1-DİNLEMEK ve ANLAMAK

 

a-  Dinlemenin de bir ahlâkı, bir adabı vardır.

Kulak her sesi duyar, ama her sesi dinlemesi gerekmez.

Kulağa gelen her sese kulak verenler, işitme yetisini kirletirler. Duyduğu şeylerin arasında seçim yapmayanlar, duyma yeteneğini çöplüğe çevirirler.

Dinleme, duymanın bir sonraki aşamasıdır. Bir ses duyan, ona önce kulak verir, sonra dinler, sonra da anlamaya çalışır.

 

Anlamak burada bir anlamda kabul etmek, benimsemektir.

Öyleyse kişi bir şeyi kabul edip benimsemeden önce neyi duyduğuna dikkat etmelidir. Bunun için de iyi bir dinleme tavrı olmalıdır.

Dinleme ahlâkı anlamanın yolunu açar. Duydukları arasındaki farkı anlamayı sağlar.

Onun için dinleme ahlâkından bahsediyoruz.

Kur’an şöyle diyor:

“Tağuta ibadet etmekten sakınıp Allah’a dönenlere; işte onlara müjde vardır. O halde kullarıma müjde ver.

O kullarım ki, onlar sözü dinlerler,sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (39 Zümer/17-18)

Tağut, Allah’ın dışında ibadet edilen her şeydir. Allah’ın hükmüne mukabil hüküm koyan ve tanrılaştırılan güç odaklarıdır. (H. K. Ece, İslamın Temel Kavramları, s: 669)

Allah’ın dışında hiç bir şeyi tanrı gibi görmeyen, onlardan geldiği zannedilen ilkeleri reddeden, onlara ibadet anlamında asla itaat etmeyen; yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah’a yönelip teslim olan, O’nun hükümlerini ölçü olarak kabul edip, ibadetini yanlızca O’na yapan insanlara ne mutlu. Gerçek en büyük müjdeye, gerçek en muazzam kurtuluşa, gerçek ve en güzel ödüle onlar kavuşacaklar.

İşte böyle olan kullar sözü/sözleri dinleyip en güzeline tabii olurlar. Böyleleri kendi hür iradeleri ile sözün en güzelini tercih ettikleri için, bu iyi niyetlerine karşılık Allah (cc) onlara doğru yola iletir.

 Ya da doğru yolu bulmaları için yetenek ve imkan verir. Doğru yolun önünü onlar için açar veya kolaylaştırır.

 

b- Bu âyetlerin nüzûl sebebi:

Bazılarına göre Zümer 17. âyet; Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Selman el-Farisi ve Ebu Zerr el-Gifarî hakkında inmiştir. Zira onlar cahiliyye döneminde bile “Allah’tan başka tanrı yoktur” derlerdi. (Vahidî, Esbabu’n-Nüzul, s: 276. Kurtubî, aynı yer)

18. ayetin iniş sebebiyle ilgili Ata isimli tefsirci diyor ki:

“İbni Abbas’tan gelen rivâyete göre bu âyet Ebu Bekr hakkındadır. Zira o, Peygambere inen her şeye inanmış, her şeyi tasdik etmişti. Cennetle müjdelenen bazı sahabeler Hz. Ebu Bekir’e geldiler ve ona Hz. Peygambere indirilenle ilgili bazı şeyler sordular. O da onlara Kur’an’la ilgili şeyleri haber verdi. Onlar da hemen iman ettiler. Bu âyet onların bu teslimiyetleri ilgili geldi. Zira onlar kendilerine ulaşan sözün en güzeline (Kur’an’a) tabi olmuşlardır. (Vahidî, Esbabu’n-Nüzul, s: 276)

İbni Kesir şöyle diyor:

Doğru olan şudur ki, bu âyet bu adı geçen iki sahabe ve onlar dışında putlara tapmaktan kaçınan, Allah’a ibadet etmeye yönelen herkesi içine alır. Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjdeler vardır. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/215)

 

c-  Sözü dinleyip en güzeline uymak

İnsan kendisine çağrı yapan pek çok davet alabilir. ‘Gel gel’ diyen pek çok ses işitebilir. Her din mensubu, her ideoloji bağlısı, her cemaat müntesibi başkalarını kendi bulunduğu yola, hale çağırabilir.

Sağ duyu sahibi, akletme yeteği sağlam olan, tasavvur yetileri gelişmiş kişiler bu çağrıları duyarlar, ama en doğrusuna, en güzeline, en isabetlisine, en faydalısına uyarlar.

Ya da Kur’an’ın sözü zaten güzel, daveti haktır denilebilir. Akıl sahipleri, hakkıyla düşünenler; Kur’an’ı dinlerler ve hemen ona tabi olurlar. Böylece doğru yola iletilirler.  Zira onlar bunu hak etmişlerdir.

Burada karşımıza ‘dinleme ahlâkı’ çıkıyor. Neye kulak vermeli, nasıl vermeli, sonuçta nasıl davranmalı? Doğru olan bir şeyi duymak, onu dinlemek anlamına gelmez. Bilakis duyduğu şeyin doğruluğundan/hak oluşundan emin olan kişi onun gereğini yapar.

Burada kulak vermek; anlamak ve itaat etmek, alıp kabul etmek ve gereğini yapmak üzere harekete geçmektir.

Bu da işaret edilen dinleme ahlâkıdır.

“Sözün gücünün ve düşünceye saygının bundan daha iyi bir ifadesi olamaz.” (M. İslamoğlu, Meal, s: 914)

Söz hem güçlüdür, hem de söze dönüşen düşünce değerlidir. Bunun insana kazandırılması başlı başına bir ihsan ve nimettir. İnsanın bu yetenekle donatılması, onun kendi hür iradesiyle doğru en güzel olanı seçmesi için teşviktir. Bu maksatla yapılan her teşebbüs kıymetlidir.

Âyette geçen ‘sözü dinlemek ve en güzeline tabi olmak’; yani onu anlamak ve o sözün Allah’tan geldiğini bilmektir. Sonra da ona sımsıkı yapışmaktır. Tıpkı şu âyetteki çağrı gibi:

“... (Ey Musa) Onlara (Levhalara) kuvvetle sarıl; halkına da emret: onlar da en güzel (bir şekilde) sarılsınlar...” (7 A’raf/145) (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/216)

 “Sözün güzeli kişiyi Hakka irşad eden ve insanı samimiyete götürendir. İnsan güzel olanı sever veya ona meyleder. Bir şeyde güzellik arttıkça ona olan meyil de artar.

Burada sözün güzeline tabi olmak, hak ve doğru olanı isteme iradesidir. Ki olay hak ile batıl, doğru yol ile sapıklık arasında döner durur. Kişi güzel olanı tercih yeteneği ile hakkı tercih eder, batılı bırakır. Kişinin amacı hak ve doğru olanı seçmek ise; o sözü dinler ve hatta doğru olanların arasında daha doğru olanı seçmeye çalışır. Yanlış olanı seçmekten de korkar.”  (H. Tabatabaî, Mizan, 17/265)

İbni Abbas’a göre sözün en güzeline uymak; kötü sözü de, güzel sözü de işitip, güzel sözü konuşmak, çirkin sözden yüz çevirmek demektir.

Bir başka açıklamaya ya göre bu; başka sözleri de dinleyip Kur’an’a tabi olmaktır.

Bazılarına göre bu; azimet ve ruhsat olan emirleri işitip, azimet olanları zorluğuna rağmen uygulamaktır. (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkamu’l-Kur’an, Zümer 18. ayetin tefsiri)

Kişi her duyduğunu hemen alıp kabul etmeyecek. Duyacak, dinleyecek, ölçecek, biçecek, muhakeme edecek; ikna olduktan sonra kabul edecek. Böylece en doğruya, en güzele ulaşmaya; ya da en güzele tabi olmaya çalışacak.

         “F. Razi’ye göre bu ifade; her dini yükümlülüğü (terimin en geniş anlamıyla) kendi akılları ışığında değerlendiren ve akıllarının geçerli veya mümkün gördüklerini kabul edip akıllarına yatmayanları reddeden kişileri tasvir etmektedir. Âyet, insanın aklının sunduğu kanıtlara (hüccetul’l-akl) uymasının ve eleştirel değerlendirme (nazari) ve mantıksal çıkarımın (istidlal) bulgularıyla uyumlu sonuçlara varmasının yüceltilmesini ve övülmesini ifade etmektedir.” (M. Esed, Meal s: 940)

Âyette özellikleri anlatılan samimi kimselerin dinledikleri söz, öncelikle Allah kelâmı, Hz. Peygamber’in sözleri veya selefin görüşleri olarak da yorumlanmıştır. Sözlerin en güzeli ve doğrusu da kuşkusuz Kur’andır. (İnne esdaka’l-hadîsi kitabullah.)

“Allah sağduyu sahibi, duyduğu sözleri düşünüp taşınan ve sözlerin en güzeline uymak isteyen kimseleri doğru yola iletir. Ama düşünüp taşınmadan, körü körüne liderlerini, atalarını taklid eden, hurafelerin ağından kurtulamayan kimse, Allah’ın azap sözünü hak eder. O ezeli buyruğu gereği, kötü düşünce ve davranışlarıyla azaba girenleri Allah’tan başka kimse kurtaramaz.

Bu âyette Allah’ın, insanı belli bir sonuca mahkûm ettiği söylenmiyor. Allah’ın, iyi niyetli sözleri düşünüp, iyi bulduğu sözlere uyan sağduyu sahiplerini doğru yola ileteceği, böyle yapmayan kötü niyetli, düşüncesiz insanları da azaba uğratacağı belirtiliyor. ” (S. Ateş, Tefsir 7/539)

Dinleme ahlakını şu başlıklarda toplamak mümkündür:

1-Dinlemek, ciddiye almaktır

2-Dinlememek, aklını kullanmamaktır

3-İşitip karşı gelmek, ciddi bir hatadır

4-Dinlemek farkında olmaktır

 

d- Dinlemek, ciddiye almaktır

İnsan bir şeyi, bir kimseyi dikkatlice, can kulağı ile dinliyorsas, onu ciddiye alıyor demektir. Dinlediğine aldırıyor demektir.  Dinlenilen şeyi ciddiye almak, onunla ilgilenmeyi gerektirir.

Doğru sözlü birisi (veya bir haber kaynağı) diyor ki, falanca yol heyelan sebebiyle kapalı. Sürücülerin falanca yolu takip etmesi gerekir. O yolun ne zaman trafiğe açılacağı belli değil. Bu haberi ciddiye almayanlar o istikamete doğru giderler ve belki de lüzumsuz zorluklarla karşılaşırlar.

Kur’an’ı işitmek veya dinlemek; ona bütün bir yürekle kulak verme, onun haberlerini, uyarılarını, müjdelerini ve hükümlerini ciddiye almaktır. Daha doğrusu gereğini yapmaktır.

“Ey insanlar! Bir örnek veriliyor, şimdi onu dinleyin: Allah’ın dışında yalvarıp yakardıklarınız o varlıkların hiç biri, asla bir sinek bile yaratamazlar; bu iş için hepsi bir araya toplansa dahi...” (Hac, 22/73)

Zaten onun çağrılarına ancak onu can kulağı ile dinleyenler, onun çağrısını ciddiye alanlar, onun davetinin arkasında yatan gerçeği kavrayanlar cevap verebilirler.

“Unutma ki, yalnızca [bütün kalpleriyle] kulak verenler, bir çağrıya cevap verebilirler; [kalben] ölmüş olanlara gelince, [yalnız] Allah onları diriltebilir, sonra da hepsi O'na döneceklerdir.”  (En’am, 6/36)

“ve ne de yaşayan ile [kalben] ölmüş bulunan. Şüphen olmasın ki [ey Muhammed,] Allah dilediğine işittirir, halbuki sen mezarlardaki [ölüler gibi kalben ölmüş]lere işittiremezsin:” (Fatır, 35/22)

Yarın Allah (cc) ölüleri diriltecek. Bugün duymayanlar yarın duyarlar, bugün iman etmiyenler yarın gerçeği görürler, bugün duymayan kulaklar yarın elbette gereği gibi dinlkerler. Sonra da duyan duymayan, iman eden etmeyen hepsi Allah'a döndürülürler.

Ölü gibi duygusu olmayan, işitmek istemiyenler, Allah'ın bu kadar açık âyetlerini hiçe saydılar. Halbuki yerde ve gökte yerleşmiş olan Allah’ın varlığının belgelerini (ayetleri),  gökten su indirilmesindeki hikmeti, gece ile gündüzün peşpeşe gelmesindeki sebebi,  azgın kavimlerin cezalandırılmasındaki ibreti,  ancak işiten ve işittiğini kavrayanlar anlayabilir.

“O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için ibretler vardır.” (Yunus, 10/67.  Bir benzeri: Nahl, 16/65. Rum, 30/23. Secde, 33/26)

Burada bu gerçekleri haber veren Kur’an’ın davetine kulak verme, dinleme ve anlamaya dikkat çekiliyor, bütün bunların ciddiye alınması gerektiğinin altı çiziliyor.

Enes (ra şöyle anlatıyor: “Peygamber (sav) bir adama rastladığı zaman onunla konuşur, muhatabı ayrılmadıkça o da ondan yüzünü çevirmezdi. Muhatabıyla musafaha yapsa elini muhatabın elinden çekmezdi. Dizlerinin yanında oturan arkadaşının dizlerinden ileri çıktığı görülmemiştir.” (İbni Mace, hadis no: 3716)

 

e-Dinlememek, aklını kullanmamaktır

Hayati öneme sahip bir haberi veya uyarıyı dinlememek, ciddiye almamak aklı kulanmamaktır. Kişi bir tehlikeyi sezer, ona karşı tedbir alır. Bir faydayı sezer ve ondan yararlanmak için gereken çalışmayı yapar. Bir görevi üslenir, görevini yerine getirmeye çalışır. Bir sorumluluğun altına girer, gerekeni yapmaya çaba gösterir.

Ancak aklını kullanmayanlar bunları ciddiye almaz. Bu gibi konularda gevşek davranırlar.

Kur’an, kendi davetine karşı duyarsız kalanları sağır olmakla niteliyor. Onlar, maddi sesleri duymayanlar gibi, ilahi daveti  işitmeye ve gereğini yapmaya yanaşmazlar. 

“[Bunun içindir ki] ey imana erişenler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne karşı duyarlık, bağlılık gösterin; ve artık [O'nun mesajını] işitmiş bulunduğunuz halde O'ndan yüz çevirmeyin.

Ve (böylece) dinleyip kulak asmadıkları halde, “İşittik” diyenler gibi olmayın.

İyi bilin ki Allah katında canlıların en zararlısı aklını kullanmayan (gerçek) sağırlar ve dilsizlerdir.

Çünkü, Allah eğer onlarda iyi bir hal görseydi onların mutlaka duyup işitmelerini sağlardı; kaldı ki, onların (hakkı) duyup işitmelerini sağlasaydı, onlar o dikbaşlı tavırları içinde kuşkusuz yine yüz çevirirlerdi.” (Enfal, 8/20-23)

Bu hüküm, Kur’an'ın mesajından haberdar olduğu, onu anlayıp kavradığı halde ona aldırmayan herkesle ilgili görünmektedir.

Bazılarının durumu duyuların iptal edildiği hipnoz haline benzer. Hipnotize edilmiş gibi, duyuları olduğu halde bunlar işlevsiz kalırlar, görevlerini yapamazlar. Kur’an’ın davetine karşı duyarsız olanların durumu da böyledir. İşittikleri halde dinlemezler, duydukları halde kulak asmazlar, işitiyormuş gibi yaparlar ama can kulağı ile dinlemezler, bakarlar ama görmezler. Artık kendilerine gelemezler, tamamen sersem, şaşkındırlar. Şu halde yolu nerede bulacaklar?

“(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar (Hakk'a) dönmezler.” (Bekara, 2/18, 171)

Peygamber bütün insanları Allah’ın gönderdiği vahiyle uyarıp müjdeliyor. Ancak sağır olanlar, aklını kullanmayanlar bu çağrıyı duymazlar, bu davete aldırmazlar. (Enbiya, 21/45) Demek oluyor ki bu gibi insanlar aklıllarını kullanmıyorlar. Basiretleri bağlı,  düşünceleri kıt, kulakları asıl işlevini yapmıyor.

“Zira kulak oldur ki Hakk’ı duya, Hakkın sesini işite, Hakkın çağrısına cevap vere ve dinlediğini anlaya...”

Çevresinde olup biteni anlamak hem akıl işidir, hem yürek işidir.

“Peki, yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, orada olup biteni kalpleri kavrasın ve kulakları işitsin?  Ne var ki, onlarda kör olan gözler değil; kör olan, göğüslerdeki kalpler!” (Hac, 22/46)

Bunlar akıllarını kullansalardı, yeryüzünde olup biteni kavrayacak kalpleri, işitecek kulakları, teslim olacak iradeleri, boyun eğecek anlayışları olurdu. Meseleyi anlarlardı, gereğini yaparlardı.

Bu da onların dinleme ahlakına sahip olduklarını gösterir.

“Bütün bu olanlardan sonra siz, onların size inanmalarını mı bekliyorsunuz? Oysa onlardan bir çoğu Allah’ın kelamını işitip ne demek istediklerini kavradıkları halde, bile bile tahrif ediyorlar.” (Bakara, 2/75)

 

e- İşitip karşı gelmek, ciddi bir hatadır

Dinleme ahlakının bir gereği de işitilen şeyi kabul edip benimsemektir. Arkasından da gerekeni yapmaktır. “Söz dinlemek” Türkçe’de bunu anlatır. Şu çocuk söz dinlemiyor demek, onun itaatsizliğini anlatır. Kur’an’ın “dinleyin” dediği şey de budur. Bu kafadaki kulakla bir sesi duymak, işitmek değil, kulakla işitilen şeyi akılla anlamak, yürekle bağlanmak, gereğiyle amel etmektir.

Allah (cc) şöyle emrediyor:

“Allah'ın size olan nimetini ve “İşittik ve itaat ettik” diyerek Ona verdiğiniz sözü hatırlayın. Allah'tan sakının. Çünkü Allah gönüllerde saklı olanı bilir.”  (Maide, 5/7)

Allah (cc) bir zamanlar İsrailoğullarına; “Size emanet ettiğimiz şeye [bütün] gücünüzle sarılın ve ona kulak verin!” diyerek onlardan kesin bir söz almıştı. Ancak onların bir kısmı uyarılara rağmen; “İşittik, ama itaat etmiyoruz!” dediler. (Bekara, 2/93)

“Yahudi itikadına mensup olanların bir kısmı, [vahyedilmiş] sözlerin anlamını çarpıtırlar; sözleri asıl bağlamından kopararak, [şimdi yaptıkları gibi] “İşittik ama karşı çıkıyoruz!” ve “Dinleyin ama kulak asmayın!” ve “Asıl sen biz[im sözümüz]e kulak ver [ey Muhammed]!” derler…“ (Nisa, 4/46)

Yahudilerin kendi adamlarına yönelttikleri “kulak vermeden dinleyin” şeklindeki hitabın tarzı, onların hem kendi kutsal metinlerine hem de Kur’an'ın mesajına karşı tavırlarını göstermektedir.

 Onlar kendi adamlarına “Kur’an’ı dinliyormuş yapın am kulak asmayın” fısıldadıkları gibi, üstelik Peygambere karşı bilgiçlik taslayıp asıl “Sen bize kulak ver” derler. Bununla “Kalplerimiz zaten bilgi ile doludur” (Bekara, 2/88) şeklinde iddialarına, kendilerinin doğru yolda olduklarına işaret ederler. (M. Esed, Meal, s:147)

 Dinliyormuş gibi yapmakla, işittikten sonra aldırmamak arasında fark olmasa gerek. İkisi de samimiyete, ciddiyete, dinleme ahlakına aykırıdır.

Halbuki imanında samimi olanların tavrı başka türlüdür: “İşittik ve itaat ettik. Bize mağfiret et ey Rabbimiz, zira bütün yolculukların varış yeri Sensin!” (Bekara, 2/285)

İman edenler “dinledik ve itaat ettik, Hak'tan gelene kulak verdik, iyice dinledik ve anladık; kerhen değil, kendi rızamızla, seve seve söz tuttuk, emre uyduk. Affını niyaz ederiz ey Rabbimiz! Ne kadar itaat edersek edelim yine de kusurumuz çok. Hele nefse doğan, içe dolan duygu ve düşüncelerden kurtuluş yok. “Akibet varılacak yer, son durak ancak sensin.” Senden geldiğimiz gibi, dönüp dolaşıp yine sana geleceğiz. Ölüm, ahiret, yeniden diriliş, bunların hepsi hak ve gerçektir ya Rabbi! Öldükten sonra dönüp sana varılacak, sana hesap verilecek, sen de dilediğine mağfiret ihsan edip, dilediğine azap edeceksin; işte biz şimdiden sana sığınıyoruz ve senin bağışlamanı diliyoruz.” (Elmalılı, Tefsir, 2/273)

 

f-Dinlemek farkında olmaktır

Anlamak ve öğrenmek için dikkatlice dinlemek, kendini duyulan şeye tümüyle vererek dinlemek gerekir. Böyle yapan birisi ne dinlediğini, dinlediğinin ne olduğunu farkeder. Bu elbette muhataba, bulunulan ortama ve kişinin kendi durumuna göre değişir.

Kur’an, Allah’ın varlığının belgelerinden örnekler verdikten sonra bu gibi âyetlerde işitenler için önemli olduğunu söylüyor. Bunlar elbette işitip ders almak isteyenler için birer ibret kaynağı, birer hidâyet vesilesidir. Zira onlar ne işittiklerinin farkındadır. Sesin, davetin nereden ve kimden geldiğini anlarlar. 

“O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda dinleyip (ders almak) isteyen bir toplum için ibretler vardır.”  (Yunus, 10/67. Bir benzeri Nahl, 16/65. Rûm, 30/23)

Kur’an kulakları olduğu halde hak daveti duymayanların durumunu dört ayaklı mahlûklara benzetiyor. Onlar da bir takım sesler işitirler ama ne o sesi algılarlar, ne de gereğini yaparlar.

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf, 7/179, 195. Bir benzeri, Furkan, 25/44)

 Hak daveti duymayan ve aldırmayanlar da manen sağırlar gibidir. Kendilerini kimin davet ettiğini duymadıkları gibi, neye davet edildiklerini de anlamazlar. Buna göre asıl sağır, kulaklarında özür olanlar, ağır işitenler değil; hak sese karşı kapalı olan, onu duymamazlıktan gelen, duysa da aldırmayan kimselerdir.

“Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da dâveti duyuramazsın.”  (Neml, 27/80. Rum, 30/52)

Zaten kimileri de Kur’an’ın duyulmaması, etkisinde kalınmaması için gürültü yaparlar, yaygara koparırlar, tozu dumana katarlar. Gürültü olsun ki insanlar Kur’an’a ilgi duymasınlar. Kur’an’ı duymasınlar. Kur’an’ın sesi, güzelliği, ahengi, mucizevi sözleri, yüreklere işleyen nağmeleri, insanın içine işleyen âyetleri duyulmasın. Zira Kur’an’a kulak verip de etkilenmemek mümkün değildir. Onlar ise Kur’an’a kulak verilmemesi için ellerindeki bütün imkanları seferber ederler.

“İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.” (Fussilet, 41/26)

Kur’an’a karşı gürültü yapanlarla ilgili ilginö bir örnek.

“İnsanlardan öyleleri vardır ki,  bilgisizce (insanları)  Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için ‘eğlence-boş ve amaçsız-lehve’l-hadis’ (türünden) sözleri satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azab vardır.

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver!”  (Lukman, 31/7)

Kaynaklar bu âyetlerin iniş (nüzûl) sebebiyle ilgili şöyle anlatılıyor:

İbni Hişâm’ın İbni İshak’tan rivâyet ettiğine göre, Peygamberimizin tebliğinin etkisini azaltmak için çeşitli yollara başvurulur ama başarılı olunamaz. Bunun üzerine, Mekkeli zengin müşriklerden Nadr b. Haris, ‘siz, aranızda emin olarak bilinen birine ‘mecnun, sihirbâz’ diyerek ona olan ilgiyi azaltmaya çalışıyorsunuz. Buna kimse inanmaz. Bakın ben onunla nasıl baş edeceğim’ demiş.

Bu adam bazen ticaret için Irak taraflarına giderdi. O bu yolculuklarında acemlerin, Hire halkının masallarını ve onların aralarında dolaşan rivâyetleri derlemeyi başarıp geri dönerdi. (İ. b. Ziyad el-Ferrâî, Meâni’l Kur’an, 2/326) Sonra da onları Kur’an’ı dinlemeye gidenlerin yolları üzerine oturur, onlara bu masal ve efsaneleri anlatır, dikkatlerini anlattığı şeylere çekerek onları uyutmaya ve Kur’an’a yönelmelerinin önüne geçmeye çalışırdı. 

Bu masalları Kureyşlilere anlatırken şöyle dermiş: “Muhammed size Âd kavminin, Semud kavminin hikâyelerini anlatıyor, ben ise size Rüstem’in, İsfendiyar’ın hikayelerini anlatıyorum. Ben O’ndan daha iyi bir hikâye anlatıcıyım. Benim anlattıklarım, Muhammed’in sizi davet ettiği şeyden daha hayırlıdır.” Böylece kimileri onun bu anlattıklarına kulak kabartıyor ve Kur’an dinlemeyi terkediyorlardı.

         Vakıdî’nin Kelbî ve Mukâtil’den rivâyetine göre aynı adam, bir kimsenin Peygamberimizin etkisine girdiğini duyunca, satın aldığı şarkıcı  bir cariyeyi şöyle diyerek ona musallat ederdi: “ona yedir, içir ve şarkılarınla onu oyala ki başka tarafa ilgisi kalmasın”. (İbni Hişam, Siyer, 1/299-300; Esbab’ü Nüzûl, Ahmed el-Vahidî en-Nisabûrî,  s: 259-260; Abdülfettah el-Kâdi, Esbabü’n Nüzûl, s: 305; İbni Kesir, Muh. Tefsir, 3/62) 

 

2-DİNLEMEK SORUMLULUKTUR

a-Kur’an’da kalp, kulak ve gözün konumu

İnsanın kalp, kulak ve göz gibi organlara sahip olması Allah’ın en büyük lütfudur. Bütün bunlar olmazsa hayat olmaz, yani insan olmaz.

Kur’an, hem bunların birer büyük nimet olduklarını hatırlatıyor hem de onların doğru kullanılmasına işaret ediyor. Bu organlar doğru, ya da yaratılış amacına, yani fıtrata uygun kullanılmazsa olabilecek zarar konusunda aklı başındaki insanları uyarıyor.

“Hiçbir şey bilmeden anne karnından çıkan insana Allah’ı hakkıyla tanıyıp şükretmesi için kalp, göz ve kulak gibi nimetler verilmiştir. “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (16/Nahl, 78

Ancak Allah’tan gâfil olanlar, kendi iradeleriyle kulak, göz ve kalplerini fıtratları doğrultusunda kullanmadıkları için Allah, onların kulak ve kalplerini mühürlemiş ve gözlerine perde çekmiştir.  Çünkü onlar bunu hak etmişlerdir.

“İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.” (Nahl, 16/108; Bakara, 2/7)

Kulak, göz ve kalplerini gereği gibi kullanıp Allah'a teslim olamayanlar, in­sanlıklarını kaybederler; hayvandan daha aşağı derekeye düşerler. (A’râf, 7/179)

Kulak, göz ve kalp, yaptıklarından (ve yapmak zorunda olup da yapmadıkla­rından) sorumludur. (İsrâ, 17/36)

Gerçek körler, kafa gözü görmeyenler değil; kalp gözlerini, basiretlerini kay­bedip tarihten ibret almayan ve geçmiştekilerin işlediği hataları tekrar edenle­rindir.

“(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.”  (Hacc, 22/46)

Kafadaki kulağın görevi kendisine ulaşan sesleri ayırt edip sahibine bildirmek ise, manevi kulağın görevi de hak sesi, hak daveti, haktan gelen çağrıyı duymak, anlamak ve kabul etmektir. Ama ne yazık ki fıtrat üzere görevini icra etmeyen kulak duymaz, göz görmez.

“Onları doğru yola çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler.” (A’raf, 7/198)

Bu kulaklara sahip olan inatçı inkârcıların kulaklarında hakkı duymalarına engel şeyler vardır.

“Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!” (Fussilet, 41/5)

Onlar Vahy’e karşı kesin bir tavır aldıkları ve bir daha hidâyete dönmelerinde ümit kalmadığı için böylelerinin kalplerinin üzerine perde çekilir, kulaklarına ağırlık konulur. Bundan sonra hakkı anlamazlar, hak sesi işitmezler, Hakk’ın davetine itibar etmezler. (En’an, 6/25; İsra, 17/46; Kehf, 18/57)

Kur’an şöyle buyuruyor:

“Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.” (Fussilet, 41/44)

 

b-Dinlemenin de bir adabı vardır.

 

1-İşittik ve itaat ettik diyebilmek

Kur’an’a göre gerçek kurtuluşun şartı ilâhî davet karşısında “işittik ve itaat ettik” diyebilmektir.

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur, 24/51)

“Lafzen, “Müminlerin (söyleyeceği) tek söz ... demeleridir” -yani, herhangi bir art niyet taşımaksızın; kavl terimi burada, 47. ayette bahsi geçen sözlü ikrarın ötesinde gerçek ve yürekten “katılma”yı ifade etmektedir.” (M. Esed, Meal 2/719)

Kur’an mü’minlere şöyle sesleniyor:

“Allah'ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle davranın. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir.” (Mâide, 5/7)

Başta peygamber olmak üzere iman edenler hak davete böyle karşılık verirler. Zira işitmek can kulağı ile dinlemeyi ve işitilen şeyi yürekten kabul etmeyi gerektirir. Bununla da kalmayıp duyulan şeyleri –eğer yapılması istenen bir şey ise- uygulamayı içerisine alır.

“... İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.” (Bekara, 2/285)

Ancak insanlardan bazıları böyle değildir. Böyleleri yaptıkları yanlışın farkına varmadan Allah’ın kelâmını işitirler, ancak bile bile onu bozarlar, değiştirirler, başka anlama çekerler. (Bekara, 2/75)

Bu tarzdaki belâğat üslubuna "telvîn-i hıtap" adı verilir.

Bu gibi katı kalplilerin son Peygamberi ve onun getirdiği kitabı tasdik edeceklerini beklemek boşunadır. Bunlardan bir grup Allah'ın kelâmını, yani Tevrat'ı işitirler, bellerlerdi  ve sonra da mânâsını değiştirecek bir surette kelimelerin ve harflerin yerlerini değiştirirlerdi. Hem bunu anlayamadıklarından, akıl ve idrak noksanlığından dolayı değil, akılları erdikten, onun Allah kelâmı olduğunu kabul ettikten sonra bile bile ve kasden yaparlardı.  (Elmalılı, Tefsir, 1/327)

Hatta bir kısmı daha da ileri giderek, Peygamberlerine çıkışarak, âdeta meydan okuyarak; “senin Allah’tan getirdiğini iddia ettiğin mesajları işittik ama karşı geliyoruz” demişlerdi:

“Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu...” (Bekara, 2/93)

“Yahudi itikadına mensup olanların bir kısmı, [vahyedilmiş] sözlerin anlamını çarpıtırlar; sözleri asıl bağlamından kopararak, [şimdi yaptıkları gibi] “İşittik ama karşı çıkıyoruz!” ve “Dinleyin ama kulak asmayın!” ve “Asıl sen biz[im sözümüz]e kulak ver [ey Muhammed]!” derler; böylece dilleriyle oyun oynarlar ve [sahih] itikadın yanlış olduğunu îma etmeye çalışırlar. [Halbuki] onlar, sadece “İşittik ve itaat ediyoruz!” ve “[Bizi] dinle, bize katlan!” deselerdi, bu onların gerçekten yararına ve daha dürüstçe bir davranış olurdu: ama hakikati reddettikleri için Allah onları lânetledi; zira onların inandıkları, basit birkaç şeyden ibarettir.” (Nisa, 3/46)

“Yahudilerin kendi adamlarına yönelttikleri “kulak vermeden dinleyin” şeklindeki hitabın tarzı, onların hem kendi kutsal metinlerine hem de Kur’an'ın mesajına karşı tavırlarını göstermektedir.” (M.Esed, Meal, 1/147)

 

2- Her sesi duymamak

Ya da kulağı manen temiz tutmak, kirletmemek.

Her sesi duymak, her sese kulağı açmak gerekmez. Kulağa yük olacak sesleri duymaya çalışmak kulağa, daha doğrusu işitme kabiliyetine yazık etmektir.

Kulağı kirletmemek, kulağın sağlığını korumak bir görevdir. İşitme kabiliyetini köreltmemek, yanlış yerde kullanmamak nimetin değerini bilmektir.

Dedikodu,  gıybet, mâlâya’ni, yalan dolan, nemime, seviyesiz güldürüler, içi boş iddialar, küfür ve sövmeler, batıl sözler, abes ve boş lakırdılar, mühtehcen ve mübtezel konuşmalar, hiç bir işe yaramayan gavezelikler, sulu şakalar ve benzeri sesler/sözler onları duymak isteyenlerin kulaklarını kirletir.

Kulağı kirli olan da sesler arasından en güzelini, mesajlar arasından en doğrusunu, kelimeler arasından en hoş olanını, iddialar arasından en hak olanını seçemez.

 

3-Kirlenen ve yorulan kulağı abdestle yıkamak ve dinlendirmek

İman edenler, çocukalrı büyüdükleri zaman kulaklarını manen kirletmesinler diye onların sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okurlar. Böylece onların fıtrat’a uygun yaratılan kulaklarını yalana ve batıla, kötü ve çirkin sözlere karşı sigorta ederler. Âkil baliğ olduğu zaman bunun farkında olan mü’minler kulaklarını manevi kirlerden korurlar.

Kulak kirini ya tevbe, yani işitme duyusunu kirleten şeyleri terketmek, ya da abdest temizler. Bir de abdestle yerine getirilen ameller temizler.

Abdest alırken kulakları meshetmek, hem bu anlamda kulağı temizlemeye çalışmak, ya da bundan sonra işe yarar şeyleri duymaya söz vermeyi işaret eder.

 

4-Seslerin arasından en güzelini seçmek ve almak

“O kullarım ki, onlar sözü dinlerler,sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (39 Zümer/17-18)

Bu salih, muttaki, raşid ve akıllı kulların tavrıdır.

“Râzî'ye göre bu ifade, her dinî yükümlülüğü (terimin en geniş anlamıyla) kendi akılları ışığında değerlendiren ve akıllarının geçerli veya mümkün gördüklerini kabul edip akıllarına yatmayanları reddeden kişileri tasvir etmektedir. Yukarıdaki ayet, Râzî'nin sözleriyle, “insanın, aklın sunduğu kanıtlara (hüccetü'l-‘akl) uymasının ve eleştirel değerlendirme (nazar) ve mantıksal çıkarımın (istidlâl) [bulgularıyla] uyumlu sonuçlara varmasının yüceltilmesini ve övülmesini” ifade etmektedir.”  (M. Esed, Meal, 3/940)

“ Vasıfları anlatılan kimselerin dinledikleri söz, Allah kelâmı, Hz. Peygamber’in sözleri veya selefin görüşleri olarak yorumlanmıştır. Sözün en güzeli kuşkusuz Kur’andır. (D. Vakfı Meali, s: 459)

“Bu müjdelenen insanların en belirgin vasıfları kulak verdikleri sözleri güzel dinleyip; kalplerinin bu sözlerin iyisini, güzel olanlarını alıp geriye kalanlarını terk etmeleridir. Kalpleri ve ruhları arındıran güzel sözlerden başkası onların içlerini açmaz ve ilgilerini çekmez. Temiz olan gönül, temiz ve güzel söze açılır. Onu alır ve ona karşılık verir. Kötü olan gönül ise ancak kötü sözden başkasına açılmaz ve yalnız ona karşılık verir.” (Fi-Zılali’l-Kur’an, 5/3045)

 

5-Seste de hikmeti aramak

Hiç bir insan diğerine tıpatıp aynen benzemediği gibi, parmak izleri ve sesleri

de benzemez. İnsan sayısı kadar ses. Milyarlarca ses.

Bunu yapan Usta ne kadar güçlü ki bu kadar farklı şeyi yapabiliyor. “Fe

tebârakellahu ahsenu’l-hâlikîn-Yaratıcıların en güzel olan Allah ne yücedir.” (Mü’minun, 23/14)

Bunda da aklını kullananlar için ibretler ve hikmetler vardır. Bu da Allah’ın varlığının belgelerinden, O’nun açık ayetlerindendir.

Hikmet yüklü sözleri arayıp onlara daha fazla kulak vermek herhalde yapılabilecek en güzel işlerden biridir. Bu aynı zamanda; “bari siz hikmet dolu söz sarfedin anlamına gelir.”

 “Allah’a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya sussun” hadisi de galiba buna işaret ediyor. (Buhârî, Edeb/31, 85. Müslim, Îmân/74, 75)

 

6- Sözün gücüne inanmak

Ya da güçlünün sözünü dinlemeye değer bulmamak.

Sözün savaş ve baş kestirdiğini, hatta en zehirli aşı bal gibi yapabildiğini, yılanı deliğinden çıkardığını, gönüller yaptığını ve yıktığını, sahibini rezil  veya vezir  yapabildiğini unutmamak gerekir.

Söz hem güçlüdür, hem de söze dönüşen düşünce değerlidir.

Bunun insana kazandırılması başlı başına bir ihsan ve nimettir. İnsanın bu yetenekle donatılması, onun kendi hür iradesiyle doğru en güzel olanı seçmesi için teşviktir. Bu maksatla yapılan her teşebbüs kıymetlidir.

“Hayat yürüyüşünde dengel ol ve sesini yükseltme. Unutma ki seslerin en çirkini (sesi yükseldikçe çirkinleşen) eşeğin sesidir.” (Lukman, 31/19)

Buradan sözünün kalitesini yükselt tavsiyesini anlayabiliriz. Sesini yükseltenler herhalde zorbalığa yeltenenlerdir. Böyleleri güçlü söz söyleyemedikleri için, var güçlerini seslerine verirler. Halbuki sözün gücüne inananlar, seslerinin etkisi çok olsun diye onu yükseltmezler. Sözünü yükseltmeyi, sözünü kaliteli hale getirmeyi ilke edinenler, sesi yükseltmeyi marifet saymazlar. (M. İslamoğlu, Sözün Gücü mü, s: 10)

Onlar sözün gücünü bilirler ama, güçlünün sözünü dinlememeye cesaret ederler. Her ne kadar günmüzde güçlünün sesi ve sözü daha yüksek perdeden çıksa da, böyleleri hangi sese kaulak vereceklerini, hangi sözü dinleyeceklerini, hangi sözün hikmet olduğunu iman nuruyla, basiret bilirler.

 

7-Sözün/sesin kaynağını iyi seçmek

Dinlediğimiz şeyin/sesin hikmet olup olmaması, bize fayda verip vermemesi, dinlemeye değer olup olmaması sesin kaynağına bağlıdır.

İnanan bir insan Allah’ın âyetlerini dinlerken gösterdiği titizliliği, kezzaplardan ve şeytanın iki ayaklı yardımcılarından gelen seslere tersinden gösterir. Yani onları dinlememekle gösterir. 

Konuşmacı kim ve ne konuşuyor?

Konuşulan şeylerin hakikat açısından değeri nedir?

En azından insanî ilişkilerden açısından söyleneni duymaya değer mi?

Bir söze kulak vermek kişiye ne fayda sağlar?

Bu demektir ki batıla ve sapıklığa davet eden, mâlâya’ni, yalan dolan ve çirkin ve ayıp şeylerlerle meşgul olanı dinlemek gerekmez.

Ama bilgi, hikmet, öğüt, hayra davet eden, lâtif, müjdeleyici, hatta en azından günah olmayan ve insanı oyalamayan günlük konuşmalar dinlenebilir.

 

8- Muhatabı dinlerken cepheyi ona dönmek

Karşımızdaki kim olursa olsun; ders, konuşma, sohbet, müzakere, hal hatır sorma, bayramlaşma, soru-cevap, muhavere, fikir alış verişi olan konuşmalarda muhatabımızı ciddiye almak, saygılı davranmak, gerçekten dinlemek güzel ahlâktır. Böylece karşımızdakine ciddiye almış, değer vermiş, hem de ne duyduğumuzu anlamış oluruz.

Tersi muhatabı küçük görme ve iletişim bozukluğuna yol açar.

İnsanlar arasındaki sağlıklı iletişimin önemi inkar edilemez. Aralarında sağlıklı iletişim olan insanlar birbirini daha iyi anlarlar.

 

9-Can kulağı ile dinlemek

Sesi/sözü/mesajı anlamanın bir yolu da onu can kulağı ile, ya da yürek kulağı ile dinlemektir. Üstünkörü, eli işte gözü oynaşta, baştan savma tarzı dinlemeler,  dinliyor gibi yapmalar anlamanın önünde engeldir.

Kur’an, Nuh kavminin peygamberi dinlememek için parmak uçlarıyla kulaklarını kapadıklarından, başlarını elbiseleriyle kapattıklarından bahseder. Yani Nuh’u (as) dinlememek için böyle yaparlardı. (Nuh, 71/7)

Bir kısım insanlar Hakikate davet eden bir ses duydukları zaman onu duymamış gibi yaparlar. Aldırmadan geçer giderler. Kur’an böylelerini şöyle tarif ediyor:

 “Böyle birine mesajlarımız aktarıldığında, sanki kulaklarında bir sağırlık varmış da onları hiç duymamış gibi, küstahça yüz çevirir: işte ona (öteki dünyada) acıklı azabı haber ver!” (Lukman 31/7)

Bazıları da davetçi ile adeta alay edercesine;

“... Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!” (Fussilet, 41/5) derler. Böylelerinin hak sesi duyamk, kulak vermek, can kulağı ile dinlemek gibi bir dertleri yoktur.

Kur’an şöyle diyor.

“Rabbinin mesajları kendisine ulaştırıldığı halde, kendi eliyle işlediği bütün (kötü) işleri de unutup, onlara yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Bakın, Biz böylelerinin kalplerine, hakkı kavramalarına engel olan bir örtü ve kulaklarına da bir ağırlık yerleştirmişizdir; dolayısıyla, onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola girecek değillerdir.” (Kehf, 18/57. Benzeri. İsra, 17/46. En’am, 6/25)

Burada hem hak sese kulak verme anlayışını, hem de muhtabaımızı dinlerken

can kulağı ile dinlemeye işaretler bulabiliriz.

Nitekim muhatabı can kulağı ile dinlemenin önemini bilen inkârcılar Kur’an’la ilgili şöyle derler.

“...Bu Kur’an'ı dinlemeyin, ve onun hakkında saçma, anlamsız şeyler uydurun ki onu(n gücünü) bastırasınız!” (Fussilet, 41/26)

Eğer insanlar Kur’an’ı can kulağı ile, dikkatlice dinlerlerse, etkilenmemeleri mümkün değildir. Bundan dolayı insanlar ile Kur’an arasına her zaman engel kurmaya çalışılır, ona karşı her zaman gürültü koparılır. Ki Kur’an’ın sesi onlara ulaşmasın.

Bunun gibi kişi bir sözü anlamak istiyorsa onu dikkatlice dinlemeli. Yürek kulağını da dinlediği şeye açmalı.

 

10- Sözün bitmesini beklemek

Dinlemenin adaplarından biri de muhatabın sözünün bitmesini beklemek. İkide bir sözün arasına girmemek. Muhatabın sözünü lüzumsuz yere kesmemek.

Sözün tamamı dinlenilmezse anlaşılmaz.

Ya karşımızdaki sözü gereğinden fazla uzatırsa, dinleyenleri sıkarsa, yanlış şeyler konuşuluyorsa, hakka ve hakikate hakaret ediliyorsa diye sorulabilir. Bu ayrı bir konudur. Burada yerine göre davranmak olgun kimsenin tavrıdır.

Söz yerinde ve gerektiği kadar olursa bir işe yarar. Kavgaya ve gürültüye sebep olacak sözler ve iddalar hakkı temsil edemezler.

 

11-Neyi ne kadar dinlediğini bilmek

Her şeyin bir sınırı olduğu gibi dinlemenin de biri sınırı vardır. Bu da hem insanın kapasitesiyle, hem de ihtiyacıyla ilgilidir.

Bir yerde saatlerce konuşuluyorsa, konuşulanlar velev ki çok da mâlâya’ni olmasa bile, hepsini dinlemek gerekmez. Ders, çok faydalı bir konuşma, hoşa giden bir hitabet bile sınırlı dinlenilir. Aşırısı insan gücünün üzerindedir.  Bir kısmı da insanın zamanını haba eder.

Bunun için akıllı insanlar, televizyon dinleme saatlerini, müzik dinleme vakitlerini, ziyaretlerdeki uzun konuşmaları gözden geçirmeliler.

Bir insan günde kaç saat televizyon seyreder, kaç saat müzik dinler, kaç saat gevezeliklere kulak verir, kaç saat boş lakırdıların müşterisi olur? Bütün bunların getirisi ne?

Sormaya değer.

 Eğer kendileri konuşmacı iseler, karşısındakilerin bu durumunu ve duygularını hesaba katmalılar.

*

Sözü dinleyip en güzeline tabi olanlara, gereğini yapanlara, kendi sözünü bu anlamda güzelleştirenlere müjdeler olsun.

 

Hüseyin K. Ece

18.10.2012

Zaandam-Hollanda