Cihad ve türevleri:

         ‘Cehd veya cühd’ kökünden türeyen ‘cihad’, Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir. Cihad ve türevleri Kur’an’da farklı formlarda kırkbir yerde geçmektedir.

         ‘Cihad’ın aslı ‘cehd’; zorluk ve meşekkat, çaba ve gayret,  aynı kökten gelen ‘cühd’ ise; takat göstermek anlamına gelir.[1] Tevbe 79. âyetinde bu anlamda geçmektedir.  

         Cehd, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak, ‘bir işi başarmak için elinden gelen imkanları kullanmaktır’.[2]

         Cehd kökünden gelen ‘câhede’ fiili; çaba sarfetmek, gayret etmek, cihad faaliyetinde bulunma demektir.[3]

         Bedeniyle, organlarıyla, malıyla cihad edene veya manevi tarafını olgunlaştırmak için çaba sarfedene ‘câhid ve mücahid’, İslâmî hükümleri belli bir usül çerçevesinde delillerinden hareketle ortaya koymak için gayret etmeye aynı kökten gelen ‘ictihad’, ictihad işini yapana  ‘müctehid’ denilmektedir.

         ‘Cihad veya mücahede’ sözlükte, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak  manasına da gelmektir.[4]

          Buna göre ‘cihad’; sözde ve fiilde bütün gücü ve takatı ortaya koymaktaki aşırılıktır. Buna düşmanla karşılaşıldığı zaman kendini korumak üzere aşırı çaba gösterme anlamı da girer.

         Cihad, malı yüce bir gaye uğruna harcamayı kapsadığı gibi nefsi de böyle bir uğurda sunmayı, yani Allah yolunda sahip olunan  şeyleri infak etmeyi içerisine alır. Tıpkı nefsin düşmanlarına karşı güzel ameller işleyerek mücadele etmeyi, şeytana ve şehvetlere karşı savaşmayı, zalim yöneticiye karşı hak kelime söylemeyi, yani sözlü cihadı  içerine aldığı gibi.[5]

         Bir başka deyişle ‘cihad’, insanın ulví bir amaç uğruna mal, can, fikir ve zaman gibi bütün güçlerini ortaya koymasıdır. Bu düşmanın insanın içinde veya dışında olması farketmez.

 

  • Kavram olarak cihad

         Cihad; “hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, Allah ve Rasûlünün koyduğu ölçülerin fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmaktan İslâmı tebliğe, İslâm ülkesini ve müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşımakta; kalp, dil, el ve silâh gibi beşerí aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile yapılabilmektedir.”[6]        

Cihad, dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği tavsiye edip kötülüklerden sakındırmaya çalışmak, İslâmı tebliğ, nefse ve dış düşmana karşı mücadele vermektir. Bu cihad’ın genel ve kapsamlı tanımıdır.

         Allah’ın adı yükselsin diye, yani i’lây-ı kelimetullah uğruna gösterilen bütün gayretler, Allah yolunda sıcak çarpışmadan tutun da bedenle yapılan çeşitli çalışmalar, İslâmı savunmak ve yüceltmek için ortaya konulan çabalar, nefse ve şeytana karşı gösterilen şuurlu direnişler, şeytaní düzenlere ve tağûtí güçlere karşı yapılan bütün mücadeleler cihaddır.

         Bu mücadele bir anlamda hak ile batılın, hayır ile şerrin, aydıklıkla karanlığın, Allah taraftarları ile şeytan taraftarlarının, hakkı savunanlarla batılı savunanların mücadelesidir.

        Haksızlıklara karşı mücadele etmek cihad olduğu gibi, dinin ma’ruf dediği güzelliklerin insan ve toplum hayatına yerleşmesi için çalışma yapmak  ve insanları hakka davette çaba göstermek te cihadtır. Bunların elle, dille veya yazılı olması arasında fark yoktur.

         Hz. Âdem zamanından beri devam eden tevhidí mücadele bir anlamda tevhide gönül verenlerin cihad tarihidir. Bu mücadeleyi öncelikle Allah’ın seçilmiş kulları olan nebiler/elçiler verdiler. 

         Müslüman bir kimsenin, Allah (cc) tarafından kendisine verilen beden, mal ve zihinsel imkanları Allah (cc) yolunda harcaması, İslâm uğruna kullanması da aynı manadadır.

         Cihad; insanla, onun temiz ve ilâhí fıtratını kavuşturma ve buluşturma çabasıdır. Şeytan, nefis ve dış düşmanların zararlarını kendinden ve çevresinden uzaklaştırma gayretidir. İnsandan insane bir fetih, yürek kapılarını İslâmın mesajına açma gayreti, ilâhí davetle yüreklerin arasına girmiş olan engelleri kaldırma faaliyetidir.  müslümanın kendi taddığı İslâmí mutluluğu başkalarına da taşıma işidir.[7]

Sözlük anlamından da anlaşılacağı gibi o; bir gaye uğruna çalışmak ve yoğun faaliyet göstermektir. Bu yoğun faaliyet Allah’ın rızasını kazanmak için yapılırsa ‘cihad ibadeti’ olur.

         Hadislerde cihad’ın anlamı ve kapsamı oldukça geniştir. Peygamberimiz (sav), nefse karşı mücadeleyi cihad saydığı gibi[8], zalim sultanın yanında hak sözü söylemeyi[9], kadınlar için şartlarına uygun hac yapmayı[10], ümmet içerisinde yapmayacakları şeyleri söyleyenlere karşı elle, dille ve kalple mücadele etmeyi[11] de cihad olarak nitelemektedir.

         “İslâm hukukçuları, âyet ve hadislerden hareketle cihadı en geniş anlamıyla yorumlarlar. Onu nefse, şeytana, fasıklara ve inkârcılara karşı yapılan cihad gibi kısımlara ayırmışlardır. Bunun yanında, ‘gayri müslimlerle savaş’ manasını ön plâna çıkararak onu, ‘Allah (cc) yolunda can, mal, dil ve diğer vasıtalarla savaşta elden gelen güç ve gayreti sarfetmek’ şeklinde tarif etmişlerdir.”[12]       

 

  • Cihad savaş ilişkisi

‘Cihad’ı sadece fiilí savaş (harp) şeklinde nitelemek kesinlikle doğru değildir. Kur’an ‘cihad’ kavramını bir kaç manada kullanmaktadır.

Kur’an’a göre, Allah yolunda fiilen savaşmak cihad olduğu gibi ilâhi ahkâmı ve Kur’an’ı tebliğ etmek üzere güç yettiği kadar çalışmak ta cihaddır.

Mekke döneminde inen âyetlerde geçen cihad kavramı, daha çok çaba, gayret,  batıl, küfür ve şirk ile zihinsel ve mantiki, dilsel ve ikna edici delillerle mücadele etme anlamında geçmektedir.

Medine’de inen âyetlerde cihad bu anlamını korumakla beraber, giderek davet uğruna, Allah yolunda daha çok çalışma, daha çok fedakârlık yapma, haklı savaşlara daha yoğun destek olma, savaşa katılma zorunlu olursa savaşta da elinden geleni yapma manasını kazanmıştır. Savaştan bahseden âyetlerin bağlamında cihadın da yer alması, cihada ‘savaş’ manası verilmesine sebep olmuştur.

Nitekim bazı âyetlerde cihad doğrudan savaş manasına gelmese de fiili savaşa, yani kıtale işaret eder biçimde yer almaktadır.  (Bakınız: Bekara 2/218. Enfal 8/72, 74. Tevbe 9/41, 44, 81, 86)

Pek çok kitapta bu anlamdaki kullanılışı ağırlık kazandığı gibi, insanlardan pek çoğu da cihada savaş anlamı vermişlerdir. Halbuki Kur’an fiili savaş anlamında kıtal (karşılıklı savaş), harb ve nefr (seferberlik) gibi kavramları kullanıyor. Lafzın farklılığı mananın farklılığı demek olduğuna göre cihad’ı bugünkü savaş anlamında anlamak isabetli değildir ve eksiktir.        

Cihad mü’minlerin bir özelliği olarak hem Medenî surelerde, hem de Mekkî sûrelerde yer alır. (Nahl 16/110. Hac 22/78. Furkan 25/52. Ankebût 29/69)

Allah yolunda kıtal’i (savaşı) emreden âyetler ise sadece Medenî sûrelerde gecmektedir. (Bakınız: Bekara 2/190,  193, 244. Âli İmran 3/168. Nisa 4/76, 84. Enfal 8/39. Tevbe 9/12, 14, 29, 36, 123. Hucurât 49/9. Hac 22/39)

Mekke döneminde savaşın (harbin) olmadığı bilinen bir gerçektir. Öyleyse burada kasdedilen fiilí cihad dediğimiz kıtal değil,  bütün imkanlar seferber edilerek insanlara hak dini duyurma, müşriklerle sözle, ikna edici delillerle mücadeleye devam etmektir.

         “İnkârcılara itaat etme ve onlarla bununla (Kur’an’la) büyük bir cihadla cihad et.” (Furkan 25/52

         Allah (cc) Peygamber’e müşriklerle ve münafıklarla cihad etmesini emrediyor. Saldırgan müşriklere karşı fiilí savaş durumu olabilir ama münafıklara karşı cihadın daha çok el ile, söz ile, sert davranma ile, (20), ya da karşı tedbir alma şeklinde olacağı açıktır.

         Allah (cc) şeklini belirtmeden mü’minlere genel manada cihad etmelerini de emrediyor.

         “Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkup-sakının. O’na (yaklaşmaya) yol arayın ve yolunda cihad edin, ki kurtulasınız.” (Mâide 5/35)

         ‘Allah’ın yolunda’ ifadesini yalnızca savaşla (harple) sınırlamak doğru değildir. Zira kişiyi Allah’a yaklaştıracak ve O’nun rızasını kazandıracak bütün ameller Allah yolundadır.  ‘Allah’ın dinini destelemek, onun sınırlarını koruma görevi yerine getirmek ve Allah’ın emirlerini her zaman geçerli kılmak uğruna sözlü, fiili, stratejik, maddí ve maneví tüm gayretlerin sefeber edilmesi; bu işleri yaparken başa gelmesi muhtemel güçlüklere ve çilelere, sabır ve mücadele ile göğüs germek manasındadır.”[13] 

         Kur’an cihad kavramını özellikle mal ve nefis kelimeleri ile birlikte kullanmaktadır. (Hucurât 49/15 Bu da cihadın yalnızca savaş/harp olmadığını gösterir.  Kelimenin sözlük anlamından da anlaşıldığı gibi ‘cihad’ bir saldırı veya savaş değil; belki olabilecek bir saldırıya karşı yapılan bir canlı bir savunma, kötülük odaklarına karşı bir yoğun bir karşı koyuş, hak aleyhine karşı olabilecek oluşumlarla bir mücadeledir. Bir başka deyişle, hakka, doğruya, insaní olan şeylere, insan haklarına ve Allah adına yapılan şeylere gelebilecek bir tecavüzü savabilmek üzere çaba göstermek ve çalışmaktır.

 

  • Peygamberin hayatında tedrici olarak cihad

         Hz. Muhammed (sav) bütün bir peygamberlik hayatı bir ‘cihad’ faaliyetidir. Çünkü onun görevi bir peygamber olarak insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların İslâm ile iki dünya saadetine kavuşmalarını sağlamaktı. Onun bu uğurdaki çabası, gayreti, çektiği sıkıntılar, hedefi ve beklentileri; ‘cihad’ ibadetinin boyutlarını gösterir.

         “İslâm, bir akide ve ahlâk, bir iman ve gidişat olduğundan ilk aracı da sakin ve keskin bir terbiye-eğitimdir. Bununla ona inananları, Kur’an ahlâkı ile bezemeye, ilkelerinin toplumda uygulamaya, sonra davete ve insanlar arasında onu yerleştirmeye yönelir.

         Rasûlüllah (sav) bu amaçla iki alanda cihada girişir: Davet alanında ve terbiye-eğitim alanında.”[14]

İslâmın bir hedefi de insanlardan bir kısmının diğerleri üzerinde tanrılık taslamalarını önlemektir. Çünkü bu durum sömürüyü ve zulmü beraberinde getiriyordu.  Hz. Muhammed, peygamberlik görevi ile bu mantığa karşı âdeta savaştı. Bu anlayışı yıkmaya, bütün insanları yalnızca Allah’a kul olmaya davet etti. Allah’a kul olmanın anlamı, sömürüden, esaretten, kullara kulluktan, zulüm ve baskıdan kurtulmaktı.

         Hz. Muhammed özellikle Mekke hayatında tebliğin bütün sözlü imkanlarını kullanarak insanları doğru yola davet etti. Ancak Mekke şehir devletinin ileri gelenleri, onun faaliyetini kendi düzenleri için tehlikeli gördükleri için karşı çıktılar. Onun hareket alanını daraltmaya çalıştılar. Hatta büsbütün yasaklamaya yeltendiler. Ama o tıpkı diğer peygamberler gibi, hiç bir zorluğa, hakarete, işkenceye, mahrumiyete, düşmanlığa kulak asmadan yoluna devam etti. Cihadını, yani Allah’tan gelen ilâhi daveti insanlara ulaştırma çabasına devam etti.

Ne zaman ki müşrikler onu ve onun davetini  silahla ortadan kaldırmaya kalkıştılar, ondan sonra ‘fiilí cihad-kıtal’ gündeme geldi. Artık o ve ona uyan müslümanlar kendileri savunma hakkını kullanmaya başladılar.

‘Fiilí cihad’ dediğimiz kıtal (savaşma) izni ve daha sonra Allah yolunda savaşma emri birden bire değil, tedricí bir şekilde geldi.

  • Birinci merhale:

Mekke döneminin ortalarına doğru indiği  tahmin edilen Furkan Sûresinde Allah (cc) Hz. Peygamber’e ‘cihad etmesini’ emrediyor: “Kâfirlere boyun eğme ve bu Kur’an ile onlara karşı büyük cihad et.” (25 Furkan/52

Bu cehdin/cihadın temamen davet, ikna etme, anlatma, dikkat çekme, ısındırma, delil getirme gibi tebliğin imkanları vardı.

  • İkinci merhale:

Bu merhale, cihad faaliyeti ile varılan yüce amacın savunması için sahabenin katılımı ile yapılan savunma savaşlarıdır. Mekke döneminde fiilí savaş olan ‘kıtal’yoktu. Müşriklerin müslümanlara her türlü eza ve cefayı reva görmeleri, sonra da onların canlarına kasdederek hicrete mecbur etmeleri Peygambere ve sahabelere çok ağır gelmişti.       

Medine’nin ilk devirlerinde inen Muhammed 4-7. âyetleri mü’minlere, kâfirlerle maneví mücadele (cihad) ile beraber, fiilií savaşa da verdi.

       Sağlam riâyetlere göre kıtâl’in yavaş yavaş ve bazı şartlara bağlı olara izin verildiği ve sonunda farz oluşunu ilk defa bildiren âyetler şunlardır.

        “Kendilerine savaş açanlara karşı onlara (müslümanlara) savaşmak izni verildi. Çünkü onlara zulmedildi ve şüphesiz ki Allah onlara zafer vermeye kadirdir.” (Hacc 22//39

         Bazı tefsircilere göre ‘fiilí cihada-kitâl’e ilk izin verildiğini bildiren âyet budur.[15]         Görüldüğü gibi, bu merhalede ilk hedef, müslümanlara her türlü sıkıntıyı veren, onları yurtlarından çıkartan, mallarına el koyan Mekke müşrikleri ve yandaşlarıdır.[16]

  • Üçüncü Merhale:

         Kur’an’a göre ahdi bozmak, hıyanet, arkadan vurmak teşebbüsü ve el altından düşmanlar ile anlaşmak, kıtâl’in önemli sebeplerinden sayılır. İslâm’ın Medine hayatında, önce kendilerine karşı düzeltme mahiyetindeki tenkitleri olmakla beraber, nisbeten yakın tuttuğu ehl-i kitap  yahudilerin, çok geçmeden, müşriklerle el altından içbirliği yaptıkları anlaşıldı. Müslümanlığı kabul etmiş olanların da çoğunun münafıklığı ortaya çıkmış oldu.

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı mücâhede et ve onlara karşı sert davran; onların varacakları yer cehennemdir, ona gidiş de ne fena gidiştir.”  (Tahrim 66/9

Münafıklara karşı cihadın da silahla değil, delil, tebdbir alma, hilelerini önleme, zararlarını defetme şeklinde molacağı açıktır.

  • Dördüncü Merhale:

         Bu merhalede, bütün saldırgan müşriklerle savaşmayı emreden âyetler geldi.[17] Tevbe Sûresinin 29. âyetinde Allah’ın dinini din olarak tanımayarak o dine ve o dine iman edenlere saldırıda bulunanlara karşı savaşılması emrediliyor.

         Bu âyette savaşılması emredilen müşriklerin, Peygamberi Mekke’den çıkaran, onunla ve müslümanlarla savaşan, onları öldürüp mallarını yağmalayan müşrikler olduğunu hatırlamak gerekiyor. Kaldı ki bunlar bile tevbe ederlerse bağışlanacağı ve yollarının serbest bırakılacağı bildiriliyor. (Tevbe 9/5-6)

 

  • Fiili cihadın amaçları

İster kıtal (savaş) ister fiilî cihad diyelim İslâmın savaş konusundaki hedefi ne insanlar üzerinde baskı kurmak, ne onların yaşadıkları beldeleri işgal etmek, ne de dinlerinden döndürmektir. Onun hedefi bir davet, savunma ve dinin yüksek değerlerinin korunması, zulmün ve azgınlığın önlenmesidir. Fiilî cihadın hedeflerini şöylece özetleyebiliriz:

1-Yürekleri fethetmek

Cihad türleri mü’minlerin bir millet oluşuna, Allah yolundaki durumlarına ve başkalarıyla ilişkilerine göre değişir. Bazen İslâm ümmetine başkaları tarafından, parçalayıcı ve ideolojik savaş açılarak İslâm dışı zehirli propaganda ile kargaşa yaratılmak istenebilir. Buna karşı yapılacak cihad, dil ve açıklama gücüyle, aklın siyasi  incelikleriyle yapılır.  

Cihad bir ibadettir. Çünkü ‘cihad’ İslâmı, yani Allah’ın insanlar için seçtiği iki dünya saadetini insanlara taşıma çalışmasıdır. İnsanların zülmün ve tuğyanın karanlıklarından, İslâmın aydınlığına bir davettir. İnsanlara o aydınlığı onlara ulaştırma faaliyetidir. 

Bu nedenle ‘cihad’a bir ‘yürek fethi’ gayreti de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönülllerini İslâma ve onun güzelliklerine açma çabası.

‘Cihad’ faaliyeti, saadetin ta kendisi olan İslâmla insanlar arasına, giderek yürekler arasına konulan engelleri, yapılan duvarları ortadan kaldırma çalışmasıdır. Ancak bazen insanla İslamın öngördüğü dareyn saadeti (iki dünya mutluluğu)  arasına maddi veya manevi engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel; bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal olabilir. Bu engeller kimi zaman resmí odaklar tarafından tezgâhlanabilir.

Müslümanlar ‘cihad’ faaliyeti ile insanlığın eskimez değerleri olan İslâmın güzelliklerini insanlara, yine onun dilini kullanarak taşırlar.  Onlar İslâmın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka yüreklere de bu aşkı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler.[18]

Muaz b. Cebel’in rivâyet ettiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Gazve iki amaç için yapılır: Biri Allah’ın rızasını kazanmak isteyen,  kumandana itaat eden, en değerli malını bu uğurda harcayan, cihad arkadaşına yardımcı olan, fesattan kaçınan kimsenin yaptığı gazve. Bu adamın uykusuna da, uyanıklığına da mükâfat vardır. Diğeri de böbürlenme, şöhret ve gösteriş için gazvenin başkanına karşı gelen, yeryüzünde bozgunculuk yapan kimsenin yaptığı gazve. Böylesi gazveden asgari ücreti bile elde edemez.”[19]

Sehl b. Sa’d (ra) rivâyet ediyor. Rasulullah (sav) Hayber günü Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur: “Teenni ile hareket et. Ta ki onların sahalarına varınca onları İslâma davet et. Onlara Allah’ın onların üzerindeki hakkından haber ver. Allah’ın , senin vasıtanla bir kimseyi hidayete erdirmesi senin için kırmızı develere sahip olmaktan (veya sadaka olarak vermekten) daha hayırlıdır.”[20]

Fiili savaşı emreden ayetlerde, aşırı gidilmemesi özellikle vurgulanmakta, fiili cihadı amacının dışına çıkılmaması, zulüm ve taşkınlık kesinlikle yasaklanmaktadır. (Bekara 2/190)

İslâma göre bütün amellerin değeri, onu yapanın niyetine bağlıdır. Kim hangi niyetle bir ameli işlerse, sonunda kavuşacağı odur.[21]  Bir amel Allah rızası için, ya da ihlaslı bir şekilde yapılmıyorsa İslâma göre onun bir değeri yoktur. Bir amel dışarıdan bakıldığı zaman düzgün, güzel ve şartlara uygun olabilir. Ama Allah rızası için yapılmamışsa,  Allah (cc) onu kabul etmez.

Kur’an, cihad ve savaş (kıtal) kavramlarını temamen “Allah yolunda-fi sebilillah” şeklinde kullanmaktadır. Bu demektir ki İslâm’da cihad veya fiilí savaş, sadece Allah uğruna yapılır. Allah rızasının dışına çıkan bir eylem, ister yoğun bir çalışma isterse fiilí savaş olsun; o, İslâmın emrettiği cihad değildir.

 

2-İman ortamı hazırlamak

Bütün çeşitleriyle cihad faaliyetinin bir hedefi de  insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını sağlayacak, ya da müslümanların imanlarını yaşayabilecekleri bir ortamı hazırlamaktır.

Allah (cc) insanı kendine kulluk yapabilecek bir kıvamda, bir fıtratta yaratmıştır. İnsanın yapısı buna uygundur. Ancak bu kabiliyetin işletilmesi gerekiyor. Bir başka deyişle, insanın bu fıtratını tanıması ve onunla buluşması lazımdır. İnsanın fıtratıyla buluşabilmesi için de peygamberler ve ilahi kitaplar gönderdi.

Buna karşın şeytan ve onun iki ayaklı velileri (dostları), insanları bu temiz fıtrattan uzaklaştırmak için hiç boş durmazlar, sürekli faaliyette bulunurlar. Kendi hevalarından uydurdukları dinleri sürekli hak davetin önüne koymaya çalışırlar.

İslâmın genel hedefi, insanları Allah’ın dışında tanrı haline getirilen şeylere ibadetten, insanları kullara kulluktan kurtarmaktır. Peygamberlerin tebliği aslında insanları kendi fıtratlarına ve bununla birlikte saadete bir davettir. Onlar bu davet faaliyetini bir cihad ibadeti olarak uygulamaya koymuşlardır.

Müslümanların cihad faaliyeti de, kendi çevrelerinde insanlara, yaratılışlarına uygun olarak inanma, fıtratlarını tanıma ve kullara kulluk zilletinden Allah’a kulluk izzetine yücelme ortamını sağlar. Cihad faaliyeti insanları Tevhid akidesine bağlanma, sadece Allah’a kulluk yapma, hayatlarına yön veren ölçüleri O’nun hükümlerinden alma imkanı temin eder.

Nitekim Kur’an, Allah’tan başkasına ibadet etmeyi, ya da müşriklerin zararlı faaliyetlerini fitne saymakta ve fitnenin ortadan kalkması için fitnenin taraftarlarıyla savaşmayı emretmektedir. (Bekara 2/193. Ayrıca bak. 8 Enfâl/39)

 

3-Müstez’aflara/mağdurlara yardım

Özellikle fiilí cihadın bir hedefi de yeryüzünün neresinde olursa olsun zayıf bırakılmış, haksızlıklara uğramış, darda ve zorda kalmış müstez’aflara yardım etmektir.

Zulmedenlere veya haklara tecavüz edenlere engel olmak, mazlumları zulüm ve baskılardan kurtarmaya çalışmak bir cihadtır. Yine tabii bir sebepten dolayı zayıf kalmış kitlelere maddi ve manevi yardım elini uzatmak ta cihad faaliyetidir.   

         Nitekim Kur’an, bir kurtuluş çaresi olmayan, ellerini açarak “Yarabbi, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize tarafından bir sahip, bir yardımcı gönder” diye dua eden; kadın, çocuk, yetim ve ihtiyar müstez’aflar uğruna çalışılmasını ve gerekirse fiilen savaşılmasını emrediyor. (Nisa 4/75)

Cihadı Allah yolunda çalışma bilenler, bu noktada, hiç bir zaman güçlüden, zenginden, kendi yandaşlarından veya akrabalarından, iktidar seçkinlerinden yana değil, mazlum ve müstaz’aflardan yanadır. O ğadre, haksızlığa, zulme uğrayanın dostu, zalimlerin ve baskıcıların hasmıdır.

Kur’an, hangi kavimden olursa olsun, çaresiz, güçsüz ve desteksiz kalan müstez’aflar uğruna cihadı emrediyor:

 

         4-Düşmanlara karşı hazırlıklı olmak

Kur’an, gayr-i müslimlerin her zaman ve her yerde, müslümanların dinlerini bırakmadıkça onlardan hoşlanmayacakların haber veriyor. (Bekara 2/120)

Bunun anlamı şudur; onlar, müslümanların kendi kendilerine dinlerini bırakmalarını beklemezler. Bilakis bunu sağlamak için harekete geçerler. Günün imkanlarına göre ellerinden geleni yaparlar. Eğitim yoluyla, medyayı kullanarak, kültürel etkinliklerle, siyaset ve maddí imkanları devreye sokarak müslümanları İslâmí hayattan koparmaya çalışırlar. Hatta Kur’an onların daha da ileri giderek, sıcak savaşa bile başvurabileceklerini söylüyor. (Bekara 2//217)

Şeytan ve dostlarının bu faaliyetlerine karşı müslümanlar boş durmazlar. Onlar da günün meşru imkanlarını kullanarak yeni nesilleri bu tuzaklardan korumaya, onların fitnelerini önlemeye, onların ürettiği kötülükleri azaltmaya çalışırlar. Mü’minler bilirler ki bu çalışmalar bir cihad ibadetidir. Kur’an mülümanların bu gibi tehlikelere karşı tedbir almalarını şu genel ifadelerle emrediyor:

“Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve ribat atları (cihad malzemeleri) hazırlayın; onunla hem Allah’ın düşmanını korkutursunuz, hem sizin düşmanınızı, hem de onlardan başka diğerlerini ki onları siz bilmezsiniz...” (Enfal 8/60)

Bu kuvvet hazırlamanın bir sınırı yoktur. Güç yettiği kadar, imkânlar elverdiği kadar hazırlıklı olmak... Elden geldiği kadar mücadele unsurlarına ve araçlarına sahip olmak… Böylece müslümanlar gafil avlanmazlar, her alanda amansız mücadelelerin sürdüğü günümüz dünyasında zayıf, ezilmiş, sömürülmüş boyun eğdirilmiş olmazlar.

Başka bir âyette Allah (cc) mü’minlere ribat yapmalarını emrediyor:

“Ey iman edenler! Sabredin, sabretmekte direnin (veya yarışın), ribat yapın (cihada hazırlıklı olun) ve Allah’tan hakkıyla sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âli İmran 3/200)

Âyette geçen sabretmek ve müsabere yapmak (sabretmekte direnmek), ribat yapmak bir yönüyle cihadla, bir yönüyle de imanı korumakla, ibadette sabretmek ve Allah’tan hakkıyla çekinmekle ilgilidir.

Ribat yapan müslümana ‘murabıt’ denir. O, sürekli uyanıktır. O sınır boylarında, müslümanları zayıflatmak ve mağlup etmek için fırsat kollayan insandan düşmanlara karşı hazırlıklıdır. Müslümanlar ve İslâm için nöbet beklemektedir, haksız saldırılara karşı cihad yaparak hazırdır.

    

5-Kur’an’ın mesajını duyurmak:

“Bir de dedi ki o küfredenler: ‘Şu Kur’an’ı dinlemeyin ve ona karşı yaygara koparın, belki ona karşı galip gelirsiniz.” (Fussilet 41//26

Kötülük odakları Kur’an’ın sesini ve davetini kısmak, ya da kitlelere ulaşmasını önlemek için her zaman büyük çaba harcamışlardır. Zira Kur’an’la tanışanların, Kur’an’la haşır-neşir olanların ondan etkilenmemesi mümkün değildir.

Kur’an’ı yasaklamaya, ya da değiştirmeye güç yetiremeyenler, onu hayattan koparmak, ya da etkisini azaltmak için başka yollara başvururlar.

Kur’an’ı hayattan koparmak iki şekilde olabilir:

Birincisi; müslümanların mümkün olduğu kadar onunla ilgisini kesmek. Bu, ya onun yaygın bir şekilde öğrenilmesini yasaklamak, sınırlamak, ya da okunmasını güçleştirmekle mümkün olur.

İkincisi; Kur’an anlayışlarının değiştirilmesi ile mümkündür. Yani Kur’an’ı hayata yön veren bir kitap olmaktan çıkarıp hastalık, nazarlık, mezarlık, tılsım kitabı veya geçinme aracı haline getirmek böyledir. Ya da onu onun istediği gibi değil de, topluma yön verenlerin zalimlerin arzusuna göre yorumlamakla hayattan dışlanabilir.

Kur’an’ın mesajını insanlara ulaştırma, onların Kurt’anm’la sağlıklı iletişim kurmalarını sağlama çabaları da cihad faaliyeti sayılır.

Cihad, Kur’an’a bir davet, Kur’an’la ıslah, Kur’an’la dirilmeye bir çağrı, Kur’an’la kurtuluşun yollarını arama, Kur’an’la kötülüklere ve haksızlıklara karşı çıkma çabasıdır.

        

6-Barış, güven ve huzur ortamı sağlamak

            İslâmın bir adı selâmettir, yani barış ve emniyettir. İslâm insanlar arasındaki anlaşmazlıkları, güvensizlikleri ve haksızlıkları barışa ve güvene çevirmek için gelmiştir.

İslâmın hakim olduğu beldelere bu nedenle ‘darü’s selâm’- selâm/barış/güven yurdu denilmektedir. Bunun anlamı, İslamí ölçülerde yaşayanlar elleri ve dilleriyle kimseye zarar vermezler. Herkes herkesin hakkına riayet ederler. İnsanlar arasında kardeşlik, yönetimde adalet, toplumda saygı ve sevgi, insanlar arasında başkalarını kendinden çok düşünme ahlâkı vardır. İdeal İslâm toplumunda huzurun güvencesi insanların imanları ve takva bilinçleridir.

Müslüman toplumda herkes birbirinden emindir. Herkesin mal, can, ırz, namus ve değerleri kutsaldır. Bütün müslümanlar başkalarına ait bu değerlere bir imaní görev olarak saygı duymak, onları kendi değerleri gibi korumak zorundadırlar.

Cihad faaliyetinin bir hedefi de ideal güven ortamını sağlamak için çaba göstermektir. Ya da bu güven ortamını bozan şer odaklarla mücadele etmektir. Nitekim Kur’an, bilinen ve bilinmeyen düşmanlara karşı hazırlıklı olunmasını emrediyor. Bu bir anlamda güvenli bir ortamın meydana getirilmesi için çalışmaktır. (Enfal 8//60)

İslâmın hedefi insanları takva bilinciyle, kolluk kuvvetlerine, mahkemeye, hapse veya cezaya fazla gerek kalmadan, kendi kendini kontrol edebilen, iyilikleri yüce bir amaç için yapabilen, kendisi için sevip istediği şeyleri başkaları için de isteyen kişilikler yetiştirmektir.

Bu anlayışta olan kişilerin yaşadığı toplumda huzur ve güven olur.

Cihad faaliyeti bu sonuca ulaşmak için çalışmak, bu gibi kişliklerin yetişmesi için çaba göstermektir.

Hz. Muhammed (sav), İslâm’dan önceki cahiliyye anlayışının yaygın olduğu, hiç bir güvenin olmadığı, kuvvetlinin zayıfı ezdiği, zayıfın hakkını koruyacak hiç bir makamın olmadığı, başkasına sldırının kahramanlık sayıldığı, başkasına ait olanın gasbedilmesininin ganimet kabul edildiği bir toplumda kısa süre sonra güvenlik ortamının İslam sayesinde kurulacağını müjdeledi.[22]

 

7-İnsan haklarını korumak

            Cihad faaliyetini hakkıyla anlayan inananlar, kimden gelirse gelsin zulme karşı, kim olursa olsun mazlumun ve mağdurun yanındadırlar.

Kendileri kimseye haksızlık etmedikleri gibi, her şartta ve her zeminde haksızlıklara karşıdırlar. Haksızlıkları önlemek, hakların sahiplerine ulaşması için mücadele verirler.

Onlar, insan hakları savunucusudurlar. Onlar bilirler ki insanların doğuştan ve sonradan elde ettikleri temel hakları var. Bu temel haklar insan için kişilik, haysiyet, varlık sebebi ve hayat kaynağıdır. İnsan ile ona ait temel hakların arasında hiç bir engelin olmaması gerekir. Yine o bilir ki İslâm, insanların bu temel haklarını korumak için gelmiştir. İslâm zalimlere engel olmak, zulümleri önlemek için gönderilmiştir. İslâmın hayata hakim olması, hayatın güzelliklerle donanması, adaletin gerçekleşmesi ve insan haklarının yaşanır hale gelmesi demektir.

Böyle müslümanlar Allah yolunda, zulme ve haksızlıklara karşı mücadele ederek aynı zamanda insan haklarının savunmasını da yaparlar. Her şartta ve her platformda insan onurunun mücadelesini verirler.   

 

8-Zalimlere engel olmak, zulümleri önlemek

Zulüm karanlık, haksızlık ve kötülüklerin kaynağıdır. Bir yerde zulüm varsa, orada mutluluk yoktur. Bir yerde zalimler işbaşında ise, orada huzur olmaz, güvenlik kalmaz ve insanlar en tabii haklarından mahrum kalırlar.

Zalimlere dur denilmezse, onların gücü kırılmazsa, ya da zulüm yapmalarına engel olunmazsa, yukarıdaki karanlık tablo devam eder.

Cihad bir yönden, zalime engel olmak, zulmü ortadan kaldırmak ve adaleti hakim kılmak çabasıdır. Hak ve adaletin hakim kılınması hem huzur ortamını sağlar, hem de hakların sahiplerine ulaşmasını temin eder. 

Zulme rıza zulümdür. Bir zalimin zulmüne engel olmamak, ya da zulme uğrayan birine destek olmamak, zalimin karşısında susup kalmak insanlık onuru ile bağdaşmaz. Bu aynı zamanda zalime zulmünde ortak olmak anlamına gelir.

Zalime engel olmak sadece müslümanların görevi değil, insanlık onuru taşıyan herkesindir. İnsan haklarının değerini bilen ve mazlumların çektiği acılar karşısında duyan herkes zulümle ve zalimlerin faaliyetleriyle mücadele etmelidirler.

Kur’an, toplumları ifsat edip huzuru bozan, fitne çıkaran, hakları gasbedenlere karşı çıkılmasını, önceki nesilleri örnek vererek emrediyor. Allah’ın, ifsat edilmiş yeryüzünü düzeltmeye çalışanlara ceza vermeyeceğini de ekliyor:

Sizden önceki nesiller arasında yeryüzünde fesadı engelleyecek fazilet sahipleri olmalı değil miydi? Ancak içlerinden kurtardıklarımızdan pek azı müstesna idi. Zalimler ise, yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Onlar zaten günahkâr idiler. Rabbin o ülkeleri, ahalisi ıslah edip dururlarken zulümle helâk edecek değildi.” (Hûd 11/116-117)

Peygamber’in (sav), zalim bir yöneticinin yanında hak (doğru) bir söz söylemeyi 'büyük cihad' olarak nitelemesi ne kadar önemlidir.  

Elinde güç bulunduranlar çoğu zaman onu istismar edebilirler. Sahip oldukları servet ve iktidar gücünü zulümlerine alet edebilirler. Bu açıdan onlara karşı doğru olanı söylemek ve doğruyu savunmak son derece önemlidir.

Yine tarihen sabittir ki zalim yöneticiler kendilerine karşı çıkanlara iyi gözle bakmazlar. Dolaysıyla onların karşısında hak sözü haykırmak yürek ve cesaret ister. Bunu yapabilmek ise büyük bir cihadtır. Ya onların zulümlerine karşı müdacede. Şüphesiz bu daha da önemlidir.

“İnsanları elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve denizde fesad ortaya çıktı..” (Rûm 30/41)

Bazıları da iş başına geçti mi, ya da bir yetki elde etti mi, onu insanları ve onların geçim kaynaklarını ifsat etme (bozma) uğruna kullanmaya kalkışırlar. (Bekara/204-205)

Allah (cc), işi gücü yeryüzünün dengesini bozmak, toplumun huzurunu kaçırmak, haklara tecavüz etmek olan kimselere itaat edilmemesini istiyor.  (Şuarâ 26/151-152) 

Bunun bir anlamı da zalimlerin, bâtılı ve inkârı hayat anlayışı haline getirenlerin düşüncelerini, düzenlerini, yaptıklarını benimsememektir. Onlarla her türlü araca başvurarak mücadele etmek, ifsatlarına ve zararlarına engel olmaktır. Meydan onlara kalır, güç onların eline geçer, yaptıklarına kimse engel olmazsa onların yüzünden hayat çekilmez olur. (Bekara 2/251)

 

Hüseyin K. Ece

24.09.2014

Zaandam-Hollanda

 

[1] el-Isfehâní R. el-Müfredât, İstanbul 1986, s:142. İbnu Faris, M. Mekâyisi’l-Lüga, Mısır 1389-1969, 1/486

[2] Özel, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/527

[3] er-Razi, Muhammed B. Ebi Bekr, Muhtaru’s Sihah, Kahira, Tarih Yok. s: 114.

[4] el- Isfehâní, R. el- Müfredât, s:142.

[5] Bâbillí, M. Muhammed, Meşrûiyyetü’l-Kıtal fi’l-İslâm, Beyrut 1417-1996, s: 187.

[6] Özel, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/528

[7] İslâmoğlu, M. Yürek Fethi, Düşün Yay. İstanbul 207, s: 32

[8] Ebu Davud, Cihad/No: 2500. Tirmizí, F. Cihad/2, No: 1621. Ahmed b. Hanbel, No: 23406

[9] Ebu Davud, Melahim/17, No: 4344. Tirmizi, Fiten/13, No: 2174

[10] Buharí, Cihad/1

[11] Müslim, İman/20, No: 80

[12] Özel, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, Kâsâní Ve İbni Abidin’den 7/528.

[13] Derveze, İ. Tefsiru’l-Hadis, çev. Heyet, İstanbul 1997, 7/86

[14] M. Şedid, Rasûlüllah’ın Davet Ve Cihadı, çev. H. Arslan, Birleşik yay., İstanbul 1995, s: 64-65

[15] İbni Kesir, Muhtasar Tefsir,  2/546. Tabatabâí, M. H. El-Mizan, Tahran 1363, 2/65. Nesefí, Tefsir, 2/443

[16] Tabatabâí, M. H. El-Mizân, 12/65

[17] Çelik, M. Kur’an’ın İkna Hususiyeti, s: 233-236

[18] İslamoğlu, M. Yürek Fethi, s: 36-43.

[19] Ebu Davûd, Cihad/25. Nesâí, Cihad/45

[20] Buhârí, Cihad/103. Müslim, F. Sahabe/4, No: 2406

[21] Buhârí, B. Vahy/1

[22] Buhârí, Ebu Davûd, Nesâí. Nak. Cihad, Mevdûdí-S. Kutub, S: 96

 

Bilge Adamlar Dergisi

36. sayı, Aralık 2014den