Kur’an’da sekiz şey (amel-eylem) Allah (cc) yoluna (fî-Sebîlillah’a) nisbet ediliyor.
-Allah’ın yolu (sebîlullah)
Sebîl, üzerinde kolayca yürünen yol, işlek yol, çıkar yol anlamındadır. hayır ya da şer olsun herhangi bir şeye aracı olmada, ulaşmada veya erişmede vasıta edinilen her tür şey için kullanılır.[1]
Sebîl kelimesi Kur’an’da farklı kullanışlarla beraber 176 yerde geçmektedir. Bunlar ‘yol’,’bilinen yol’, ‘senin yolun’, ‘bizim yolumuz’,’onun yolu’, ‘onların yolu’, ‘yol oğlu’, ‘benim yolum’, ‘yollar’, rabbinin yolu ve ‘bizim yollarımız’, ‘sebîlullah-Allah’ın yolu şeklinde geçiyor.
Sebîl kelimesi Kur’an’da 21 yerde “sebîlillah-Allah’ın yolu” (Mesela; Âli İmran 3/99. A’raf 7/45, 86. Enfal 8/36, 47. Hûd 11/19. İbrahim 14/3. Nahl 16/88, 95 v.d.),
kırkbeş yerde “fi-sebîlillah-Allah’ın yolunda” ,
onbir âyette “sebîlihî-O’nun yolu” (Mesela bak: Mâide 5/35. En’am 6/117, 153. Tevbe 9/9, 24. Nahl 16/125),
iki âyette de “sebîlî-benim yolum” (Âli İmran 3/195. Mümtahane 60/1) şeklinde geçiyor.
Sebîl kelimesi, ‘el=belirleme’ takısıyla (es-Sebîl şeklinde) geldiği zaman belirli bir yol, yani Allah’ın insanları davet ettiği yol, dosdoğru yol (sırat-ı müstakim), hidâyet yolu, yani İslâm dini anlaşılır. (Mesela bak: Nisâ 4/44. Furkan 25/17. Neml 27/24. Ahzâb 33/4. Zuhruf 43/37. Mü’min 40/37. Ra’d 13/33. Mâide 5/12, 35, 60, 77. Nahl 16/9)
-Allah’ın yoluna nisbet edilen eylemler
Şimdi Allah yoluna (fi-sebîlillah’a) nisbet edilen eylemleri (amelleri) görelim.
1-Hicret
Hicret sözlükte kişinin bir yerden göç yoluyla ayrılması anlamına gelir. Bu ayrılma beden ile olabileceği gibi, dil ile veya kalb ile de olabilir. (Müzemmil 73/10. Nisa 4/34)
Terim olarak Hicret; hz. Muhammed'in (sav) ve Mekkeli müslümanların milâdî 622 yılında, yani peygamberliğin onüçüncü yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleridir.
İslâm tarihinde ve Peygamberimizin hayatında kuşkusuz en önemli olay Hicret’tir. Çünkü bu olay İslâmî tebliğde bir dönüm noktasıdır, İslâm toplumunun var olmasına açılan kapıdır, baskıdan kurtulan müslümanların dirilişi ve güçlü bir yapı olarak ortaya çıkışıdır.
‘Hicret’, imanın, Allah’a ve Peygamber'e bağlılığın, Allah yolunda (fi-sebilillah) fedâkarlık yapmanın, yalnızca Allah rızasını seçmenin, bir göstergesi; küfre ve onların azgın temsilcilerinin hükmüne boyun eğmemenin, iman uğruna her zorluğu göze almanın destansı ifadesidir. Peygamberle birlikte bu destanı yazan güzel insanlara Kur’an “Muhâcir” diyor ve onları övüyor. “İman edenler ve hicret edip Allah yolunda (fi-sebîlillah) cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah, Ğafûr (çok bağışlayıcıdır), Rahimdir çok merhametlidir).” (Bekara 2/218. Bir benzeri. Tevbe 9/20, 100)
Bir başka âyette benzer ifadelerle Allah yolunda (fi-sebîlillah), yani yalnızca Allah rızası için hicret ve cihad edenler, onlara Medine’de yardımcı olan “Ensar” methediliyor ve onların birbirlerinin gerçek velisi (dostu ve yardımcısı) olduğu söyleniyor. (Enfal 8/72, 74)
Bu üç âyet öncelikle Peygamber’in (sav) işaretiyle, İslâmı özgürlük içinde yaşayabilmek için Yesrib’e göç eden sahabeleri anlatmaktadır. Ki onlar Allah yolunda hem hicret ettiler, hem de cihad ettiler. Yani ellerinden geldiği kadar İslâm uğruna çaba gösterdiler, Peygamber’e ve davasına yardımcı oldular. Onlar şüphesiz ki bu ümmetin en hayırlılarıdır.[2]
Bununla birlikte bu âyetlerde geçen hicret, muhâcir ve ensar terimlerinin taşıdığı anlamlarından hareketle müjde; “zulüm ve baskıdan kaçıp da Allah yoluna bağlananlara” kuçak açıp yardım eden bütün müslümanları içine alıyor diyebiliriz.[3]
fi-Sebîlillah hicret ettikten sonra bir sebeple ölen veya Allah yolunda şehit olanlar şüphesiz en güzel rızıkları kak ederler. (Hac 22/58) “Allah yolunda öldürülenler..” ifadesi Hac Sûresi’nin 39-40. âyetlerinde söz konusu edilen, dinlerini ve özgürlüklerini korumak üzere verilen savunma savaşı izniyle bağlantılıdır. Kur’an bu uğurda fedakârlıkta bulunanları, canları ve mallarıyla bu yolda çaba sarfedenleri övmektedir. Bu onlar için yüksek bir şeref ve mükafat sebebidir. (Nisâ 4/95-96) Dahası ister ilk nesil olan sahabelerden, isterse sonraki nesillerden, kim sadece Allah yolunda hicret etmeye mecbur kalırsa onun mükâfatı Allah’a aittir. (Nisâ 4/100)
Allah (cc) kendi rızası için hicret edenleri, ülkesinden çıkarılanları bir de “benim yolumda (sebilî)” kelimesi ile anlatıyor. (Âli İmran 3/195)
Kur’an, Allah yolunda hicret edinceye kadar inkârcıları veli (candan dost-müttefik) edinmeyi yasaklıyor. Zira hicret özellikle Mekke’den Medine’ye hicret imanın, Allah ve Rasûlü’nün tarafını seçmenin göstergesi idi. (Nisâ 4/89)
Kur’an, kimlerin sahabelerin dostu, yakını, sırdaşı, müttefiki olduğunu şöyle açıklıyor: «Ve daha sonra iman edip hicret edecek ve sizinle birlikte cihad edecek (üstün çaba gösterecek) kimselere gelince: İşte onlar da sizlerdendir…» (Enfal 8/75)
Yani onlarla sizin arasında dostluğun da ötesinde bir velâyet (velilik) hukuku oluşur. Bunun gereği olarak birbirinize din konusunda müttefik, sırdaş ve yardımcı olmanız gerekir.[4]
Mekke’den Medine’ye Hicret yükümlülüğü Mekke’nin fethiyle bitmiştir. Ancak İslâmın ilk gününden beri hicret terimi aynı zamanda manevi bir anlam da taşımaktadır. Bu da "kötülük ve zulüm diyarından uzaklaşmak" ve "Allah'a yönelmek"tir. Bu tanım hem ilk muhâcirleri, hem de her türlü kötülüğü terk ederek “Allah'a hicret eden” sonraki zamanların bütün müminlerini kapsar.[5] Bu bakımdan hicretin manası, onun gerekliliği ve faydaları kıyâmete kadar devam edecektir. Müslümanlar İslâmı yaşama konusunda baskıya, işkenceye, dayatmaya uğradıkları zaman, Allah’ın geniş yeryüzünde İslâmı yaşayabilecekleri bir yere göç edeceklerdir. Kendi içlerinde, gönüllerde sürekli bir şekilde kötüden iyiye doğru, eksiklikten tekâmüle doğru manevi hicreti sürekli yaşayacaklardır.
Görüldüğü gibi hicretten bahseden âyetlerin çoğunda o Allah yoluna (fi-Sebîlillah’a) nisbet ediliyor. Buna göre bir kimsenin -müslüman olsa da-, dünyalık bir amaç bir yerden bir yere göç etmesi ‘hicret” değildir. Hicretin; ister mekan değiştirmek, ister kötülükten iyiliğe doğru tekâmül etmek olsun, Allah rızası için olması gerekir.
2-İnfak
Kur’an’da ‘infak’, yetmişe yakın âyette genel anlamda ‘harcama yapma’ manasında kullanılıyor. Gerek hayırlı işler, gerek kötü işler için harcamak olsun.
Dinî ve ahlâkî bir terim olarak ‘infak’ genellikle; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmasıdır. Helâl yollarla elde edilen malı, ihtiyaca ve dinin uygun gördüğü yerlere sarfetmektir.
İnfak, her türlü meşru ve faydalı harcamaları ifade eder. Dolayısıyla Allah yolunda (fi-Sebîlillah) yapılan bütün harcamalar infaktır.
Kur’an pek çok âyette “Allah’ın size verdiklerinden Allah yolunda infak edin” diyor. Burada mülkün Allah’a ait olduğu, o mülkte muhtaçların hakkı olduğu, iman edenlerin infakla imtihan edildikleri vurgulanıyor. Bunun yanında infakın mutlaka fi-Sebilillah, yani Allah rızası için olması gerektiği hatırlatılıyor.
“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bekara 2/254. Bir benzeri: İbrahim 14/31
Kur’an mü’minlerin bir özelliği olarak; “onlar Allah’ın kendilerine verdiklerinden O’nun yoluna infak ederler” diyor. (Mesela bak: Kasas 28/54. Enfal 8/3. Bekara 2/3. Hac 22/35. Âli İmran 3/134. Şûrâ 42/36-39. Fâtır 35/29-30)
Bunun yanında “Mallarını (imkanlarını) Allah yolunda (fi-Sebîlillah) harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir.” (Bekara 2/261)
Allah yolunda yaptıkları harcamlardı başa kakmayanlar, yani bu sırf Allah rızası için yapanların ödülü Allah’ın yanındadır. (Bekara 2/262) Mü’minler Allah yolunda (fi-Sebilillah) infak etmeye çağrıldıkları zaman cimrilik etmezler, bu çağrının gereğini yaparlar. (Muhammed 47/38) Çünkü Allah (cc) kendi yolunda yapılan harcalamaların karşılığını eksiksiz sahibine geri ödeyeceğine söz veriyor. (Enfal 8/60)
Allah (cc) infak emri karşısında terddüt edenlere, yavaş davrananlara soruyor: “Ne oluyor size ki, Allah yolunda (fi-Sebîlillah) harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır...” (Hadid 57/10)
Görüldüğü gibi Kur’an, infakın yalnızca fi Sebîlillah, yani Allah yolunda, O’nun rızası için olmalıdır diyor. Gösterişş için, dünyalık bir çıkar beklentisi için, utanıldığı için, insanlara kükmetmek için yapılan hiç bir harcama infak olmadığı gibi, makbul da değildir.
3-Cihad
Kur’an’da türevleri ile birlikte 40 kadar yerde geçen ‘cihad” kelimesinin kökü ‘cehd’ veya ‘cühd’dür. Bu da kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir. ‘Cihad veya mücahede’, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir. Bu düşmanın insanın içinde veya dışında olması farketmez.
Terim olarak “cihad”; dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği tavsiye edip kötülüklerden sakındırmaya çalışmak, İslâmı tebliğ, nefse ve dış düşmana karşı mücadele vermektir. “Cihad”, fikirsel planda başlar, nefsin ve şeytanın kandırmalarıyla direniş olarak devam eder, Allah yolunda çaba ile gelişir, müslümanların yaptığı haklı fiili savaşa (kıtale) yardımcı olmaya, bu yolda infak etmeye kadar uzanır.
Allah yolunda yapılan bütün çalışmalar, Allah’ın adı yükselsin diye gösterilen gayretler, O’nun dini İslâmı savunma için ortaya konan çabalar ‘cihad’tır. Mü’minin, Allah tarafından kendisine verilen beden, mal ve zihinsel imkanları Allah yolunda harcaması, İslâm yolunda kullanması ‘cihad’tır.
Kur’an’da bu anlamda geçen cihad tümüyle Allah yoluna (fi-Sebîlillah’a) nisbet edilir. Özellikle de mal ve nefis kelimeleri ile birlikte kullanmaktadır. Cihad mü’minlerin bir özelliği olarak hem Medenî sûrelerde, hem de Mekkî sûrelerde yer alır. (Mesela bak: Nahl 16/110. Hac 22/78. Furkan 25/52. Ankebût 29/69. Hucurât 49/15 v.d.)
Medine’de inen âyetlerde cihad bu anlamını korumakla beraber, giderek davet uğruna, Allah yolunda daha çok çalışma, daha çok fedakârlık yapma, haklı savaşlara daha yoğun destek olma, savaşa katılma zorunlu olursa savaşta da elinden geleni yapma manasını kazanmıştır.
Kur’an iman edenlere; “Allah yolunda (fi-Sebîlillah) cihad edin, ilay-i kelimetullah (İslâm) uğruna üstün çaba gösterin, gayret edin, Allah yolunda fiilen savaş varsa onlara destek ve yardımcı olun” diye emrediyor. (Mâide 5/35) Bir âyette “Allah yolunda cihad edin” emri, “yeri gelince Allah için seferber olun” emri ile birlikte geliyor. (Tevbe 9/41)
Bazıları isterlerse hidâyet şerefi terkedebilirler. Buna kendileri karar verirler. Ama hidâyet onların yerine başkalarına nasip olur. Allah (cc) onların yerine bunu, kendi yolunda (fi-Sebîlillah) cihad eden, kınayanın kınamasından korkkmayanlara lutfeder. (Mâide 5/54)
Kur’an bir kaç âyette hicret edenlerle cihad edenleri birlikte anıyor ve övüyor. Derecelerinin yüksek olacağını, Allah katında bol rızık bulacaklarını haber veriyor. (Mesela bak: Tevbe 9/20. Bekara 2/218. Enfal 8/72, 74)
Allah yolunda cihad etmek, çalışmak, fedakârlıktan bulunmak, malı ve canı bu yolda seferber etmek Kabe’yi onarmak gibi değildir. Kur’an böyle zanneden ve imandan yüz çeviren müşriklerin yanıldıklarını söylüyor. (Tevbe 9/19)
Cihad emir bir âyette Allah için (fillah) şeklinde emrediliyor. (Hacc 22/78) Şüphesiz “Allah yolunda” demek ile “Allah için” demek arasında fark yoktur.
Allah yolunda cihad iman edenleri elim bir azaptan kurtaracak muhteşem bir ticarettir. (Saff 61/10-13) Gerçek müslümanların en önemli özelliği de iman ettikten sonra bu imanları uğruna mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeleri, yani yoğun çalışma yapmalarıdır. (Hucurât 49/15)
Münafıklar, yani dinde ikili oynayanlar Peygamber ile yorucu sefere çıkmaktan ve Allah yolunda (fi-Sebîlillah) cihad etmekten hoşlanmadılar, hoşlanmazlar. (Tevbe 9/81)
Kur’an zekât verilecek kimseler arasında «Allah yolunda (fi-Sebîlillah) çalışıp cihad edenleri de sayıyor. (Tevbe 9/60)
İslâmda önemli bir ibadet ve kulluk görevi olan cihad da Allah rızası için, yani fi-sebîlillah olmalıdır. Bu amacın dışına çıkan, ancak adına insanların cihad dediği şeyler Kur’an’ın kasdettiği cihad olmaz. İnsanların kendi kendilerini avuttukları iddialar olur.
4-Seferber (nefr olmak)
Nefr, yani seferberlik de Allah yoluna nisbet ediliyor: “Ey iman edenler! Size ne oluyor ki, “Allah yolunda (fi-Sebîlillah) seferber (nefr) olun” denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını Âhirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası Âhiretin yanında pek azdır.” (Tevbe 9/38) Arkasından böyle yapanlar için apaçık bir tehdit geliyor: “Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız (nefr olmazsanız)...” (Tevbe 9/39) Âyetin Hicri 9. yılda zor bir zamanda ve zorlukla yapılan Tebuk seferine gönülsüzce katılanlarla ilgili olduğu söylenmiştir.
Kur’an'da şöyle deniyor: “Ey iman edenler! (düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi alın da savaşa bölük bölük çıkın, ya da topluca seferber olun.” (Nisâ4/71) Burada nefr olun emri, savaşa hazırlıklı olun, ya da -gerekirse- savaşa birlikte çıkın şeklinde anlaşılmış. Nitekim bu bir başka bir başka âyette de açıklanıyor. (Tevbe 9/41)
İhtiyaç olduğu zaman fakir zengin, gönüllü gönülsüz, genç yaşlı, yaya veya binekli olarak Allah yolunda seferber olmak Allah’ın emridir. İslâm toplumunun kendisini savunma noktasında bu çok önemlidir. Bu öneminden dolayı Allah (cc) yukarıdaki âyette bu işi hafife alanları kınamaktadır. (Tevbe 9/38)
Düşmanlara karşı hazırlı olmak, bunun için Allah yolunda infak ve cihad etmek, yani hem harcama yapmak hem de eldeki bütün imkanlarla çalışmak, sonra da gerekirse bölük bölük, ya da topluca seferber olmak anlamındaki nefr olmak da fi-Sebîlillah'a (Allah yoluna) nisbet ediliyor. Bu amacın dışında olabilecek harcamalar, çabalar, kahramanlıklar gösterişten öteye geçmez. Asabiye uğruna yapılan yatırımlar ve çalışmalar, hamasî çabalar, dünyevî bir çıkar için ferdi ve toplu hareketler, eylemler Allah katında bir değer kazanmazlar.
Seferber (nefr) olmak hakkındaki âyetler özelde Tebuk Seferiyle ilgili olsa da mesajı ve hükmü geneldir. Zira düşman tehlikesi her zaman vardır. Buna karşı müslümanlar da her zaman uyanık; ihtiyaç halinde, şereflerini ve vatanlarını korumak üzere seferber olmaya hazır olmalılar.
5-Kıtal (fiili savaş)
Allah yoluna (fi-Sebîlillah’a) nisbet edilen eylemlerden biri de sıcak (fiili) savaştır.
Kur’an fiili savaş anlamında kıtal (karşılıklı savaş), harb ve nefr (seferberlik) gibi kavramları kullanıyor. Lafzın farklılığı mananın farklılığı demek olduğuna göre cihad bugün bilinen fiili savaş, yani kıtal veya harp değildir.
Allah yolunda kıtal’i (savaşı) emreden âyetler sadece Medenî sûrelerde geçmektedir. (Mesela bak: Bekara 2/190, 193, 244. Âli İmran 3/168. Nisâ 4/76, 84. Enfal 8/39. Tevbe 9/12, 14, 29, 36, 123. Hac 22/39 v.d.)
Kur’an, cihad ve savaş (kıtal) kavramlarını temamen “Allah yolunda (fi Sebîlillah) şeklinde kullanmaktadır. Bu demektir ki İslâm’da cihad veya fiilí savaş, sadece Allah uğruna yapılır. Allah rızasının dışına çıkan bir eylem, ister yoğun bir çalışma, isterse fiilí savaş olsun; o, İslâmın emrettiği bir ibadet (sâlih amel) değildir.
Allah (cc) özelde sahabelere, genelde bütün müslümanlara –gerektiği zaman- Allah yolunda savaşmayı emrediyor. “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda (fi-Sebîlillah) savaşın (kıtal yapın). Saldırgan olmayın. Allah saldırganları sevmez.” (Bekara 2/190)
Fiili savaşa izin veren bu ve benzeri âyetlerde, aşırı gidilmemesi özellikle vurgulanmakta, fiili cihadı amacının dışına çıkılmaması, zulüm ve taşkınlık kesinlikle yasaklanmaktadır. Âyetteki “Allah yolunda” ifadesi savaşa ahlâkına bir vurgudur. Müslümanlar savaşmaya mecbur kalsalar da bunu fi-Sebîlillah yapmalılar. İslâma göre bütün amellerin değeri, onu yapanın niyetine bağlıdır.[6]
Bir âyette genel bir ifade ile müslümanlara –gerekirse- Allah yolunda savaşmaları emrediliyor, yani savunma savaşı yapmalarına izin veriliyor. (Bekara 2/244) Bir âyette de Allah (cc) hz. Peygamber’e Allah yolunda savaşmasını ve müslümanları da buna teşvik etmesini emrediyor. (Nisâ 4/84) Müslümanların müstez’afların (zayıf bırakılmışların) yardım dileklerine, feryatlarına sağır kalmaları, ilgilenmemeleri doğru değildir. Allah (cc) bunu hayret dolu ifadelerle mü’minlere hatırlatıyor. (Nisâ 4/75)
Bedir Savaşında karşı karşı gelen iki gruptan biri şirk düzeni hakim olsun diye, diğeri ise Allah yolunda (fi-Sebîlillah) savaştılar. Bunların her ikisinde de sonraki nesiller için ibretler vardır. (Âli İmran 3/13) Bu aynı zamanda meşru ve haklı savaşın da boyutlarını göstermektedir.
Uhud Savaşı’nda “Gelin, Allah yolunda (fi-Sebilillah) çarpışın; ya da (kendinizi) savunun” denildiği zaman savaşmamak için bahane uyduranlar, yada bu uğurda fedakârlık yapmaktan kaçınanlar o gün imandan çok kâfirliğe yakındılar. (Âli İmran 3/166-167)
Âhiret hayatını ve orada verilecek ödülleri geçici dünya hayatına tercih edenler; burada dünyalık bir çıkar, boş sloganlar uğruna, ibadetle alakalı olmayan hedefler uğruna değil, Allah yolunda savaşmalılar. (Nisâ 4/74)
İman edenler Allah yolunda (fi-Sebîlillah) savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. (Nisâ 4/76) Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. “...Çünkü onlar Allah yolunda (fi-Sebîlillah) savaşırlar, öldürürler veya ölürler...” (Tevbe 9/111)
Kur’an müslümanlara kıtali, yani fiili savaşı da Allah yolunda yapmaları gerektiği hatırlatıyor. Savaş her ne kadar istenmeyen bir şey olsa da bazen kaçınılmaz olur. Buna mecbur kalan mü’minlerin dünyevi çıkarlar, üstün gelmek, başkalarının ülke ve değerleini ele geçirmek, zorla din benimsetmek, ezmek ve hakimiyet kurmak, intikam almak için savaşmamalılar. Ama kendilerini ve vatanlarını, şeref ve dinlerini savunmak, düşman tehlikesini önlemek, zalimlere engel olmak, mazlum ve müstez’aflara yardım etmek, İslâmî davetini önünü açmak, insan haklarını garanti altına almak, barış ve güven ortamını sağlamak için savaşmalılar. Bunu Allah emrettiği, ibadet olduğu ve Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla, yani fi-Sebilillah yapmalılar.
6-Şehâdet
Kur’an şehitliği de Allah yoluna nisbet ediyor. Ancak onlar hakkında “şehit” kelimesini değil; “fi-Sebîlillah ölen ve öldürülenler” sıfatını kullanıyor. Allah yolunda öldürülmek anlamında ‘şehidliğin’ derecesi çok yüksektir. Onlar, canlarını Allah uğrunda, O’nun adının yüce olması (ilay-i kelimetullah), İslâm’ın yücelmesi ve korunması için feda ederler.
“Allah yolunda (fi-Sebîlillah) öldürülenlere “ölü” demeyin: Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında değilsiniz.” (Bekara 2/154. Bir benzeri: Âli İmran 3/169-170. Hac 22/58)
Görüldüğü gibi Kur’an şehitliği belli bir pozisyona veya sadece savaşa bağlamıyor. Bilakis “Allah yolunda ölen veya öldürülen” diyerek genelleme yapıyor. Buna göre kim Allah yolunda çalışırken, cihad ederken, ya da fiilen savaşırken ölürse şehit olur. Böyleleri hayatlarını ve canlarını imanlarına şâhid kıldıkları için şehit adıyla anılmayı hak ederler.[7]
Şehitler Allah’ın rahmetini ve affını kazanırlar. Allah (cc) onların yaptıklarının karşılığını mutlaka verir. Bu da çok üstün bir kazançtır. (Âli İmran 3/157. Tevbe 9/111. Muhammed 47/)
Şüphesiz şehidlik üstün bir makamdır. Allah (cc) bu makamı kendi rızası için (fi-Sebîlillah) çalışırken, cihad ederken (üstün çaba gösterirken) ölen veya öldürülen kimselere vermektedir. Allah (cc) kendi yolunda çalışanları ve bu uğurda canlarını Cennet karşılığı seve seve verenleri bilmektedir. Bazı ölüler hakkında bizim ne dediğimiz değil; Allah’ın o ölüye nasıl muamele edeceği önemlidir. Demek ki gerçek şehitleri yalnızca Allah (cc) bilir.
7-Sıkıntı çekmek
Allah (cc) kendi yolunda sıkıntıya düşenleri ve buna sabredenleri övüyor ve onları sevdiğini söylüyor. “Ve nice peygamber, yanındaki Rabbe adanmış bir çok yiğitle birlikte savaşma durumunda kaldı. Onlarda Allah yolunda (fi-Sebilillah) başlarına gelenlerden dolayı ne yılgınlığa kapıldılar, ne acziyet gösterdiler, ne de onursuzluk sergilediler. Zira Allah sabredenleri, yani sıkıtılara göğüs gerenleri sever.” (Âli İmran/146)
Benzer bir müjdeyi bir başka âyette “sebîlî-benim yolumda eza cefa görenler” ifadesiyle görüyoruz. (Âli İmran 3/195) Buna göre kadın olsun, erkek olsun hangi müslüman bulunduğu ortamda sırf müslüman olduğu olduğu, İslâmı yaşamaya çalıştığı için, ya da İslâm uğruna çalıştığı için eziyete, sıkıntıya, zorluklara, eza ve cefaya, işkence ve zulme uğrarsa, bunun karşılığını tıpkı şehitler gibi alır. Demek ki bir müslümanın fi-Sebîlillah yaptığı her eylem (amel) değerli olduğu gibi, bu uğurda karşılaştığı sıkıntılar da onun için sevap sebebidir.
8-Kendisini Allah yoluna adamak
“Kendilerini Allah yoluna (fi-Sebîlillah) adadıkları/vakfetttikleri (uhsiru) için (ticaret amacıyla) yeryüzünde dolaşamayanlara yardım yapın. İstemekten çekindikleri için, durumlarını bilmeyenler onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler...” (Bekara 2/273)
Burada kendilerine yardım edilmesi istenen kimseler hayatlarını Allah yoluna adayan mücahidler, ya da ilme vakfedenler olabilir. “Yani, kendilerini tamamen iman yolunda çalışmaya -imanı yaymak, tebliğ etmek veya bedenen ve fikren savunmak şeklinde- verenlere veya zamanlarını Allah'ın mesajında yüceltilmiş olan ilim öğrenimine, toplumun iyiliği için uğraşmaya ve benzeri ulvî hedeflere adayanlara, yahut da bu hedefler uğrunda çabalarken şahsî veya maddî sıkıntılara uğrayan ve bu sebeple kendilerini koruyamayacak durumda bulunanlara.”[8]
Kendini Allah yoluna adayanların samimi, ihlaslı olmaları, yalnızca Allah rızasını hedeflemeleri gerekir. Birilerine yük olmayı, asalaklık yapmayı, tufeyli olmayı, başkalarının sırtından geçinmeyi, insanların iyi niyetini istismar etmeyi, bu yolla dünyalık elde etmeyi, ya da birilerini üzerinde etkili olmayı düşünmemeleri gerekir. Zaten Allah (cc) kimin iyi niyetli olduğunu bilir. Kendisini fi-Sebîlillah’a adamak da bu olsa gerekir. (Allahu a’lem)
Hüseyin K. Ece
13.09.2017
Zaandam
[1] el-Isfehânî, Râgıb el-Müfredât, s: 327-328
[2] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 2/369
[3] Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 1/63
[4] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 6/299
[5] Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 1/63
[6] Bak: Buhârî, B. Vahy/1, İmân/41 no: 54, Nikâh/5 no: 5070, M. Ensâr 45 no: 3898, İtk 6 no: 2529, Eymân 23 no: 6689. Müslim, İmâret/45 (155) no: 4927. Ebû Dâvûd, Talak/11 no: 2201. Tirmizî, F. Cihâd/16 no: 1647. Nesâî, Tahâret/60 no: 75, Talâk/24 no: 3467. İbni Mâce, Zühd 26 no: 4227
[7] İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, 1/57
[8] Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 1/82