-Giriş: Güzellik gerçeği

İnsan hayatında “güzel-çirkin”, “güzellik-çirkinlik” gerçeği var. Herkes kendine göre bazı şeylere güzel der. Güzel dediği şeyi sever, hoşnut olur, onunla meşgul olmaktan zevk alır. Ona göre güzel olan şeye bakmaktan, yapmaktan, söylemekten tad alır.

Bir kimse özellikle davranış, söz ve yargılarda bir şeye güzel diyorsa bu onun için aynı zamanda doğrudur da.

İçinde bulunduğumuz varlıklar dünyasında “güzellik” en önemli faktörlerden birisidir.  Açık ve uyanık gözler, ilk anda ve daha bakar bakmaz “güzel”i farkederler. Şüphesiz ruhun derinliklerinde güzel’e karşı duyarlı, onu kavrayabilen bir “duyu unsuru” var. Ancak bu kavrayış bir ölçü ve hesap işi değildir. Hiç düşünmeden ve kendiliğinden meydan agelen bir haldir. İnsandaki “güzel” kavrayış, ölçü ve boyutlarla açıklanabilen beyinsel metodlara değil de, bunun ötesinde psikolojik sisitemlere dayalıdır.  (Kutub, M. İslâm Düşüncesinde Sanat, (çev.: A. Nuri), s: 169)

Güzellik fıtrî (yaratılıştan gelen), ya da varlığın özünde olan bir özelliktir. Bununla birlikte bütün insanlarda güzellik duygusu, ölçüsü ve zevki vardır. Her ne kadar güzellik değerleri veya yargıları kültüre, inanca, kişisel tercihlere, çevreye, kapasiteye, öğrenime, hatta tutkulara göre değişse de bu böyledir. “Tek tek nesnelerde objektif olarak güzellik ve öirkinlim söz konusu değilse de, görğnen alem ilahi güzelliğin tecellilerinden ibaret olduğu iiçin çirkinliği göreceli bir içerik taşıdığı, güzelliğin ise mutlak olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bu bakımdan birinin güzel dediğine diğeri çirkin diyebilir, birinin çirkin dediğinde bir başkası güzellik bulabilir. Çünkü güzel olan, sevilendir. (Ayvazoğlu, B. İslâm Estetiği ve İnsan, s: 51)

Bir müslüman için Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın güzel olarak yarattığı insan güzellik olayına farklı bakar. O güzeli gören gözlere, güzeli idrak eden bir basirete, güzelden zevk alan ruha sahiptir. O güzeli imanından aldığı bilinçle çevresinde arar, bulur.

Aslında güzel herkesin ihtiyaç duyduğu bir hoşnutluk, bir haz alma ve kesin hüküm verme imkanıdır. Güzelliği tanımlamak bir anlamda onu yaşamak, onun heyecanını içinde duymaktır. Evet her insanda güzellik duygusu vardır ama bu duygunun uyanması, aktif hale gelmesi için dış sebeplere veya araçlara ihtiyaç vardır.

Güzel olan şeyler, güzel eserler, güzel davranışlar insanın içinde bir ahenge sebep olurlar. Denilmiştir ki “güzele bakmak, güzeli düşündürür, güzeli düşünmek de insana huzur, sükûnet ve mutluluk verir.” (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 137)

Güzellik İslâmın en fazla önemsediği ve değer verdiği gerçeklerden biridir. Bu da Tevhid hakikatinden kaynaklanır. Zira Tevhid adalet, kerem (cömertlik ve şeref), birlik ve denge demektir. Bunlar da güzelliğin temelini oluşturur. İnsandaki iç güzellikle (hulk) dış güzelliğin (halk) davranışlara yansıyan uyumu (ihsan), bunlar arasındaki bağ İslâmın önemsediği güzelliğinin somut göstergesidir.  (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 53)

İslâm, güzelliğin temel bir “gerçek” ve yükseltilmesi gereken bir “değer” olduğunu vurgulamkatdır. Kur’an, âlemdeki “güzellik” olgusunu en Büyük Sanatkâr’ın bir sun’u (eseri/sanatı) olarak takdim eder ve bizden bunun takdir edilmesini ister. “Bir müslüman evrendeki güzellikleri ilâhî cemal sıfatını yansıtan bir ayna olarak görür. Güzel olan bir şey sevimli ve çekicidir. Gerçek güzel Allah olduğu için bizi hakkıyla çeken ve kendisine bağlayan da O’dur.” (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 55)

Bazı müslüman âlimler mutlak ve yegâne güzelliğin Allah ve tecellîlerinden ibaret olduğunu kabul ederler. Onlar ilâhî ve beşerî sevgiyi de bununla açıklamışlardır. Bir kısmına göre ise âlemden daha güzel bir şey yoktur, her şey güzeldir. (Ayvazoğlu, B. İslâm Estetiği ve İnsan, s: 64)

Gazzâlî şekil ve görünüş güzelliğini “bir şeyin, kendisine yaraşan ve mümkün olan kemâle (olgunluğa) sahip olmasıdır” şeklinde tanımlar. Ona göre güzel, sırf güzel olduğu için insan tarafından tabii olarak sevilir. (İhyâ, 4/291-297’dan Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/296)   

İnsan, hele duygulu ve uyanık gözlerle çevresine, evrene, hatta kendisne alıcı gözle bakarsa ilk anda “güzel”i fark eder. Bu idrak, düşünmeden, kendiliğinden oluşan bir duygudur. Bu bakımdan güzelliğin kendisini isbata, bir sebebin yardımına ihtiyacı yoktur. (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 137)

Güzellik fenomenin her türlü sanatla ilgisini söylemeye gerek yoktur. Zira sanat aynı zamanda güzeli keşfetmek, güzelliği en güzel bir biçimde ortaya koymak, güzelliği paylaşmak, sanat eseri ile hayata güzelliği taşımak demektir.

Bu bakımdan “İslâm sanatını da “İslâmın ya da İslâm medeniyetinin en derunî yönünün kendi tarzında bir dışa vurumu” diye tanımlamak mümkündür. Sanatın özü olan güzellik İslâmî dille ilâhî bir niteliktir.

Zira Peygamber (sav) “Allah güzeldir, güzelliği sever” buyurdu. (Müslim, İmân/147. İbn Mâce, Duâ/10).

Bu prensip İslâm estetik duyarlılığının ve anlayışının özünü oluşturan, İslâm sanatının sürekli göz önünde bulundurduğu bir ilke olmuştur. Buna göre güzellik olgu ve olaylar dünyasındaki görünüştür. Güzellik, bu âlemde tezahür eden bütün ilâhî sıfatlar içinde Allah’ı en dolaysız biçimde hatırlatan ilâhî bir niteliktir. (Koç, T. TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/90-93)

Aslında mûsikiden giyim kuşamla ilgili olanlarına kadar bütün İslâm sanatları bir şekilde doğrudan doğruya Kur’an’dan etkilenmiştir. Daha açık bir ifadeyle Kur’an ve Sünnet (hadisler) müslümanların hayatının her yönüne sinmiştir. İslâm toplumlarındaki ister davranışlarde, değerlerde, isterde ortaya konulan eserlerde olan iyilik ve güzellik anlayışının temelinde bu iki kaynak vardır.” (Koç, T. TDV İslam Ansiklopedisi, 36/90-93)

Müslümanların hayatındaki güzellik gerçeğinin kâinatla, kâinattaki düzen ve güzellike de ilgisi vardır. Kur’an pek çok âyette evrendeki düzene, dolaysıyla güzelliğe dikkat çekmekte ve bunu hatırlatırcasına; “Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir” (Mü’minun 23/14) der.

Yeryüzündeki varlıkların her biri farklı güzellikte ve birbirlerinden değişik desen ve görünümlerde yaratılmıştır. Kur’an’da bütün bu güzelliklerin Allah tarafından yaratıldığı ve evrenin birçok güzelliklerle dolu olduğu insanlara bildirilmektedir.

Allah, evrendeki her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır. Onun yarattığı tüm varlıklar; şekilleri, desenleri, renkleri, görkemli yapıları ile insanlara tefekkür ederek Yaradan’ın varlığını kavratmayı amaçlamaktadır. Dünyadaki nimetlerin hem faydalarına hem de güzelliklerine vurgu yapan Kur’an, bunların iyi ve faydalı olduğunu, güzelliklerinin de fark edilmesini istemektedir. (En’am 6/99)  http://www.dinibil.com/default.asp?L=TR&mid=1245

 Mesela: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.(Bekara 2/164)

Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.” (Âli İmran 3/189-191)

Aklı başında ve biraz bilgisi olan herkes bilir ki evrende, yerde ve gökte, karada ve denizde harika bir denge var. İnsan aklının almakta zorlandığı bu dengeyi kalemler yazamaz. Uzayda ne varsa kendisine tahsis edilen yörüngeden sapmadan, düzenini bozmadan dolanıp duruyor, yerde ne varsa kendi görevini şaşmadan yerine getiriyor. Orada her varsa aralarında sağlam bir bağ var. İlim buna “cazibe” diyor. 

Ama şekli ne olursa olsun duyularımız buna “Allah’ın gücü” demektedir.  Saymaktan aciz kaldığımız cisimler birbirlerine sıkıca bağlanmışlar, bir ahenk ve düzen içinde baş döndürücü bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar. (Kutub, M. İslâm Düşüncesinde Sanat, çev.: A. Nuri, s: 184)

Evrendeki bu güzelliği, kendisinin halife olarak yaratıldığını farkeden kimselere şüphesiz daha kolay farkederler. Kendi iradesini Allah’ın indirdiklerine teslim eden ve O’nunla bağlantı kuran bu fanideki varlıkların gerçeğine varır ve onlardaki güzelliği keşfeder. 

Başı ve sonu belli olmayan bu varlığın gerçeğini bulmak Ancak Allah’ı bulmaya bağlıdır. (Kutub, M. İslâm Düşüncesinde Sanat, (çev.: A. Nuri), s: 169)

Evrendeki bu ahenk ve düzene aynı zamanda onun güzelliğidir. Bu güzelliği sağlayan elemanlardan bazıları bunlar. Bunlar aynı zamanda hem dünyamızı, hem de insan hayatının esasını oluşturan “güzellik” unsurlarıdır. 

“O’dur gökleri yedi kat üzerine yaratana. Sen Rahman’ın yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de bak, bir düzensizlik göremezsin.” (Mülk 69/3)

Dağları, vadileri, ovalarıyla, denizleri, ırmak ve dereleriyle, hava tabakası ve bulutlarıyla, hayvanları, kuşları ve insan ile her şey eşsiz ve her şey güzel, her şey harika. Güneş ışığı ile parlayan çiğ damlası, hayat fışkıran bir tomurcuk, rüzgârla salınan yemyeşil yapraklar, kuşun kanadındaki renkler, yumurtasını yeni çatlatan civciv, durmadan kıpırdayan envai çeşit renk ve gölgeler, çağlayan sular, haykıran dalgalar, gecenin rahat ve huzuru, gündüzün canlılığı, yemyeşil ormanlar... daha neler neler.

Hepsi olağanüstü, hepsi muhteşem, hepsi bambaşka. Tabiatta her ne varsa hepsinde incelik, harmoni, denge ve nizam, ve tabii harika bir güzellik var.  (Kutub, M. İslâm Düşüncesinde Sanat, (çev.: A. Nuri), s: 186)

Kâinattaki bu eşsiz denge ve güzelliği dikkat çeken pek çok âyet vardır. Kur’an bunlardan örnekler veriyor ve insanların bunların üzerinde düşünmesini istiyor. Bu bir açıdan da insanın bu eşsiz güzellikleri anlayıp güzel olan şeyler yapmasını istemektir. (Bak: Fâtır 34/27-28. Furkan 25/45. Nahl 16/45, 48, 81. Hıcr 15/19, 23. Lukman 31/10. Fussilet 41/10. Nur 24/45. Âli İmran 3/180. Ra’d 13/15)

İnsan da evrendeki güzelliğin müstesna bir örneğidir. Allah (cc) insanı en güzel bir biçimde yarattığını söylüyor. (Tin 95/4) Şüphesiz insan hem fizik, yani dış yapısıyla yapısıyla, hem de iç âlemiyle güzeldir, harikadır, eşsizdir. İnsan sedece kendisine baksa, kendisindeki ilâhî güzelliği keşfetse, güzelliğin yaratıcısını daha iyi anlar. 

 

  • Kur’an da güzelliği anlatan kavramlar:

Kur‘an güzelliği çeşitli durum ve boyutlarıyla, güzelliğin ve estetğin işlev ve mesajlarını bir kaç kavram/kelime ile anlatıyor. Şöyle ki:

1-İhsan ve türevleri

İhsanın kökü “ha-su-ne” fiilidir. Bu da türevleriyle birlikte Kur’an’da 194 yerde geçmektedir.  

“Ha-su-ne” fiili sözlükte bir şeyin sıfatı olarak güzel olmak, hoşa gitmek demektir. (İbni Manzur; Lisânu’l-Arab, 4/123)

Kur’an’da üç âyette geçiyor. Kur’an, Allah ve Peygemberine itaat edenlerin arkadaşlarını bu fiili ile anlatıyor.

“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel (hasune) arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

Yine iman edip sâlih amel işleyenlerin Âhirette varacakları makamın güzelliği bu kelime ile haber veriliyor. “İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık ve ne güzel (hasunet) kalma yeri!” (Kehf 18/31)

“Orada ebedî kalacaklardır. Orası ne güzel (hasunet) bir yerleşme ve ikâmet yeridir.” (Furkan 25/76)

 

a-Hüsün/hasen

Kur’an’da güzelliği anlatan en önemli kavramlardan biri “hüsün/hasen”dir. “Hasune-güzel olmak” fiilinden masdar olan “hüsün/hasen”; güzellik, rağbet edilen, sevilen ve hoşa giden şey, tatmin eden, göze hoş gelen, hayranlık uyandıran, yakışıklı anlamında isim olarak kullanılır. Hüsnün çoğulu mehâsindir. Bunun karşıtı olan “kubuh” ise; çirkin olmak, çirkinlik, tiksindirici, nefret edilen şey mânasında masdar-isimdir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170. Cevherî, İsmail b. M. es-Sıhah Tâcu’l-Luga, 5/518. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123)  

“Râgıb el-İsfahânî hüsün kelimesini “güzel olan, rağbet edilen şey” diye tanımladıktan sonra bir şeye akıl, duygu (hevâ) veya duyu (his) yönünden olmak üzere üç şekilde güzellik değeri yüklenebileceğini, ancak halk dilinde hüsün kelimesinin genellikle göze hitap eden güzellik için kullanıldığını, buna karşılık Kur’an’da aynı kelimenin çoğunlukla kalp gözünün (basîret) güzel kabul ettiği şeyi ifade ettiğini belirtir. Buna göre hüsün günlük dilde estetik bir kavram, Kur’an dilinde bir ahlâk terimi olarak kullanılmaktadır.” (Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 19/60)

Kur’an’da hüsün sıfatı Allah’a ait fiillere de nisbet edilmiştir. O her şeyi güzel yapmış/yaratmış (Secde 32/7. Mü’minûn 23/14), insana en güzel sureti vermiş (Mü’min 40/64), kullarına ihsanda bulunmuş (Yusuf 12/100), iyilik yapanların sevabını (hüsn) arttırmıştır. (Âli İmran 3/148, 195)

Mutluluk, sevinç veren ve istenen, rağbet edilen, arzulanan ya da akıl, nefis veya duyular tarafından beğenilen, değerli ve seçkin her şey, güzel olmak, güzel karşılık görmek, güzel davranmak, iyilik yapmak, Allah’a kulluk etmek, bolluk, genişlik, nimet, infak gibi anlamlar bu iki kelime ile ifade edilir.

Her ne kadar gözle görülebilen varlıklardaki güzelliği nitelese bile dinî davranışların güzelliğini, yani manevi güzelliği anlatmada da sıfat olarak kullanılır.

Hüsün ve hayır kelimeleri birlikte kullanılsalar da farklı anlamları vardır. Hüsün, içinde güzellikle birlikte iyiliği de barındıran bir kelime olduğu halde, hayır somut yarar sağlayan bir iyiliktir. Ama bu iyilik güzel ve çekici olmayabilir veya sadece altarnatifinden “daha iyi” olabilir. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 52)

Hüsün kavramı Kur’an’da, hem Allah'ın yaratmasını nitelemekte, hem de insana izafe edilen bir eylemi (ihsan) ifade edebilmektedir. Bu terim, ilâhî sıfatlar, cennet tasvirleri, evren ve insan, insanın imal ettiği eşyalar bağlamında estetik bir değeri ifade etmektedir. Hem ahlâkî, hem de insanın duygularına hitap eden estetik güzelliği anlatırken kullanıyor.

Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içecek hem de güzel (hasen) gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.” (Nahl 16/67)

Mekkî olan bu âyette hasen kelimesi lezzetli ya da damağa hoş gelen masında kullanılmış. Dolaysıyla göz yönünden hoşa giden (lezzetu’l-ayn) hem akıl hem de nefis açısından zevk alınan güzelliği ifade etmektedir.

Bu benzeri âyetler tabiattaki ölçüye, düzene, estetiğe ve harika sanata ve bunu yapan Sanatkâra dikkat çekmektedir. Kur’an rüzgarın sürklediği bulutlardan inen suyun, ölü topraktan fışkıran çeşit çeşit bitkilerin, sarmaş-dolaş olmuş bahçelerin ve daha başka şeylerin güzelliğinden bahseder. (bak: En’m 6/95-99. Abese 80/24-32. Nebe’ 78/14-16) (Altıntaş, R. İslâm Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, s: 102)

Kadının güzelliği (Ahzab 33/52),

içeceğin lezzeti (Nahl 16/67)

kişinin mükemmel bir şekilde yetişmesi (Âli İmran 3/37),

sonunda kâr sağlayacak bir borç veriş (Bekara 2/245. Mâide 5/123. Hadid 57/11), ideal bir örneklik (Ahzab 33/21. Mümtahine 60/4, 6),

sosyal ilişkilerde nezaket (Nahl 16/125. İsrâ 17/53. Bekara 2/83) vb. somut ya da soyut bir takım güzellikler “hüsn” ve türevleri ile anlatıldığı gibi, dinin öngördüğü ameller de bu kavramla anlatılır.

Güzel ve güzellik konusunda Kur’an’ın esas aldığı ilke şudur: Güzel ve güzelliği tasdikleyip hayatına sokana hayat kolaylaştırılır. Bunun aksine, güzele sırt dönen, onu tasdikleyip hayatına sokmayanlara hayat zorlaştırılır. (Leyl 92/6-9) (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 162-163)

Hüsün ve kubuh”, İslâmî literatürde estetik anlamdan çok eylemlerin ahlâkî ve dinî değerini belirtir. Bunlar, “fazilet-rezilet, güzel-çirkin, hak-bâtıl, doğru-yanlış” şeklindeki anlamlarıyla ahlâk, felsefe ve mantık disiplinlerini ilgilendirir; genellikle fâilini övülmeye veya yerilmeye lâyık kılan inanç, düşünce ve davranışlar için kullanıldığı konumlarda ise kelâm ve usûl-i fıkhı alâkadar eder. (Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 19/60)

Hatırlatmak gerekir ki “hüsün ve kubuh” kelâm literatüründe tartışmalı bir konudur ve bu makalenin konusu değildir.

Hadislerde hüsün oldukça çok, kubuh kökünden türeyen kelimeler ise nâdiren geçer ve sözlük anlamında yer alır. Hüsün, bazı hadislerde “güzel yaratılış sahibi olmak” şeklinde maddî güzellik anlamında anılıyor (Ahmed b. Hanbel, 1/403, 5/9, 6/68), bazılarında varlıkların güzellik ve çirkinliklerini Allah’ın takdir ettiği açıklanıyor (Buhârî, Rikâk/31 no: 6491. Müslim, İmân/207 (59) no: 338, çoğunda ise insana ait amellerin güzelliğini ifade etmiştir. (Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 19/60)

Hadislerde de hüsnün karşıtı olarak genellikle “seyyie” kullanılıyor. 

“Hüsün ve hasen” kelimeleri Kur’an’da ondört âyette geçiyor. Kubuh ise sadece bir âyette yer almış, burada Firavun ile taraftarlarının kıyamette kötülenmiş kimseler olacakları belirtilmiştir. (Kasas 28/42). 

Kur’an’da kubuh karşılığında daha çok “sû’” ve “seyyie” kelimelerinin kullanıldığı görülür. Bunun yanında Kur’an’da hüsün kökünden türeyen “ihsan” ve hasene” ile anlam yakınlığı bulunan adl, ma’ruf, tayyibât vb. kavramların insanda objektif bir hüsün/güzellik telakkisinin var olduğuna işaret ettiğini söylemek mümkündür. (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 161)

“Şu halde, kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz kimse -ki ona mutlaka kavuşacaktır-, (sırf) dünya hayatının geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız, sonra kıyamet gününde (azap için) huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?” (Kasas 28/61)

“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel (hasen) bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 8/17) İnsanı yücelten, Allah’a yaklaştıran güzel imtihan.

“Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel (hasen) bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Hac 22/58) Allah yolunda öldürülenler Allah katında güzel bir rızık (hasene) bulurlar.

“Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.» (Hûd 13/3)  

Bütün bu âyetlerden anlaşıldığına göre bu dünyada iman edip sâlih amel işlemin Âhiretteki karşılığı ayrı bir güzellikte olacaktır. (Altıntaş, R. İslâm Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, s: 105)

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer (husnü’l-meâb), Allah'ın katındadır.” (Âli İmran 3/14)

“Allah da onlara dünya nimetini ve (daha da önemlisi,) ahiret sevabının güzelliğini (husne sevâbi’l-âhirah) verdi. Allah, iyi davrananları sever.” (Âli İmran 3/148)

“…Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli (husnü’s-sevâb) O'nun katındadır.” (Âli İmran 3/195)

“İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da (husnü meâb) onlar içindir.” (Ra’d 13/29. Bir benzeri: Sâd 38/25, 40, 49)

“Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve «İnsanlara güzel (husnen) söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.” (Bekara 2/83)

“Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik (husnen) yolunu tutarsın” dedik.” (Kehf 18/86)

“Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik (husnen) yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.” (Neml 27/11)

“Biz, insana, ana-babasına iyilik (husnen) etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.” (Ankebût 29/8)

“İşte bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş (haseneh) yaparsa, onun iyiliğini (husnen) artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Şûrâ 42/23)

“Bunun üzerine Rabbi onu güzel (hasen) bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel (hasenen) bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı da onun bakımıyla görevlendirdi…” (Âli İmran 3/37)

Aynı kökten gelen “hüsnühünne” bir âyette kadınların güzelliği anlatmak üzere geliyor.  

“Bundan sonra, güzellikleri (hüsnühünne) hoşuna gitse bile başka kadınlarla evlenmek, eşlerini boşayıp başka eşler almak sana helâl değildir. Ancak sahip olduğun cariyeler başka. Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir.” (Ahzab 33/52)

 

-Karz-ı hasen

Kur’an, Allah rızası için borç vermeyi de “hasen” sıfatıyla niteliyor ve bunu yapanları övüyor. Bu deyim tıpkı kurban ibadetinde oldugu gibi sahip olunan imkanlardan Allah rızası için fedakârlık yapmayı ifade etmektedir.

Karz-ı hasen, genellikle imkanı olanların, ellerindeki maddi imkanları isteyenlere, belli bir süreliğine gönüllü ödünç vermeleri manasında anlaşılmış. Halbuki Kur’an’da bu deyim devamlı Allah’a nisbetle gelmekte ve zorunlu hallerde bile terkekilmemesi gereken önemli bir kulluk görevi olarak yer almaktadır.

Allah (cc) İsrailoğullarına hitaben şöyle buyurdu:

“İşte onlar arasından oniki kişiyi müfettiş olarak gönderdiğimiz zaman, Allah İsrailoğullarından söz almış ve buyurmuştu ki: Kuşkusuz Ben sizinleyim. Eğer ‘salat’ı doğru-dürüst eda eder, karşılıksız yardımda bulunursanız, Benim peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz, kesinlikle kötülüklerinizi örterim ve sizi tabanından ırmaklar çağlayan cenettelere koyarım...” (Mâide 5/12)

Allah’a güzel bir borç vermek aynı zamanda imana sadâkatin bir bedelidir. İmanın gereği ve iman iddiasını isbat eden en önemli eylemlerden birisidir. “İmana sadâkatin bedelini ödeyen erkekler ve kadınlar ile Allah’a güzel bir borç verenlere gelince: (bu) onlara kat kat fazlasıyla geri ödenecek ve tarifsiz güzellikte bir ödül onları bekleyecek.” (Hadîd 57/18)

“Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, (Allah) kat kat artırarak size dönderecek ve sizi bağışlayacaktır. Zira Allah tüm şükürleri hak eden tek otoritedir, (şükürsüzlüğü) cezalandırmada acele etmeyendir.”(Teğâbûn 64/17)

Allah (cc) iman edenlere şöyle soruyor:

“Allah’ın kat kat fazlasıyla geri ödeyeceği bir güzel borcu O’na verecek olan kimdir? Allah hem daraltır hem genişletir ve hepiniz sonunda O’na döndürürleceksiniz.” (Bekara 2/245)  

“Yani, kişinin hayatını Allah yolunda feda etmesiyle yahut onu adamasıyla kim Allah’a guzel borc verir?” (M. Esed, Kur’an Mesaji, 1/73)

“... Şu halde ondan (Kur’an’dan) kolayınıza gelen kadarını okuyun, namazınızı kılın, arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyin ve Allah’a güzel bir borç verin. Zira kendi adınıza ne hayır işlerseniz, Allah katında onu daha hayırlı ve daha büyük bir ödül olarak bulursunuz. Ve daima Allah’ istiğfar edin (bağışlanma dileyin). Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok rahmet edicidir.” (Müzemmil 73/20)

Âyetlerde, Allah yolunda ve uhrevî ecir beklentisiyle yapılacak har­camaların bir bakıma dünyada Allah'a borç verme sayılıp karşılığının âhirette kat kat fazlasıyla alınacağı belirtiliyor. Bu­rada ‘güzel’ nitelendirmesiyle geçen karz tabiri, ödünç işlemi de dahil hayır duygusuyla ve Allah rızâsı için yapılan her türlü malî fedakârlığı kapsar.

Karz-ı hasen tabirinin geçtiği âyetleri “Allah için güzel borç veriniz”, “kim Allah için güzel borç verir?” şeklinde de anlamak mümkün. Şüphesiz müslümanların biribirlerine çıkar beklentisi olmadan (hele fazizin ekonominin can damarı olduğu zamanlarda) borç vermeleri güzeldir, kardeşliğin gereğidir. (Okuyan, M. Kısa Sûreler, 3/105-106)

Borç verme manasındaki ‘karz-ı hasen’ Allah rızası icin verilen borçtur. Bu borç karşılığı borçludan bir çıkar beklenmez. Yalnız ödeme imkanına kavuştuğu zaman borcun aslıni ödenmesi istenir. Hadislerde geçtiğine göre Allah (cc) nerede ve hangi davranışta rızası bulunuyorsa orada kendisi bulunuyormuş gibi ifade kullanarak kullarını hayırlı işlere, yardımlaşma ve dayanışmaya teşvik etmektedir. Belki de bu yüzden borç verme “güzel” övgü sıfatıyla söz konusu ediliyor.

“Mümin, bal arısına benzer. Bal arısı gibi hep güzel, temiz, helâl şeyler yer. Hep güzel şeyler üretir, hep iyiliklerin peşinden koşar. Hiçbir şeyi ne döker, ne kırar, ne de ifsat eder” (Ahmed b. Hanbel, 2/199)

 

b-Hasene/hasenât

Kur’an estetik güzelliği bir de “hasene” kelimesiyle anlatıyor. ‘Hasene’, insanın hareketlerini, toplumların durumlarını değerlendiren bir kavramdır.

Hasene “hasen” sıfatının dişil (müennes) formudur. Bunun çoğulu “hasenât”tır. Bu da nefsi, bedeni ve diğer ahvali ile ilgili olarak kendisine isabet eden nimet dolaysıyla kişiyi sevindiren şeydir. Karşıtı seyyie (çoğulu seyyiât) ise kötülük anlamındadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123) Hem isim hem de sıfat olarak kullanılır. İsim olarak “iyilik, iyi hal, iyi nesne” anlamındadır.

Râgıb el-İsfahânî insanın ruhu, bedeni ve halleriyle ilgili olarak elde ettiği, kendini mutlu kılan nimet türünden her şeye “hasene” dendiğini, karşıtının seyyie olduğunu, bu kavramların her türlü iyilik ve güzelliği, kötülük ve çirkinliği ifade eden müşterek lafızlar durumunda bulunduğunu belirtmiştir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170),   

Hasene kelimesi hem iyi fiilleri veya özel bir fiilin iyilik niteliğini hem de amaçlanan, özlenen iyi durum ve tutumları ifade etmek üzere kullanılır. Ya da gayenin hoşa giden, tatmin eden, gözü ve gönlü okşayan, hayranlık uyandıran yönünü ifade eder. Böylece ahlâk alanında kullanıldığında ahlâkın estetikle ilgisini çağrıştırır. (Çağrıcı, M. TDV İslam Ansiklopedisi, 16/376)

Kur’an’da hasene; mutluluk, refah, iyilik, talih gibi sürekli karşıtı seyyie ile birlikte görülür. Hasene kökünden mübalağa kalıbı “husâne” de en güzel demektir. Bunun çoğulu “hısan”dır. Bu kelime nesnelerin güzelliği karşısında beğeni hükmünü vermeyi ifade eder. Her türlü iyi olmayı, güzelliği, güzel yapmayı, sevap kazandırıcı amelleri ve Allah’ın sevdiği davranışları ifade eder.

Hasene, güzellik üretmek, güzel yapmaktır. Müslüman Kur’an’ın emrine uyarak yaptığı her işi güzel, doğru, maksada uygun yapar. İbadetlerini güzel yaptığı gibi, güzel ahlâkı kuşanır, insanlarla, varlıklarla ilişkilerini güzelleştirir.

İyi ve güzel olan şeylere; mutluluk, geçimlik, adalet, iyilik, güzel davranış, terbiye, öğüt, iyilik gibi şeyler de ‘hasene’ denmektedir.

Hasenün, hasene, hüsnâ arasında az da olsa farklılık vardır. Hasenün; maddi varlıklarla ilgili, daha çok göze güzel görünen, göz tarafından beğenilen şeyler hakkında kullanılır. İnsanların yüz güzelliği de bu kelime ile ifade edilir. Hasene; isim ve sıfat olarak kullanıldığında olaylarda göze çarpan güzelliğini vurgulamada, hüsnâ ise; yalnızca olaylarla ilgili kullanılır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170. Altıntaş, R. İslâm Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, s: 105)

 ‘Hasene-iyilik’ anlayışı toplumlara veya kişilere göre değişse bile Kur’an buna özel bir anlam veriyor. Buna göre, kişinin başına gelen mutluluk, afiyet, galibiyet, başarı, ni’mete erme, görevini yapma gibi şeyler ‘hasene’ olduğu gibi, helâlden yemek, nikâhlı yaşamak, doğru olmak, adaletli iş yapmak, başkasına iyilik etmek, güzel ve tatlı söz söylemek ve benzerleri hep ‘hasene’dir.

Kur’an’ın hüsün veya hasene dediği şeyler hep güzel ve iyi olan şeylerdir. Müslüman insan iyinin ve güzelin ölçüsünü böylece Kur’an’dan öğrenmeli, sonra da devamlı "hasene" yani güzel ve hayırlı olan işleri yapmalı.  (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 248)

İslâmî literatürde hasenenin üç farklı anlam ve kapsamda kullanıldığı görülüyor. Birincisi: Mutlak olarak iyi ve güzel fiil, davranış veya hal. Bir âyete göre, yapılan iş eğer iyilik ise (hasene) Allah onun ecrini kat kat verir; ayrıca kendinden de büyük mükâfat bağışlar (Nisâ 4/40). Aynı şekilde Allah’ın huzuruna bir iyilikle gelen kimse bunun karşılığını on misliyle bulacaktır (En‘âm 6/160). Bu âyetlerde hasene, özel davranış biçimi belirtilmeksizin mutlak olarak her türlü iyilik ve güzelliği kapsayacak şekilde kullanılmıştır.

Ra‘d sûresinde (13/20-22) sözünde durmak, anlaşmayı bozmamak, Allahkul ilişkisi, beşerî münasebetler, akrabalık bağları gibi Allah’ın yaşatılmasını emrettiği ilişkileri sürdürmek, Allah korkusu ve hesap kaygısı taşımak, sabretmek, namaz kılmak, infak ve ikramda bulunmak, ayrıca yapılan kötülüğe iyilikle karşılık vermek, âhiret hayatını ve cenneti kazanmanın şartları olarak gösterilmiştir.

Kur’an’da, Hz. Peygamber’in davet çalışmaları sırasında yakınlarından “akrabalık sevgisi” dışında bir şey beklememesini emreden ifadenin ardından, “Kim bir iyilik yaparsa onun karşılığını fazlasıyla veririz” (Şûrâ 42/23) şeklindeki açıklamada da hasene kelimesinin, mutlak anlamda kulanılması yanında akrabalar arası dayanışmaya da işaret ettiği sezilmektedir.

İkincisi: Hasene ve seyyie belli bir tutum, davranışı veya durumu da niteler. Kur’an’da iyi ve meşrû bir iş için yapılan aracılık “güzel şefaat” (şefâaten hasene), kötü ve gayri meşrû iş için yapılan aracılıksa “çirkin şefaat” (şefâaten seyyie) olarak nitelendirilmiştir. (Nisâ 4/85)

Üçüncüsü: Genellikle nimet, mükâfat, refah, iyi ve mutlu sonuç gibi insanın bedenî ve ruhî talepleriyle uyuşan, dolayısıyla da istenen ve özlenen amaçları ifade eder. Çeşitli âyet ve hadislerde hasene kelimesi, yer aldığı metnin konusuna göre bu çerçevede değişik nimetleri, güzellikleri çağrıştıracak şekilde kullanılmıştır. (Çağrıcı, M. TDV İslam Ansiklopedisi, 16/376-377)

Hasene kelimesi Kur’an’da yirmi sekiz âyette tekil, üç âyette de çoğul (hasenât) şekliyle geçmektedir.

Allah’ın mü’min kulları dünyada da ahirette de hep ‘hasene’ isterler. “Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik (hasene) ver, ahirette de iyilik (hasene) ver. Bizi cehennem azabından koru! derler." (Bekara 2/201) Âyetteki “dünyada hasene” sağlık, âfiyet, başarı, refah, iman ve ilim gibi meziyet ve fırsatlar, “âhirette hasene” de cennet olarak tefsir edilmiş.

Bir benzeri: “Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 7/156)

Allah, sâlih amel işleyenlere dünyada da Âhirette de güzel şeyler (hasen) söz veriyor.

"Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel (hasene) bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vâdinizden döndünüz?” (Tâhâ 20/86)

"Size bir iyilik (hasene) dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet (seyyie) gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân 3/120)

Buradaki hasene, özellikle zafer sevincini ve müslümanların sayısının artmasından duyulan mutluluğu ifade ettiği söylenmiştir.

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik (hasene) dokunsa «Bu Allah'tan» derler; başlarına bir kötülük gelince de «Bu senden» derler. «Hepsi Allah'tandır» de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” (Nisâ (4/78)

Buradaki hasene bolluk, bereket, genişlik, zenginlik, refah, zafer ya da arzulanan, istenen şeye ulaşmak veya kazanmak manasında anlaşılmış.

“Sana gelen iyilik (hasene) Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.”  (Nisa 4/79)

Buradaki hasene ise sevap, mükâfat şeklinde açıklanmış.

Allah (cc) hasenenin karşılığını kat kat verir.

Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir. (Nisâ 4/40)

Bunun on misli olacağı belirtiliyor.

Kim (Allah huzuruna) iyilik (hasene) ile gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (En’am 6/160) 

Kim iyi bir işe (hasene’ye) aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe (seyyie’ye) aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” (Nisâ 4/85)

Ya da daha hayırlısı ile karşılık verilir.

“Kim iyilik (hasene) ile (ilâhî huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.” (Neml 27/89),

Bir benzeri: “Kim iyilik (hasene) ile (ilâhî huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.” (Neml 27/89)

“Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.” (Kasas 28/84)

“Sonra kötülüğü (seyyie-darlığı) değiştirip yerine iyilik (hasene-bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı» dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın yakaladık.” (A’raf 7/95)

“Fakat onlara iyilik (hsaene) geldiği zaman, “Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)” derler. Eğer başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat çokları bilmezler.” (A’raf 7/131)

“Eğer sana bir iyilik (hasene) erişirse, bu onları (münafıkları) üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, «İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız» derler ve böbürlenerek dönüp giderler.” (Tevbe 9/50)

“(Müşrikler) senden iyilikten (hasene) önce kötülüğü (seyyie) çabucak istiyorlar. Halbuki onlardan önce ibret alınacak nice azap örnekleri gelip geçmiştir. Doğrusu insanlar kötülük ettikleri halde Rabbin onlar için mağfiret sahibidir. (Bununla beraber) Rabbinin azabı da çok şiddetlidir.” (Ra’d 13/6)

Lafzen, “senden iyilikten önce kötülükte ivedi olmanı istiyorlar”; yani, kendilerine Hz. Peygamber tarafından teklif edilen doğru yol bilgi ve öğretisini gönüllü olarak kabul etmek yerine, Allah'ın, kendilerini uyarıp sakınmalarını istediği ibret verici cezayı, getirecekse bir an evvel başlarına getirmesi yönünde Hz. Peygamber'e alaycı bir tavırla meydan okuyorlar. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/485)

Mekke müşrikleri dediler ki: «Ey Allah! Eğer bu Kur’an senden gelen bir hak ise, hemen üstümüze gökten bir taş yağdır, yahut bize başka acıklı bir azap getir!»

İşte âyette buna işaret edilerek, «Senden iyilikten önce kötülüğü çabucak istiyorlar» denilmektedir. Esasen onlar gerçekte azap istemiyor; aksine bu sözleriyle ilâhî azaba inanmadıklarını gösteriyor, Peygamber’in tehditleriyle alay ediyorlardı.  (TDV Kur’an Meali, s: 249)

“Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü (seyyie’i) iyilikle (hasene ile) savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” (Ra’d 13/22)

Bir benzeri: “İşte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları kendilerine iki kez verilecektir.” (Kasas 28/54)

(Kötülüklerden) sakınanlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, «Hayır (indirdi)» derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel (hasene) mükâfat vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!” (Nahl 16/30)

Bu anlam örgüsü içinde “iyilik” (hasene) terimi, ister istemez, maddî bir iyiliği ya da yararı değil, daha çok Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımanın verdiği manevî doyum ve huzur duygusunu işaret etmektedir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/534)

“Ona (İbrahim’e) dünyada güzellik (hasene) verdik. Muhakkak ki o, Âhirette de sâlihlerdendir.” (Nahl 16/122)

“Sâlih, onlara “Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorsunuz? Merhamet edilmeniz için Allah’tan bağışlanma dileseniz ya!” (Neml 27/46)

Kur’an hz. Muhammed’i, İbrahim’i ve yanında olanları iman edenlere en güzel örnek olarak takdim ediyor.

“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel (hasene) bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21)

“İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel (hasene) bir örnek vardır...” (Mümtehıne 60/4)

Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve Âhiret gününü arzu edenler için güzel (hasene) bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Mümtahıne 60/6)  

“(Resûlüm!) Söyle: Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik (hasene) yapanlara iyilik (hasene) vardır. Allah'ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer 39/10)

Kur’an herhangi bir belirleme yapmaksızın, “İyilikle kötülük bir olmaz” der ve ardından kötülüğe iyilikle karşılık verilmesini öğütler  ve bunun ahlâkî gerekçesini de şu şekilde açıklar:

İyilikle (hasene) kötülük (seyyie) bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet 41/34)

Bu örnekteki “[kötülüğü] daha güzel olan bir şey ile savma” emri Kur’an'a karşı yapılan kaba itirazlara ve düşmanca eleştirilere yöneliktir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, )

Peygamber’e tavsiye edilen başlıca üç davet metodundan biri de ikna edici öğüttür (güzel mev‘iza’dır).

(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel (hasene) öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl 16/125)

İşte bu, Allah’ın, inanıp sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş (haseneh) yaparsa, onun iyiliğini (husnen) artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Şûrâ 42/23)

Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel (hasene) bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.” (Nahl 16/41)

Hasenin çoğulu olan hasenât üç âyette geçmektedir.

Yanlış yola gidenler belki dönerler diye Allah (cc) insanları hasenat ve seyyiat ile imtihan eder.

“Biz onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler (hasenât) ve kötülükler (seyyiât) ile sınadık.” (A’raf 7/168)

Yanlıştan dönüp tevbe edenlerin durumu ise oldukça farklıdır.

“Ancak tövbe edip de inanan ve sâlih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini (seyyiât) iyiliklere (hasenât) çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Furkan 25/70)

Hûd sûresinde vakit namazlarına dair bir emirden sonra, herhangi bir belirleme olmaksızın iyiliklerin (hasenat) kötülükleri (seyyiat) gidereceği, yani kötülüklerden doğan günahların silinmesine vesile olacağı bildirilmiştir.

“(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler (hasenât) kötülükleri (seyyiât) giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.” (Hûd 11/114)

Her üç ayette de hasenatı daha çok iyilik, hoşa giden, insanı memnun eden güzellik anlamında kullanıldığını görüyoruz.

 

c-Ahsen

Ahsen, hüsnün ism-i tafdil (üstünlük sıfatı) kalıbıdır. Bu kalıp nitelikleri aynı olan iki şeyi mukayese eden veya bir varlıktaki niteliğin diğerinden daha üstün olduğunu ifade eden bir kalıptır. Ya da kelimenin taşıdığı anlamların zirvesini, bir başka ifadeyle ‘en’lerini anlatır. Bunun müzekkeri (eril) formu “ahsen”, müennes (dişil) formu “hüsnâ” şeklinde gelir.

Ahsen eğer “min” harf-i cer (edatı) ile gelirse daha güzel, daha iyi, daha hoş veya çok daha memnun edici, pek güzerl; isim tamlaması şeklinde gelirse en güzel, en iyi, en hoş manasına gelir. 

Ahsen Kur’an’da 36 yerde geçmektedir. Şöyleki:

Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir? (Maide 5/50) Allah’ın hükmü zaten güzeldir ama bunu ilim sahibi kimseler, basireti açık olanlar, aklını kullanan bu güzelliği daha iyi kavrarlar. Cahiller ve nefislerinin hevasına uyanlar Allah’ın hükmünün en güzel olduğunu idrak edemezler. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170)

“(Sizin bizim değil) Allah’ın boyasına!... Kimin boyası Allah’ınkinden daha güzel (ahsen) olabilir?” (Bekara 2/138)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir (ahsen’dir).” (Nisâ 4/59)

Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle (ahsen) veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (Nisâ 4/ 86)

Özünü ve yüzünü Allah’a dönerek teslim olan, bu teslimiyetini hem de sözle hem de davranış olarak ortaya koyan en güzel dine uymuş olur.

Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir (ahsen’dir)? Allah, İbrahim’i dost edindi.” (Nisâ 4/125)

“Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel (ahsen) şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız.  (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.” (En’am 6/152)

“Allah yolunda küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi katetmezler ki (bunlar), Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle (ahsen) kendilerini mükâfatlandırması için hesaplarına yazılmış olmasın.” (Tevbe 9/121)

“O, hanginizin amelinin daha güzel (ahsen) olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.” (Hûd 11/7)

“Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle (ahsen) mükâfatlarını vereceğiz. Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli (ahsen) ile veririz.” (Nahl 16/96-97)

“(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel (ahsen) şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl 16/125)

Sözü dinleyip de onun en güzeline (ahsen) uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (Zümer 39/18)

Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel (ahsen) sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.” (İsrâ 17/53)

“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet 41/33)

“Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (ahsen) uyun ki, kişi, “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim” demesin.” (Zümer 39/55-56)

“İnsanların hangisinin daha güzel (ahsen) amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.” (Kehf 18/7)

“O, hanginizin amelinin daha güzel (ahsen) olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.” (Hûd 13/7)

“O, hanginizin daha güzel (ahsen) amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

“Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir (ahsen’dir).” (İsrâ 17/35)

Kur’an bir çok âyette cennetin güzelliğinde ve göz kamaştırıcı ihtişamından bahsediyor.  Gözler bu güzelliği ancak oraya gidince farkedecektir.  Bu bir taraftan insanların dikkatini o güzelliğe çekip iman edip edip imanın gereğini yapmaya ve burasını kazanmaya bir teşviktir, bir taraftan da hayatı güzelleştirmeye, güzel olan şeylere talip olmaya, güzeli tercih etmeye bir özendirmedir. Bu güzelliklere kavuşmanın yolu da sâlih amel işlemek, yani güzel davranışlarda bulunmaktır. Bütün bu güzellikleri yaratan, varlığa şekil/sûret verenlerin en güzelidir. (Mü’minun 23/14)

Kur’an insanın güzelliğini de “ahsen” sıfatı ile dile getiriyor. “Ahsen-i takvîm” ifadesi bir ayette geçmektedir.

“Andolsun ki biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tîn 95/4)

Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki güzelliğin kaynağı, bazı âyet ve hadislerde dile getirildiği üzere, Allah’ın onu “tesviye etmesi”, “kendi eliyle” yaratıp ruhundan üflemesi (Sâd 38/72) ve onu yeryüzünde kendine halife kılmasıdır (Bekara 2/30).

İnsan, bazılarına göre hem ruh hem beden, bazılarına göre ise sadece ruh yönünden yaratılmışların en güzelidir. Birincilere göre ruh güzelliği daha önemli olmakla beraber, o vücut ve şekil itibariyle de yaratılmışların en güzelidir; tam mânasıyla mükemmel bir varlıktır.” (Uludağ, S.  TDV İslam Ansiklopedisi, 2/178)

Kur’an hz. Yûsuf kıssasının güzelliğini de “ahsen” kelimesiyle ifade ediyor.

Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.” (Yûsuf 12/3)

Burada geçenkasas” kelimesi, “hikâye etmek” mânasında masdardır. Buna göre ahsenü’l-kasas “en güzel anlatış” demektir. Ancak masdarlar mef‘ul yerine de kullanıldığından ahsenü’l-kasas terkibi, “kıssaların en güzeli” mânasını da ifade eder.

Bu kıssaya “ahsenü’l-kasas” denmesi konusunda farklı görüşler var. İbret ve hikmetlerle dolu olması, hz Yûsuf’un sabrını, kardeşlerini affedip iyilikte bulunmsaı, cinler , melekler ve pek çok insan tipine yer vermesi, pek çok din ve dünya dünya işleriyle ilgili konulara yer vermesi açısından “en güzel kıssa” sayılmıştır. (Kırca, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 2/178)

Allah en güzel boyayı vurandır (Bekara 2/138).

Allah hüküm verme bakımından da en güzeldir. (Maide 5/50)

Rızkın en güzel ondan gelir, O, rızık verme yönünden de en güzeldir. (Talak 65/1. Hud 11/88. Hac 22/58. Nhl 16/75) 

Sözün en güzelini bir kitap halinde indiren de O’dur.  Onun kelâmı bütün güzelliklerri ihtiva eder. (Zümer 39/23)

Bu yüzden insana sözün en güzeline uyması emredilir. (Zümer 39/18)  İnsana inen sözlerin en güzeli Allah’ın sözüdür. (Zümer 39/55)

Güzel insanların bir özelliği de sözü dinleyip en güzeline uymalarıdır. (Zümer 39/18) 

En güzel din, güzellikler sergileyerek  Allah’a teslim olanların dinidir. (Nisâ 4/125)

Allah, fiil, söz ve hükmüyle en güzelin kaynağı olduğundan, en güzel isimler de O’na aittir. (A’raf 7/180. Tâhâ 20/8. Haşr 59/24) (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 164)

 

d-Hüsnâ

“Hüsnâ” (yukarıda geçtiği gibi) ahsen kelimesinin dişili (müennesi)dir. Güzel, en güzel, daha çok güzel,  daha hoş demektir. “Hüsnâ”yı Türkçeye güzelin en güzeli, nihâi güzellik/iyilik diye çevirmek mümkün.

el-hüsnâ“ kelimesi bu bağlamda inanç, ibadet, muamelât ve ahlâk ilkeleriyle İslâm inanç ve uygulamalarının tümünü ifade eder. (Heyet, Kur'an Yolu, 5/573)

Kur'an’da, onyedi âyette “el-hüsnâ” şeklinde “el-“ harf-i tarif/belirlilik takısı ile geliyor. Buradan hareketle özel ve üstün bir güzelliğe, belirliği bir hoşluğa dikkat çekiliyor diyebiliriz.

Güzelliğin kaynağı asıl Güzel olan Allah'tır. Öyleyse insanın kavuştuğu güzellik, ya da içindeki güzellik duygusu kendinden değil, onu Yaratan'dan ona bir bağış ve bir lütuftur.

En üstün niteliklere en mükemmel sıfatlara (Esmâullahi'l-Hüsnâ'ya) sahip olan Güzeller Güzeli Allah (cc) kendi Güzel olan isimlerinin tecellileri olarak bazı şeyleri kullarına verir, bazı şeyleri güzel gösterir, hak edenlere de en güzel sonuçları ödül olartak bağışlar. Onları hem de kalbî anlamda güzel duygulara, hem dünyevî anlamda güzelliğin, rahatın, huzurun zirvesine ulaştırır. Sonunda da güzelliğin şahikası olan Cennete kavuşturur.

Kur’an’da el-Hüsnâ'dan dört tanesi Allah'ın isimlerini nitelemek üzere “esmau'l-hüsnâ” formunda geliyor. Allah’ın en güzel isimleri; ‘Esmâ-i hüsnâ, el-Esmâu’l-Hüsnâ, Esmâu’llahi’l-hüsnâ’ şeklinde teleffuz ediliyor.

„De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler (esmâu'l-hüsnâ) O'na aittir...“ (İsrâ 17/110. ayrıca bak: A'raf 7/180. Tâhâ 20/8. Haşr 59/24)

Diğer kullanımları şöylece sıralamak mümkün:

a-Allah'ın va'di olarak el-hüsnâ: Allah (cc) kendi yolunda üstün bir gayretle çalışan, bu uğurda yorgunluk bilmeyen, bunu yaparken sadece Rabbinin rızasını gözeten mü'minlere en güzel karşılığı hazırlamıştır.

“.. Allah bütün mü'minlere nihâi güzellikler (el-hüsnâ)  vaad etmesine rağmen, yolunda üstün gayret harcayanları yerinde sayanlara muhteşem bir ödül vaadiyle üstün tutmuştur.“ (Nisâ 4/95)

Ne var ki, katımızdan kendilerine iyilik-güzellik (el-hüsnâ) ihsan ettiğimiz kimselere gelince: işte onlar (cehennemden) uzak tutulacaklardır.“ (Enbiyâ 21/101. Bir benzeri: Hadid 57/10)

b-Güzel bir gelecek sözü olarak el-hüsnâ: 

Allah (cc) Musa'ya (as) tabi olup Hak daveti kabul eden, bu uğurda sıkıntılara katlanan, Firavun'un zulümlerini göğüsleyen ve bütün zorluklara sabreden müslümanlara henüz hz. Musa hayatta iken güzel bir gelecek vaad etmişti.

„Ve Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel güzel (el-hüsnâ) (bir gelecek) vaadi, onların sabırlarına karşılık (işte böyle) gerçekleşti. Firavun ve âvânesişnin yapıp yücelttikleri kibir uygarlığını tarihe gömdük.“ (A'raf 7/137)

c-“Daha güzeli“ anlamıyla el-hüsnâ: 

İlk İslâm toplumunu ifsat etmek, müslümanların arasına fitne sokmak üzere güyâ mescid yapmaya kalkanlar her ne kadar „Bizim maksadımız daha güzelini ortaya koymaktı“ deseler de, sonuçta başvurdukları metod yıkıcı, yaptıkları iş fitne idi. Nitekim ifsat ediciler de „bizim maksadımız ıslahtır“ diye iddia ederler. (Bekara 2/11)

„Ayrıca zarar vermek, inkârda direnmek, inananlar arasına ayrılık sokmak ve öteden beri Allah ve O'nun Elçisi'ne savaş açan kimseler adına gözetleme yapmak amacıyla ibadethane inşa edenler var. Üstelik onlar; "Amacımız daha güzelini (el-hüsnâ) ortaya koymaktır" diye ısrarla yemin ederler ama Allah şahittir ki, onlar kesinlikle yalancıdırlar." (Tevbe 9/107)

d-Güzel bir karşılık olarak el-Hüsnâ: 

Güzel davrananlara karşılık olarak daha güzeli var. Kim güzel davranışlarda bulunursa, güzel hareket ederse mükâfatını daha da güzeliyle, daha da fazlasıyla olacaktır.

“İyi ve yararlı davranmakta sebat gösterenlere, (karşılık olarak) ondan daha iyisi (el-hüsnâ) ve (kat kat) fazlası var...“ (Yûnus 10/26. bir benzeri: Necm 53/31) 

e-Güzel bir biçim olarak el-hüsnâ: 

Bazı kimseler Rablerinden gelen her türlü çağrıya; „Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! İsteyerek kabul ettim. İnandım ve teslim oldum“ diyerek en güzel karşılığı verirler.  

Rablerinin çağrısına uyanlar için mükâfatın en güzeli (el-hüsnâ) vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!“ (Ra'd 13/18)

f-En güzel sonuç anlamıyla el-hüsnâ: Herkes kendi üzerinde olduğu yolu doğru yol, peşine gittiği inancın hak, yaptığı hareketlerin de doğru ve isabetli  olduğunu zanneder. Arkasından da güzel olan şeyleri sadece kendilerini layık görürler. Böylece avunur durular.

“Hem kendilerinin hoşlanmadığu şeyi Allah'a layık görürler, hem de en güzel (el-hüsnâ) akıbete kendileri layıkmış gibi yalan beyanda bulunan dilleriyle kendilerini aldatırlar..." (Nahl 16/62)

g-Bilinen güzellik olarak el-hüsnâ: 

Kimileri makam, malı ve serveti kendilerini elde ettiği bir güzellik zannederler. Bütün bunların bir deneme aracı olduğunu düşünmezler. Kendilerine bu gerçek hatırlatıldığı zaman da, güçlerini ve pazularını gösterirler. Kendilerine Âhiret hayatını hatırlatanlara alaylı bir şekilde şöyle derler:

“Hayat bu yaşadığımızdır, şayet dediğiniz gibi ölümden sonra diriliş olursa" "... bir ihtimal, beni Allah'ın katında malum güzelliklerin (el-hüsnâ'nın) beklediğinden kesinlikle eminim..." derler.“ (41 Fussilet/50)

h-Nihâî güzellik anlamıyla el-hüsnâ:

“Sözgelimi; kim (Allah için) karşılıksız verir ve Allah'a muhtaç olduğunun bilinciyle hareket ederse; ve daha güzeliyle (el-hüsnâ) (ödüllendirileceğine) (veya En Güzel olan Allah'a) inanırsa; işte ona, rahatlık ve mutluluğun zirvesine götüren yolu kolaylaştırırız.

Sözgelimi; kim de cimrilik yapar ve kendi kendine yettiğini zanneder; en Güzel'i(n vahyini) yalanlarsa; işte ona da , zorluk ve felaketin en dibine giden yolu kolaylaştırırız.“ (Leyl 92/5-10)

Burada iki defa geçen „el-hüsnâ“; Tevhid kelimesi,  namaz, zekât ve oruç gibi ibadetler (Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, s: 1910), iman veya güzel hasletle, ya da İslâm milletine tabi olmak (Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/750), güzellik ve başarı şeklinde anlaşılmış.

“Ve en güzeli tasdik etmiş ise. Hakikatte bir güzellik ve güzellerin en güzeli bulunduğuna inanmış, iyiyi kötüyü, fazileti rezilliği fark etmiş, iyilik güzellik yaptıkça güzelliklerin en güzele doğru gittikçe artacağına, iyilik yapanlara ilerisinin daha iyi olacağına inanmış, inanarak ihsanda bulunanlar hakkında iyimser olarak çalışmış. (Elmalılı, Hamdi Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/257)

Tasadduk, Allah rızası gerekli yerlere için bir şeyler vermek; bir güzelin bir güzelliği En Güzel adına başka güzellerle paylaşmasıdır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1266) 

Mü'min imanla güzel olur, helâl mal da güzeldir ve güzelliktir. Mü'min En Güzel'den emanet aldığı bu güzelliği yine O'nun adına diğer güzel insanlarla paylaşır. Bunun karşılığında da en nihâî güzelliğin yolları ona kolaylaşır.

„İyi iş yapanlara daha güzeli (el-hüsnâ), bir de daha fazlası var. Yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne bir zillet. Cennet ehli işte bunlardır. Orada sonsuza kadar kalacaklardır.“ (Yûnus 10/26)

Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.“ (Necm 53/31)

Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet-el-hüsnâ) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.“ (Nisâ 4/95)

„Güzel davrananlara daha güzel (el-hüsnâ) karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır.“ (Yûnus 10/

“İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel (el-hüsnâ) bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz.” (Kehf 18/88)

Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.” (Necm 53/31)

 

e-İhsan

Kur’an’da estetik güzelliği, hoşa giden şeyleri, uygun olanı yapmayı, iyilik etmeyi en yoğun bir şekilde ifade eden kavram “ihsan”dır.

İhsan, if’al kalıbından “ahsene” fiilinin masdarıdır. Ahsene; bir şeyi iyi etmek güzel yapmak veya bir şeyi güzel bilmek demektir. Ahsene “ila” edatı ile başkasına güzel muamelede bulunmak, insanlara iyilik yaparak kendisine karşı insanlarda güzel duyguların meydana gelmesine sebep olmak anlamına da gelir.

Ahsene tıpkı “hassene” fiili gibidir. Bu da güzelleştirmek, daha da güzel olmak, daha güzelini yapmak demektir. “Adam yaptığı her şeyi güzel yaptı” şeklinde söylenir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123)

Kur’an “ahsene” fiilini 21 yerde tekil, çoğul ve emir kalıbıyla kullanılıyor. Mesela; Allah (cc) hz. Musa’ya Tevratı ihsan üzere hareket edenler için indirdiği (En’am 6/154),

Hz. Yusuf kendisiyle murada almak isteyen kadının kocasının iyiliklerini (Yusuf 12/23), Allah’ın kendine ikram ve lütuflarını (Yûsuf 12/100),

Allah (cc) işini (amelini) ihsan üzere yapanların karşılığının daha güzeliyle verileğini (Kehf 18/30),

Kârun malıyla kibirlenince kavmi ona; “Allah’ın sana ihsanda bulunduğu gibi, sen de (ihtiyaç sahiplerine) ihsanda bulun, iyilik et güzellikle davran” dediklerini (Kasas 28/77. Teğâbun 64/3) bu fiil ile anlatılıyor.

Ahsene fiili aynı zamanda Allah’ın yaratmasının en güzel, en mükemmel olduğunu (Secde 32/7), insana şekil verenin ama bu şekli/biçimi en güzel şekilde yapanaın Allah olduğunu (Mü’min 40/64),

Allah’ın iman edip salih amel işleyenlere Âhiret gününde güzel bir nasip hazırladığını (Talak 65/11) ahsene fiili ile anlatıyorlar.

Kişi iyilik ederse, güzel davranırsa, işlerini en güzel şekilde yaparsa (ahsene) bu kendi lehinedir. Kötülük yaparsa bu da kendi aleyhinedir. (İsrâ 17/7)

İyilik edenlere, işlerini güzel yapanlara (ahsene) ve Alllah’tan korkup çekinenlere O’nun katında büyük bir ödül vardır. (Âli İmran 3/172)

“Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.” (Yûnus 10/26)

“Gerçek şu ki, iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların ecrini zayi etmeyiz. İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir yaslanacak yerdir!” (Kehf 18/30-31)

Allah (cc) iman ettikten sonra takva ile hareket eden, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davaranan ve ihsan üzere hareket eden (ahsene) müslümanların geçmiş günahlarını bağışlar. (Mâide 5/93)

“Muttakilere; “Rabbiniz ne indirdi” denildiği vakit ise “hayır (indirdi) derler. Bu dünyada ihsan üzere hareket edenlere muazzam bir iyilik (ihsanın en güzeli) vardır. Âhiret yurdu ise elbette daha hayırlıdır. Ne güzeldir (ni’me) muttakilerin yurdu.” (Nahl 16/30. Bir benzeri: Necm 53/31)

“İyilik ederseniz (ahsentüm) kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz…” (İsrâ 17/7)

  • Kur'an'da İhsan

12 âyette geçen “ihsan” güzelliği bütün boyutlarıyla ifade eden önemli bir Kur’an kavramıdır. “Hasune” fiilinden masdar olan “ihsan”, genel olarak başkasına iyilik etmek ve yaptığı işi güzel yapmak şeklinde iki anlamda kullanılmaktadır.

Kur’an’da ihsan kavramı ve onun kök fiili olan “hasune” hem Allah’a hem de insanlara nisbet edilerek yetmişi aşkın âyette masdar, fiil ve isim şeklinde geçmektetir. Bunların bir kısmında “başkasına iyilik etmek”, bir kısmında “yaptığı işi güzel yapmak” mânasında, çoğunda ise herhangi bir belirlemeye gidilmeden mutlak anlamda kullanılmıştır.

“İhsan", "isâetin" (kötü-çirkin yapmanın) zıddıdır. (İbni Manzur, Lisanu'l-Arab, 4/124)

İhsan Kur’anda genel olarak iki anlamda kullanılıyor: Birincisi; Sahip olunan nimetlerden başkasına da verme, sunma. İkincisi; Yaptığı işde ihsan üzere hareket etmek. Bu da (bilinmesi gereken şeyi) güzel bir biçimde bilmek, (yapılacak işi) güzel bir şekilde yapmak demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170)

İhsan, bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri fade eder. İhsan ahlâkı; güzel, uygun, doğru olan şeyleri en güzel şekilde yapmak demektir. 

İhsan kavramı, geleneksel anlamda yergı için bir standart olmuştur. Buna göre ihsan en geniş anlamıyla “güzel olanı yapmak” demektir. Bu, yapılacak işlerin vahyin ışığı altında, Allah’ıjnh yapılmasını istediği gibi yapılması gerektiği anlamına gelir. Böyle bir şey ise Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğundan mütemadiyen bilincinde olmayı gerektiri. İhsan’da, öneml olan yapılan işin arkasındaki güç ve niyettir. Açıkça bir iş Allah’ın farkında ve bilincinde olunmadan yapılıyorsa güzel olmaz. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 52)

Kur’an ve hadislerde ihsanın en hoş, en sevimli bir insani nitelik olarak takdim edildiğini görürüz. Kur’an ihsanı iyi ve övgüye değer olan her şeyle ilişkilendirir ve ona sahip olanları, yani “muhsinleri” cennetlikk sayar. Peygamberin Cibril hadisindeki ihsan tanımı bizim için, onun batınî boyutu ve psikolojisiyle ilgili çok önemli bir kavrayış ve vukuf sağlar. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 54)

İhsan, aynı zamanda Allah’ı görüyor gibi ibadet etmektir. Meşhur Cibril hadisinde Peygamberimiz ‘ihsan’ı şöyle tanımlamıştır: “... İhsan, Allah’a O’nu görüyormuşcasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan bile O seni görüyor.” (Buhârî, İman/37 no: 50. Müslim, İman/1 no: 8. Tirmizî, İman/14 no: 2738. Ebu Davûd, Sünne/16 no: 4695. İbni Mâce, Mukaddime/9 no: 63, 64. Nesâî, İman/6 no: 4994)

Burada bizzat Allah’ı görmek değil, Allah’ın sıfatlarını, Rabliğini ve azametini göz önünde bulundurmak kasdediliyor. Mü’min, ibadetini ihsan üzere yapar, yani en güzel şekilde, ibadetin amacına ve hikmetlerine uygun bir şekilde yapar. Bu da Allah’ı görüyor gibi bir duygu içerisinde olmakla mümkündür.

Cibril hadisinde İslâmın üç boyutu var: İman, islâm (taslimiyet) ve ihsan. Bunlardan iki boyutu Kur’an ve Sünnetle belirlenmiş iman ve ibadet ve davranışları içine alır. Üçüncü boyut ise takvayı, fikri hayatı ve güzel olanı yapmayı ifade eder. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 51)

Güzel, iyi ve doğru olanın ölçüsü Allah’tır. Hz. Peygamber’in zikredilen bir hadisin yola çıkarsak, dinin, doğru işler yapmayı, doğru düşünme ve anlamayı, bir eylemin arkasında yatan niyeletin doğru olmasını içerdeiğini görürüz. Kısaca eylemlerle ilgili olduğunda din “teslimiyet (İslâm)” düşünce ve anlayışla ilgili olduğunda “iman”, niyetlerle ilgili olduğunda ise “güzel olanı yapmak” yani “ihsan”dır. Ancak böyle bir ayrımın anlamayı kolaylaştırmak için başvurulmuş bir ele alış tarzı olduğunu unutmamak gerekir. Zira dinin bu üç boyutu İslâmda tek ve bölünme bir bütün olarak ortaya çıkar. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 53)

Buna göre ihsan; en genel çizgileriyle Allah Rasûlü’nün yaptığı gibi davranmak (İslâm), onun düşündüğü gibi düşünmek (iman) ve buna uygun bir davranış sergilemektir. İslâm ne yapmamız gerektiğini söylerken, iman bunları yapmanın niçin gerekli olduğu konusunda bize bir anlayış sağlar. İhsan ise, psikolojik ve duygusal niteliklerimizin eylem ve anlayışımızla uyumlu hale getirilmesi durumudur. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 52)

İnsana nisbet edildiği âyet ve hadislerde ihsan kavramı iki bağlamda kullanılır. a) “Yaptığını güzel yapmak” şeklinde özetlenen anlamına uygun olarak kulun Allah’a karşı hissettiği derin saygı, bağlılık ve itaat ruhunu ve bu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsar. (Cibril hadisinde olduğu gibi)

b) İhsan, hilim erdeminden kaynaklanan bir anlayışla kişinin diğer insanlar karşısındaki sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade eder. Nitekim çeşitli âyetlerde “muhsinler” olarak anılan müminlerin hilim ruhunu yansıtan bazı seçkin özellikleri üzerinde durulmuş ve bu suretle ihsan kavramının içeriğine giren erdemlere de işaret edilmiştir.

Bunlardan bazıları şunlardır: Öfkeye hâkim olma, affetme, hoşgörü, sabır (Âl-i İmrân 3/134-135. Mâide 5/13. Hûd 11/115. Yûsuf 12/90),

işlerde aşırılıktan sakınma, kararlılık ve cesaret (Âl-i İmrân 3/147-148),

tokgözlülük ve cömertlik (Bakara 2/236. Âl-i İmrân 3/134) gibi

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Gerçek şu ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı (ihsanı), yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor; ve size (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki, böylece (bütün bunları) belki aklınızda tutarsınız.” (Nahl 16/90

Buradaki ihsan “insanın hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünün, farz ve vâcip sınırlarının ötesine geçerek imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması” anlamlarına gelecek şekilde yorumlanmıştır. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/546) 

Bunu biz müslümanın kendisine, çevresine ve tabiata karşı güzel davranması, güzel davranışlar sergilemesi olarak anlayabiliriz.

Bir başka açıdan ihsan insanlarla sağlıklı ilişki kurmak, onlarda güzel duyguların yeşermesine sebep olacak davranışlar sergilemek, yardım ve iyilikte bulunmaktır. İhsanın lütuf ve inayette bulunmak gibi anlamları da vardır. Ama bu anlamda ihsan sahibi sadece Allah’tır. Varlığımız ve her şeyin varlığı O’nun bir ihsanı ve inayetidir. Bizim insanlara karşı olan ihsanımız, yani lütuf ve iyiliğimiz O’nun ihsanı ve kudretinin bir tecellisidir.

Kısaca ihsan, duygu ve düşüncelerimizden yapıp etmelerimize kadar, bütün hayatımızı kuşatan bir duyuş, duruş, kavrayış, eyleyiş ve oluş tarzıdır.   (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 55)

“Allah’ın kuluna karşı cömertliği, hak ettiğinden fazlasını vermesi, işini rast getirmesi” anlamındaki ihsan, kelâm literatüründe çoğunlukla “lütuf” kelimesiyle ifade edilmiştir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/546) 

Allah ile sürekli beraberlik bilincine erme halinin adı “ihsan” (güzelleştirme, güzelleşme, güzelle kucaklaşma) olarak belirlenmiştir. (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 163)

Kur’an ve hadislerde ihsan kelimesi Allah’a nisbet edildiğinde, “O yarattığı her şeyi en güzel yapmıştır” (Secde 32/7),

“O sizi şekillendirdi ve şeklinizi güzel yaptı” (Tegābün 64/3) meâlindeki âyetlerde olduğu gibi Allah’ın kusursuz yaratıcılığını veya “Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun” (Kasas 28/77), “Allah ona rızık ihsan etti” (Talâk 65/11) örneklerinde görüldüğü üzere O’nun kullarına lutufkârlığını, cömertliğini ifade eder. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/546) 

Müslümanın iç güzelliği ve manevi zenginliğinin bir göstergesi olan ihsan bir anlamda insani mükemmelliği ifade eder. Bu bakımdam ihsan, bütün etkinliklerimizi güzel kılmaının ve bütün bir hayatı adeta bir sanat faaliyetine dönüştürmenin adıdır.

Başka bir ifade ile ihsan, bütün davranışlarımızda Allah’ı hatırlayışı yansıtan bir olgunluk düzeyi ve Allah tarafından sürekli denetlendiğimizin bilincinde olarak, kullukta kusursuz olmayan ve güzel olanı yapmaya özen göstermek demektir. Kısaca insanın, “Allah’ı adeta görüyormuş gibi bir dirilik ve bilinçlilik içinde bulunması” anlamına gelen ihsan, imanın bir ileri dereceisini oluşturur. İşte bu yüzden ihsan, sıddîklerin ve peygamberlerin makamı olarak görülmüştür. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 54)

Eğer insanlar hep ihsan üzere olurlarsa, yani hep güzel işler yaparlarsa, davranışlarını ‘ihsan’ üzere gösterirlerse, bunun karşılığı olarak ‘ihsan’ görürler, güzellikle muamele edilirler. İhsan üzere hareket edenlere, yaptıklarının karşılığı daha güzeliyle hatta fazlasıyla verilecektir. (Yûnus 10/26. Bir benzeri: Zümer 39/10)

İyiliğin karşılığı iyilikten, güzelliğin karşılığı güzellikten başka bir şey midir? (55 Rahmân/60) 

Allah (cc) insanlara ihsan’la davrandığı gibi onların da ihsan sahibi olmaları en güzel şeydir. (Kasas 28/77)

„Elbette kendilerine yaptıklarının daha güzelini veririz.“ (Ankebut 29/7) gibi âyetlerle vaad ve beyan olunduğu üzere ihsan eden, Allah'ı görüyor gibi sadakat ve samimiyetle güzellik yapanlara yaptıkları iyi işlerin ilerde artırılarak daha güzeliyle karşılığı, daha fazlasıyla ecir ve mükafatı verileceği, sonunda en güzel akıbete, güzel bir son ile sonraki hayatta cennet ve cemale erdirileceği haber veriliyor. (Elmalılı, H. Y. HakDini Kur'an Dili (sad.), 9/258)

Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Allah’ın yarattığı her şeyi ihsanla yarattığını bildiren âyette de (Secde 32/7) ihsan kavramı bu anlamdadır. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/545) 

İhsan sahibi olmak aynı zamanda iyi davranışlar konusunda bilinçli olmayı ifade eder. Onlar, hangi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğu konusunda hem bilgi sahibidir, hem de bilinçlidirler. Çünkü onlar Allah’ın kendilerini gördüğünün farkındadırlar.

İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda ise daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılık vermek anlayışı vardır. Adaletli olmayı din bir farz olarak, bir gereklilik olarak müslümanlara emrediyor. Ancak ihsan, bundan daha kapsamlı ve üstün olduğu için onu hem emrediyor, hem de fazlasını tavsiye ediyor.

İhsan asgari ölçünün ötesine geçip isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak” mânasında kullanılır. Râgıb el-İsfahânî’nin diğer İslâm âlimlerince de paylaşılan düşüncesine göre ihsan adaletin üstünde bir derecedir; adalet borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/545) 

Müslüman, insanlara güzellikle, ‘ihsan ahlâkıyla’ davranır. İbadetlerini ‘ihsan’ şuuruyla yapar. Kendisine yapılan ‘ihsan’ları -iyilikleri-, gerek Allah’tan gelsin gerek kullardan gelsin- inkâr etmez, ihsana ihsanla karşılık verir. (Bakara 2/195)

Mü’min, yalnızca ibadette değil, bütün davranışlarında ihsan üzerinde bulunur. Hatta bir hayvan boğazlerken bile ‘ihsan’ ile, şefkat ile boğazlanması emredilir. “Şüphesiz Allah her şeyde ihsanı (güzelliği ve iyiliği) yazmıştır (farz kılmıştır). O halde siz öldürdüğünüz zaman bile, öldürmeyi güzel yapın. (Hayvanları) kestiğiniz zaman da kesmeyi güzelce gerçekleştirin. Her biriniz bıçağını bilesin ve kestiği hayvana eziyet vermesin.”  (Müslim, Sayd/57 no: 1955. İbnu Mace, Zebaih/3 no: 3170. Ebu Davud, Edahî/12  no: 2815. Tirmizî, Diyât/14 no: 1409. Nesâî, Zahâyâ/22)

Bir hayvanı boğazlarken bile ‘ihsan’ı, yani hayvana güzel davranmayı, eziyet etmemeyi emreden bir din; insanın günlük davranışlarının rastgele olmasını, hevâ ve hevese, çıkara dayanmasını ister mi?

Bir cenazenin gömülmesi sırasında Allah’ın Rasûlü, cenazenin sırtının konulacağı yerde bir tümsek görür ve oranın düzeltilmesini ister. Sonra da buyurur ki: “Şüphesiz bu, ölüye bir zarar vermez. Ancak Allah (cc) sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu güzel yapmasından hoşlanır.” 

Biraz sonra kapanacak olan, bir daha asla görünmeyecek olan mezarın dibinde bile estetiği, biçimi, düzeni; yani güzelliği tavsiye eden bir peygamber, müslümanın davranışlarının da güzel olmasını istemez mi? Zira müslüman, Allah’ın kendisini gördüğünün, kendisini denetlediğinin, yaptıklarının kayıt altına alındığının şuurundadır. Bu yüzden yaptığı işleri dikkatli yapar, güzel yapar, maksada uygun yapar.

Peygamberin bu tavrı, ümmete çirkin şeylerin düzeltilmesi, yapılan her işin güzel yapılmasını gösterir. Bu her şeyde güzellik aranmasının önünü açtığı gibi, sanata giden yolların da açılması demektir.

Allah her şeyi güzel yaratmıştır (ahsene). Bizen bunu mutlaka gözetmemiz ve buna göre davranmamız istenir. Yukarıda zikrettiğimz “Allah her işde ihsanı farz kıldığını” belirten hadisin devamında gelen “öldürürken bile güzel öldürünüz” ifadesi ihsanın önemini son derece açık ve özlü bir şekilde ortaya koymaktadır. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 56)

Yalnız yapılan iyiliklerin ‘ihsan’ üzere olabilmesi için, ibadetlerin Allah rızası için yapılması şarttır. Çünkü amellerde-ibadetlerde gözetilen amaç budur.

Kur’an kendi bağlılarını “sözleri dinleyip onların en güzeline uyan insanlar” olarak tanıtmaktadır. Bu demektir ki güzellikten uzak bir çağrı, adına ne denirse densin, hangi iddia ile ortaya ortaya sürülürse sürülsün, Allah’ın değer vereceği bir davet  değildir.

Kur’an, tüm iddiaları, inatları, ikiyüzlüleri, sloganları aşan ölümsüz bir ilke getirmekte ve insanın dikkatini bu ilkeye çekmektedir. “Güzel düşünmenin, güzellik üretmenin karşılığı güzellikten başkası olmayacaktır” (Rahman 55/60)  Güzellik üretenlerin karşılıkları diğer üretimlerden farklı olarak itimaslı, fazla olarak verilecektir. (Yûnus 10/26) Güzelliğin hayatı kolaylaştırması, belki de o “fazlalar” yüzündendir.  (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 165)

“… Kim çalışır bir güzellik kazanırsa ona daha fazla bir güzellik veririz…” (Şura 42/23), “... Allah güzel amel işleyenlerin ecrini zayi etmez.” (Tevbe 9/120), “… İyilik edenlerin ecrini daha da artıracağız.” (Bakara 2/58)

“… elbette kendilerine yaptıklarının daha güzelini veririz.” (Ankebut 29/7)

gibi âyetlerle vaad edildiği gibi, Allah'ı görüyor gibi sadakat ve samimiyetle güzellik yapanlara yaptıkları iyi işlerin ilerde artırılarak daha güzeliyle karşılığı, daha fazlasıyla ecir ve mükafatı verileceğini, sonunda en güzel akıbete erdirileceğini söyleniyor. 

İhsanla çok sıkı bağlantısı bulunan Kur’anî kelimelerden biri de sevgidir (hubb’dur). İman aynı zamanda bir sevgi işidir. Nitekim sevgiyi konu alan bütün yaorum ve açıklamalrda sevgi merkeze yerleşitirilir. Bu anlayışta, sürekli sevginin nesnesinin güzel bir şey olması gerektiği dile getirilir. Peygamber (sa) "Allah güzeldir, güzelliği sever” demişti. Güzel olan bir şey sevilmeyi hak eder. Kur’anın bir çok yerindse Allah’ın ihsan sahipleri muhsinleri sevdiği anlatılır.

Sâlih amelde bulunmak da ihsanın çok önemli bir boyutunu oluşturu. Bazı ayetlerde “sâlih” kelimesinin güzel ile birleştiğine şahit oluyoruz. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 54)

Peygamber ideal davranışları da güzel ahlâk olarak niteliyor: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnu’l-hulk/8. Buhârî, Edebu’l-Müfred B. 135. No: 273. Ahmed b. Hanbel 2/381)

“Güzel ahlâk gibi şeref yoktur” (İbni Mace, Zühd/24 no: 4218)

“İnsana lutfedilen en değerli nimet güzel ahlâktır.” (Ahmed b. Hanbel, 4/278) (Kalkan, A. Müslümanın Sanat Anlayışı, s: 171-179)

Her iş ve eylemde olduğu gibi sanatta da mükemmele ulaşma manevi kemâle ulaşmayla iç içe gerçekleşir. Peygamber (sav) “Allah her şeyi mükemmel kılmıştır” veya bir ifade ile “Allah her şeyde ihsanı farz kılmıştır” diyor. (Müslim, Sayd/57 (11) no: 5055)

Burada “kusursuz” diye Türkçeye aktarılan ihsan aynı zamanda “güzellik, erdem, iyilik” gibi anlamlar da gelir. Bu kelimeyle tam olarak anlatılmak istenen şey, gerçekleştirilen her eylem ve davranışı bir sanata ve sanatı da Allah’ın selamına dönüştüren kalbin ve ruhun güzelliği, yani iç güzelliktir. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 53)

Kaynaklarda Peygamber’in (sav) şöyle dediği rivayet ediliyor:

“Allah (cc), sizden birinizin yaptığı işi (ameli veya görevi)  sağlam ve güzel yapmasını sever.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275.  Beyhâkî, Şuabü’l-Îmân, 4/334. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2/286-287) 

Bu da ihsan ahlâkından başka bir şey değildir.

İlâhi bir sıfat ve çok önemli bir insanî nitelik olarak güzellik ve iyilik konusundaki Kur’anî vurgu çok çeşitli sanat norm ya da türlerinin gelişmesini teşvik etmiştir. Müslümanlar, biçimsel güzelliğin de hayatta huy, davranış ve nefsi güzelliği kadar önemli olduğu kanusunda İslâmın üçüncü boyutuna (ihsan’a) yeterli kadar duyarlı olmuşlardır.

Onlar bu dünyada, kendilerini ilahi iradeyle uyum içinde geliştirmek ve böylece Allah’a yakınlık elde etmek için geldikleri anlayışını sürekli gözetmişlerdir. Bu özlenen yakınlığın da her düzeyde ölçüleri vardır. Her şeyden önce eylem ve etkinlikler dinin kuralları içinde olmalı, anlayış iman esaslarıyla uyum göstermeli ve karakter ihsan, ihlas, sevgi ve takva tarafından biçimlendirilmelidir. Eşyaya ilişkin böyle kuşatıcı görüş fiziksel çevreyi görüş alanı dışında bırakmazdı. Burada önemli olan kıstas güzelliktir, ihsandır; ama tevhidin uzantılarıyla tanımlanan ve biçimlenen güzellik.” (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 56)

İhsan kelimesinin geçtiği ayetler:

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle (ihsan) diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.” (Bekara 2/178)

"(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle (ihsan) bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Bekara 2/229)

“Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik (ihsan) etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?” (Nisâ 4/62)

"İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, güzellikle (ihsan) onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe 9/100)

Anne-babaya ihsan edilmesi emrediliyor.

"Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik (ihsan) edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.“ (Bekara 2/83. Bir benzeri: İsrâ 17/23. Ahkaf 46/15)

Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik (ihsan) edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisâ 4/36)

De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik (ihsan) edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.” (En’am 6/151)

“İhsan edin” emrinin geçtiği ayetler:

Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Yaptığınızı güzel yapın (ahsinû); Allah güzel yapanları sever.” (Bekara 2/195)

“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas 28/77)

 

f-Muhsin

“Muhsin”, ihsan masdarının özne ismidir (ism-i failidir). İhsanda bulunan kişiye, ihsan edene, ihsan ile davranana, ya da ihsan ahlâkına sahip olan kimse demektir

Kur’an iyi/ideal insanlara ‘muhsin’ diyor. Sonra onların nasıl olduklarını, ya da muhsin olmanın ipuçlarını veriyor. Muhsinleri övüyor, onure ediyor ve çeşitli ödüllerle müjdeliyor.

“Muhsin” Kur’an 4 yerde tekil, 35 yerde de “muhsinûn, muhsinîn” şeklinde çoğul olarak yer almaktadır.  

Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.” (Bekara 2/112)

“Kimin dini, muhsin olarak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir (ihsan)? Allah, İbrahim’i dost edindi.” (Nisâ 4/125)

Muhsin olarak özlerini Hakk’a bağlayanlar gerçekten kopmaz bir İp’e bağlanmış olurlar. “Kim muhsin olarak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.” (Lukman 31/22)

Muhsin kavramı çoğul olarak 35 ayette geçmektedir. Şöyleki:

Allah muhsinleri (güzel davrananları, güzellik üretenleri) sever: (Bekara 2/195. Âli İmran 3/134, 148. Mâide 5/13, 93)

Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Yaptığınızı güzel yapın (ahsinû); Allah güzel yapanları (muhsinleri) sever.” (Bekara 2/195)

Kur’an, iman edenlere Allah’a yalvararak dua etmelerini emrettikten sonra “… Allah’ın rahmeti elbette muhsinlere yakındır” diyor. (A’raf 7/56)

Ayetin başı oldukça dikkat çekici: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” deniliyor. İfsat bir anlamda ihsanın karşıtıdır. İhsan güzel yapmak, iyi davranmak, güzellikle hareket etmek ise, ifsat bozmak, düzeni bozmak, yani tabii olanı, güzel olanı çirkinleştirmek demektir. Bu durumda Allah’ın rahmeti elbette çirkinlik yapan bozguncularıa değil, güzel yapan muhsinlere yakın olacaktır.

Bir başka yerde bu müjde takva sahipleri de söz konusu edilerek tekrar ediliyor.

“Allah elbette muttakilerle (takva ahlâkı kuşananlarla) ve muhsinlerle (ihsan üzere davrananlarla) beraberdir.” (Nahl 16/128. Bir benzeri: Ankebût 29/69)

Burada takva ile ihsan arasında bağ kurulduğunu görüyoruz. Takva Allah’ı hesaba katarak, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek, işlerini bu bilinçle yapmak, ihsan ise Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmek, yaptığı işleri bu nedenle güzel yapan mü’mindir. Kur’an’da bir yerde şöyle söyleniyor:

“Muttakiler ise cennetlerde ve pıbarların başındadır. Rabblerinin kendilerine lutfettiğini almış olarak. Zira onlar bundan önce muhsin idiler (ihsan üzere hareket edenlerdi).” (Zariyât 51/16)

Arkasından da kendilerin Cenneti kazandıran yaptıkları güzel işlerden örnekler veriliyor. (Zariyât 51/17-19) Allah (cc) da bu şuurda olanlarla rahmet ve lütfuyla beraberdir.

Allah (cc) İsrailoğullarına kendilerine vadedilen kente dua ederek girmelerini emretti.

Arkasından da “İhsan edenlere (muhsinlere) Biz (ihsanımızı) daha da artıracağız demiştik.” (Bekara 2/58. A’raf 7/161) dedi.

Buna göre Allah’ın emrini dinleyip güzel davranmak ihsandır. İhsan üzere hareket edenlere Allah da ihsanını artırır. Bu ihsanın boyutlarını da sadece klendisi bilir.

Allah yolunda susuzluk, yorgunluk çekenlerin, Allah dini uğruna direnç gösterenlerin bu tutumu sâlih ameldir. Allah da böyle salih amel işleyenlerin ecrini Allah zayi etmez (Tevbe 9/120. Bir benzeri: En’am 6/83-84. Yûsuf 12/56, 90) Burada sâlih amel ile ihsan arasında bir bağ kuruluyor. Zira ihsan yaptığı her işi güzel, faydalı, işe yarar şekilde yapmak ise, sâlih amel de sağlam, faydalı, güzel, maksada uygun eylem demektir.

Sabretmek de sâlih amellerdendir. Muhsin olanlar özellike dini hayata uygulamada sabırla hareket ederler. Allah da onların ecrini zayi etmez. (Hûd 11/115)

Kur’an muhsinlerin Âhirette de muhteşem karşılık/ödül alacaklarını haber veriyor. Allah’tan gelenlere iman edip onun gereğini yapanlar altlarından ırmaklar akan, içinde sayısız nimet ve güzellikler olan cennetlere konulacak. “…İşte muhsinlerin mükâfatı budur.” (Maide 5/85. Zümer 39/34)

Bir yerde yine takva ile ihsan arasında bağ kurularak şöyle deniliyor.

“Muttakiler ise gölgeliklerde ve pınar başlarındadır. Canlarının istediği meyveler içinde. “Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin içşin” İhsan üzere hareket eden muhsinleri Biz işte böyle mükafatlandırırz.” (Mürselât 77/44)

Allah (cc) muhsinlerin mükâfatlarını bir kaç âyette “İşte muhsinleri böyle mükafatlandırırız…” diyerek haber veriyor. (Kasas 28/14. Saffât 37/80, 105, 110, 121, 131)

İhsan üzere davranan kadınlara da müjde var. Bir âyette Peygamber hanımlarına hitaben şöyle deniliyor:

“Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar (muhsinat) için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 33/28-29)

Allah /cc) Peygamberimize; muhsinleri, güzel davrananları, Allah’ı görüyomuş gibi ibadet edenleri, sorumluluk ile davrananları “müjdel”e diyor.

“Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları (muhsinleri) müjdele! ” (Hac 22/37)

Allah’ın emrine uyarak takva bilinciyle kurban kesmek, kurban ibadetinin şuurunda olmak ve daha ötesi kurbanı en güzel biçimde Allah’a adamak ihsandır. Böyle muhsinlere müjdeler olsun.

Kur’an zalimleri uyarmak ve yaptıklarını en güzel biçimde yapan muhsinleri müjdelemek üzere indirilmiştir. (Ahkâf 46/12)

Zaten Kur’anın kılavuzluğu, rahmeti ve öğütü, muhsinler (güzel düşünüp güzel şeyler yapanlar) içindir. Kur’an onlara hayr ve bereket getirir. (Lukman 31/3) 

Kur’an, yaptığı hatalar sebebiyle pişman olacağı, muttakilerden olamadığı, yahut azabı gördüğü zaman “Ah bana bir fırsat verilse de, dünyaya tekrar geri dönsem de muhsinlerden olsam” (Zümer 39/58)diyeceği gün gelmeden önce insanları uyarıyor.

Üç yerde bazı peygamberlerin isimleri zikredilerek kendilerinden “muhsinler” diye söz ediliyor. (En‘âm 6/83-84. Yûsuf 12/22, 36, 78. Sâffât 37/80-131) Bu da  ihsan ahlâkının, muhsin olmanın peygamberlerde gözlenen kusursuz dindarlık ve bunun sonucu olan güzel davranışları ifade ettiğini gösterir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/546)

Bu âyetlerde adı geçen peygamberlerin yaptıkları güzel işlerin bir kısmı anlatılıyor ve arkasından da “İşte biz muhsin olanları böylece ödüllendiririz” deniliyor.

Sonuçta eninde-sonunda ‘ihsan ahlâkı’ ve bu ahlâka sahip olanlar, Kur’an’ın kendilerine muhsin şeref payesini verip tebcil ettikleri kazanırlar.

Soru şu: Kur’an’ın bu kadar övdüğü, yaptıklarına karşılık hadsiz hesapsız mükafat vadettiği bu güzel insanlar kimlerdir? Kur’an kimlere muhsin diyor?

Cevap: Muhsin, iyilik yapmayı ve güzel davranmayı ilke ve kişilik haline getiren, bunda sebat eden, güzel düşüp güzel eylemler yapan demektir. Bir başka deyişle; Allah’ı görüyor gibi davranan kimsedir.

Kur’an muhsin olmayı mü’minlerin bir sıfatı olarak sayıyor ve herkesi muhsin olmaya davet ediyor. Hem de aktif iyi (muhsin) olmaya. Yani o, sergilediği güzellikleri başkalarıyla paylaştığı gibi, iyi ve güzel olan şeylerin insanlar arasında yayılması için de çaba gösterir.

Muhsin , yaptığı her işi güzel yapan insandır, yani iyi insandır.

Muhsin; canlı, örnek ve uygulamalı ihsandır.

Muhsinler (ihsan sahipleri), bütün işlerini Allah’ın razı olacağı şekilde güzel ve takvaya uygun yaparlar. Onlar, çirkin, bayağı, kötü, zararlı ve faydasız amellerden, faaliyetlerden uzaktırlar. Muhsinler, insanlar içerisinde güzel davranışların, işleri güzel yapmanın sembolüdürler.

İhsan sahibi olanlar, yani yaptıkları her şeyi güzelce yapanlar bunun karşılığını yine ilâhî ihsan olarak Rabb’lerinden bekleyebilirler. (Rahman 55/60)

Muhsinler, yani ihsan sahipleri hangi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğu konusunda hem bilgi sahibidir, hem de bilinçlidirler. Çünkü onlar Allah’ın kendilerini gördüğünün farkındadırlar. Muhsinler, hayatlarının her alanında güzellik üretirler, iyilik yapmakta sebat ederler.

‘Muttaki’, yani takva sahibi kimse Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranan, Allah’ı hesaba katarak yaşayan, bu uyanıklılık ile hareket eden anlamındadır. Bu yönüyle ‘ihsan’ ahlâkı ile takva bilinci arasında bir ilişki söz konusudur. Takva sahibi müslümanlar, bütün davranışlarında ‘ihsan’ ahlâkı ile davranırlar. İyilikte bulunurlar, güzel iş yaparlar, güzellik üretirler.

Mü’minler, inandıkları Rablerinden öğrendikleri ihsan ahlâkıyla, sürekli ihsan ederler, muhsin olmaya çalışırlar. Dolaysıyla bir müslüman ne yapıyorsa, onu güzel yapmalı, maksada uygun yapmalı, doğru yapmalı.

Konuştuğu zaman düzgün, edepli, doğru, az ve güzel konuşması beklenir.

Bir yerde memur veya görevli ise işini dürüst ve sözleşmesinde yazılı olandan daha güzel yapmalı, hile yapmaya kalkmamalıdır.

Odasını/evini döşediği zaman imkanı nisbetinde güzel, düzenli ve estetiğe uygun döşemeli. Odaya girildiği zaman göze bir temizlik, bir güzellik ulaşmalı.

Sofra kurduğunda, bahçe düzelttiğinde, elbise giydiğinde hepsini güzel ve estatiğe uygun yapmalı.

Usta, sanatkâr, üretici, tüccar ise şini temiz, dürüst ve güzel yapmalı.

Yolculukta ise, sürücü ise arkadaşına, karşısındakine, ötekilere güzel davranmalı, herkesin hakkına saygı göstermeli.

Resim yapıyor, yazı yazıyor, inşaat yapıyorsa, yani ne yapıyorsa, hangi işle meşgulse; hepsini güzel yapmalı, hepsini yerinde, gereği kadar yapmalı.

Anne- babasına, büyüklerine, çocuklara, komşularına, ilişkide olduklarına, diğer insanlara, hatta hayvanlara ve tabiata bile güzel davranmalı.

İşte muhsinlerin, yani güzellik üretenlerin ahlâkı böyledir.

Müslümanlar; çirkin, bayağı, kötü, zararlı ve faydasız amellerden (işlerden), faaliyetlerden uzak olmalı. Onlar insanlar arasında güzel davranışların, işleri güzel yapmanın sembolü olmalılar.

Başkaları kötülük yapsa bile, çirkin davransa gibi, kavga etmek isteseler bile, düşmanlık gösterse veya haksızlık yapsa bile, müslüman ısrarlı bir şekilde iyilik yapmaya devam etmeli. Güzel davranmayı, güzellik üretmeyi, en doğru olanı aramayı ilke edinmeli.

Zira Müslüman, çıkara, dünyalık hedeflere göre değil; doğru ilkelerle hareket eder.

Allah’ın uygun gördüğü muhteşem ‘muhsin’ sıfatını kazanmak isteyen bir müslüman, kim ne derse desin, kim hangi kötülüğü, kabalığı, ayrımcılığı, ırkçılığı, hasımlığı, hainliği, kirliliği yapsa bile, o iyi davranmaya, güzellik üretmeye, hakkaniyetle hareket etmeye devam eder.  

Sonuçta kişinin değeri bilip yaptıkları kadardır. Kişi bir şeyi doğru bilip yapar. Yaptığı şey sonuçta onun seviyesidir, onun kalitesidir. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 284)

Muhsin, güzellik sergileyen, işleri layık oldukları şekilde güzel yapan, bol bol ihsanda bulunan demek olduğuna göre bunun sanatla da ilgisi açıktır. Kur’an’ın ihsana bu kadar çok vurgu yapması ibadetlerin bilinçle ve güzel yapılmasına, ahlakın güzelleştirilmesine teşvik olduğu gibi, ortaya konulan her ne ise, eylemlerin, eserlerin ve sanatların da güzel yapılmasına bir özendirmedir. İslam sanatlarının bu teşvikten cesaret aldığını söyleyebiliriz.

 

g-Tahsin/tahsiniyât

Kur’an’da her ikisi de geçmemekle birlikte İslam düşüncesinde özellikle güzel davranışları nitelemek üzere kullanılan kavramlardır.

“İslâmın ihsan boyutu hem fert hem de toplum hayatı açısından, mutlaka uyulması gereken bir ilke olarak görülmüştür.

Fıkıh kitaplarında “tahsiniyât” başlığı altında ele alınan bu konuda, her şeyden önce “güzel olanı yapma, güzel bir şekilde yapma” üstünde durulur. Bu da her türlü iş ve ilişkilerimizde güzellik, incelik ve zerafetin gözetilmesi gerektiği anlamına gelir.

Zira güzellik bir işin mükemmllik kazanmasında çok önemli bir unsurdur. Dolaysıyla “tahsiniyât” olarak adlandırılan hsuslara uyulmazsa, yapılan işler bir yerde eksik demektir. Eşyanın ve yapılan işlerin güzelliği ancak onları güzel yapmakla, yapılan işe güzellik katmakla mümkün olur.” (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 55)

 

2-Cemîl/cemâl

Güzeli ifade etmede kullanılan önemli kelimelerden biri de “cemâl”dir. Hüsün ve cemal kelimelerinin aynı anlamda kullanıldıkları da olur. Ancak cemâlin dinî terminolojide hüsünde olduğu gibi zıddı yoktur. Genellikle celâl ve ihtişam kelimeleriyle bağlantılı olarak kullanılır. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 52)

Kur’an’da geçen cemâl, husün, zinet gibi kelimeler fizikî ve ahlâkî güzellikleri anlatmak için kullanılmıştır. Cemâl, güzellik kavram ve düşüncesini en dolaysız biçimde ifade eden kelimedir.

„Cemâl“, dağınık şeyleri toplamak, ahlakı, şekli yaratılışı güzel olmak anlamında „ce-me-le“ fiilinin masdarıdır. Buna göre cemal; güzellik, güzelleşme demektir. Bunun „ecmele“ kalıbı; iyiliği ve ihsanı çokça yapmak manasın da gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/202)

R. Isfehânî’ye göre “cemâl” çok güzel, iyi da hoş olmak demektir. İki türlüdür. Birincisi; Bir insanın kendinde, bedeninde veya fiillerinde bulunan güzellik. İkincisi; Kendisinden başkasına ulaşan güzellik. “Allah güzeldir her türlü güzelliği sever” hadisinde bu manadaır. (el-Isfehani, R. el-Müfredat, s:)

Bu kelime modern dönemlerde hazırlanan Arapça sözlüklerde estetik karşılığında kullanılmıştır. “Ilmu’l-cemâl” estetik bilimi demektir.

“Cemele” fiilinin sıfat-ı müşebbihe kalıbından gelen “cemîl/cemile” ise güzel, güzellik sahibi, endamlı, ahlakı ve yaratılış güzel olan, iyilik/ihsan demektir. Aynı kökten gelen “ecmel”, daha güzel, en güzel, daha çok iyilik sahibi anlamındadırt. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/201)

Cemil kelimesi Kur’an’da yerde geçmekte ve daha çok ahlâkî güzelliği  ifade etmektir. Mesela;

“Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla (safha’l-cemîl ile), ya da hoşgörüyle davran.” (Hıcr 15/85)

Kur’an, hz. Yakub’un oğullarının yalanı karşısındaki sabrını (Yûsuf 12/18, 83) cemîl (güzel, iyi, mükemmel) sıfatı ile övüyor.

Allah (cc) Peygamber’e “eğer hanımları dünya süsünü isterlerse, yine kendileri arzu edelerlerse güzel bir şekilde (serahen cemilen) boşayabilirsin” diyor. (Ahzab 33/28) Müslümanlar nikâhladıkları bir hanımdan birleişme olmadan ayrılmak isterlerse, onlara iyi davranıp güzellike (serahan cemilen) ayrılabilirler.  (Ahzab 33/49)

Allah (cc) hz. Muhammed’e inkârcıların inatçı tavırlarına karşılık güzellikle sabretmesini (sabran cemilen) tavsiye ediyor. (Meâric 70/5. Müzemmil 73/10)

İbni Mâce’nin rivayet ettiği bir hadiste el-Cemil Allah’ın güzel isimleri arasında sayılıyor. (İbni Mâce, Dua/10 no: 3861)

Cemâl bir hadiste hem Allah’ın güzelliğini, hem de insanların  gerke giyim gerek davranış olarak güzel olmasını nitelemek üzere kullanılıyor. Rasûlüllah bir seferinde; “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse Cennete girmeyecektir” dedi. Bir Adam: “Kişi elbisesinin, ayakkabısının güzel olmasını sever” deyince Peygamber; “Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkın iptali, insanları aşağılamadır” buyurdu. (Müslim, İman/147 (39) no: 265.  Tirmizî, Birr/61 no: 1999. Beyhakî, el-Esma ve’s-Sıfat, s: 60. Müstedrek 4/181. 1/26’den nak. el-Müfredat ter. s: 338) Allah’ın güzelliği sevmesi, kullarının güzel olmasını ve güzeli sevmelerini istemesi demektir. 

Ebu Hurayra diyor ki; “tipi çok güzel bir Adam Peygamber’e gelerek dedi ki: Ey Allah’ın elçisi! Ben güzel olmayı (güzel/süslü) giyinmeyi seviyorum. Gördüğünüz gibi bana güzellik verilmiş. Kimsenin beni, ayakkabı bağı bile olsa bu konuda geçmesini istemem. Bu kibir midir? Peygamber “Hayır, fakat kibir hakkın iptal eden ve insanları küçümseyenlerin tavrıdır” buyurdu.” (Ebu Dâvud, Libas/26 no: 4092)

 Kur’an’da cemâl sıfatı bir âyette geçmekte ve hayvanlarda insanlar için birçok güzellikler olduğunu vurgulamaktadır:

“Onlarda sizin için…birçok fayda vardır. Hem de onlardan yersiniz. Onları akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken de sizin için bir güzellik (cemâl) ve zevk vardır.” 

“Allah Güzeldir, güzelliği sever” hükmünce güzel olan şeyleri onlara öğretir, o güzel olan şeyleri içten gelen bir aşkla yapan kullarına en güzel karşılığı verir. (Yûnus 10/26)   

İslâm alimlerinden bazıları Allah’ın lutuf ve rızâsını anlatan sıfatlarını “cemâl” tabiriyle ifade etmişler, cemâli mânevî ve sûrî (maddî) olmak üzere iki şekilde ele almışlardır. Allah’ın en güzel isimlerinin (esmâ-i hüsnâ) ve sıfatlarının anlamları “mânevî cemâl”dir. Sûrî cemâl ise bu âlemdeki güzelliktir. Bütün ayrıntıları ve türleriyle âlem mutlak olarak ilâhî bir güzelliğe sahiptir.

Başka bir ifadeyle âlemdeki güzellik ilâhî güzelliğin yansımasından ibarettir. Onlara göre aslında âlemdeki hiçbir şey özü itibariyle çirkin değildir. Güzellik aslî, çirkinlik ârızîdir. Çirkin denilen şey, âlemin kendisi olmayıp hırs ve kötü emelleriyle dünya hayatının tabii güzelliğini bozan kötü insanların davranışlarıdır. (Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/296)   

 

3-Ziynet

R. Isfehânî “ze-ye-ne/zeyn” fiilinin masdarı olan “ziyneti (süs’ü)” “... ister bu dünyada, ister öteki dünyada olsun, insanın itibar ve onuruna gölge düşürmeyen, ona yakışıksız, pejmürde bir görünüş vermeyen (tersine onu güzelleştiren, yalınlaştıran) şey” olarak açıklıyor. Demek ki terim, sözcüğün hem cismanî hem de ahlakî çağrışımları içinde, güzel olan şeyi ifade ediyor. Ona göre bilgi gibi, soyut, ahlak gibi manevi, takı ve elbise gibi maddi, boy-pos gibi bedeni olmak üzere, insan hayatına zerâfet, incelik ve güzellik katan her şeydir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/91)

Ziynet güzel ve süslü olan anlamına geldiği gibi, süslenmeye yarayan nesne anlamına da gelmektedir.

Güzelliğe işaret eden bu kelime, çeşitli kalıplarda kullanımıyla Kur'anda dünya hayatının kendisi, dünyevi nimetler, çocuklar, kadınlar, binek hayvanları, gökyüzü ve bitki örtüsü gibi şeyleri niteliyor. Yani hem insanın süs olarak benimsediklerini, hem de varlıklarla ilgili estetik yönü ifade etmektedir.

“Ziynet kelimesi 19 âyette yer almaktadır. Şöyleki:

De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.” (A’raf 7/32)

“Özellikle yasaklananlar dışında dünya hayatında iyi ve güzel olan şeylerin inananlara helâl olduğunu bildirerek Kur’an, zımnen, hayatı reddeden çileciliğin, terk-i dünyâcı (dünyayı terk edici), kendine-eziyetçi eğilimlerin her çeşidini böylece yeriyor, mahkum ediyor.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/275)

Karun’un bütün debdebesiyle, zenginliğini dışa vuran süslerini göstererek kavminin yanına gelmesini ziynet kelimesi ile anlatıyor. (Kasas 28/79) Ziynet burada dünyevi süs, dış görüntü, ya da insanı süslü gösteren şeyler anlamındadır. Buna göre görkem ve gösteriş, süslenip püslenmek de ziynettir. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/267)

Yeryünün güzelliği onun ziynetidir. (Yûnus 10/24) Burada Allah’ın yeryüzünü özellikle ekincilerin hoşuna gidecek şekilde süslediği, güzel yaptığı vurgulanıyor ve O’nun gücüne dikkat çekiliyor.

“Musa dedi ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri), insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi (verdin)?...”  (Yûnus 10/88) Buradaki ziyneti, göz kamaştırıcı saltana ve mal, zenginlik ve güç veya insanı albenili gösteren süs eşyası diye anlamak mümkün.

Bazı hayvanlar binek hayvanı olmalarının yanında aynı zamanda ziynettir, süsü ve güzellik sebebidir. İnsanlar onlara sahip nolmaktan hoşlanırlar, sevinç duyarlar. (Nahl 16/8)

Yeryüzünde ne varsa aslında hepsi oranın ziynetidir, süsüdür. Yeryüzü güzelliğini üzerinde olan şeylerden alır. (Kehf 18/7)

Burada hem yeryüzünü ziynetlendiren Allah’ın kudretine, hem bunun böyle yapılmasının kullar açısından hikmetine, hem de insanların bu ziynet olan güzelliği karumaları gerektiğine ve bu güzelliği örnek almaları gerektiğine işaret vardır.

Ancak yeryüzü ne kadar süslü olursa olsun Âhiret hayatına inanan kimselerin bu fani ziynetelere (güzelliklere, süslere, zenginliklere) takılıp kalmaması gerekir. (Kehf 18/28)

Kişi mal veya evlatlarla övünmemeli, şımarmalaı, bunlar sebebiyle Rabbine kulluktan gafil olmamalı. Sonuçta mal ve evlatlar dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Kalıcı olan ise Allah’ın razı olacağı salih amellerdir. (Kehf 18/46)  

Genelde insanlar, özelde –Kur’an’ın da belirttiği gibi- Firavun kavmi bayramlarda ziynetlerini takınırlar, Daha güzel daha süslü olmak isterler. (Tâhâ 20/59)

Ziynet süs veya daha güzel görünme unsurudur. (Tâhâ 20/87)

Kadınlar için doğal güzellik de ziynettir. (Nûr 24/60) Bu özellikle müslüman kadınların bedenlerinde örtmeleri ve yabancılara göstermemesi gereken kısmı ifade eder. 

Kur’an’a göre yıldızlar göğün ziyneti, süsü ve güzelliğidir. (Saffât 37/6)

Dünya hayatı bir oyun ve eğlence olmanın yanında insanların hoşuna gide, sevip bağlandıkları bir ziynettir, kendisiyle süslendikleri geçici bir yerdir. (Hadid 57/20)

“Kur’an; “Ey Âdemoğulları! Mescitlere (secde edilen yerlere) gitmek istediğiniz zaman ziynetinizi alın” diyor. (A’raf 7/31)

Buradaki ziyneti, güzel elbise, güzel bir dış görüntü, kendisine çeki düzen vermek, zerafeti takınmak şeklinde açıklamak mümkün. İslâmda temizliğe ve güzelliğe önem verildiği için mescitlere de israfa kaçmaksızın, başkalarını huşuuna zara vermeyecek güzel bir dış görünüşle gidilmesi emrediliyor.

Karun bir gün kavminin yanına ziynetiyle çıktı. (Kasas 28/79) Buradaki ziynet, debdebe, görkem ve gösteriş, ihtişam, aşırı süs, zenginliği gösteren görüntü diye anlamak mümkün.

Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar” (Hûd 11/15)

Bu dünyada insane verilenler aslında ariyeten verilmiş bir ziynettir, geçici övünme sebebi, süsü ve güzelliğidir. Ancak Allah katında olan ne varsa, o şüphesiz daha hayırlıdır. (Kasas 28/60)

Dünya hayatının ziynetini; süsünü, saltanatını, hoşa giden geçici güzelliğini arzu eden Peygamber eşleri uyarılıyor. (Ahzab 33/28)

Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” (Nur 24/31)

Bu âyette üç defa geçen kadınların ziyneti (ziynetehünne) hakkında farklı görüşler olsa da bu müslüman kadınlar için kişilik ve kimlik olduğu için yabancılara gösterilmesi haramdır.

Bazılarına göre bu ziynetten maksat, küpe, bilezik, yüzük ve gerdanlık gibi süs takıları ile sürme, kına gibi şeylerdir. Bu yoruma göre bu tür ziynet eşyasının bedende teşhiri kadınlar için haramdır. Elbise de ziynet olmakla beraber, gizlenmesi mümkün olmadığı için âyette diğerlerinden istisna edilmiştir.

Bazılarına göre ise âyetteki “ziynet” tabiri, kadının vücudunu ifade eder ki, buna göre yasaklanan, süs eşyalarının teşhiri değil, vücudun teşhiridir.

“Ze-ye-ne/zeyn” fiilinin “zeyyene (tef’ıl)-süslemek” kalıbının masdarı olan tezyîn “süslemek, bezemek, donatmak” demektir.

Allah (cc) Kur’an’da bu kalıbı bazen Allah’a kendisine nisbetle, bazı yerlerde şeytana nisbetle, bazı yerlerde de öznenin adını belirtmeden kullanmıştır.

Allah (cc) dünya göğünü kandillerle tezyin ettiğini (süslediğini), (Bak: Fussilet 41/12. Saffât 37/6. Mülk 67/5. Kaf 50/6), gökte burçlar yarattığını ve bunları bakanlar için tezyin ettiğini (Hıcr 15/16) haber veriyor.  

Allah’ın varlıkları tezyin etmesi; bazen onları müzeyyen, süslü, bezenmşiş bie şekilde ibda buyurmasıyla hiç bir şeyi örnek almadan, taklit etmeden vücuda getirmesiyle ve yine bu şekilde icad etmesiyle yaratmasıyla olur. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319)

Kur’an iman etmeyi onu Allah’ın kalplerde tezyin etmesi şeklinde açıklıyor.

“... Allah imanı size sevdirdi, onu kalplerinizde güzelleştirdi ve hakikati inkar etmeyi, günah işlemeyi ve (güzel olan şeylere) karşı çıkmayı size çirkin gösterdi. İşte bunlar, doğru yönü izleyenlerdir.” (Hucurât/7)

Bir yerde şöyle söyleniyor: “Çünkü Biz her ümmete kendi yaptıklarını tezyin etmişiz (cazip göstermişiz)...” (En’am 6/108. Bir benzeri: Neml 27/4) deniliyor.

Bu, kendisine çocukluğundan itibaren benimsetilen ve yetişkinliğinde sosyal çevresiyle paylaştığı inançları tek mümkün ve doğru inançlar olarak görmenin insanın tabiatından doğduğuna işarettir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/248)

Allah ümmetlerin amellerini süsledi (En’am 6/108. Neml 27/4)

Yani kendi serbest tercihleriyle yaptıkları işleri kendileri doğru bulurlar, güzel görürler. Burada Allah’ın onları icbar etmesi söz konusu değildir.

Şeytan kendi dostlarına yaptıkları yanlışları tezyin eder, güzel ve doğru bulmalarını, yapmaya devam etmelerini telkin eder. (Enfal 8/4, 48. En’am 6/43. Enfal 8/48. Nahl 16/63. Neml 27/24. Ankebût 29/38. Fussilet 41/25) 

Zaten şeytan insanların yaptıklarını kendilerine tezyin edeceğine (süslü-güzel) göstereceğine söz vermişti. (Hıcr 15/39)

Arzulacak şeylere, özellikle karşı cinse, evlatlara, altın ve gümüşe (paraya), bineklere düşkünlük insanlar için tezyin edildi (süslü ve câzip hale getirildi). (Âli İmran 3/14)

Kendilerini alçaltmak ve onları dinlerinde şüpheye düşürmek için akıl almaz bir cahillik eseri olarak ortak koştukları tarafından müşriklere çocuklarını öldürmek tezyin edildi (cazip gösterildi, normal bir şey gibi hissettirildi). (En’am 6/137) 

Dünya hayatı Allah’ın nimetlerini nankörce inkar edenlere tezyin edildi (süslü ve cazip gösterildi. (Bekara 2/212) Böyleleri dünya hayatını ve ona bağlanmayı Allah’a ibadet etmekten daha güzel bulurlar.

İnkârcıların ve müşriklerin yaptıkları yanlışlar, isyan ve zulümler kendilerine tezyin edildi. (En’am 6/122. Yunus 10/12. Tevbe 9/37) Kendi hevâları bunları yapmayı tercih etti ve tercih ettikleri şeyden de memnun kaldılar.

Hakka karşı hile ve tuzak kuran inakrcılara da yaptıkları bu kötülükler tezyin edildi. (Ra’d 13/33) yani onlar bu yanlışı güzel görerek yaptılar. 

Kötü işleri kendisine güzel görünen (tezyin edilen) iman edip salih amel işleyen gibi olmaz. (Fâtır 35/7-8)

Firavun’a da bir inkarcı olarak yaptığı kötüler ve zulümler, azgınlıklar tezyin edildi. (Mü’min 40/37) Yani o bütün bunları kıendisi güzel, isabetli, doğru olduğunu düşünerek yapmıştı. 

Rabbinden gelen apaçık delili kabul eden, yaptığı kötülükler kendisine tezyin edilen (süslü ve doğru gösterilen) gibi olmaz. (Muhammed 47/14)

Osmanlılar süsleme, bezeme sanatında tezyin kelimesinin çoğulu olan tezyînât kelimesini kullandılar. (Doğanay, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 41/81)

 

4-Tûba/tayyibe

Dil bilginlerine göre ‘Tûbâ’; ‘tâbe-tayyib’ kökünden gelir. Bu da lezzetli olmak, güzel, helâl ve temiz olmak anlamlarına gelir. ‘Tayyib’ kelimesinin aslı; duyu organlarının ve nefsin lezzet aldığı, hoşlandığı şeydir. (el-Isfehâní, R. Müfredat, s: 464. İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 9/167-169)

Tayyib; lezzetli, hoş, iyi, fazilet sahibi kimse gibi anlamlara da gelir.

Kurân, yenilebilir (helâl) yiyecekleri (Bakara 2/168. Nahl 16/72. İsra 17/70. Tâhâ 20/81 vd.),

iyi kimseleri (Âl-i İmran 3/179. Enfal 8/37. Nahl 16/32),

Tevhid Kelimesini (Hacc, 22/24. İbrahim, 15/24. Fâtır, 35/10),

teyemmüm yapmaya elverişli toprağı (Nisâ 4/43. Mâide 5/6),

ganimetleri (Enfal 8/69),

iffetli müslüman erkekleri (Nûr 24/26)

Cennetliklerin kalacağı meskenleri (Tevbe 9/71)

ve Kur’an’a uygun yaşayan müslümanlara dünyada verilecek mutluluğu (Nahl 16/97) bu kelime ile niteliyor.

« Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olarak güzel işler yaparsa, elbette ona güzel bir hayat (hayatün tayyibeh) yaşatacak ve onları işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendirecek, kötülüklerini bağışlayacağız. » (Nahl 16/97

Kur’an güzel bir sözü tayyibe” kelimesiyle anıyor.

“Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz (kelimetü’n- tayyibe), güzel bir ağaç (şecerâtü’n-tayyibe) gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alıp-düşünürler.” (İbrahim 14/24)

Kelime, geniş anlamıyla, düşünsel, kavramsal ifade, fikir, önerme anlamına gelmektedir. Buna bağlı olarak ‘güzel-doğru bir söz’ ifadesi, mahiyeti itibariyle doğru olan ve ahlâkî manada iyi ve güzel olana çağırdığı için sonuna kadar yararlı ve kalıcı olan teklif,  fikir ya da öğreti anlamındadır.

Allah’ın mesajlarının her biri, nihâî amacı itibariyle ahlâken iyi ve doğru olan yönünde yapılmış çağrılardan ibaret olduğuna göre, ‘doğru-güzel söz’ terimi, aynı zamanda, ‘Allah’ın mesajları’nı da işaret etmektedir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/506)

Bu kökten gelen “tûba”; misk gibi güzel olmak, hoş olmak veya hoş kokulu olmak, mutlu ve huzurlu olmak demektir.

Kur’an’da geçen “Tûba lehüm” yani, hoş ve güzel geçim iman edenlerin  hakkıdır. Onlar dünya hayatında öyle yaşamışlardır ki, karşılık olarak tam hoşlanacakları şeyleri hak ederler.

“Onlara tûbâ vardır”,  yani ‘onlara sevinç ve göz aydınlığı, güzellikler, bol bol hayırlar verilecek şeklinde de anlaşılmıştır.  

Onlar güzel insanlardır. Onlar iman etmenin, Hakka teslim olmanın güzel davranışta bulunmanın sonucunu en güzel biçimde alanlardır.  

 

5-Ni’me

Birini yermek için kullanılan “bi’se-ne kötü, ne çirkin” kelimesini tersidir. Övmek için kullanılır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 760)

Kur’an’da 14 yerde geçmekte ve daha çok güzel davranışta bulunanları, ya da güzel davranışların karşılığının güzel olacağını açıklamak üzere gelmektedir. Şöyleki:

Kur’an, günah işledikten sonar istiğfar eden (af dileyen) müslümanları ve övüyor ve arkasından şöyle diyor:

“İşte onların mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne güzeldir (ni’me)!” (Âli İmran 3/136. Bir benzeri: Ankebût 29/58. Zümer 39/74)

Allah kendisinin mutlak mevla ve vekil oluşunu “ni’me” kelimesi ile ifade ediyor.

“Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel (ni’me) vekildir!” dediler.” (Âli İmran 3/173. Bir benzeri: Enfal 8/40. Hac 22/78)

Kur’an Âhirette sabredenlerin (Ra’d 13/24) ve muttakilerin yeri (Nahl 16/30) çok güzel olacaktır.

İman edip sâlih amel işleyenlerin, ihsan üzere hareket edenlerin ödülleri zayi edilmez. Onlara Cennet ve oradaki güzel neimetler vardır. Bu karşılıklar ve ödüller şüphesiz ki çok güzeldir (ni’me). (Kehf 18/31)

Hz. Süleyman ve hz. Eyyûb peygamberlik ve kulluk görevlerini Allah’ın razı olacağı bir biçimde yapmışlardı. Bu sebeple Kur’an onları anarken

“…Onlar ne güzel (ni’me) kuldu” diyor. (Sad 38/30, 44)

Allah (cc) kendi sanatını, yaratmadaki eşsizliğini ve güzelliğini bu kelime ile anlatıyor. Şöyleki: “Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.” (Zariyât 51/48)

“Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz!” (Mürselât 77/23)

“Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!” (Saffât 37/75)

 

7-Bedi’

Bedî’ Kur’an’da iki yerde gelir. Yoktan var eden, eşsiz  ve benzersiz icat eden, yoktan var eden , mükemmel sanatkâr, yaratma işiniş eşsiz bir sanatkârlıkla icra eden sonsuz ve mutlak özne demektir.  

„Be-de-a“ başladı, ilk oldu demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/37)

Bedi’ ismi, hem yoktan var eden, hem de eşssiz ve ve benzersiz yaratan manasını taşır. İsm-i fail (özne) kalıbı daha çok failin fiiline ilişkin iken, sıfatı müşebbehe kalıbı failin zatına ilişkindir.

Bu durumda bedi’ hem Yaratnın eşsiz ve benzersizliğine, hem de yarattığının eşsiz ve benzereizliğine delalet eder. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 3/1708)

İbda “daha önce var olan bir örneğe ve hammaddaye ihtiyaç duymaksızın, benzeri daha önce var olmayan bir şeyi hiç yoktan yaratmak” demektir. Aynı zamanda “yoktan icat eden mükemmel sanatkar” anlamını da ihtiva eder.

Bedi‘, sadece Allah’tır Allah dışında hiç bir varlık bedi ismi anılamaz. Zira ibda yoktan var etmek” anlamına gelir. Yoktan var eden sadece Allah’tır. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 3/1709)

“Allah, çocuk edindi” dediler. O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na boyun eğmiştir. O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır . Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.” (Bekara 2/116-117. Bir benzeri: En’am 6/100-101)

Bir güzellik kavramı olarak bedi’; sözlükte; eşi örneği olmamak” anlamına gelen “bed’u” kelimesinden türeyen Bedi’ bir terim (ıstılah) olarak şöyle tarif edilir:

“Anlamı açık, bulunduğu yere tam uygun olan, sözdeki güzellikleri ifade eden yönleri birldiren bir ilimdir.” 

Veya “lafzi veya manevi bazı sanatların icrasıyla sözün süslenmesini öğreten bir ilimdir.” Belağat ilminin „meâni ve beyan“dan sonra üçüncü bölümünü teşkil eder. Kelâmın zâtî güzellikleri meâni ve beyan ilimleriyle, arızî güzellikleri de “bedi’” ilmi ile bilinir. “İlmu bedâiu’l-Kur’na” ise tefsir ilminin bir bölümüdür.

Bedi’ ilmi kelâm ilminde mevcut olan bediî güzellikleri, ufak nüans farklılıklarına varıncaya kadar incelemiş, çeşitli terimler altından örnekleriyle sayıp dökmüştür. Kelâmdaki bediî güzellikler manevî ve lafzî olmak üzere iki çeşittir.

Manevî güzellikler „tıbak“; cümlede karşılıklı ika anlam arasını birleştirmek,

„mukable“; birbirine uygun iki veya daha fazla lafızların gelmesi, sonra da tertip üzere zıtlarının getirilmesi,

„tevriye“; iki manası olan bir lazfın yakın manasını değil de, uzak manasını kasdetmek,

„tenasüb“; Manaca birbirine münasip olan kelimeleri bir arada zikretmektir.

Lafzî güzellikler; „cinas“; manaları değişik olduğu halde teleffuz ve yazıda birbirine benzeyen iki kelme,

„seci’“; fasılaların (âyet sonlarında bulunan kelimelerin) son harflerinin birbirinin aynı olması,

„muvazene“; İki fasılanın, kafiye olmaksızın yalnız vezinde eşit olması,

„tarsi“; Cümle sonlarının uyuşması veya birbirine yaklaşmasıyla beraber, lafızların aynı vezinde olmasıdır. (Karaçam, İ. Sonsuz Mûcize Kur’an, s: 373-376)

Bütün bu bediî sanatların Kur’an’da sayısız örneği bulunmaktadır. Bu da Kur’an’daki söz güzelliğini gösteren bir durumdur. Kur’an Peygamberin en büyük mu’cizesidir. Onun mu’cize oluşu da fasâhat ve belağat, yani söz güzelliği ve anlamlılık açısındandır. Bu manada Kur’an sözlerin en güzeli, en muhteşemi, en sanatlısı, en erişilme olanıdır.

 

7-Rîş

Kur’an’da bir yerde geçen „rîş“ aslında kuşun tüylerine ve teleklerine denir. Bunların kuşlar için elbise gibi olmasından hareketle benzetme yoluyla giysi anlamında kullanılmış. (el-Isfehânî, R. El-Müfredât, s: 50)

İnsana ve eşyaya estetik ve güzellik katan her şey için, özellikle elbise ve örtü için kullanılır.

„Ey Ademoğulları! Size katımızdan, hem çıplaklığınızı örtmek hem de zerafet/güzellik (rîş) aracı olmak üzere giysi (yapma yeteneği) bahşettik. Fakat takva elbisesi var ya, işte o en hayırlı olandır.“ (A‘raf 7/26)

1.M.Esed bunu „bir görkem-güzellik ifadesi olarak giyim-kuşam (yapma bilgisi) bahşettik“ şeklinde aktarmış. Rîş, kuş tüyünün güzelliğinden türetilmiş mecazi bir ifadedir (Esed, M. Kur’an Mesajı; 1/273, 274) ve ziynet elbisesi demektir.

Âyette üç çeşit elbiseden söz ediliyor. 1.Sadece örtünme ihtiyacını karşılayan basit ve sade elbise.

2.Örtünmenin yanında ziynet ve süslenme amacıyla kaliteli, düzgün, temiz elbise. Âyetin elbisede, giyimde, dış görünüşte güzelliğe, estetiğe dikkat çektiğini söyleyebiliriz. Her işde ve davranışta güzelliği emreden, tavsiye eden Din elbisenin de makul ölçülerde güzel olmasını da tavsiye etmektedir.

3.Takva elbisesi. Hem Allah’a karşı sorumluluk bilinci hatırlatılıyor, hem de elbisenin bu bilinç ile giyilmesi gerektiğine işaret ediliyor. (Komisyon, Kur’an Yolu, 2/406)

Sonuçta rîş elbiseki güzelliği, görkemi, hoşa giden görüntüyü ifade edip, bunun da bir ilahi lütuf olduğunu anlatan bir kelimedir. Müslümanların tarihten beri elbisede geliştirdikleri estetik güzellik, sanat ve çeşitlilik, muhteşemlik bu âyetten etkilenmiştir diyebiliriz.

 

Hüseyin K. Ece

15.08.2017

Zaandam