-Giriş

İslâm inancına göre insanın yaratılış sebebi bellidir.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ {56}

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”  (Zariyât 53/56)

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2}

“O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2)

وَهُوَ الَّذِي خَلَق السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَـذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ {7}

“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.” (Hûd 11/7)

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ {115}

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn 23/115)

Yani o bir kuldur. Kulun da bir sahibi ve o sahibine karşı görevleri vardır.

 

-İTAAT

-İtaat ne demektir?

İnsanın Rabbine karşı görevlerinden biri itaattır.

İmanın gereği iman edilen bir yüce gücün karşısında itaat etmek, boyun eğmek, ondan gelenleri kabul etmek, itiraz etmemek, emre muhalif davranmamaktır.

İtaat, inkıyad etmek, yani boyun eğmek demektir. Emre uyma, sözü dinleme, alınan emri yerine getirme, verilen emre göre hareket etme anlamlarına da gelir.

İşte böyle bir durum insan için ibadet anlayışıdır.

İnsan, kul olarak Yaratıcısının karşısında ne yapacaktır? Onun rolü nedir? Rabbi ondan ne gibi bir tavır beklemektedir?

Kur’an-ı Kerim diyor ki:

                  أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ {83}

“Gökte ve yerde her ne varsa hepsi de isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuşlardır.” (3 Âli İmran/83)

Buradaki isteyerek kelimesi ‘itaat’ kelimesiyle ifade edilmektedir. 

‘İtaat’ın karşıtı ‘isyan’dır.

Eğer insan âlemlerin Rabbine itaat etmezse; başka ilâhlara itaat edecektir. 

                  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً {59}

“Ey İman edenler! Allah’a, Peygamberine ve sizden olan emir sahiplerine (sizin gibi mü’min olan yetkililere) itaat edin….” (4 Nisa/59)

Peygambere itaat, O’nun yoluna gitmek Allah’a itaat gibidir, O’na karşı gelmek Allah’a isyan gibidir. (4 Nisâ/80)

Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez. (Buhârî, Cihad/109, 4/60. Müslim, İmâre/38 no: 1839) Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmişse, mutlaka Allah’a isyan etmiştir...”   (Buhârî, Ahkâm/1, 9/77. Müslim, İmâre/32-33-1835. Nesâí, Bey’at/27)

 

-İtaatın yerine getirilmesi: İbadet

İtaatın diğer adı ibadettir.

Ya da müslüman Allah’a, Allah’ın koyduğu ölçülere itaat ettiği, O’nun çizdiği sınırlara dikkat ettiği zaman, bu davranışı ibadet olur.

İnsanı yaratan ve ona her türlü nimeti veren Allah’a karşı bir ta’zim (O’nu büyük görme)dir.

İbadet, kendini kul olarak kabul eden insanın Rabbine karşı teslim oluşu ve Rabbine itaat edişidir.

İbadet, Yüce Yaratıcı karşısında kişinin benliğinin derinliğinden gelen bir saygı ile boyun eğmesidir.

İbadet, Allah’a karşı duyulan saygı ve azamet duygularının en yücesidir. Kul bu duyguyu, Allah’ın emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak yerine getirir.

 

b-İbadetin Kur’an’daki Anlamları:

Kur’an-ı Kerim’de ibadet iki anlamda kullanılmaktadır:

1-İtaat anlamında;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿172﴾

“Ey Ademoğulları, şeytana itaat (ibadet) etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (36 Yâsîn/60)

İnsanlar şeytana ilâh diye inanmazlar ama onun sözünü dinlerler. Yani ona itaat ederler. Allah, şeytana itaat etmeyi yasaklıyor.

 

2-Kulluk anlamında

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿172﴾

“Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yeyin. Allah’a şükredin, eğer hakikaten O’na kulluk (ibadet) ediyorsanız.” (2 Bekara/172)

Kulluğu yalnızca Allah’a yapan, helâl ve haram konusunda da yalnızca O’na itaat eder.

         وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ ﴿5﴾

“Allah’ı bırakıp da kendisine kıyamete kadar sevap veremeyecek kişiye (şeye) tapmakta (ibadet etmekte) olan kimseden daha sapık kimdir? Halbuki, (o taptıkları şeyler) bunların duasından habersizdirler.” (46 Ahkaf/5)

         وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿18﴾

“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne bir zarar, ne bir fayda vermeyecek olan şeylere ibadet ederler. Bir de: ‘Biz bunlara ancak bizi Allah’ a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz’ derler.” (10 Yûnus/18)

         يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿21﴾

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki takvaya erersiniz (sakınırsınız).” (2 Bekara/21)

Bunlara benzer daha bir çok âyette ibadet, Allah’a ve O’nun dışında ilâh (tanrı) zannedilen şeylere yapılan itaat, kulluk ve tazim gibi şeyler anlamında kullanılmaktadır.

Bizim üzerinde durmaya çalıştığımız da bu anlamdır

 

-Hangi hareketler ibadettir?

Allah’ın razı olduğu bütün ameller ibadet kapsamına girer. Bir diğer deyişler salih (doğru ve güzel) kabul edilen bütün ameller (fiiller)in yapılması ibadettir. Çünkü Allah, insanlardan güzel davranışlar ve kendi hükümlerine uyma istemektedir. Yani Allah’a itaat manası taşıyan her hareket ibadettir.

İbadet sayılan davranışların din dilindeki diğer anlamı, salih ameldir.

 

İbadet gerçeği;

İnsan ya Allah’a, ya da onun dışında kendi uydurduğu bir ilahe kulluk eder. Üçüncü bir yol yoktur.

Zira Allah (cc) insanı böyle yaratmıştır. Yemeğe, içmeye ve benzeri şeylere muhtaç olan insan, ibadet etmeye de muhtaçtır.

 

İbadet olayı;

Eskiden kölelere de ‘abd’ denirdi. Onlar, sahiplerine karşı gelmeksizin itaat ederlerdi. Çünkü onlar efendilerinin malı sayılırlardı.

İnsanın Allah karşısındaki durumu, kölenin efendisi karşısındaki durumu gibi değildir. İnsanlar Allah’ın köleleri değildirler. Ancak insanlar mutlak itaatı, boyun eğmeği ve en yüksek tazimi Allah’a yapmak zorundadırlar. Bunun adı kulluktur, yani ibadettir.

İbadet, kişinin benliğini inkâr etmesi, kendini bir hiç yerine koyması değil, Allah’ın yüceliği yani azameti karşısında duyulan saygıdan dolayı bir ürperiş, bir teslimiyet, bir sığınma, bir söz dinlemedir.

Yaratanla yaratılan arasındaki diyaloğ, karşılıklı ilişki; Allah’tan insana vahy şeklinde, insandan Allah’a doğru ‘dua ve ibadet’ şeklinde gerçekleşir.

İbadet, aynı zamanda nimetleri veren makama karşı bir şükür işaretidir. İnsana verilen en üstün nimet herhalde hayat nimetidir. Öyleyse ibadet hayatı var eden, bütün yaratılmışların hayatını elinde tutan Allah’a yapılır.

İslâmdaki ibadet anlayışı, bir takım batıl dinlerde olduğu gibi bir tapınma değil, Allah’a karşı olan sevginin, saygının, azametine teslim oluşun, O’nun Rabliğini tasdik edişin dua, itaat ve belli hareketlerle ortaya konmasıdır.

İbadetin amacı, Allah’ın rızasına ulaşmak, bir anlamda takva sahibi olmak, bununla dünya hayatını düzene koymak, iyi bir insan olabilmek ve öldükten sonra da Cenneti kazanmaktır.

İbadet, yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır. İnsanlar Yüce Allah’a ibadet için yaratılmışlardır. (51 Zariyât/56)

Allah’ı unutanlar ise tarihte ve günümüzde ibadet edecek ilâhlar bulmuşlardır. İşin doğrusu yeryüzünde ibadetsiz insan olmaz.

İbadetin ilk basamağı inanmak ve imanın gereklerini yapmaktır. Bu manada ibadet gizli olmaz. İnsan hayatı gizli değildir ki, hayatı Allah rızası için yaşamak, yani ibadet te gizli olsun.

 

1-Kelime anlamıyla ibadet      

İbadet ve ubudiyyet, ‘abd’ fiiliinden gelir.

Sözlük anlamı; itaat etmek, alçak gönüllülük (tevazu) göstermek, boyun eğmek demektir.

Bu da, daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye isyan etmeksizin, ondan yüz çevirmeksizin, karşı gelmeksizin itaat etmesi ve boyun eğmesi, kendi özgürlüğünü terkedip tam bir bağlılıkla onun emrine girmesi anlamına gelir.

 

2-Istılah olarak ibadet

Istılah olarak ibadet; niyete bağlı olarak yapılması sevap olan, özel bir şekilde yapılan itaat ve fiillerden meydana gelir.

Evet iman da öncelikle bir ibadettir. Değil mi ki insan Rabbinden gelen ölçülere uyuyor, kabul ediyor, o hükümlere boyun eğiyor, bu onun için bir ibadettir, Allah’a itaattir.

İbadet, kendini kul olarak kabul eden insanın Rabbine karşı teslim oluşu, Rabbine itaat edişi, benliğinin derinliğinden gelen bir saygı ile boyun eğmesidir.

Kul bu görevi, Allah’ın emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak yerine getirir.

Allah’ın razı olduğu bütün ameller ibadet kapsamına girer. Allah, insanlardan güzel davranışlar ve kendi hükümlerine uyma istemektedir. Yani Allah’a itaat manası taşıyan her hareket ibadettir.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki takvaya erersiniz.” (2 Bekara/21)

İbadet, aynı zamanda nimetleri veren makama karşı şükrün yerine getirilmesidir. İnsana verilen en üstün nimet herhalde hayat nimetidir. Öyleyse ibadet hayatı var eden Allah’a yapılır.

İslâmdaki ibadet anlayışı, batıl dinlerde olduğu gibi bir tapınma değil, Allah’a karşı olan sevginin, saygının, azametine teslim oluşun, O’nun Rabliğini tasdik edişin dua, itaat ve belli hareketlerle ortaya konmasıdır.

Allah (cc) insanı ‘abd-kul’ olarak yaratmıştır. Dolaysıyla insana düşen bu kulluğun şuurunda olmaktır. Abd, efendisinin emrine itiraz etmeksizin, karşı gelmeksizin uyar. Verilen emri yerine getirir, istenen hizmeti görür. Çünkü efendisi onun sahibidir, ona nimet vermektedir, ona sayısız iyilikte bulunmaktadır. 

Gerçek Efendi’ye (Mevlâ’ya) kulluğu unutanlar, başka yalancı mevlâlar (efendiler) bulurlar.

İbadette, itaat edenin yalnızca boyun eğip söz dinlemesi yeterli değildir. İtaat eden kul (abd), aynı zamanda önünde boyun eğdiği efendisinin yaptığı iyilikleri de bilmelidir. Verdiği nimetlere teşekkür ederek (veya şükrederek) kalpten ona bağlanır. 

İslâm, bu şekilde bir boyun eğmenin, kayıtsız şartsız itaatin ve bu yüceltmenin ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı yapılabileceğini  ortaya koymuştur.

İman eden kimse, bir anlamda bütün kölelikleri, bütün yanlış

kul ve kulluk anlayışlarını reddettiğini ilân etmiş olur. O, imanıyla der ki, ‘ben âlemlerin Rabbini ilâh olarak kabul ediyorum, ben O’nun kuluyum. Dolaysıyla mutlak itaati, mutlak hizmeti ve ibadeti yalnızca O’na yapacağım. O benim sahibimdir, ben O’na aitim, O’ndan geldim ve yine O’na döneceğim.’

 

3-İbadetin İcrası (sâlih amel)

İnsanın görevi Rabbine itaat etmesi, yani yalnızca O’na kulluk yapmasıdır. Ancak ibadetin yerine getirilmesi nasıl olacaktır?

Kur’an’ın üzerinde durduğu en önemli iki konu iman ve sâlih ameldir.

Önce amelin tarifini yapalım, sonra da sâlih amelin üzerinde duralım.

 

-Amel nedir?

‘Amel’ sözlükte, iş, davranış, hareket, aksiyon, faaliyet ve faydalı eylem anlamlarına gelir.

‘Amel’, aslında niyetli davranış, bir maksada bağlı olarak yapılan fiildir. Bütün canlılar bir takım fiiller yapabilirler. Ancak onların yaptıkları bu fiillere ‘amel’ denilmez.

İyi veya kötü nitelemesi de bir niyetle yapılan ameller hakkında geçerlidir. Buna göre insan, ister iyi bir şey yapsın, isterse kötü bir şey yapsın; yaptığı işi bir niyetle yapıyorsa, o işi yapmakta bir maksadı varsa, o iş bir ameldir.

İslâm sıradan amelin değil salih amelin üzerinde duruyor. Kur’an, pek çok âyette Allah’a imandan sonra hemen amel işlemeye dikkat çekiyor.

İnsanın kurtuluşu iman ve onun gereği olan salih amelle mümkündür. Esasen insan ve ona ait hayat ile ölümün yaratılmasının amacı, nasıl bir amel işleyeceğini denemek içindir. (67 Mülk/2)

İnsan sürekli faaliyet halindedir. Her an bir fiil yapabilir. Yaptığı fiilin ‘amel’ diye bir değer kazanması, o ameli şuurla ve bir niyetle yapmasına bağlıdır.

Bu açıdan bakıldığı, zaman bir müslümanın inancının gereıi olarak yerine getirdiği bütün ibadetler birer ameldir.

 

-Amelin çeşitleri

Amelleri sonuçlarına göre üç kısma ayırmak mümkündür:

a-Sâlih amel: Faydalı, maksada uygun, zararlı ve ifsat edici (bozucu)

olmayan davranışlar.

İslâmın yapılmasını emrettiği, ya da tavsiye ettiği bütün hayırlı işler. Bununla insan ya kendine, ya çevresine, ya da insanlara faydalı olur. Allah (cc) katında sevap ve O’nun rızasını kazanır. (Bunun üzerinde aşağıda ayrıca duracağız.)

b-Fasid (batıl)/suî amel: Zararlı, maksada uygun olmayan, ifsat edici, Allah katında geçersiz her türlü faaliyetin genel adı. Bunlar İslâmın yapılmasını yasak ettiği, ya da yapılmamasını uygun gördüğü işlerdir. Bu gibi amelleri işleyenler günah kazanır.

c-Mübah (caiz) amel: Yapılıp yapılmaması kişinin kendisine ait olan işlerdir.  Bunları yapanlar günah veya sevap kazanmadıkları gibi, kimseye de zarar veya fayda vermezler. 

 

-Amelin değeri

Bir işin (amelin) iyi mi, kötü mü? (salih mi fasit mi?) olduğunun ölçüsü insan kafasına ( hevasına) göre belli olmaz. Farklı kişilere göre farklı ölçüler olabilir. 

Allah’ın rızasýna uyan işler iyidir, O’nun rızasına uymayan davranışlar kötüdür.

Kişi kendi iradesiyle iyi veya kötü amellerden birini seçer, o amelin dünyadaki veya ahiretteki sonucuna razı olur.

Allah (cc), insanın kötü amel işlemesini sevmemektedir. Ancak insan dünyada serbesttir  

Âhiret hayatı, insanın dünyada işlediği amellerin hesabının yapılacağı ve bu amellerin karşılığını alacağı gündür. (3 Âli İmran/30. l6 Nahl/111. v.d)

İnsanların işlediği bütün ameller bir ‘kitab’a (amel defterine) kaydolunmaktadır. Ahiret günü bu ‘kitab’ ortaya konacak ve insana hak ettiği karşılık bu amel defterine göre verilecek. (45 Casiye/28-29. 17 İsra/13-14. 18 Kehf/47-49. 82 İnfitar/10-11)

İnsan tarafından ortaya konulmuş olan bütün ameller mutlaka değerlendirilir. İnsanlar tarafından bu amellerin gizlenmesi veya üzerinin örtülmeye çalışılması sonucu değiştirmez. Kim zerre  kadar hayır veya şer işlerse  karşılığını görecektir. (99 Zilzâl/7-8)

 

4-Sâlih amel nedir?

‘Sâlih amel’, elverişli, faydalı, sağlam, fesat unsuru taşımayan iş, eylem ve aksiyon demektir.

‘Sâlih’kelimesi, doğru yolda olan, fesat içinde olmayan, faydalı  demektir.

Ameller, yani insanların yaptıkları işler “maslahat ve mefsedet” çizgisinde değerlendirilir. Maslahat unsuru taşıyan bütün ameller, yani ıslah edici, fayda sağlayıcı işler güzel görülür. Mefsedet özelliği taşıyan bütün ameller, yani ifsat eden ve zarar verici işler ise mü’minlere yasaklamaktadır.

Kur’an, mü’minlerin yaptığı doğru, faydalı ve düzgün işlere ‘salih amel’ adı vermekte ve doksandan fazla yerde iman ve salih ameli söz konusu etmektedir.

Bu olguya iki açıdan bakmamız mümkündür:

1-İman gerçeği ancak salih amelle bütünleşir. İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran ve koruyan salih ameldir.

2-İmanın gereği sâlih amel işlemektir. Çünkü iman etmek aynı zamanda, iyiyi, doğruyu, faydalıyı, düzgün olanı anlamak ve kabul etmektir.

İman olgusunu tanıyan ve bunu kalbine yerleştiren mü’min, bu imanının bir sonucu olarak salih amel işler. İmanı onu salih amel işlemeye zorlar. 

-Bir amelin ibadet olabilmesinin şartları :

a-Şâri'nin (şeriat koyucunun) emretmesi gerekiyor. İbadetler ya Kur’anla ya da sahih sünnetle emredilmeli.

b-Peygamber tarafından uygulanmış/öğretilmiş olması. Peygamber ibadetlerin nasıl yerine getirip ümmetine öğretmiştir. Onun öğretmesinin dışında emredilen ibadet yoktur.

c-İhlasla/Allah rızası niyetiyle yapılmış olması. İbadetler Allah rızası için yapılır.

Amellerin sâlih olup olmaması mü’minin Allah katındaki derecesini belirler. Bütün ameller de niyete göre değer kazanır. Kişi bir ameli hangi niyete göre yaparsa, amelinin sonucu ona göre değerlenir. (Müslim, İmâre/155 no: 1907. Ebu Dâvud, Talak/11 no: 2201.  Buhârî, B. Vahy/1, 1/2. Tirmizî, F. Cihad/16 no: 1647. Nesâí, Tahâret/60)

-Amelin sâlih/sağlam/kabul edilebilir olmasını sağlayan şartlar (özetle):

a-Niyet

b-İhlas

c-Takva

d-İhlas

 

-Niçin İbadet?

İbadetin amacı, Allah’ın rızasına ulaşmak, bir anlamda takva sahibi olmak, bununla dünya hayatını düzene koymak, iyi bir insan olabilmek ve öldükten sonra da Cenneti kazanmaktır.

İbadet, yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır. İnsanlar Yüce Allah’a ibadet için yaratılmışlardır. (51 Zariyât/56) 

Burada niçin ibadet etmeliyiz sorunun cevabını, ya da ibadet görevinin gerekçelerini sıralamaya çalışalım.

 

1-Allah’a yaklaşmak için

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {35}

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35)

İnsan Allah’a dört vesile ile yaklaşabilir:

-Dua ile

-Esmâu’l- hüsnâ ile

-Sâlih amel ile

-Cihad (yoğun çaba) ile.

 

2-Şükür için;

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿7﴾

“Rabbiniz şöyle buyurmuştur: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size (ni’metimi, mükâfatımı) artırırım ve andolsun eğer küfrederseniz, şüphesiz benim azabım pek şiddetlidir.” (14 İbrahim/7)

Mü’minler bilirler ki Allah âlemlerden müstağnidir. İbadet kulun ihtiyacıdır. Nimet veren O’dur. İyilik edene teşekkür edilir.

‘Şükr’ sözlükte; hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır. 

Din dilindeki ‘şükür’ de bunun gibidir. Yani ‘şükür’, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak,

kalbinde ‘şâhitlik ve muhabbet’ olarak,

organlarında da ‘itaat etme ve boyun eğme’ olarak,

dilde ‘zikir’ olarak ortaya çıkmasıdır.

‘Şükür’, kişinin kendine ulaşan ni’meti bilmesi ve ni’met sahibini bilip onu övmesi demektir.

‘Küfr’ ise, ni’met vereni inkâr edip onu gizlemektir.

‘Şükür’, ni’met vereni boyun eğerek itiraf etmek,  ihsan yapan kimseyi, ihsanını anarak övmek,  ni’met verene kalbin sevgiyle dolması,  O’na boyun eğmek, O’nu sevmek ve ni’met konusunda O’nu hoşnut edecek şeyleri yapmak ta bulunmaktadır.

‘Küfr’ kelimesi, iman etmemeyi, insanlara sonsuz nimetler veren rızık sahibi Allah’ı inkâr etmeyi anlattığı gibi, ‘şükr’ kelimesi de iman etmeyi, verilen nimetlerin sahibi olan Allah’ı tanımayı ve O’na minnettarlık duymayı ifade eder.

Şükür, hamdetmeyi ve Tevhide inanmayı bir araya toplar. 

‘Şükür’ aynı zamanda ni’meti bilmedir. Çünkü ni’meti bilmek ni’meti vereni bilmenin yoludur. Kul ni’meti tanıdığı zaman, ni’metin sahibini de tanır. O’nu tanıyınca O’nu sevmeye başlar ve O’nun hoşlanacağı şeyleri yapmaya niyet eder. 

İşte bunun için Allah (cc), Kur’an’da İslâm’a ve imana ‘şükür’ diye isim vermektedir.

İnsan Rabbine borçludur. Bu borcun miktarını rakamlarla ifade etmek mümkün değildir. İnsan ne kadar çalışsa da borcunu ödeyemez. Zaten Allah (cc) kuldan borcunu ödemesini degil, borçlu olduğunu bilmesini, kul olduğunu itiraf etmesini istemektedir.

Bu da sükürdür.

 

-Şükür ibadeti nasıl yerine getirilir?

Şükür, imanın eyleme dönüşmesiyle yerine getirilir.

اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿7﴾

“Şayet nankörlük ederseniz (küfrederseniz), artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için buna rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (faydanız) için ondan razı olur…” (39 Zümer/7)

Kur’an, sürekli olarak Allah’ın insanlara verdiği ni’metlere, yaptığı bağışlara, ettiği ihsanlara dikkat çekmekte ve insanın bütün bu iyilikler karşısında ‘şükran’ duyguları içerisinde olmasýný istemektedir. Çünkü ni’mete kavuşmanın, iyilik görmenin karşılığı budur.

İnsan, Allah’ın kendisine verdiği can ve organlar karşılığında (23 Secde/7-9),

yağmur vermesinin (45 Câsiye/4-5. 56 Vâkıa/68-69),

gece ile gündüzü var etmesinin (28 Kasas/73),

dağ gibi gemileri yüzdürmesinin (31 Lukman/31),

eti yenen hayvanları (36 Yâsîn/71-73)

ve daha nice ni’metler vermesinin karşılığı olarak şükr etmelidir. Bütün bu ni’metleri vereni tanımalı ve O’nun önünde boyun bükmelidir.

Kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur. (27 Neml/40) Yoksa Allah’ýn böyle şeylere asla ihtiyacı yoktur.

Şükretmek mü’minlerin en önemli özelliklerinden biridir. 

İnsanlar şükretmek veya küfretmek noktasında denenmektedir:

         اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿2﴾ اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا ﴿3﴾

“Hiç şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan (nutfeden) yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu (sebili) gösterdik; (artık o) ya şükredici olur ya da nankör olur.” (76 İnsan/2-3)

Hz. Süleyman, yanında bulunan ve kendisine ilim verilen bir kimse kraliçenin tahtını getirince dedi ki:

...قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ ﴿40﴾

“…Bu Rabbimin fazlındandır. O’na şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemektedir. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz benim Rabbim çok zengindir, çok cömerttir.” (27 Neml/40)

Hamd, ni’mete kavuşmanın veya gelecek olan bir nimetin sevincini, huzurunu duyup, nimet sahibine övgüde bulunmadır. Şükür de insana gelip ulaşmış bir ni’mete karşı bir teşekkürdür.

Hamd’de sevinç ve arzu  anlamı, şükürde ise içten bağlılık ve dostluk anlamı daha çok yer almaktadır. 

Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Hamd, şükrün başıdır. Allah’a hamdetmeyen O’na şükretmemiş olur.” (nak. el-Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikín, 2/208)

Şükrün başı Allah’ı bilmektir (ma’rifetullah’tır). Allah’ı Rab olarak bilen, O’nun nimet verdiğinin şuurunda olan bir kimse de O’nu sevmeye başlar. Allah’ı seven O’na ibadet eder, O’na hiç bir şeyi şirk koşmayarak O’nun nimet verici olduğunu itiraf eder. Kul bu şuurla kimin önünde kulluk yaptığının farkında olur.

Bu nedenle Tevhid şükrün zirvesidir.

Şükür ahlâkının Hz. Muhammed’in hayatında nasıl somutlaştığını aşağıdaki örnekte görebiliriz.

“Rasulüllah (sav) geceleri ayağa kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine; ‘Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)?’ denildi. “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi. (Buhârî, Teheccüd/6, 2/63. Tefsir-Fetih/1, 6/169, Rikak/19, 8/124. Müslim, Sıfatü’l Munâfikîn/18, no: 2819, 4/2181. Tirmizî, Salat/304 no: 412.  Nesâí, Kıyâmu’l Leyl/17, 3/178)         

 

3-Allah’ı zikretmek, unutmamak için

Unutmamak gerekir, hatırlayan hatırlanır, unutan unutulur.

-Zikir:

Bütün ni’metlerin sahibi Allah (cc) insanlara;

فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ ﴿152﴾

“Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin.” (2 Bekara/152) diye emretmektedir. 

‘Zikir’ sözlükte; anma, hatırlama, bir şeyi zihinde hazır etme, bir şeyi dile getirme, hatırlatmadır. Kişinin marifet (bilgi) olarak elde ettiği şeyi korumasını saşlayan zihni bir faaliyettir.

Kavram olarak ‘zikir’; Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, ibadet ve övgü gibi fiiller ve sözlerdir.

‘Zikir’ aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Bunu dil ile ifade etmeye zikir denilmesinin sebebi, kalpteki zikre (hatırlamaya) işaret etmesindendir.

Kur’an bu kavramı hatırlama, hatırlatma, uyarı, öğüt, şeref ve üstünlük gibi anlamlarda kullanmaktadır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿18﴾ وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿19﴾

“Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin ve kişi yarın içn ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’tan korkup-sakının; çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı (Allah’ın da) onlara kendi nefislerinin unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.”  (58 Haşr/18-19)

Hatırlama iki şekilde olabilir: 

Birincisi, unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir şeydir.

İkincisi, akılda tutulan, öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş, dile getirmiş olur.

Kur’an, kendisine ‘zikir’ demektir ki, O, baştan başa bir hatırlatma ve öðüttür. Sürekli Allah’ı hatırlatan âyetlerden meydana gelmektedir. 

وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟ ﴿50﴾

“Bu, bizim O’na indirdiğimiz mübarek bir ‘Zikir’dir. Şu halde onu inkâr edecek olanlar siz misiniz?” (21 Enbiyâ/50)

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿9﴾

“Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (15 Hıcr/9)

وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ ﴿114﴾

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz iyilikler (hasenat), kötülükleri (seyyiatı) giderir. Bu, öğüt alanlara yoğun bir hatırlatmadır (zikrâ’dır).” (11 Hûd /114 Ayrıca bkz. 6 En’am /90. 7 A’raf/2. 21 Enbiyâ/84. 29 Ankebût/51. v.d.)

Aynı kökten gelen ‘tezekkür’, düşünüp- öğüt almak, ibret almak demektir. Kur’an bazı şeyleri hatırlattıktan sonra ‘düşünmez misiniz, ibret almaz mısınız?’ diye uyarıyor. (17 İsrâ/47)

Rabbimiz (cc), mü’minlere kendisini sürekli olarak zikretmelerini emrediyor. Zikretme emri bazen şükürle, bazen verilen nimetleri hatırlatma ile, bazen namazla, bazen diğer ibadetlerle, bazen verilen zaferle birlikte gelmektedir. Kur’an’da  zikredenler övülürken, zikirden yüz çevirenler  kınanmaktadır.

 

Niçin zikir?

Çünkü Allah’ın zikrini unutanların hakkı dar bir hayattır:      

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى ﴿124﴾

 “Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu Kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz (mahşere getireceğiz).” (20 Tâhâ /124)

Bu âyetten bir önceki âyette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor.

Bu âyette geçen ‘Zikr’, insanı hidayete götüren vahy, vahyle gelen ilâhí kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahy olan Kur’an, ya da bizzat Allah’ı anmak anlamlarına gelebilir. (Muh. İbni Kesir, 2/497. Ebu’s Suud, Tefsir, 3/496)

Evet, Allah’ın Zikr’inden kim yüz çevirirse onun hakkı dar bir geçimdir, sıkıntılı ve mutsuz bir yaşantıdır.

İnsan, evrenin her köşesine yerleşmiş olan sayısız âyetleri bakmalı, onların üzerinde düşünmeli, sonra da onların Rabbini hatırlamalı.

Müslüman, Allah’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah’ın ve O’nun uluhiyyetini (ilâhlığını) tekrar aklına getirir.   

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (8 Enfal/2. Ayrıca bkz: 22 Hacc /35)

Bir başka âyette, Allah’ın adı anıldığı zaman mü’minlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor. (32 Secde/15) 

Mü’minlere Allah’ın âyetleri zikredildiği zaman, onların kalbleri bu âyetlere karşı kör ve sağır olmaz. (25 Furkan /73)  Halbuki inkârcılar, kendilerine âyetler hatırlatıldığı zaman, hatırlatılan şeyden (zikirden) öğüt almazlar, zikr’i hatırlamak istemezler. (37 Saffat /13)  

Kendilerine Allah’ın âyetleri zikredildiği zaman sırtlarını  dönenler zalimlerdir. Onların kalpleri üzerinde Hakk’ı anlamalarına engel bir perde vardır. (18 Kehf /57)

Alış-verişler ve ticaretler Allah’ı zikretmeyi unutturmamalı. ( 24 Nûr /36-37. 63 Münafikûn /9) 

Kur’an’ın uyarılarınıve Rabbinin âyetlerini idrak edenler Allah’ı zikretmenin gereğini yaparlar:

اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿191﴾

“Onlar, ayakta iken, oturuken, yan yatarken, Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı konusunu düşünürler (ve derler ki :) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.”   (3 Âli İmran/191) 

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ve ölü gibidirler.”  (Buhârî, Daavât/ 67) 

Öyleyse diri kalmak için sürekli Allah’ı hatırlamak gerekiyor.

Peygamberimiz (sav)’den şöyle rivayet olunmuştur:

“Allah (cc) şöyle buyurmuştur: “Ben kulumun Beni sandığı gibiyim ve Bana dua ettiği zaman onunlayım. Kim beni kendi nefsinde zikrederse (anarsa), ben de onu kendi nefsimde anarım. Kim beni kalabalıkta zikrederse, ben de onu, ondan daha hayırlı bir kalabalıkta zikrederim...”  (Müslim, Zikir/2-21 no: 2675. Buhârî, nak. M. İbni Kesir, 1/142)

Levh-i Mahfuz’dan ‘zikr’  olarak indirilen Kur’an âyetleri, insanlara Allah’ı hatırlatan ilâhí belgedir. Öyleyse en büyük ‘zikir’ Kur’an’dır ve O’nu okumak, O’nunla meşgul olmak, O’nun ilkelerini hayat uygulamak, O’nun çizdiği sınırlar  korumak, O’nun hükmüne uymak; en güzel zikir’dir.

Zikrin tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar.

İşte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır. 

Rabbimiz buyuruyor ki:

اِنَّن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي ﴿14﴾

 “Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (20 Tâhâ/14)

                ﴾ اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿45﴾

“... Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür...” (29 Ankebût /45) 

Aslında zikir ibadetinin bir sonu yoktur. Kur’an;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ ﴿41﴾ وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿42﴾

“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33 Ahzab /41-42) buyuruyor.

Zikir de Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. 

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ ﴿36﴾

“Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır. (43 Zuhruf/36)

Zikir takvaya ulaştırır, takvayı öğretir, takvaya arkadaş eder. Zikir şuurları diri tutar, gönülleri gafletten korur.

Zikir ilaçtır, zikir iksirdir, zikir ab-ı hayattır, zikir canlara can katan merhemdir.

Zikir yoksullukları kanaat zenginliğine, yalnızlıkları ebedi ve bitmez dostluğa, mahrumiyetleri ilâhí ilgiye dönüştürür.

Zikir dünyalık korkuları giderir, endişeleri umuta çevirir, hayalleri götürür; onun yerine solmaz gerçekleri yerleştirir.

Zikir boş kuruntular (ümniyye) yerine  Allah’ı bilme, takdir etme ve O’ndan isteme cesareti arama ümidini verir.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ ﴿28﴾

 اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ ﴿29﴾

Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

İnanan ve sâlih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır. (13 Ra’d 28-29)

 

-Tesbih:

Tesbih ibadeti hem iman tazelemedir, hem de önemli bir zikirdir.

‘Tesbih’, ‘sebh’ fiilinden türemiş bir kelimedir. ‘Sebh’ sözlükte; havada ve suda hızlı hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek demektir.

Kavram olarak ‘tesbih’;  Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek (uzak tutmak)tır.

‘Tesbih’; Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, hızlı bir şekilde ‘sübhanellah’ demek ve O’na ibadet etmektir. Bu bir çeşit Allah’ı zikirdir.

‘Tesbih’;  Allah’ı, kutsal yüceliğine layık olmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir.

Allah (cc), ‘Sübhan’dır:

لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿22﴾

“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmiıti. Arşın sahibi Allah-Sübhan’dır, onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.” (21 Enbiyâ/22. Ayrıca bkz: 37 Saffât/180, 12 Yûsuf/108. 17 İsrâ/1, 93, 108. 27 Neml/8. 28 Kasas/68. 43 Zuhruf/13. 68 Kalem/29)

Canlı veya cansız varlıklar Allah’ı tesbih ederler:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا ﴿44﴾

 “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz de onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (17 İsrâ/44)

Arşın etrafını çevirmiş melekler Allah’ı sürekli tesbih ederler. (39 Zümer/75). Bir kısmı da hem Allah’ı tesbih ederler, hem de bununla beraber yeryüzünde olanlar için istiğfar ederler. (42 Şûrâ/5)

Allah’ın yanında bulunanlar da Allah’ı tesbih ederler. (41 Fussilet/38. 7 A’raf/206)

Yerde ve gökde olan bütün yaratıklar Allah’a tesbihte bulunurlar.  (57 Hadid/1. 59 Haşr/1, 24.  61 Saff/1. 24 Nûr/41. 62 Cuma/1. v.d.)

Aklı ve iradesi olmayan bütün varlıklar Allah’ı tesbih ettiğine göre, aklı olan ve kâinatın efendisi kılınan insanın da bunu yapması gerekir. O bunu yaparsa varlığı anlamış, varlıkla barışmış, varlıktaki ahenkli koroya katılmış olur.

 

4-Fıtratla buluşma

İnsan kendi aslıyla buluşabilmek, fıtratına yabancılaşmamak için ibadet etmelidir.

‘Fıtrat’ kelimesinin kökü ‘fatr’dır. ‘Fatr’ sözlükte, uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, icat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek anlamlarına gelir.

Fıtrat ise; yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlışa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi manaları vardır.

Bu masdarın fail (özne) ismi olan ‘Fâtır’, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Bunun anlamı, yerleri ve gökleri ilk defa Yaratan demektir.

         اَوْ خَلْقًا مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يبًا ﴿51﴾

“Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz.)” Diyecekler ki: “Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?” De ki: “Sizi ilk defa yaratan...” (17 İsrâ/51)

‘Fatr’ ilkin yaratmaya başlama demektir ki, ‘ibda’ (yoktan var etme) fiilinden sonraki aşamadır. Bu bakımdan Kur’an ‘fatr’ fiilini her zaman Allah (cc) hakkında kullanmaktadır. (43 Zuhruf/27. 21 Enbiya/56. 20 Tâhâ/72)

‘Fatr’ veya ‘fıtrat’ ilk yaratılışı ifade ettiği gibi, devam eden bir yaratılışı da anlatır. ‘Fatr veya fıtrat’, bir şeyi yoktan ve örneksiz var etmek ve onu, belli bir hedefe doğru açıp-ortaya koymak, dal budak saldırmaktır. Bir cisimden başka bir cismin meydana gelmesi, ona ait tohumun yarılıp açılmasından, filizlenip büyümesinden meydana gelir. Gelişen o canlı tekrar tohuma dönüşmekte, tohum tekrar filizlenip aynı cins canlının neslinin devamını saılamaktadır.

Bu sürekli oluşum bir ‘fatr’ olayıdır. Bunu Yaratan da ‘el-Fâtır’ olan Allah (cc)tır.

Kâinattaki bütün varlıklar Allah’ın kendileri için var ettiği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz.

         فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿30﴾

“O halde yüzünü, Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değişme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (30 Rûm/30)

Bu âyette geçen ‘fıtrat’ın insandaki inanma ve ibadet etmeye meyli ve kabiliyeti anlamına geldiği söylenmektedir. Buradaki maksat, her kişinin kendine ait özelliği değil, bütün insanların insan olarak yaratılışlarındaki esas ve hepsinde ortak olan genel yaratılıştır.

İnsan bedenine ait bütün organlar ve organların görevleri bir fıtrattır. Gözün iyi görmemesi, kulağın iyi duymaması sonradan gelen bir arızadır

Bunun gibi Allah (cc) bütün insanları kendine inanma ve ibadet etme, verdiği nimetlere şükretme kabiliyetinde ve bunlara meyilli olarak yaratmıştır. Kalbin görevi bütün organlara hakim olarak, onları Allah’ın emrine tabi kılmasıdır. Bu da bir ‘fıtrat’tır.

İnsan ve ona ait organlar fıtrat üzere kaldıkları sürece, Allah’a teslim olurlar. Eğer onlara dış etkenler tesir etmezse, onların fıtratında Âlemlerin Rabbine teslimiyet vardır.

İslâm fıtratın dinidir. islâm, fıtrat olarak Allah’a teslim olma kabiliyetinde yaratılan organların bu teslimiyetlerini sağlar. Ancak, hayatına İslâmın hakim olmadığı kimseler şeytanın saptırmasıyla bu kabiliyetlerini ters yönde kullanırlar.

 

İslâma göre inanmanın ve ibadet etmenin iki kaynağı vardır :

Birincisi insandaki bu fıtrat’tır. İnsanın tabiatı Allah’ın dini İslâmı kabul etmeye, onu uygulamaya, Allah’ın emirlerine uymaya; kısaca yalnızca Allah’a ibadet etmeye uygundur. Allah (cc) insanın aslını böyle temiz ve saf kılmıştır.

İnanmanın ve ibadet etmenin ikinci kaynağı, insanın kendi çabasıyla ve iradesiyle inanması ve kendi arzusuyla ibadet etmesidir.

Allah (cc), fıtrat’a zıt özelliklerin ve anlayışların bulunduğu yerlerde elçileri aracılığıyla Din gönderir ve insanları öz fıtratlarına uygun davranmaya çağırır.

İnsanın kendi fıtrat’ına uygun olarak Allah’ı bir bilip O’na kulluk etmesi de ‘hanif’liktir.

Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:

“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudí, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslümansalar, çocuk ta müslüman olur.” (Buhârî, Cenaiz/80, 93. Müslim, Kader/22 no: 265. Ebu Dâvud, Sünnet/18 no: 4714. Tirmizî, Kader/5 no: 2138.  Ahmed b. Hanbel, 2/233, 435.)

Bütün insanlar saf, temiz, İslâma meyilli bir şekilde yaratılırlar. Ancak onu eğitim, çevre ve dış etkenler değiıtirir, fıtrattan uzaklaştırır.

İslâm, insanı asıl fıtratına davet eden, fıtratının gereıini yapmasını sağlayan ilâhí dindir. Kendi fıtratlarını yeterince tanıyanlar, Allah’ı bırakıp başka tanrılara tapınmazlar. Allah’a itaat edenler fıtratlarının gereğini yaparlar. Ya da onlar fıtratlarıyla buluşurlar. Bu da insanın kendi kendine yabancılaşmasını önler.

İslâmda cihad ibadeti insanları bu fıtratla yüzyüze getirme çabasıdır.

İnsanlar, güzel, doğru, Hakk’a uygun, adaletli, isabetli iş yapıyorsalar, merhametli ve iyiliksever iseler, hatalarından dolayı pişman oluyorlarsa, insanları, hayvanları, tabiatı, çocuklarını, düşkünleri seviyorlar, ana-babalarına ve başkalarına iyilikte bulunuyorlar ise; fıtratlarının gereğini yapıyorlar demektir.

Bunların tersi fıtrata ters düşmektir.

Tam burada insanın ezeli sözleşmesini hatırlamak gerekiyor. (7 A’raf/171)

İnsanın fıtratı ezelî söyleşmeye uygundur. Ya da ezelî sözleşme insanın fıtratında saklıdır.

İslâma davet bir anlamda insanları kendi gerçeklerine davet, Allah’a kulluk, güzel davranışlarda bulunmak, Rabbi tanıyıp O’na itaat; fıtratla buluşma, fıtratla aynileşmedir.

 

5-Emâneti taşıma görevi

Allah’a ibadetin bir başka gerekçesi insanın ‘emanet’ görevini yüklenmesidir. Bu bir anlamda ezelî sözleşmeye benzer.

‘Emânet’ kelimesinin aslı ‘emn’ köküdür. ‘Emn’ sözlükte, güvenmek, korku ve endiþeden emin olmak, ruhun sükûnet bulması anlamına gelir.

Aynı kökten gelen ‘iman’, inanma, Allah’ın gönderdiği inanç ilkelerinin doğru olduğundan emin olma, ‘mü’min’ ise, iman eden demektir. 

Istılah olarak ‘emânet’ insanın güvenilir olması, kendisine bir şeyin korkusuzca teslim edilebilir olması demektir. Bunun anlamı şudur: Emânet, -maddi olsun  manevi olsun-, bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle başkasına teslim etmek ve aynı gönül huzuru ve eminlikle geri almaktır.

‘Emânet’ ayrıca, güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak bırakılan şeydir.

‘Emânet’ kişinin bulunduğu yere, imkanlara, yetkilere göre bir anlamda sorumluluktur. 

         اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿58﴾

“Hiç şüphe yok ki Allah (cc), size emânetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah (cc) size öğüt veriyor! Doğrusu Allah (cc) işitendir, görendir.” (4 Nisâ/58)

İnsanın yüklendiği emânet nedir ?

         اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ ﴿72﴾

“Gerçek şu ki, biz emâneti göklere, yere ve dağlara sunduk ta onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; insan onu yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok câhildir.” (33 Ahzab/72)

Emânet nedir ?

‘Emânet’in kelime anlamında görüldüğü gibi ‘emanet’ olayında iki taraf söz konusudur. Birisi, kendisine güvenilen, itimat edilen, emin olan taraf; diğeri de ona herhangi bir şeyi gönül huzuruyla, güvenerek veren taraf.

Emâneti veren de, kendisine emanet edilen de bu işin şuurundadır. Böylece şuurla, birbirine güvenen iki taraftan birinin diğerine ‘korunması için bıraktığı şey’ bir ‘emânet’ olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buradaki ‘emânet’; Tevhid kelimesi ve gereği, akıl, kulluk veya Allah’a itaat, İslâm’ın insanlara teklifleri, kulluk, ruhí ve bedení kabiliyetler, ma’rifetullah, Allah’ın insanlara gönderdiği hak din ve onun yüklediği görevler, insanın yeryüzündeki halifeliği, emir ve yasaklar, adaleti yerine getirme, doğruluk (emin olma) şeklinde anlaşılmıştır. 

Emânet olayının farkında olan ve onu gereği gibi koruyan mü’minler, emanete hıyanet etmedikleri için ‘zalim ve cahil’ değildirler.

‘Emânet’ kelimesindeki karşılıklı eminlik özelliğinden hareketle diyebiliriz ki, ‘emanet’i ancak şuurlu ve akıllı insan taşıyabilir. Akılsız, şuursuz, iradesiz varlıkların bu emaneti yüklenmeleri mümkün değildir.

İnsanın yüklendiği bu ‘emânet’, onun dünya hayatının sırrıdır, oluş sebebidir. Varlık, insanın emaneti taşıyıp taşımadığına göre bir anlam kazanmaktadır. İnsan, ‘emânet’in gereğini yapıp-yapmamakla denenmektedir.

İnsan önce Rabbine, sonra kendine, sonra da diğer insanlara karşı ‘emin-güvenilir’ olmak görevindedir. 

 

6-Hayatın düzeni (mizan-denge)

İbadet etmenin beşinci gerekçesi hayatın dengesini kurabilmek, kaostan düzene, bedbahtlıktan huzura, şekavetten saadete, ilkesizlikten nizama, gayesizlikten ulvi bir hedefe ulaşmak amacıdır.

وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ ﴿7﴾ اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ ﴿8﴾

“(O Allah) göğü yükseltti ve mizanı koydu. Tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmayın.” (55 Rahman/7-8)

Buradaki dengeyi tabiattaki denge olarak anlamak mümkün olduğu gibi, hayatın her alanındaki denge olarak da anlamak mümkün. Adaleti gözetmekten, ölçülü davranıp davranışşlarda dengeyi sağlamaya, haramlardan kaçınıp vücut dengesini sağlamaya, suçlardan uzak kalıp toplum dengesini korumaya kadar uzatabiliriz.

 

7-Allah (cc) ibadete layıktır

Şüphesiz ki müslümanların inandığı Allah (cc), yani âlemlerin Rabbi, ibadet edilmeye layıktır. Zira O mutlak yaratıcı, rızık verici ve sonsuz iyilik edicidir. Her şeyi bilendir, her herden haberdar olandır, insanın iyiliğini bilendir.

Allah’a kullukla ve O’na şükretmekle doyan (tatmin olmuş) bir nefse Allah (cc) şöyle hitap etmektedir:

يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ ﴿27﴾ اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ ﴿28﴾ فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ ﴿29﴾ وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي ﴿30﴾

“Ey tatmin olmuş (doymuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici (razı) ve hoşnut edilmiş (razı olunmuş) olarak dön. Artık ‘kullarımın’ arasına katıl. Cennetime de gir.” (89 Fecr/27-30)

 

8-Allah rızasını kazanmak için

Her müslüman Allah rızasını kazanmak amacıyla ibadet eder. Rabbinin razı olmasını, razı olduğu amelleri işlemeyi arzu eder. Tıpkı Süleyman (as) gibi dua eder.

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ ﴿19﴾

“Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın sâlih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!” (Neml 27/19)

İman ehli şöyledir:

... قَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ اِنّ۪ي تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّ۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿15﴾

 “... Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın sâlih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf 46/19)

Müslüman Allah’ rızasını kazanmak için malını O’nun yolunda infak eder.

وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ ﴿17﴾ اَلَّذ۪ي يُؤْت۪ي مَالَهُ يَتَزَكّٰىۚ ﴿18﴾ وَمَا لِاَحَدٍ عِنْدَهُ مِنْ نِعْمَةٍ تُجْزٰىۙ ﴿19﴾ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِ الْاَعْلٰىۚ ﴿20﴾ وَلَسَوْفَ يَرْضٰى ﴿21﴾

“Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır. O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar). Ve o (buna kavuşarak) hoşnut olacaktır.” (Leyl 92/17-21)

Allah rızası için infak edenlerin durumu bol ürün veren bahçe gibidir.

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿265﴾

“Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Bekara 2/265)

Allah (cc) dinde ikili oynayan münafıklar hakkında şöyle buyuruyor:

يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ وَاللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿62﴾

“Sizi razı etmek için, Allah’a yemin ederler. Eğer gerçekten mü’min iseler (bilsinler ki), Allah ve Resûlü’nü razı etmeleri daha önceliklidir.” (Tevbe 9/62)

Mü’minler Allah rızasını ararlar.

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ ﴿207﴾

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (Bekara 2/207)

لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا ﴿114﴾

“Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisâ 4/114)

 

9-Cenneti kazanmak ümidi

Âhirette herkes bu dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekilecek. Yani herkesin yaptığı karşısına gelecektir. Burada iman edip iyi işler yapanlar, ayelemlerinde hayrı önceleyenler, amellerinde Allah rızasını isteyenler, hesaptan kurtulup mükafat yeri cennete gidecekler.

Allah elbette ibadete layıktır, ibadet aynı zamanda kulun kulluk ve şükür borcudur. Müslüman ibadet ederek hem kulluk görevini yerine getiri, hem Hesaptan kurtulmayı hedefler, hem de ahirtet mutluluğu olan cenneti ümit eder.

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿11﴾

“Allah, inanlara Firavun'un karısını misal gösterir: O: "Rabbim! Katından bana cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun işlediklerinden kurtar; beni zalim milletten kurtar" demişti.” (Tahrim 66/11)

اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿32﴾

“Melekler, onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” derler.” (Nahl 16/32)

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ ﴿8﴾

“Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Mü’min 40/8)

وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ ﴿23﴾

“İman edip ve sâlih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedî kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki esenlik dilekleri “selâm”dır.” (İbrahim 14/23)

 

Hüseyin K. Ece

20.10.2009

Zaandam