yatistirmak icin karnina cemberini bagladi. Uhud savasinda disleri kirildi, sevgili amcasi olduruldu. Handek kazimina bizzat katildi, kendi elleriyle hendek kazdi. Yaklasik bir ay suren hendek kusatmasi boyunca düşmanın önünde dimdik durdu, sebat etti. Ey iman edenler, dunya hayatinda O’dan gelecek hayir, icinde saadet ve sekavetin ortaya cikacagi, sonszu nimetlerin ve elim azabin ortaya cikacgi ahirette O’nun verecegi karsiligi bekliyorsaniz; onu ornek alarak siz de Allah yolunda sabr ve sebat edin, Sabır, cihad ve sebat konusunda siz de onu örnek alınız. Peygamber’e uyun, zira ona din islerinde uymak farzdir.” (Ebu Bekr el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsir, s: 1403)

Birini usve (veya kudve) edinmek, ona iktida ve ittiba etmektir (uymaktir).  Ayet oncelikle Hz. Peygamber”in yaninda olanlarin onu ornek almasi gerektigini haber veriyor. Ancak sozun gecmis zaman kalıbıyla gelmesi bu emrin sabit bir emir olacağına isarettir. Buna gore her devrin mu’mini Peygamberin sozlerini ve fiillerini ornek almak uzere ona iman eder.  Goruluyor ki onun Hendek savasindaki tavrini ornek almak Allah’in yakninligini kazanmakla kiyas ediliyor.  Onu ornek almanin “Allah’ı ve âhireti ummakla” baglantili yapilmasi onu ornek almanin fevkalade guzel olduguna ve mukemml bir haslet (davranis) olduguna delalet eder.

Suphesiz ki iman sadece bu ayette ifade edilenlere indirgenmiyor. Yalniz gercek imana ulasmada bir imkan oldugu vurgulaniyor. Kim Rabbindan gafil degilse, kim Rabbine iman edip O”na bagli ise, kimin kalbi ahirete asili ise, kim Allah’I ciokca hatirliyorsa (zikrediyorsa): o mu’min Peygamber’i amellerinde (ibadetlerinde) ornek alir. (Tabatabâî, M. H. el-Mizân, 16/305)

“Allah (cc) “onda sizin için örnek vardır” dendiğine göre demek ki onun her hareketi her davranışı örnek alınsın taklit edilsin denmiyor, ama onda belli yönlerde sizin için örneklik vardır deniliyor.”

“Onun örnekliği yalnızca Hendek Savaşı’ndaki davranışlarında değil müminlerin bütün hayatlarında geçerlidir. İlgili kaynaklarda onun yaptıklarını yapmanın, izinden gitmenin hükmü üzerinde durulmuş, ortaya üç görüş çıkmıştır: (Heyet, Kur’an Yolu, 5/344)

Hz. Peygamberin ornek alinmasinda gorusleri uc maddede toplamak mumkun:

  1. Onu örnek almak farzdır, aksine bir delil bulunmadıkça her yaptığı yapılmalıdır.
  2. Onun örnekliği, aksine bir delil bulunmadıkça müstehaptır (tavsiye edilmiştir).
  3. Dinî konularda birincisi, dünya işlerinde ikincisi doğrudur (Kurtubî, el-Câmiu li- Ahkâmi’l-Kur’an, 14/154)

“Hz. Peygamber’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesi içine alınamaz. Başta Kur’an olmak üzere diğer delil ve karîneler de göz önüne alınarak her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilir, bağlayıcı olup olmadığı tayin edilir. Genellikle tefsir ve fıkıh âlimleri de böyle yapmışlardır.

Hendek Savaşı’nda müminler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir. “Münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın” cümlesi, söze bakıldığında münafıkların da affedilebileceğini ifade etmektedir. Ancak Kur’an âyetleri bir bütün olarak göz önüne alındığında cümleyi, “Tövbe ettikleri takdirde bağışlasın” şeklinde anlamak gerekecektir.” (Heyet, Kur’an Yolu, 5/344)

“Peygamber (sav) dehşetin ürkütücülüğüne, sıkıntının dayanılmaz boyutlarda olmasına rağmen müslümanlar için kendilerini güvande hissettikleri bir sığınak konumundaydı. Bu korkulu ortamda, ümit ve huzur kaynağıydı. Onun bu büyük olay esnasındaki tavrında toplumları ve davet hareketlerini yönetenlere yolları gösterecek dersler vardır.

Peygamber (sav) Allah’a ve ahiret günü ile buluşmayı uman, kendisi için iyi bir örnek isteyen, Allah’ı sürekli hatırlayan ve O’nu unutmayan kimseler için en güzel bir örnektir.” (Kutub, S. fi-Zılali’l-Kur’an)

 

-Şâhit olarak gönderilen Peygamber

 وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿143﴾

“İşte böylece sizi dengeli bir ümmet (ümmet vesetan) olmanızı istedik ki, insanlığa şâhit (örnek/model) olasınız ve Rasûl de size şâhit (örnek/model) olsun...” (Bekara 2/143).

Vasat; bir şeyin değerli (iyi) ile bozuk (kötü) arasında olmasını,  (el-Cevherî, es-Sıhah, 3/417) adaleti ve bir şeyin yarısını ifade eder. Bir şeyin en âdili onun en orta halli oluşu (vasatı) demektir.  (İbnu Fâris, Mekâyisu’l-Lügah, Dâru’l-Hadis, Kâhira 1429-2008, s: 955)

Vasat, yerilen iki aşırı şeyin ortasını anlatmak (mesela cimrilikle israfın ortası cömertlik gibi), eşitlik ve adalet gibi bir şeyi övmek üzere de kullanılır.  (el-Isfehan, R. el-Müfredât fi Garib'il Kur'ân, s: 819-820)

Davranış açısından ‘vasat olmak’, tam orta yolda olmak, hiç bir taşkınlık ve eksiklik yapmamak demektir.  Vasat’, nicelik olarak ‘orta’, nitelik olarak ‘denge ve adalet’ anlamına gelir.” (İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/54)

Buradan hareketle vasat’a mutedil olmak, itidalli davranmak, mizan üzere yani dengeli olmak anlamı vermek yanlış olmaz.

Vasat, bir açıdan ğulüv’ün (taşkınlığın) zıddıdır.  Vasat olma hali ifrat ve tefritten sakınma, âdaletle davranma, ölçülü hareket etme bir müslüman için hayatın her alanında, her davranışta uyması gereken önemli bir prensiptir.

İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat’ tabirini bazı müfessirler “en hayırlı, en değerli” anlamını verirler. Bunu da Âli İmran 110. âyetindeki hayırlı ümmet ifadesi ile açıklarlar. (Taberî, Tefsir, 3/390. İbni Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, S: 139-140. Zamahşerî, El-Keşşaf, 1/197. TDV İslâm Ansiklopedisi, 42/308)

Ummeten vesetan; aşırılıklar karşısında adil bir denge gözeten ve hem zevk ve sefahatı hem de mübalağalı bir zühdü reddederek insanın tabiatını ve imkanlarını değerlendirmede gerçekçi ve makul davranan bir topluluk demektir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/40)

Ebu Said el-Hudrî’nin dediğine göre Peygamber buyurdu:

“Kıyâmet gününde Nuh çağrılır. O da Buyur, emrine amadayim Rabbim der. Allah (cc) Tebliği ettin mi diye sorar. O da Evet deyince, ümmetine: Size tebliğ etti mi? Diye sorulur. Onlar: Bize bir uyarıcı kimse gelmedi derler. Allah: Peki senin lehine kim şahitlik edecek? Diye soracak, hz. Nuh: Muhammed ve onun ümmeti diye cevap verir. Onlar da hz. Nuh’un tebliğ ettiğine dair şahitlik edecekler “Peygamber de size şahit olsun diye”. İşte Allah’ın: “Böylece size vasat bir ümmet kıldık, insanlara karşı şahitler olasınız, Peygamber de size bir şahit olsun diye..” buyruğu bunu anlatmaktadır. (Buhârî, İ’tisam/19. Tirmizî, Tefsir/2. Sûre/8. Ahmed b. Hanbel, 3/32)

Kur’an’da Hz. Muhammed (sav) ‘şehîd/ şâhid’ sıfatıyla da anılmaktadır. O, hem kendi ümmeti için, hem bütün insanlar için bir şehîdtir. İslam ümmetinin vasat (dengeli) ümmet yapılmasının sebebi Hz. Muhammed’in onlar üzerine bir ‘şehîd/ şâhid -tanık’ olmasıdır. (Bakara 2/143)

وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ ﴿78﴾

“... Size bundan önce müslüman ismini O verdi. Bunun sebebi, Rasûl sizin üzerinize, sizler de insanlar üzerine ‘şehîd’ (tanık/örnek) olasınız diye...” (Hac 22/78)

         يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ ﴿45﴾ وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِه۪ وَسِرَاجًا مُن۪يرًا ﴿46﴾

"Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şâhid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, Allah'a çağıran bir dâvetçi ve nur saçan bir lâmba olarak (gönderdik)." (Ahzâb 33/45-46)

 اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ ﴿8﴾ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿9﴾ (Fetih 48/8-9)

 .... وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يدًا عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟ ﴿89﴾

“... Ve seni de (Ey Peygamber, mesajının ulaşabileceği) kimseler üzerine şâhid kıldık, nitekim sana adım adım her şeyi olduğu gibi açıklayan bir hidâyet rehberi, bir rahmet ve Allah’a yürekten boyun eğenlere müjde olarak bir ilâhî kelâm indirdik.” (Nahl 16/89)

Şâhid bir gerçeği ispat konusunda tanıklığına, yani bilgisine ve görüşüne dayanarak verdiği habere başvurulan verilecek hükme delil niteliğinde olan kimsedir. Şâhid, davacı ile davalı arasında ortada, tarafsız, adil ve yalnızca gerçeği söyleyen, sözü dinlenir ve sözüne itibar edilir bir kimse demektir. Bundan dolayı da gerek hareket ve davranışları bakımından, gerek diğer halleri bakımından örnek alınan kimselere de ‘şâhid’ denilir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/432)

Şehîd/şâhid, “tanık”, “hayatını imanına şahit kılan ve çağına şâhid olan” anlamına geldiği gibi, “örnek, model” anlamına da gelir.  (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, , 1/54)

Hz. Muhammed’in hayat tarzı nasıl ümmet-i İslâma örnek-model ise, müslümanların hayat tarzı da bütün insanlığa bir model olmalıdır. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/40)

Allah (cc), her şeyin şâhidi (veya şehîdi) olduğu gibi, aynı zamanda Peygamber (sav) de hakikatin ve insanların hakikat karşısındaki duruşlarının bir şâhididir. (Taberî, el-Câmiu’l-Beyân, 2/10-13)

Şehîd ve şâhid’in bir anlamı da ‘temsil eden, şahsında gösteren’ demektir. Peygamberler Allah’ın irade ve rızasını temsil eden, onun dilediği, beğendiği, hoşnut olduğu kulluğu kişiliklerinde gerçekleştirmiş kâmil insanlardır. Bir manada tebliğ ettiklerinin canlı şâhidleridir. (Heyet, Kur’an Yolu, 2/52)

Allah (cc) Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakşinas, doğru sözlü, âdil, dürüst ve iyi ahlâk sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, adaletli, şâhidlik yapmaya layık, imamlığa (önderliğe) uygun bir cemaat yapmak için, Hz. Muhammed’in (sav) görevlendirdi. Onun peygamberliği ile insanları doğru yola ulaştırdı. İslâm ümmeti bu misyonunu unutmamalı. Müslümanlar başkalarını taklidi bırakın, kendileri bizzzat onlara örnek olmalılar. Böylece Peygamber de onlar için şâhid ve uyulacak, ardına düşülecek bir önder olsun. "Gerçekten de Allah Resulü'nde sizin için güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21) âyeti de buna işaret etmektedir. Müslümanlar onu, söz ve davranışlarında, kulluğunda kendilerini şâhid tutar,  bir örnek (nümûne-i imtisal) edinirlerse ve onun getirdiği sırat-ı müstakim üzerinde giderlerse; insanlar da  onların arkasından gelir: Onları kendilerine imam (önder) tanır, hakkın açığa çıkması için onlara başvurur. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/432)

Allah (cc), önderlik şerefiyle, insanlar önünde Hakk'a şâhidlik etme görevini aynı düzeyde tutmaktadır. Önderlik şerefli bir konum olmakla birlikte, yanında bir çok şerefli sorumlulukları da getirmektedir. Bu görev peygamberin diğer insanlara şâhidlik etmesi gibi, İslâm toplumunun da diğer insanlar önünde hakkın, doğruluğun ve adaletin yaşayan şahitleri olmalarını ve bunu tüm dünyaya göstermeleri demektir. (Mevdudi, E. Tefhimu’l-Kur’an, 1/123)

Âyetin üslûbundan, bu şahitlik konusunun “vasat ümmet” nitelemesiyle ilgisi olduğu anlaşılmaktadır. İslâmî literatürde şâhid kelimesinin “örnek” ve “delil” anlamında da kullanıldığını dikkate alarak bu kelimeyi “örnek ümmet” veya gerçek insanlığın nasıl olması gerektiğine dair bir “delil değeri taşıyan toplum” şeklinde anlamak  mumkundur. (Heyet, Kur’an Yolu, 1/)

Kur’an hz. Peygamber’in âhirette de şâhid olarak getirecegini haber veriyor.

…. وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يدًا عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ

“O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhid göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şâhid olarak getireceğiz...” (Nahl 16/89)

فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يدًاۜ ﴿41﴾ يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثًا۟ ﴿42﴾

“Asıl her toplumdan bir şâhid (şehîd) getirdiğimiz ve seni de onlar aleyhine şâhid gösterdiğimiz zaman ne olacak (onların hali). ”  (Nisâ 4/41-42)

Burada zımnen: Peygamberlik ‘bir toplumsal şâhidlik’ kurumudur deniliyor. (M. İslâmoğlu Meal, 1/159)

Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş, hak dinin değişmez esaslarını yeniden tebliğ etmiş ve uygulamış, kıyâmete kadar hükmü geçerli olacak bir din ve hayat nizamı getirmiş olan Son Peygamber (sav), hem kendi ümmetinin hem de bütün peygamberin şâhidi olacaktır.

Kuşkusuz idealde bütün insanlar ve realitede bütün müslümanlar için –din ve dünya işleri hususunda doğru, adaletli ve en üstün örnek, ölçü ve önder Hz. Muhammed olduğu için– âyetin devamında Peygamber’in de müslümanlar hakkında bir şahit, yani en iyinin ölçüsü, örneği ve kanıtı olduğu ifade buyurulmuştur. (Heyet, Kur’an Yolu, 1/)

 

-hz. İbrahim’in örnekliği

            Kur’an hz. İbrahim’i ve yanında olanları da İslâm ümmetine örnek olarak gösteriyor. Bu emir Medenî Sûrelerden Mumtahıne’de peşpeşe gelen iki âyette geçmektedir.

Allah (cc) surenin başında kâfirleri veli (dost-müttefik) edinmeyi yasakladıkatan sonra “ İbrahim’de ve onunla..” buyruğu ile İbrahim kıssasını söz konusu etmekte ve kâfirlerden uzak kalmanın onun belirgin bir özelliği olduğunu belitrmektedir.

 

-Birinci âyet:

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ ﴿4﴾,

“ İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (Mümtahıne 60/4)

 “Güzel bir örneklik-üsve hasene” Ahzab 21de h.z Peygamber, burada ise hz. İbrahim ve onun yanında olanlar iman edenlere örnek gösteriliyor.

Üsve-i hasene’nin “davranış modeli” veya “numûne, örnek kişilik” olarak anlaşıldığını hatırlayalım. İbrahim’de (as) kendisine uyulabilecek en güzel hasletler vardır. Bu söz şöyle ifade edilir: “Şu işde falanca kişi benim için uyabileceğim güzel örnektir.” Buradaki “usve” tıpkı kıdve (örnek, model) gibidir. Allah (cc) istiğfar işi hariç mü’minleri bu güzel örneğe uymaya davet ediyor. (Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736)

Burada şirk ve inkâr yanlışlığının yeni bir şey olmadığına, tarihte de kalmayıp kıyamete kadar devam edeceğine işaret ediliyor. İbrahim ve onun yanındaki mü’minler örnek geösterilerek şirke ve inkara karşı nasıl tavır alınacağının, müşriklerle ve kafirlerle ilişkilerin ipuçları veriliyor

“Allah (cc) müslümanlara hitap ederek, İbrahim’i ve işte onun yanındaki mü’minleri örnek almalarını emrediyor.” (el-Hâzin, M. b. İ. Tefsir, 4/280) Burada Kur’an’ın muhataplarına sanki İbrahim (as) söz konusu edilerek şöyle deniliyor: “Ey muhatap, tıpkı İbrahim’in müşrik kavminden ve babasından teberri ettiği (uzaklaştığı) gibi sen de helâk edilmeyi hak edenlerden uzaklaş... “ (Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736)

Ancak “onun yanında örnek alınması istenenler kimlerdir” konusunda yorumcular sözbirliği etmediler. Acaba bunlar onun ev halkı (ehl-i beyt’i) ve ona o zor şartlarda iman eden mü’minler midir? Geç yaşta anne olan birinci eşi mi, fedakâr eşi ve “hicretin gelini” lakabını kazanan peygamber annesi, müstesna hanım Hâcer mi, canını Allah yoluna vermeye hazır ve her konuda babasına yardımcı olan İsmail mi, İsrailoğullarının büyük atası olacak peygamber oğlu peygamber İshak mı idi? 

Bazılarına göre bunlar hz. İbrahim’e peygamber olarak inanan herkestir. (İbn Atiyye, M. Abdulhak, el-Muharriru’l-Vecîz, s: 1848) Bazılarına göre hz. İbrahim’in yanında örnek alınması istenen kişiler onun zamanında veya ona yakın zamanda görev yapan peygamberlerdir. Bunun tercih edilen bir görüş olduğu söyleniyor. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/59. Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736. İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483) Zira Nemrud’un kavminden ona inananlar olduğu konusunda sağlam bir haber gelmedi. Üstelik Buhârî’nin kaydettiğine göre İbrahim (as) Nemrud’un diyarından Şam’a doğru yolculuk yaparken hanımı Sâre’ye şöyle demiş:  “Şu anda yeryüzünde benden ve senden başka Allah’a ibadet eden kalmadı.” (İbn Atiyye, M. Abdulhak, el-Muharriru’l-Vecîz, s: 1848)

Kur’an’ın haber verdiğine göre Lût (as) onun zamanında yaşadı. Oğulları İsmail ve İshak’ın seçilmiş elçilerdi. Eğer âyet bu kutlu elçileri ve onlarla birlikte Tevhide bağlanan ve bu uğurda peygamberleri ile birlikte fedakârlık yapan mü’minleri örnek gösteriyorsa; bu ne kadar isabetli bir tavsiyedir, bu ne kadar güzel bir örnek göstermedir... “fe-tebârakâllahu ahsenu’l-hâlikîn”.

Zira İbrahim (as) ve onun beraberinde olanlar sadece kendilerinin asrında değil, asırlar boyunca, sadece müslümanlara değil kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara, en mükemmel örnektir. İbrahim (as) seçkin bir elçi ve “Tevhid’in babası” sayılacak kadar inanmış ve teslim olmuş, yüksek karakterli ve güzel ahlâklı samimi bir müslümandı. (Bekara 2/135. Âli İmran 3/67.  Tevbe 9/14. Hûd 11/75. Nahl 16/120. Meryem 19/41 v.d.)

İlk dönem tefsircileri Mücahid ve Katâde’ye göre İbrahim’in bütün işlerinde, özellikte şirkin her türünden uzaklaşıp Tevhid’e yönelme tavrında müslümanlar için en güzel örneklik vardır. Babası için istiğfar etmesi hariç. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/60)

Kur’an, İbrahim’i (as) mükemmel örnek olarak gösterirken onun babası için mağfiret istemesini bundan hariç tutuyor. Zira iman edenlerin cehennem adayı inkârcılar ve şirk koşanlar için istiğfar etmeleri uygun değildir.

 Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.” (Tevbe 9/113)

İbrahim gibi yüce bir peygamberin Allah’ın rızasına muhalif olarak babası için af dilemesi elbette düşünülmez. Ancak o babasına dua sözü vermişti. İstiğfar da o sözün bir parçasıydı. Kur’an onun bu sözünü şöyle açıklıyor:

İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.” (Tevbe 9/113-114)

Başka âyetlerde de hz. İbrahim’in babasına verdiği bu sözden bahsediliyor.

İbrahim (as) babası kendisini kovunca ona şöyle dedi:

"Sana selâm olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkârdır. “Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb’ime ibadet ediyorum. Umulur ki Rabbime yakarışımda bedbaht olmam.” (Meryem 19/47-48)

İbrahim (as) babası için iki defa istiğfar duasında bulundu:

“Ya Rabbi, Beni gerçek dindar kıl; neslimden gelenleri de. Ya Rabbi, duamı kabul eyle. Ya Rabbi, Hesap (için hassas teraziler) kurul(up da kullarını bir bir sorgulay)acağın gün beni, anamı, babamı ve mü’minleri bağışla.” (İbrahim 14/41)

Hz. İbrahim babasına ve kavmine neye taptıklarını sordu. Onlar da önlerindeki ilâhlarına taptıklarını söyleyince; “Onlar duanıza karşılık veriyorlar mı? Size bir fayda veya zarar verebiliyorlar mı?” diye sordu. Aldığı “hayır, ama biz atalarımızdan böyle gördük” cevabından sonra “sizin atalarınızdan aldığınız bu tanrılar benim düşmanımdır” diye kesin bir cevap verdi. Arkasından da Yüce Allah’ın âlemlerin Rabbi olduğunu, yedirenin ve içirenin O olduğunu, öldürüp yeniden diriltenin, hastalara şifa verenin, doğru yolu gösterenin, Hesap günü af edici olanın da O (cc) olduğunu ilan etti. Arkasından da şöyle dua etti:

“Ya Rabb! Bana hikmet bahşet; beni de sâlihler arasına kat.

Sonrakilerin arasında hayırla yadedilmemi nasip et.

Beni o nimet dolu cennetine varis olanlardan eyle.

Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır.

İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble (kalb-i selîm ile) gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme" demişti.” (Şuarâ 26/84-89)

Buradan hareketle bazı müslümanlar, şirk üzere ölen ataları için istiğfar edebileceklerini ileri sürerler ve derler ki:  “İbrahim babasına için istiğfar etti ya...” Bu âyetin böyle iddia edenler hakkında nâzil olduğu söylenmiştir. “İbrahimin babası için istiğfarına gelince...” (Tevbe 9/114) (İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

Ancak genel kanaate göre bir müslümanın, İbrahim (as) de dua etti diyerek inkârcı yakınları için istiğfar etmesi caiz değildir. Hz. İbrahim’in hiç böyle yaptığının cevabını yukarıdaki âyetler veriyor. 

“İbrahimin babasına istiğfarına gelince...” ifadesi “üsve-i hasene” olarak gösterilen İbrahim’in hangi tavrının örnek alınmaması gerektiği de haber veriyor. O (as) bir konuda babasına söz vermişti, bir vaad’te bulunmuştu. Sâdık bir kimseye yakışan verdiği sözde durmaktır. Kur’an’ın dediğine göre İbrahim (as) va’dine çok vefa gösteren birisi idi. (Necm 53/37)  

“Hz. İbrahim babasına verdiği sözü gerçekleştirdi. Bu talebinin arka planında ise, âhirette yakınlarından dolayı mahcup olma kaygısı yatıyordu. (Nitekim Şuarâ 26-282de buna işaret ediliyor)  Ama âyette geçtiği gibi babasının durumu belli olunca, bu duasından vazgeçti. (Tevbe 9/114) Sözün özü: Hakikate saygı esastır. Evlat İbrahim (as), baba onun babası olsa dahi, hakikate saygı duymalı, iman inkâr arasında Allah’ın çizdiği sınır gözetilmeli. (Mâide 5/5)” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1112)

Allah’ın (cc) Nuh’un (as) mü’min olmayan oğlu için yaptığı duayı reddettiğini hatırlayalım. (Hûd 11/46)

Babası için mağfiret dilemeye söz veren hz. İbrahim’in; “...Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözüyle, babasından veya onun çevresindeki müşriklerden teberri etmediği anlamına gelmez. Bu bir evladın –babası kâfir de olsa- babasının hayrını istediğini gösterir. (Sülün, M. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, s: 549)

“Her peygamber bir şefkat pınarıdır. Bir âdem bir âlem diye yola çıkarlar ve bir âdemin ebebî saadetini bir âleme bedel bilirler.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/586) Çok şefkatli ve merhametli İbrahim (as) babasının iman etmesini umarak onun için mağfiret dileğinde bulundu.

“Gerçekten İbrahim, çok içli ve yumuşak huyluydu.” Onun Allah’tan hakkıyla korkup sakınması, O’na karşı haşyet duyması (saygılı davranması), bütün işlerinde azimli ve yumuşak huylu olması onun neden babası için mağfiret istemesini de, babasının inkârda kararlılığını görünce de bundan neden vazgeçtiğini açıklamaktadır. Bu âyette geçen “evvâh” çok âh çeken, çok içlenen manasındadır. O Allah (cc) korkusundan dolayı çok âh çeken, babasının ve kavminin durumuna üzülen birisiydi. “Evvâh”, Allah’a çok yalvaran, çok dua eden, Rabbine karşı hata yaparım diye çok korkan kimseler içinde kullanılır. (Abduh, M.-Rıza, M.R. el-Menâr, (çev.) 10/484) 

Dolaysıyla İbrahim (as) bu açılardan da iman edenlerin örneğidir.

Bu âyetlerde açıkça, peygamberlerin sonuna kadar  devam eden tavırlarının örnek alınabileceği anlaşılıyor. Yanlış olduğu veya Allah yasakladığı için, ya da sonradan gelen şeriatın yürürlükten kaldırdığı davranışlar örnek alınmaz. İbrahim’in âyette geçen sözleri iki kısımda incelenebilir. Birincisi: “Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim”. İkincisi: “Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez”. Birinci bölümün örnek alınamaycağı açık. İkinci bölümdeki söz ise doğrudur. Örnek alınabilir. Birisi başkasına “elimden ancak bu kadarı geliyor” dese, bu sözle karşıdakini memnun eder.  Demek ki elinden daha fazlası gelse onu yapar. Bu sebeple İbrahim’in yukarıdaki sözünü, “ben istiğfar etsem de, sonuçta Allah’tan başka kimse mağfiret edemez” diye anlamak mümkün. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an, 6/241)

Buna göre müslümanlar ölü veya diri müşrikler ve kâfirler için dua edemezler mi,, mağfiret isteğinde bulunamazlar mı?

“Sonraki ifadelerden de anlaşılacağı gibi, bu yasaklama müşriklerden ölmüş bulunanlar, yani tevbe etmeden ölenler için geçerlidir, henüz yaşayanlar için değil: Çünkü “henüz hayatta olan birinin (bir günahkârın) bağışlanmasını dilemek, bunun için dua etmek... Allah'ın böyle bir kişiye hidâyetini bahşetmesini istemek demektir, ki bu caizdir” (Abduh, M.-Rıza, M. R. el-Menâr (çev.), 12/483. Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/384)

Bazılarına göre bu âyetin amacı akrabalar için istiğfar etmeyi yasaklamak değil, sağ olan inkârcı akrabalara sevgi besleyip onlara müslümanların aleyhine olacak şekilde sır vermeyi yasaklamaktır. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 9/381) Ancak yukarıda geçtiği gibi Tevbe 113. âyet cehennmlik oldukları aşikâr olan müşrikler için istiğfar etmeyi yasaklıyor. Dolaysıyla bu yorum isabetli görünmemektedir.

Müslümanlar için tarihte pek çok örnek şahsiyetler var. Bu örneklik İbrahim’e ve daha öteye kadar uzar gider. Şüphesiz ki hz. İbrahim’in örneklik gerçeğinde önemli bir yeri vardır. Tarihte nice tevhid bağlıları da onun yaşadığı olayların benzerini yaşamış, onun karşılaştığı zorluklarla karşılaşmıştır.  Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte iman edenler de Mekke'den Medine’ye hicret eden müslümanların karşılaştıkları sıkıntıların benzerleriyle karşılaşmışlardı. Onlar bu nedenle hem sahabeler için, hem de şimdiki müslümanlar için güzel bir örnektir. Onlar, kavimlerinin şirkte ve inkârda direndiklerini görünce onlara; “Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız” dediler ve onlardan teberri ettiler, yani inançta, ibadette, tasavvurda, ahlâkta ve hayat anlayışında onlardan farklı olduklarını ortaya koydular. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3542)

İbrahim (as) ve beraberindeki mü’minler, Nemrud kavminin Allah’ı bırakıp tağuta (uydurulmuş tanrılara) ibadet ettiğini, üstelik İbrahim’in (as) davetine karşı çıktıklarını görünce; “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Bu buğz ve düşmanlığın sebebi onların Allah’ı inkârda ve İslâmî davete düşmanlıkta direnmeleridir. (Zamahşeri, Ö. b. M. el-Keşşaf 4/501)

Onlar inkâr topluma peygamberinden öğrendikleri gibi “biz de sizi, inkârcılıktaki tutumunuzu, Allah’ın bırakıp taptığınızı putlarınızı tanımıyoruz, kabul etmiyoruz. Biz bütün bu yanlışlardan ve sapıklıktan uzağız. Siz, bu yanlıştan vazgeçmedikçe bizimle sizin aranızda dostluk, samimi ilişki kalmamıştır. Bundan dolayı sizinle bizim aramıza mesafe ve düşmanlık girmiştir dediler. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/59. İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

Böylece o günün müslümanları, hem ilâhi davetten yüz çeviren, hem de kendilerine düşmanlık besleyen Nemrud taraftarlarına karşı tavırlarını belirlediler. Bu uğurda başlarına gelebilecek her türlü musibete hazır olduklarını açıkladılar. Onlar bu tutumları ile karşı tarafa, yanlışta olduklarını ve bundan vazgeçmeleri gerektiği mesajını da vermiş oldular.

Âyet İbrahim (as) ve beraberindekilerin “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır” diye dua ettiklerini de naklediyor. Bu duada hem tevekkü var, hem de inabe, yani samimiyetle Allah’a yönelme. Bu yönelme hem tevekkül amacıyla, hem hatalardan vazgeçip itaate yönelme, hem müşriklerden olmayıp muvahhid olarak Rabbe yönelmeyi, hem de inkarcıların hile ve tuzaklarından Allah’a sığınmayı veya O’nun yardımını istemeyi ifade eder.

İman edenler bilir ki, eninde sonunda insan ölüm ile Rabbine dönecektir. Bir mü’min “dönüş de ancak Sanadır” diyorsa, hem Allah’a imanı kuvvetlendiryor, hem de Ahirete hesaba ve mizana, cennet ve cehenneme yakinen iman ediyor demektir. Bu ifadede sanki Allah’a bir söz veriş de seziliyor. “Sana döneceğime göre, hazırlıklı dönmeye, Senin razı olacağın bir hayatı yaşamaya, Senin koyduğun ölçülere uymaya, Sana şükredici olmaya çalışacağım” der gibi. 

 

-el-Velâu ve’l-berâu

Kur’an Mumtahıne 4, 7 ve 8. âyetlerle mü’minlere velâ ve berâ (tevellâ ve teberri/dostluk ve uzaklaşma) ahlâkını da öğretiyor: Bir müslüman dinî açıdan kimlerle candan dost, sırdaş ve müttefik (veli) olabilir, kimlerden teberri etmesi (uzak durması), kimlere yanaşmaması gerekir?

Buna “el-velâu ve el-berâu” denir. İslâmî anlayışta birisini veli edinmeye; “tevellâ”, ya da “velâu”, birisinden uzaklaşmaya, ya da birisine dini açıdan mesafe koymaya da; “teberrî”, ya da “berâu” denir.

İslâm müslümanları dinde kardeş yaptığı gibi (Hucurât 49/), onları birbirlerinin velisi de saymaktadır. (Enfal 8/72, 73. Tevbe 9/71. Mâide 5/55)

Kur’an candan dost edinmeyi, müttefik olmayı, dost/ahbab olmak için bir gruba meyletmeyi bir de “tevallâ” kelimesiyle anlatıyor. (Hacc 22/5. Mâide 5/51, 56, 80. Tevbe 9/23. Mumtahıne 60/9, 13. A’raf 7/196. Nahl 16/100 v.d.)

Kur’an, veliliği (velâyet olayını) ve kardeşliği kan ve soy bağına değil, iman bağına bağlıyor ve müslümanların hangi renkten, hangi ülkeden ve hangi soydan olurlarsa olsunlar, birbirlerine veli (dost, kardeş, yardımcı, müttefik, birbirlerinden sorumlu) olduklarını haber veriyor.

“Sizin veliniz, ancak Allah, (O’nun) Rasûlü, rukû’ ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.” (Mâide 5/55)

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır (velileridir). İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/71. Ayrıca bkz: Mâide 5/51)

İman bağı ile kurulan ‘velâyet’ gerçeğini anlamış olan bir müslüman, mutlak ve değişmez “veli” olarak Allah’ı tanır.  Bu bilinçle hareket eden, Allah’ın dışındaki kimselerle ve odaklarla kuracağı dostlukta (velâ’da) temel olarak el-Veliyy ismini ölçü olarak alır. Yani o, Allah’a veli olanlarla, ya da Allah’ın kendisi için veli edindiği kimselerle velilik bağını kurar. Onlara karşı velâyetin gereklerini yapar. 

Müslümanların din kardeşlerini bırakıp, İslâm ile alay eden kitap ehlini, kâfirleri ve benzerlerini veli edinmesini, onlarla velâyet bağı kurmasını yasaklıyor. (Âli İmran 3/28, 128. Nisâ 4/89, 139, 144. Mâide 5/51, 57. Tevbe 9/23. Mumtahine 60/1-2. Mucâdile 58/22)

 

-el-Berâu ve teberrî

Kur’an, müslümanlar arasında bir dostluk, bir velâyet bağı kurduğu gibi, insanlardan bazılarına karşı mesafeli durmayı, uzaklaşmayı da onlara imanî bir görev olarak yüklüyor.

Bu uzaklaşma daha çok, inançta, ahlâkta, dünya görüşünde ve müttefik olma konularındadır.

Kur’an’ın bu ölçüsü, bütün gayr-i müslimlerden temamen bir yüz çevirmek, düşmanlık duymak değil; zararlı olabilecek bir oluşumlara karşı tedbirli olma amacına yöneliktir.

‘Berâ veya teberri’, terketmeyi, uzaklaşmayı, yakınında bulunmamayı ifade eder.

Kur’an’da iki âyette geçmektedir.  

Berâ, aynı sûrenin sonlarına doğru şekillenen mana ile, savaş halindeki müşriklerden her türlü ilişkiyi kesme, onlardan uzak durma manasına da gelir. Nitekim aynı kökten gelen berî kelimesi de daha çok bu manada kullanılıyor. (Enfal 8/19. Haşr 59/16)

         Kur’an, müslümanları zarar vermekten geri durmayan müşriklerde yüz çevirilmesini, onların sırdaş/candan dost kabul edilmemesi konusunda uyarıyor.  (Âli İmran 3/118)

Müslümanların, her durum ve şartta kötülük yapmaktan geri durmayan, onların aleyhine çalışan, onları zayıf düşürmeye çaba gösteren bütün kişi ve topluluklara karşı dikkatli olmaları hakkıdır. Bu müslümanlardan kaynaklanan bir nefret değil, onlara hasmâne duygular besleyen kötü insanların tavırlarına karşı bir tedbirdir.

          Kur’an’a göre, müslümanlar başkaları şöyle dursun, hukukî anlamda velileri olan babaları ve öz kardeşleri bile inkârcılığı müslüman olmaya tercih ederlerse, küfürden dönme ümidi de kalmamışsa; onları (din kardeşliği anlamında) veli/dost edinmeyi, sırdaş tutmayı yasaklıyor. (Tevbe 9/23)

Ancak Kur’an, baba kâfir de olsa ona ihsan etmeyi, onunla ilişkiyi kesmemeyi ve iyilikle davranmayı, onlarla iyi geçinmeyi, ancak şirk koşma konusunda onlara itaat etmemeyi de emrediyor. (Lukman 13/14-15) 

« Sizinle din hususunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.

         Allah, ancak sizinle dininiz sebebiyle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş kimseleri veli edinmenizi yasaklar. Kim onları veli (dost) edinirse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.” (Mümtehıne/8-9)

Mü’minler iman ahlâkına küfür davranışı karıştıracak, mü’minlere şimdi veya gelecekte zararı dokunacak, İslâma ters düşecek şekilde kâfirlerle velâyet (dostluk) ilişkilerine girmeleri caiz değildir. Mü’minler sevgilerini ve buğzlarını Allah için gösterirler.

Bununla beraber müslümanlar, herkese karşı adaletle davranmaktan, ihsan etmekten, yani iyi tavır göstermekten sorumludurlar. Onlar başkalarının haklara saygı gösterirler. Verdikleri  sözde dururlar. Allah’ın yaratıklarının tümüne karşı merhamet sahibirler. İhtiyaç anında kim olursa olsun yardım etmek onlar için imanî bir vazifedir. Başkalarına iyi davranmak, güzel komşuluk kurmak, arkadaşlığa vefa göstermek, ya da insanların iyiliğini istemek müslümanın güzel huylarındandır.

Ancak, iman bağının kurduğu velilik farklı bir şeydir. Ne bütün bu güzel davranışlar, inkârcıları dinî anlamda veli edinmeyi gerektirir, ne de mü’minler arasındaki velilik bağı, başkalarına kötü davranmayı, ya da herkesi düşman bilmeyi gerektirir.

Bu konuda Ebu Bekr’in (ra) kızı Esma’ınıntavrı güzel bir çörmektir. O şöyle anlatıyor: “Annem bana Kureyş’le anlaşma yapıldığı zaman gelmişti. Annem o zaman müşrikti. Rasûlüllah’a sordum: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Annem bana geldi. Kötü bir durumdadır (bakıma muhtaçtır). Anneme sıla yapayım mı (ona iyilik edeyim mi)?” Buyurdu ki: “Annene iyilik et.”  (Müslim, Zekât/14 (50) no : 1003. Buharî, Edeb/ 8 no : 5978-5979, Hibe/29 no : 2620, Cizye/18 no : 3183)

Müslümanlara, yahudi ve hırıstiyanlara iyilik etmek, arkadaşlık yapmak, onlara âmir olmak yasaklanmamış, onları veli edinmek, yardakçılık yapmak yasaklanmışlardır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/265)

Burada yasaklanan velilik, iman bağı ile oluşan yakınlık, dostluk ve müslümanların aleyhine olacak şekilde onlara yardımdır, onlara yağcılıktır. Müslümanlara saldırmayan, onlara zarar vermek için çaba göstermeyen, İslâmla alay etmeyen bütün insanlarla normal hayat ilişkilerini sürdürmek yasaklanmış değildir. (bak. 60 Mümtehine/8-9. 4 Nisa/36)

Tevbe Sûresinin diğer adı da “Berâe”dir. Yani saldırgan müşriklerden beri olma, İslâm ve Peygamber (sav) ile savaşanlara karşı bir uyarı (ihtar), bir bildiri.

Mümtahıne Sûresinin başıda “Ey iman edenler, Benim de sizin de düşmanlarınızı candan dostlar (veli) edinmeyin...” deniliyor. Burada kasdedilen düşmanlık şüphesiz ki inanca yönelik bir düşmanlıktır. İslâm, iman, vahiy ve Peygamber düşmanları hem Allah’ın, hem de mü’minlerin ortak düşmanıdır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1111)

Allah (cc) kendisine itaat edenlere ve velilerine; “İslama düşmanlık besleyenlerle velâyet (dostluk-müttefiklik) ilişkilerini kesin” diye emredince mü’minler de tıpkı İbrahim (as) ve beraberindekiler gibi bu emrin gereğini yaptılar ve onlardan uzaklaştılar. (el-Hâzin, M. B. İ. Tefsir, 4/281)

Ancak bu durum insan olmaları hasebiyle ilk dönem müslümanlarına ağır geldi. Bunun üzerine Allah takip eden ayeti indirdi. “Umulur ki Allah, sizin düşman olarak algıladığınız kimselerle sizin aranızda bir sevgi var edebilir. Ve Allah’ın buna gücü yeter. Üstelik Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” Bu gerçekleşti. Çok geçmeden Mekke fethedildi, Mekkeliler müslüman olup diğerlerinin arasına karıştılar. Aralarında sosyal ve evlilik ilişkileri oldu. Mesela Peygamber (sav) Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe ile evlendi. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/350. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, )

Nitekim Mekke’nin fethiyle birlikte putperestlerin baskıları sona ermiş, barış ortamının tesisiyle birlikte insanlar akın akın Allah’ın dinine yönelmişler ve rahmet peygamberinin engin sevgi ve hoşgörüsünü yakından tanıma fırsatı elde etmişlerdir (Nasr 110/1-2). (Komisyon, Kur’an Yolu, 5/242)

Âyette geçen, “Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır” anlamındaki sert ifadeyi –başka âyetler, özellikle bu sûrenin 7- 9. âyetleri ve Resûlullah’ın tatbikatı ışığında anlaşılmalı. Bu âyet tek başına başkalarına düşmanlık ilân etme, bunu alevlendirme ve nefreti yayma için kullanılmamalı.”  (Komisyon, Kur’an Yolu, 5/241)

Müslümanın göstermesi gereken olumsuz tavır, yada teberri (berau) sıradan gayr-i müslimlere değil, müslümanlara saldıran veya onların değerleriyle savaşan, ayrıca İslâmla alay edenlere karşı olmalıdır. (Mâide 5/57-58)        

Zaten Mümtahıne 8. ve 9. âyetlerde müslümanlarla savaşmayan, onları yurtlarından çıkarmayan müşriklere iyilik etmeyi ve onlara âdil davranmayı yasaklanmıyor. Allah (cc) müsşümanlara kendilerine saldıran, yurtlarından çıkaran ve çıkarılmalarına yardım edenleri veli (dost/müttefik) edinmeyi yasaklar. Saldırgan olmayan ve düşmanca tutumlara girmeyen gayr-i müslimlere iyilik ve iyi davranma belki onlarla müslümanlar arasında bir sevgi, bir komşuluk peyda edebilir.

 

-İbrahim’i (as) örnek gösteren ikinci âyet:

Arkasından onlar (İbrahimle beraber olanlar) dualarına şöyle devam ettiler:

رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿5﴾

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟ ﴿6﴾

“Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.

“Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü” arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Mümtahıne 60/5-6)

Âyet vurgulu bir şekilde (te’kidle) z. İbrahim’de ve onun yanındakilerde bütün müslümnanlara, kıyamete kadar güzel bir örneklik olduğu tekrar söylüyor.

Onlar dualarında sanki şöyle diyorlardı:“ Ey Rabbimz! Bizi kötü bir duruma düşürme ki inkârcılar bizim kötü durumumuza bakıp da, kâfir olduklarına (müslüman olmadıklarına) sevinmesinler. Bizi onlara karşı mağlup etme, ellerine düşürüp sıkıntıya ve kedere uğratma, el ve dil ile bize eziyet etmelerine izin verme ki bu yüzden imanı küçümseyip inkârcılıklarına devam etmesinler.” (Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 7/548)

İbrahim’in yanında olan mü’minler Allah’tna bağışlanma dilediler, her konuda Allah’a tevekkül ettiler ve O’na teslim oluruz, işlerinde O’ndan yardım dilediler. Onlar son dönüşün Allah’a olduğunu itiraf ettiler. “Bizi onlarla deneme, onlarıy eliyle bize azabın ulaşmasına izin verme, müslümanlara üstün gelmelerine müsaade etme ve bizi bağışla” diye dua ettiler. (İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

“Bizi onların nesnesi kılıp saptırmalarına izin verme”, ya da “bizi onları saptıran birer özne kılma” dediler. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an , 2/1112. bkz: Tevbe 9/49)

Müslümanların kafirler için fitne (imtihan sebebi) yapılması bir kaç şekilde olabilir. Kâfirlerin müslümanları hak üzere oldukları için yendiklerini ve kendi inançlarını hak olduğunu sanmaları. İnkârcıların aşırı ve baskı vu zulümleri karşısında müslümanların din ve ahlâk konusunda taviz vermek zorunda kalmaları. Müslümanlar olumsuz anlamda değişerek İslâmî kimliğe yakışmayan ahlâkî zaaflara düşerlerse kâfirlere fırsat vermiş olurlar. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 6/243)

Mümtahıne 4. âyette Hz. İbrahim'in ve O'nunla birlikte olanların tutumu  sergilendikten, Hz. İbrahim'in teslim oluşu ve Allah’a niyazı ortaya konulduktan sonra onun güzel bir örnek olduğu, mü’minlerin kalbine dokunarak tekrar ediliyor. “Andolsun Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için bunlarda güzel örnekler vardır.” 

Allah'ı ve âhiret gününü umanların ne yapması gerektiğini örneği h. İbrahim (sav), onunla birlikte olanlar (ve hz. Muhammed)dir (sav). Müslümanlar bu onurlu, şerefli ve kılavuz (rehber) olan bu aziz insanları örnek almalılar, eğer Allah’a ve âhirete (oranın nimetlerine) kavuşmak istiyorlarlarsa...

Onların bu şirke ve küfre karşı ve iman ile inkâr arasındaki ilâhi sınır gözetme hususundaki tavırlarındaki güzel örneklik bu âyette de bu örneği mübalağa ve te’kid (kuvvetlendirme) amacıyla tekrar ediliyor. Bu örneklik şüphesiz Allah’tan hakkıyla kokup çekinenler, O’na karşı kulluk bilinciyle davrananlar, âhiret hesabından korkanlar, ya da hem dünyada hem de âhirette hayır umanlar içindir. (Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 3/350. Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736)

Âyetin bir kısmı Muhammed’in (sav)  en güzel örnek gösterildiği âyete benziyor.

“Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33/21)

Burada “Allah Rasûlünde”, sadedinde olduğumuz âyette “onlarda” deniliyor. Burada âyetin sonunda “Allah’ı çok zikreden” ilavesi var. Sadedinde olduğumuz âyet ise

“… Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır” şeklinde sona eriyor.

Bir önceki âyetten bir müddet sonra nâzil olan bu âyette isim vermeden “onlarda” denilerek hz. İbrahim ve beraberindekilerde müslümanlar için güzel bir örneklik olduğu tekrar ediliyor. “Onlar”dan maksat hz. İbrahim ve onun beraberindekilerdir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/350. el-Hâzin, M. b. İ. Tefsir, 4/281. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3048)

İman edenler eğer hz. İbrahim’i ve beraberinde olan, özellikle onun zamanındaki peygamberleri hatırlarlarsa, onlarda kendi hayatlarına taşıyabilecekleri ve üretebilecekleri mükemmel örneklik bulurlar. Ancak kim, Allah’ın emrinden yüz çevirirse, kibirli bir şekilde arkasını dönüp giderse, Allah’ın düşmanları veli, yani candan dost ve müslümanların aleyine müttefik edinirse, onlara yürekten muhabbet duyarsa; Allah’ın böylelerinin imanına ihtiyacı yoktur. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/60. İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

Müslüman için terihte hz. İbrahim gibi örnek şahsiyetler vardır. Bu açıdan müslümanların  tarihi zengin tecrübelerle doludur. Asr-ı Saade’te veya günümüzde müslümanların karşılaştıkları zorluklar da yeni değildir. Geçmişte Allah'ın dinine inanan ve onu hayat haline getiren çoğu kimseyi benzer zorluklar kuşatmıştır. Müslüman bu açıdan kendisi gibi hak yolunda imtihan edilen ümmetle bütünleşmektedir. Zira o Tevhid açısından sağlamca toğrağa tutunan köklü bir ağacın gölgesi geniş bir dalına benzer.

Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte iman edenler de Mekke'den hicret eden müslümanların karşılaştıkları sıkıntıların benzeri ile karşılaşmışlardı. Onlar bu nedenle şimdiki müslümanlar için güzel bir örnekti. Onlar kavimlerine; “Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi.

Bu onların kendi toplumlarından, ilâhlarından ve ibadetlerinden tamamen uzaklaşmak, kesin bir ayrılış demekti. Çevrelerindeki müşrik toplum ile aralarına onlar Allah'a inanıncaya kadar bir mesafe oluşmuştu. Bunun ötesinde artık herhangi bir dostluk bağı kalamazdı.

Bu tutum, bu tür durumlarla karşılaşan her inanmış nesil için güzel bir tecrübe, gerçeği ortaya koyan bir tavırdı. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3543)

Hz. İbrahim'in ve O'nunla birlikte olanların tutumu bu şekilde sergilendikten, Hz. İbrahim'in teslim oluşu ve O'na niyazda bulunuşu ortaya konduktan sonra onun güzel bir örnek olduğu tekrar ifade ediliyor. 

Allah'a ve âhiret gününe bel bağlayanların örneği Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte olanların hayatında gerçekleşmiştir. İşte bunlar sözü edilen onurlu kafilenin yaşadığı olayları, elde ettikleri tecrübelerin değerini kavrayabilecek kimselerdir. Onlar Hz. İbrahim ve beraberindekileri izlenmesi gereken bir örnek, yol gösteren bir kılavuz kabul ederler. Allah'a ve âhiret gününe bel bağlayanlar onları kendilerine örnek alsınlar. Bu o zaman yaşayan müminler için gerçekten etkili bir direktiftir. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3543)

 

-Son söz

Görülüyor k’Kur’an, hem hz. Muhammed’te, hem de İbrahim’de, hatta onun yanında olanlarda iman edenler için en güzel örnek olduğunu haber veriyor. Bu hayali bir sey değildir elbette. Yaşanmış, tecrübe edilmiş, uygulanmış bir davranış modeli. Bu âyetlerden hiç bir müslüman hz. İbrahim’in elbise şeklinin, boyunun, vücut biçiminin, kullandığı eşyaların, saç sakal tipinin örnek gösterildiğini iddia edemez. Üstelik böyle bir iddia havada kalır. Zira hiç kimse hz. İbrahim’in vücut yapısını, kullandığı eşyaları, giyimini bilemez. Bunlar sonraki nesiller için gayb durumundadır.

Öyleyse âyette kasdedilen başka bir örnekliktir. Hz. İbrahim’in teslimiyeti, imanı, çabası, gayreti ve uğradığı onca imtihana karşın sabredip teslim olması, yani kulluğu ve Allah yolunda fedakârlık yapması, ölene kadar davette bulunmasıdır. İbadeti, şükrü, sabrı, metâneti, takvası ve dik duruşudur.

Hz. Muhammed’in örnek gösterilmesi de buna benzer. Onun örnekliği kullandığı eşyalar, alet ve edavatlar, saç rengi tipi, başına örttüğü örtüler, sakal tipi veya ev döşemesi, boyu posu, nerede oturduğu, nerede dinlendiği, evinin mobilyası, yediği yemek çeşidi, elbsiesinin tipi veya rengi v.b. değil; nasıl giyindiği, nasıl oturduğu, nasıl yediği, nasıl davrandığı, nasıl şükrettiği, nasıl takvalı olduğu, nasıl gayret ettiği, nasıl sakındığı ve benzeri alanlardır. Yani ahlâkı, takvası, ibadet şuuru, sabrı, cihadı ve tevhide uygun duruşu, sebatı, akideden taviz vermemesi, Rabbine tevekkülü, ihlası ve üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmesidir.

Bütün bunları akla getirmeden örneklik diye onun ayakkabasına, elbise rengine, saç veya sakalının uzunluğuna, el ile yemek yemesine, o günün yemek kültürüne, o günün eşyalarına takılıp kalanlar, onu değil, görüntüleri, şekli, kumaşı, taşı toprağı, kılı ve terliği örnek almış olurlar.

Hatta daha da tehlikelisi Peygamber’e ait bu gibi şeylerde bir kutsallık var zannedip aşırı yüceltirler. Halbuki Kur’an’ın gösterdiği hedef bu değildir.

Peygamber’in üretilebilir örnekliğini kendi hayatına, zamanına, çağına taşımak. O örneklikten faydalanarak bu devirde İslâmî kişilik oluşturmak, Allah, âlem, insan, âhiret tasavvurunu Tevhîde uygun hâle getirmek. Sonra da hakkıyla kulluk yapabilme bilincine ulaşmaktır. Ya da Peygamber’i (sav) örnek alarak Allah’ın razı olacağı bir hayatı, ahlâkı yaşayanladan, şükredenlerden olmaya çalışmaktır.

Rasûlüllah’ı Kur’an’ın gösterdiği gibi örnek almak duasıyla...

 

(Son bölüm) 16.02.2017

Zaandam

 Hüseyin K. Ece