-Şirk ve türevleri

‘Şirk’, ‘şe-ri-ke’ fiilinden bir masdardır.

‘Şirk’ ve aynı kökten gelen ‘şirket, müşareket’ sözlükte; mülk ve saltanatta ortak olmak demektir. Bir şeyin birden fazla kişiye ait olduğunu ifade ederler.

‘Şirk’ kelime anlamı itibariyle bir ortaklığı, ortak olmayı, bir eş-arkadaş tutmayı, malda ve tasarrufta bir hissedar bulmayı ifade eder.

Aynı kökten gelen ‘eş-re-ke’ fiili ortak koşmak, ortak olmak anlamına gelir. Bunun fail (özne) ismi müşriktir ve ortak koşan demektir. ‘Şirk koşulan şeye de ‘şerik’ denir. ‘Şerik’ sözlükte ayrıca, ortak, arkadaş, benzer, hissedar, yardımcı, bir mülkte, işde, bunların sonucundan faydalanan her bir hisse sahibi demektir. ‘Eş-re-ke’ bu ortak olma, eş ve arkadaş bulma fiilidir

Nedd (çoğulu: endâd): Ortak demektir.

 

-Kavram olarak şirk

‘Şirk’ kavramı insanların uydurdukları dinleri tanımlama ve İslâmın davasını anlama açısından son derece önemli kavramdır. Çünkü o Kur’an’da insanlar tarafından uydurulan inaçları ve dünya görüşlerini nitelendirme açısından, tevhid gibi anahtar kavramlardan biridir. Batıl dinleri ve Allah’tan başka ilâh bulanların kafa yapılarını, aynı zamanda da onların yanlışlarını ifade eden bir kavramdır.

Şirk insanın, fıtratından gelen inanma ve ibadet etme ihtiyacını karşılarken düştüğü yanlışlığı, hakk’tan yüz çevirenlerin içindeki kaosu, sürüklendikleri yanlışları, inanma adına insanların sahiplendikleri cahilliği ve yaratılış kanununa aykırı düşmelerini  anlatmaktadır.

İnsanlar tarih boyunca ya tevhid dini üzerinde, ya da şirk dini üzerinde olmuşlardır. Bir diğer deyişle, ya Tevhide gönül vermiş, ‘muvahhid’ler olmuşlardır, ya da şirke iman etmiş, şirk dini üzere hayatlarını devam ettiren ‘müşrik’ler olmuşlardır.

İslâm’a göre ‘şirk’; Allah’a, zatında (sayı olarak) veya fiillerinde (yapıp etmelerinde) ortak tanımaktır. Allah’a ait sıfatları yaratılmışlara, yaratılmışlara ait sıfatları Allah’a nisbet etmek de şirktir. Çünkü bunda iki büyük hata ve zulüm vardır. Birincisi, yaratıkları, ya da insan eliyle yapılan şeylere tanrılık verme ve Allah’tan rol çalma hatası, ikincisi; Allah’ı yaratılmışlar gibi düşünmek hatası. Çünkü bunda Allah’a rol biçme, O’nu kendine göre tanımlama, ya da yetkilerini belirleme hatası söz konusudur.

Müşrik, bu hataları yapan, açıktan açığa Allah’a sıfatlarında ve fiillerinde ortak koşan kimsedir. O, görünüşte Allah’ın varlığını kabul etmektedir. Ama ya birden fazla ilâha inanır, ya Allah’a ait sıfatları başka varlıklara verir, ya da Allah’ın fiillerini (yaptıklarını) başka yaratıkların da yapabileceğini kabul eder.

Şirk koşmak salt bir inkâr olayı değildir. Bunun altını çizmek gerekiyor. Şirk koşan müşrikler inançsız insanlar değildir. Aksine, inanan ama yanlış inanan, Tevhide aykırı inanan ve Allah’ın yanında başka varlıklara da ilâh diye tapınan kimselerdir.

Kur’an, şirk üzerinde ısrarla durmaktadır. Çünkü tarih boyunca dinsiz toplumlardan çok şirk koşan toplumlarla, ateist insanlardan çok müşrik insanlarla karşılaşıyoruz.

İnsanlar, Tevhid’ten uzaklaştıkça , din adına bir sürü yalanlar diziyorlar, kendi kafalarından tanrılar uyduruyorlar, o tanrıların şekillerini kendileri veriyorlar, onların yetki alanlarını kendileri belirliyorlar, sonra da onlara yine kendi kafalarına göre ibadet ediyorlar.

Yahutta kimi toplumlar baslangıçta Tevhid’e bağlı iken zamanla çeşitli nedenler yüzünden şirk’e düştüler, dinlerini  bozdular ve yanlış bir şekilde  inanıp din adına ilâhlar, ilkeler, törenler, âyinler ve ibadet türleri uydurdular.

Esasen inanma ve yüce bir kudretin önünde kulluk yapma, yahutta yüce bir güçten yardım isteme ihtiyacı bütün insanlarda vardır.

İnsanın fıtratı böyledir. Yaşamak için suya, yemeğe, havaya muhtaç olan insan, inanmaya, inandığı ilâhın önünde eğilmeye de muhtaçtır.  

Tevhid’ten uzaklaşanlar veya Tevhid’i bilmeyenler, her ne kadar yerin ve göklerin bir sahibi, yağmuru yağdıran, dünyayı yaratan ve yöneten bir ilâhın olduğunu kabul etseler de; bu gibi konularda ve daha bir çok konuda kendi hevâlarına uyarlar.

Bunlar kimseler ve topluluklar, zamanla bazı varlıkları/güç odaklarını ilâhlaştırırlar. Onların yardımını alabilmek için, ya da kötülüklerinden kurtulmak için onlara veya onlar adına uydurulmuş putlara tapınırlar.

Kimileri de bu tapındıkları ilâhları kendileriyle asıl Yaratıcı arasında bir aracı kabul ederler, kendi kafalarından koydukları ilkeleri bir inanç haline getirirler ve hatta insanlara dayatırlar.

İnanma ihtiyacı ile beraber yaratılmış olduğu için, âlemlerin Rabbine olan inancını kaybettikten sonra veya Hak dini bulamazsa, içindeki boşluğu mutlaka bir şeyle dolduracaktır. Geçmişte daha çok putçuluk ve batıl din şeklinde görülen bu ihtiyaç, günümüzde farklı bir sekilde karşımıza çıkmaktadır.

 

- Şirk, Allah’ın hakkını gasptır

Şirk koşanlar Allah’a ait rububiyet ve uluhiyyet hakkını başka nesnelere verirler. Bu durumda hem Allah’ın ılahlık hakkına tecavüz var, hem de ilahlık verdikleri nesneleri layık olmadıkları makama çıkararak onlara haksızlık var.

Sayı olarak, birden fazla ilâh bulmak şirk olduğu gibi; Allah’a ait sıfatları ya da fiilleri başka varlıklara verirler. Onlar bu değer verdikleri ilâhlarını Allah’ı sever gibi, hatta daha fazla severler.

“İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bekara 2/165)

Kimileri, herhangi bir şeyi çok büyük/korkuç güçlü farzederek ilâh gibi inanır. Allah’tan fazla ondan korkar, Allah’tan fazla ona değer verir. Allah’ın hükümlerini takmaz, aldırmaz; ama o çok sevdiği şeyden geldiğini zannettiği o  şeye daha fazla itibar eder. Böyleleri bir müslümanın Allah’a ibadet ettiği gibi, ilâh haline getirdiği şeye ibadet eder, onu razı etemeye çalışır, ondan geldiğini düşündüğü her şeyi benimser.

Şirk olayı, Allah’ın dışındaki herhangi bir şeyi, bir varlığı, bir kişiyi, bir gücü veya başka bir şeyi Allah gibi zannetmenin mantığıdır.  

Bu, onlara tapınma şeklinde ortaya çıktığı gibi, inanç ve saygı olarak ta görülebilir. Nitekim Kur’an cahiliyye araplarının putlara tapınmasını şirk olarak nitelendirdiği gibi.

“Gördünüz mü o Lat ve Uzza'yı? Ve üçüncüleri olan ötekini, Menat'ı. Demek erkek size, dişi O'na öyle mi? O zaman bu, insafsızca bir taksim! Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” (Necm 53/19-23)

O’na çocuk isnat etmeyi, yaratıkların ilâh sayılmasını da şirk diye nitelemektedir.

“Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Haşa! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.” (En’am 6/100)

“Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allah'a) ortak mı koşuyorlar? Halbuki (putlar) ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur.” (A’raf 7/191-192)

Bu yanlışlık kulların Allah’a ait ilâhlığı ve Rabbliği yeterince anlamamalarından kaynaklanmaktadır.

“Allah’ı gereği gibi takdir edemediler.” (Hacc 22/74)

Evet, tekrar söylemek gerekir ki, kendini Allah’tan mahrum edenler, mutlaka başka ilâhlar (tanrılar) bulacaklardır. Böyleleri putlarını kendi yaparlar, sonra da yaptıkları putlara ibadet ederler.

İşte ‘şirk’ inancı insanı bu noktaya götüren bir mantıktır.

İnsanların Allah’ın dışında buldukları bütün tanrı figürleri, ya da tanrı özelliği verdikleri her şey birer ‘şirk’ unsurudur.

 

-Şirk en büyük zulümdür

Kur’an’ın ifadesine göre şirk en büyük zulümdür.

“Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.” (Lukman 31/13)

Neden?

Zulüm, hem ‘nûr’un zıddı olarak karanlık; yani kötülük, mutsuzluk, kaos,  huzursuzluktur; hem de hakkı asıl sahibine değil de bir başkasına vermektir. Bir başka deyişle zulüm, eşyayı ait olmadığı yere koymaktır.

Şirk, bir taraftan huzursuzluk, kaos, fıtrattan sapma, körlük ve karanlıktır; diğer taraftan da Allah’ın hakimiyet hakkını başkalarına verme yanlışlığıdır.

‘Şirk’ inancı insana, emniyeti değil korkuyu ve güvensizliği, saadeti değil şekaveti, adaleti değil zulmü, salahı değil fesadı kazandırır.

Kur’an şirk koşanların sürekli huzursuzluk içinde olduklarını çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır:

“Kim Allah’a şirk koşarsa sanki o gökten yere düşmektedir de kuşlar onu didik etmektedir veya rüzgâr onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.” (22 Hacc/31)

Yegâne rab ve ilâh olmak hakkı Allah’a ait olduğu halde, bunu başkasına vermek en büyük haksızlıktır. Bir hakkı ait olmadığı yere yamamaya çalışmaktır.

Bunun iki boyutu vardır:

-Bazıları Allah’a ait olan bu hakkı sıradan eşyaya, ya da kendi elleriyle uydurdukları tanrılara izafe ederler.

-Bazıları ise bizzat kendileri bu hakkı gasbederler, tanrılığa yeltenirler. Bunlara Kur’an ‘tağut’ diyor. Yani haddi aşan, durduğu yeri unutup tanrılığa soyunan zalim. Bunun tipik örneği Firavun’dur. (Nisâ 4/51, 60. Nahl 16/36. Zümer 39/17)

Kim, böylelerine inanır, onların ilkelerini mutlak uyulması gereken ilkeler kabul ederse, onları ilah haline getirmiş olur. Bu da şirkin başka bir çeşididir.

Yalnız bütün bunların bilerek, şuurlu bir seçimle yapılması gerekir. Yani insan ne yaptığını, neye inandığının, neyi kabul neyi red ettiğinin farkında olmalıdır. Tıpkı iman gibi, inkârın da bilinçli olması gerekiyor ki, hüküm verilebilsin.

 

-Şirk inancının bir temeli yoktur

İslâma göre tek yaratıcı Allah’tır ve O bütün kâinatın tek hakimidir.

“O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.” (En’am 6/101. Ayrıca bakınız: En’am 6/164. Yûnus 10/68. İsrâ 17/111. Furkan 25/2)

Şirk’in bir esası, bir temeli yoktur. Zaten müşrikler bile sıkıştıkları zaman âlemlerin Rabbi Allah’a sığınırlar.

“De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz.” (En’am 6/63. Yûnus 10/22)

Yerde ve gökte iki veya fazla ilâh (tanrı) olsaydı hepsinin düzeni bozulurdu.

“Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” (Enbiyâ 21/22)  

Şirk inancı sahibini desteksiz ve yönsüz bırakır. Müşrikler Allah ile bağlarını kopardıkları için haktan ve adaletten de uzak kalırlar, yanlış hüküm verirler. Hatta bu şirk onlara çocuklarını öldürmeyi bile güzel gösterebilir.

“Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!” (En’am 6/137)

Allah’tan başka yaratıcı, öldürücü, mutlak tasarruf sahibi, sınırsız güç sahibi, sevilen ve ibadet eder gibi itaat edilen, hükmüne –Allah’ın hükümlerine aykırı olarak- boyun eğilen her şey şirk inancıdır. Bu şekilde olanlar, şüphesiz toplum içinde, tabiatta ve insan ilişkilerinde dengeyi bozarlar. Halbuki Tevhid bu hayatí dengeyi korumak için gönderilmiştir.

Şirk’e düşenler hiç bir zaman “Allah (cc) evreni şu kadar ortakla-yardımcı ile idare ediyor” demiyorlar. Onlar, yaptıklarının şirk olduğunu belki de kabul etmezler. Hatta bir çoğu İslâm’a ve Kur’an’a saygı duyduklarını bile söylerler.

Ancak şirk koşmaktan maksat, Allah’ın evren üzerindeki hakimiyetini tanımamak, O’nun hükümlerini reddetmek ve O’na Rabbliğinde ortaklar bulmak, ya da öyle inanmaktr. Dolaysıyla hayata ait hükümleri, ilâhí ölçüleri Allah’tan almamak, kulluğu başka ilâhlara yapmak,  yahut ta başka şeyleri Allah gibi var saymaktır.

 

-Şirk inancının ortaya çıkması

Tevhid Dini üzerine şekillenmiş topluluklar, gerek münafıkların gerekse, haddi aşanların (baği’lerin) yüzünden zayıflar ve parçalanırlar. Zaman içerisinde insanlar giderek Tevhid inancından ve İslâmî hayattan uzaklaşırlar. Parçalanan toplum, Tevhid’ten uzaklaşan insanlar başka yollara, başka inançlara saparlar.

Bazı insanlar dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler. Hevâsına (kendi görüşüne) uyan bir takım kimseler, kendi ürettikleri değerleri veya ilkeleri din edinmeye başlarlar. Başkalarına da anlatırlar. Böylece, insanlardan bir kısmı ‘müşrik’ olurlar, Bir ve Tek olan Allah’a ibadet yerine başka ilâhlara da kulluk yapma yanlışlığı ortaya çıkmaya başlar.

Nefislerine uyarak bağî olan azgınlar, Tevhid toplumunu şirk toplumuna çevirirler.

Bütün insanlarda yaratılıştan ibadet, dua, sığınma isteği, kendinden üstün saydığı varlıktan yardım istemeye duyguları vardır. Bütün toplumların, hayatlarını düzenleyici kanunları, bağlandıkları değer yargıları vardır.

Tevhid toplumundaki mü’minler, tek olan Allah’a kulluk yaparlar. O’na dua ederler, O’na el açarlar. O’nun gönderdiği ilkeler doğrultusunda hayatlarını sürdürürler, toplumsal düzenlerini sağlarlar.

Ancak şirk toplumlarında insanlar birden çok ilah edinirler. Kimileri kendi nefsine, kimileri tabiat güçlerine, kimileri hayvanlara, kimileri güneşe, kimileri liderlerine ilâhlık özelliği verirler. Allah’a ait sıfatları ve özellikleri bunlarda ararlar.

Müşrikler, sebepleri Yaratan Allah’a değil de sebeplerin kendisinde ilâhlık görürler. Tapınmak için putlar edinirler. Putların kendilerini Allah’a yaklaştıracağını sanarlar. (Zümer 39/3)

 

-Şirk ve küfür ilişkisi

‘Şirk’ olayının ‘küfr’ olayı ile birlikteliği vardır. Aslında ‘şirk’ de bir inkârdır. Hakk’tan gelen gerçeğin üzerini örtmektir (küfürdür).

Ancak ‘küfr’ kelimesi ‘şirk’e göre biraz daha kapsamlıdır. ‘Küfr’ kavramı bütün inkârcıların eylemini ifade ederken, ‘şirk’ Yaratıcıyı kabul ediyor görünürken; O’na ortak koşmayı, birden fazla ilâh edinmeyi, bir şeye Allah’ın özelliklerini vermeyi anlatmaktadır.

Kur’an-ı Kerim, Allah’a şirk koşanların da, O’nu inkâr edenlerin de büyük bir sapıklık içinde olduklarını belirtiyor.

“Dillerinizinuydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (Nisa 4/116)

Kâfir, Allah’ı doğrudan inkâr eder, müşrik ise, Allah’ın varlığına iman ettiği halde, O’nun ilâhlık ve Rabb’lik sıfatlarýna başkalarını da ortak eder.

Allah’a şirk koşmanın küfr olduğu konusunda hiç bir şüphe yoktur. Müşrikler özellikle Allah’ın ilâhlık sıfatını kabul etmemekte, bu ilâhlığı başka varlıklara vermektedirler.

Müşrik ile kâfir arasında esasta bir fark yoktur. Ancak kâfirlik, müşrikliğe göre biraz daha geniştir.

Kur’an-ı Kerim, Allah’a şirk koşanların da, O’nu inkâr edenlerin de büyük bir sapıklık içinde olduklarını belirtiyor. (4/Nisa, 116)

Kâfir, Allah’ı doğrudan inkâr eder, müşrik ise, Allah’ın varlığına iman ettiği halde, O’nun ilâhlık ve Rabb’lik sıfatlarına başkalarını da ortak eder.

Allah’a şirk koşmanın küfr olduğu konusunda hiç bir şüphe yoktur. Müşrikler özellikle Allah’ın ilâhlık sıfatını kabul etmemekte, bu ilâhlığı başka varlıklara vermektedirler.

 

-Şirke karşı tevhid ve tesbih

Kelim-i Şehâdet’i veya Kelime-i Tevhid’i söyleyen, kalbiyle tasdik eden bütün şirk inançlarını, bütün kafirlerlikleri, bütün uydurma din ve tanrıları reddetmiş olur. Yani “Lâ ilâhe illallah” diyen mü’min olur ve kalbini, benliğini, tasavvurlarını, hayatını, ibadet ve ahlâkını şirk unsurlarından temizler. “Lâ ilâhe” ile bütün uydurma tanrıları, tanrılıkl verilen nesneleri, onlar adına uydurulan inanç, ibadet, tören, anlayış ve görüntüleri rededer, sonra illah ile alemlerin Rabbini, O’ndan gelenleri kabul ettiğini haykırır.

Öyleyse şirke düşmemenin, şirk tortularıdan kurtulmanı yolu Tevhid kelimesine hakkılya iman etmektir. Tevhid kelimnesinin neyi kapsadığını, neyi dışladığı bilip ona göre inanıp yaşamaktır.

Şüphesiz şirk inancına karşı ilk ve en büyük sığınak Tevhid kelimesidir. Bunun yanında tesbih etmek de hem bir ibadettir hem de şirke karşı kalkandır. Zira Tesbih de tıpkı Kelime-i Tevhid gibi Allah’ı birlemek, O’na kendisinin anlattığı gibi inanmak, O’nun dışında ona benzetilen ter türlü yalancı, uydurma, asılsız tanrıları kabul etmemektir. Şöyle ki:

 

-Sözlükte tesbîh

Sübhân ve tesbîh kelimesinin aslı ‘se-ba-ha’ fiilidir. Bu da ‘ha-be-se’ fiilinin tersidir. Birisi hapsetmeyi, diğeri serbest hareket etmeyi anlatır. el-habs, hareketsiz bırakma, tutma, atıl kılma manasındadır..

‘Se-be-ha’ sözlükte; havada ve suda hızlı hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek, işini yapmak, çaba göstermek demektir.

Kur’an’da bu anlamda kullanılmaktadır. Güneş ve Ayın, gece ile gündüzün her biri, bir yörüngede yüzüp durmaktadır, yahut geçip gitmektedir.

“O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzerler.” (Enbiyâ 21/33)

"Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.” (Yâsîn 36/40).

Bir çalışmaya, bir işe sür’atle girişme anlamında kullanılır. (Isfehânî, el-Müfredât; s: 324)

‘Tesbih‘‚ ‘se-be-ha‘ fiilinin tef’il kalıbıdır (seb-be-ha)dır . Bu da hızla hareket etme, uzaklaştırma, tenzih etme, hızla hareket ettirme manası taşır.

‘se-be-ha’ fiili Kur'an'da fiil, masdar ve isim olarak 101 yerde geçiyor.

 

- Bütün varlıklar tesbîh yaparlar

Kur‘an, varlık aleminde mevcut olan her şeyin hareket halinde olduğunu ve bu hareketlerinin de bir ‘tesbîh’ olduğunu anlatır.

Kur’an bunu bazen geçmiş zaman kipiyle ‘Tesbih etti’ şeklinde, bazen de şimdiki zaman kipiyle ‘tesbih eder-ediyor’ şeklinde vermektedir.

Bu, varlıkların geçmişte ve şimdi sürekli tesbih ile meşgul olduklarını gösteren bir gerçektir.

Üç âyette geçmiş zaman kalıbıyla geliyor.

“Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ı tesbîh etti. O Aziz’dir, Hakim’dir.” (Hadid 57/1. Haşr 59/1. Saff 61/1)

“Göklerde ve yerde olan her şey (onlara yaratılış amacını yükleyen) Allah adına hareket etti. Zira mutlak üstün ve yüce olan, her hükmünde tam isabet kaydeden O’dur.”

Bir âyette geçmiş zaman kalıbı çoğul olarak geliyor.

 “Bizim ayetlerimize  (gerçekten) inananlar, ancak, kendilerine tebliğ edildiği zaman önünde derin bir hayranlık ve saygıyla eğilenlerdir; (onlar), Rablerini hamd ile tesbih edenler ve asla büyüklük taslamayanlardır.” (Secde 32/15)

Dört ayette şimdiki zaman kalıbıyla “Göklerin ve yerin Allah’ı, Allah için tesbîh ettikleri” söyleniyor.

“Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir.” (Nûr 24/41.

“O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 58/24)

“Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, aziz ve hakim olan Allah'ı tesbih eder.” (Cuma 62/1)

“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. O her şeye kadirdir.” (Teğabun 64/1) 

Kur’an, yerin ve göklerin yanında başka bazı varlıkların da ‘tesbih’ ettiklerini haber veriyor.

Allah’ın huzurunda olanlar gece gündüz, bıkıp usanmadan Allah’ı tesbih ederler.

“Göklerde ve yerde kimler varsa O'na aittir. O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.

Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler.” (Enbiyâ 21/19-20)

Kuşlar ve dağlar da tesbih ederler. Tabii ki Davud peygamber de.

“Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” (Enbiyâ 21/79)

“Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sad 38/18)

Gök gürültüsü de Allah’ı tesbih eder:

 “Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücadele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır.” (Ra’d 13/13)

Arşın etrafını çevirmiş melekler Allah’ı sürekli tesbih ederler:

Meleklerin de arşın etrafını kuşatarak, Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Artık halk arasında hak ile hüküm icra edilip "âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" denilmektedir.” (Zümer 39/75)

“Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).” (Mü’min 40/7)

Bir kısmı da hem Allah’ı tesbih, hem de yeryüzündekiler için istiğfar ederler.

“Neredeyse yukarılarından gökler çatlayacak! Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir”.  (Şûrâ 42//5)

Melekler, Allah’ın yeryüzünde bir halife yaratma iradesi karşısında: “Ya Rabbi, yeryüzünde fesat çıkarak ve kan dökecek birini yaratacaksın. Halbuki Biz seni tesbih ve takdis ediyoruz” dediler.

“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bekara 2/30)

İnsanlardan bazısının istikbar etmesine karşın Allah’ın huzurundakiler tesbih ederler:

“Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin huzurunda bulunanlar hiç usanmadan, gece gündüz O'nu tesbih ederler.” (Fussilet 41/38)

Yani görünen veya görünmeyen varlıklardan Allah’a teslim olmuş herkes. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an,  2/949) 

Allah katında olanlar tesbih etmekten usanmazlar:

 “Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler.” (A’raf 7/206) 

 “Rabbinle beraber olanlar:” Allah'a karşı son derece derin bir sorumluluk bilincini dile getiren mecazî bir ifade. (Esed, Kur’an mesajı, ) Onlar O’nun adına hareket ederler.

Ancak insanlar bu sayılanların Allah’ı nasıl tesbih ettiklerini anlayamazlar. Bu gerçek bir âyette haber veriliyor.

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz de onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)

Canlı veya cansız varlıkların nasıl tesbih ettiklerini anlayamayız. Belki onların sürekli hareket halinde olmaları onların tesbihidir. (Allahu a'lem)

 

  • Kur’an’da Sübhânellah

Sübhan’ın on yerde Allah lafzı ile birlikte ‘Sübhânellah’ olarak geliyor.

Fe-sübhânellah’ cümlesi, Allah’ın bütün eksikliklerden uzak, ama yüce sıfatların sahibi olduğunu ifade eder. Allah’ın zatının temizliğini ve kutsallığını da anlatır.

Bunlardan üç tanesinde Allah’ın, inkarcıların yanlış nitelemelerinden uzak olduğu vurgulanıyor.

“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın sahibi Allah, Sübhan’dır- onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.” (Enbiyâ 21/21-22)

“Allah evlat edinmemiştir; O'nunla beraber hiçbir tanrı da yoktur. Aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. (Sübhânellah) Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir.” (Mü‘minun 23/91)

“(Sübhânellah) Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir.” (Saffat 37/159)

Beş âyette de Allah’ın, müşriklerin ortak koştuklarından münezzeh olduğu hatırlatılıyor. Zımnen, “haşa, onlar ne biçim sözler, Allah onlardan uzaktır” denmiş olur.

“Veya onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? (Sübhânellah) Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tûr 52/43)

“Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir (Sübhânellah) ve şanı yücedir.” (Kasas 28/68)

“O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. (Sübhânellah) Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Haşr 59/23)

“(Resulüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. (Sübhânellah) Allah (ortağı olmaktan) münazzehtir. Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yûsuf 12/108. Ayrıca  bakınız: Rûm 30/17)

Sübhân; „sübhâneke, sübhânehu, sübhâne rabbinâ, sübhâne rabbike, sübhâne rabbi“ nasıl gelirse gelsin hepsi de “sübhânellah-Allah Sübhân“dır manasındadır.

‚Tesbih‘ olarak iki âyette ‘tesbiha-hum-onların tesbihleri“ (İsra 17/44),

„tesbiha-hu-onun tesbihi“  (Nûr 24/41) tarzında geçiyor. 

Bir âyette “el-musabbihune-tesbih edenler”, (Saffat 37/166),

bir âyette “el-musabbihîne-tesbih edenler”  (Saffat 37/143) olarak geçiyor.

 

  • Kur’an’da “Rabbini tesbih et“ emri

„Rabbini tesbih et“ emri yirmibir yerde geçiyor.

Kur’an bir yerde, Allah’ı zikretmeyi ve O‘nu tesbih etmeyi beraber anıyor. Bu da her iki ibadetin de ortak yanları olduğunu gösterir.

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzab 33/41-42)

“Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.” (Tâhâ 20/130)

Sabah ve akşam vakitleri zikir ve Allah’ı tesbih için en uygun zamanlardır. Ancak sabah-akşam ifadesi bütün günü kapsaması sebebiyle, âyet; Allah’ı her an zikredin, tesbîh edin, bunu devamlı yapın anlamına da gelir. (Allahu a’lem)

Bir çok âyette ise Hz. Peygamberin şahsında bütün mü’minlerin Allah’ı hamd ile tesbih etmeleri emrediliyor. Şöyleki:

“Sebbih-tesbih et” emriyle (bir âyette)

“Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alamet göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için alamet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.” (Âli İmran 3/41)

„Rabbinin ismini tesbih et“ tarzında dört yerde geliyor.

“Yüce Rabbinin adını tesbih et.” (A‘la 98/1)

„(Ey muhatab), yücelikte eşsiz olan Rabbini tesbih et.“ Bir başka mana ile; Rabbine adına, Rabbin adına hareket et. Zımnen: Kimin kulu olduğunu, kimin adına hareket ettiğinden yola çıkarak bul. (İslamoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1247)

„Öyleyse azim olan Rabbinin adını tesbih et.” (Vâkıa 56/74. Ayrıca bakınız: Vâkıa 56/96. Hakka 69/52)

Allah adına başlarım anlamındaki bismillah, bu emri getirmenin başlangıç noktasını temsil eder. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1247)

„Rabbini hamd ile tesbih et“ tarzında yedi defa geçiyor.

“Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” (Hicr 15/98

“(Resulüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, sen, Allah'tan hoşnut olasın, (Allah da senden!).” (Tâhâ 20/130, iki defa)

“Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.” (Furkan 25/58. Ayrıca bakınız: Mü’min 40/55. Kaf 50/39-40. Tûr 52/48-49. Nasr 110/3)

Bir âyette Zekeriyya‘nın (as) kavmine Sebbihu-tesbih edin“ diye işaret ettiği anlatılıyor:  

Bunun üzerine Zekeriyya, mabetten kavminin karşısına çıkarak onlara: "Sabah

akşam tesbihte bulunun" diye işaret verdi.” (Meryem 19/11)

Üç ayette „sebbih-hu-onu tesbih et“ Şeklinde geliyor: 

“Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'nu tesbih et.” (Kaf 50/40)

“Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra da O'nu tesbih et.” (Tûr

52/49)

“Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et.” (İnsan 76/26)

Bir âyette „Sebbihu-hu-O’nun tesbih edin“ çoğul emir tarzında geliyor:

“Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin.” (Ahzab 33/41-42)

Allah‘ın âyetlerini inkâr edenlere karşılık iman edenler Allah’ı tesbih ederler. Yani O’na gereği gibi iman ederler, O’nun şanını gereği gibi yükseltirler.

“Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.” (Rum 30/17)

Mü’minler zaten Allah’ı tesbih ederler.

“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.”  (Secde 32/15)

“Bu âyet secde âyetidir. Bu konuda Ebu Hüreyre (r.a.)in rivayet ettiği bir hadis-i şerifin meâli şöyledir: İnsanoğlu secde (âyetini) okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak çekilir ve «Eyvahlar olsun! Âdemoğlu secde ile emrolundu, secde etti ve cenneti kazandı; ben ise secde ile emredilince direndim ve sonum ateş oldu» der.” (TDV Meali) 

Mescitler de tesbih edilmesi gereken yerlerdir.

 “(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;

Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr 24/36-37)

Muhammed’in (sav) beşîr ve nezîr olarak gönderilmesinin bir gerekçesi veya sonucu, mü’minler Allah’ın tesbih etsinler diye.

(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

Ta ki (ey müminler!) Allah'a ve Resulüne iman edesiniz, Resulüne yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah'ı tesbih edesiniz.” (Fetih 48/8-9)

Musa (as) Harun’u kendisine yardımcı olarak vermesi için dua etti. Gerekçesini de şöyle açıkladı: Böylece seni bol bol tesbih edelim.” (Tâhâ 20/33)

Kur’an’da bu kadar söz konusu edilen, mü’minlere emredilen tesbîh nedir?

 

  • Kavram olarak tesbîh

‘Tesbîh’; Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek (uzak tutmak)tır.

‘Tesbîh’; Allah’ı, kutsal yüceliğine layık olmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir, uzak tutmaktır.

Bazılarına göre tesbih, söz, fiil veya niyet şeklinde olan bütün ibadetleri kapsar.

“İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size "Rabbinizi tesbih etsenize" dememiş miydim? ” (Kalem 68/28)

Yani “neden o’na ibadet etmezsiniz, O’na şükretmezsiniz?”

Allah Teâla (cc) yücedir, uludur, azimdir. Hiç bir şey O’nun benzeri ve dengi değildir. O en yüce sıfatlara sahiptir. İnsanların aklına gelebilecek bütün eksik ve noksan sıfatlardan, kusurlardan uzaktır. Allah (cc) hakkında, insanlara ait şeyler düşünülemez. O, bütün bunların dışındadır.

İşte Allah’ı mükemmel (en yüce) sıfatlarla düşünmek, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmek (uzak tutmak) bir tesbîh’tir.

Talha b. Ubeydullah diyor ki: Peygamberimize ‘sübhanellah’ın tefsirinden sordum. Buyurdu ki: “O, Allah’ı, O’nun dışındaki her şeyden tenzih etmedir (uzak tutmadır).” (Kurtubî, nak. Saffetü’l Tefasir, 1/47)

 ‘Tesbih’ Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, hızlı bir şekilde ‘sübhanellah’ demektir.

 ‘Tesbîh’ ibadetinde Allah’ın büyüklüğüne yönelik bir hayret ifadesi de bulunmaktadır.

‘Tesbih’de Allah’a ait yüceliğin itirafı ve O’nu noksan sıfatların uzağında görme inancı vardır.

“Tesbih tenzihe ve nefye, hamd teşbihe ve isbata delalet eder. İlki celal, ikincisi cemal tecellisidir. Allah Rasûlünün dilinde bu emir bir virde dönüşmüştür. Ondan gelen “Sübhanellahi ve bi-hamdihi estağfirullahi ve etubu ileyhi” virdi budur”  (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1318)

“Sübhâneke, Sübhânelleh, Sübhâne Rabbike” gibi her türüyle ‘tesbih’ sözleri söylemek, Kelim-i Tevhid veya Kelime-i Şehadetteki iman sözü gibidir.

Mü’min; ben öyle bir Allah’a iman ediyorum ki O’ndan başka ilah yoktur, o noksan sıfatlardan münezzehtir, çok yücedir, aşkındır, insanların O’nunla ilgili düşündüklerinden beridir demiş olur.

‘Sübhanellah’ tesbihinin manası tıpkı ‘Lâilâhe illah’ ve ‘Allahü ekber’ gibidir. Allah’tan başka tanrı yoktur, O Allah en yücedir, O Allah insanların uydurduğu tanrıların sıfatını taşımaktan uzaktır demek aynı şeydir.

Tesbih de bir iman itirafı, bir iman belgesidir. Tesbih etmekle iman güçlenir, ibadetin ve saygının ilâh olarak sadece O’na yapılacağı beyan edilmiş olur.

Hatta Sübhânellah’ta, mükemmelik ve aşkınlık vurgusu Kelime-i Tevhid’ten daha fazladır.

Müşriklerin, kafirlerin, tağutların, putperestlerin, Allah adına yalan uyduranların bütün yersiz ve asılsız iddalarına karşılık mü’minler: fe-Sübhanellah derler. Burada iki vurgu var:

a-Hayret, nasıl oluyor da sizi bir kul olarak Allah hakkında böyle düşünebiliyorsunuz, buna nasıl cür’et ediyorsunuz?

b-Allah (cc) sizin O’nunla ilgili ileri sürdüklerinizden çok çok uzaktır ve çok çok yücedir. Nitekim bir çok ayette “Sübhanellehi amma yesıfûn-Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.” (Enbiyâ 21/22. Mü’minun 23/91. Saffat 37/159)

Ya da “Sübhânellahi amma yüşrikûn-Allah onların şirk koştuklarından münezzehtir.” (Kasas 28/68. Tûr 52/42. Haşr 58/24) şeklinde gelir.

 „Tesbîh, Allah’ı yüceltme anlamını da içerir. Zira bilinçli varlık olan insaın Rab adına hareket etmesi, O’nu yücelten varlık korosuna dahil olmasıdır.

Tesbîh‘in, ‚işitilen‘ bir şey olmaktan daha çok ‚anlaşılan‘ bir şey olduğunu İsrâ 17/44den anlıyoruz. „Her şey Allah’ı tesbih eder, fakat siz onların tesbihini anlamıyorsunuz“

Bu âyetteki tesbih emri tefsir otoriteleri tarafından „Namaz kıl“, „hayran ol“, „an“, „yönel“, O’nun tüm noksanlıklardan uzak bil“, „O’nu tenzih et“, O’nu mukaddse bil“ şeklinde de tefsir ederler. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1247)

‘Se-be-ha’ fiili, “uzağa gitti, tek başına kaldı, ayrılıp uzaklaştı” karşılığıyla, ‘zihni soyutlamayı’ da kapsar. Soyutlama, zihnin yüceltmesi ve bu sayede yücelmesidir. Akıl soyut düşünce ile yükselir. İlk muhataplar soyut düşünemiyorlar, bu onları ‘uzak ilah’ inancına sürüklüyor, ve ‘uzak’ olana yaklaşmak için aracılar koyuyorlardı. Onları şirke götüren sebep de buydu.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1102)

 

  • Zikir olarak tesbîh: Sübhâne-ke, Sübhânellah

Bazı alimlere göre ‘tesbih’, hem iman, hem bir zikir, hem Allah’tan yardım istemedir.

Peygamber (sav) daha bir çok hadisinde, tesbîh’te bulunmanın, Tevhid kelimesini söylemenin ve istiğfarda bulunmanın önemine ve sevaplarının çok olacağına işaret buyuruyor.

 “Bir adam Peygamber’e (sav) gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü, ben Kur’an’dan bir şey seçip alamıyorum. Bana yetecek bir şey öğretir misin?” dedi. Peygamberimiz buyurdu ki, şöyle de: “Sübhâne’llahi ve’l hamdüli’llahi ve lâ ilâhe ilallahu va’llahü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah-Allah’ım seni tesbih ederim, hamdler sana aittir. Senden başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür, bütün güç ve kuvvet Allah’ındır.” (Ebu Dâvûd, Salat/139, no: 832. Nesâî, İftitah/32)

Peygamber (sav) yine buyuruyor ki:

“İki kelime vardır; bunlar dilde hafif, terazide (mizanda) ağır, Rahman’ın yanında da sevimlidirler: (Bunlar), Sübhânellahi ve bi’hamdihi-Allah’ım seni hamdinle tesbih ederim, Sübhane’llahi’l azîm-Yüce Allah’ım Seni tesbih ederim, sözleridir.” (Müslim, Zikir ve Dua/10 no: 2694. Buharî, Daavât/65, İman/19. Tirmizî, Daavât/61 no: 3467)

Ebu Hureyra’dan; Peygamber (sav) buyurdu ki: “Sübhânelleh, velhamdu lillah, ve la ilahe illallah vallahu ekber demem, bana gunesin uzerine dogdugu gunden daha sevimlidir.” (Muslim, 4/2072)

Allah’a dört söz çok sevimlidir: “Sübhânellah, el-hamdu lillah, lâ ilâhe illallah ve allhu ekber.” (Müslim, 3/1685)

Said diyor ki: Rasulullah’ın yanında idik. Dedi ki:  “Sizden kim, her gün bin hasenat kazanmaktan acizdir?’ Orada oturanlardan biri “Bu bin haseneyi nasıl kazanabiliriz?’ diye sordu. Buyurdu ki: “(Günde) yüz defa Allah’ı tesbih edersin bin hasene kazanırsın, ya da bin hatan silinir.” (Müslim, 4/2073)

Cabir’den Peygamber (sav) buyudur ki: Kim “subhanellehi’l-azim ve bi-hamdihi” derse, cennette kendisi icin bir hurma dikilir.” (Tirmizi, 5/511, Hakim 1/501.)

Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) buyurdu ki:“Kim, malâyânî konuşmaların çok olduğu bir yere oturur da, oradan kalkmazdan önce şu duayı okursa bu yerde oturmaktan hâsıl olan günahından arınmış olur: “Sübhâneke allâhümme ve bihamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbu ileyke-Allahım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şehâdet ederim. Senden mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyorum.” (Tirmizî, Daavât 39 nr: 2329)

Enes (ra) anlatıyor: Bir kadın Peygamber’e gelerek ona bazı şikayetlerde bulundu. Rasulüllah (sav) ona “Sana şikayetlerini giderecek hayırlı şeyler söyleyeyim mi? Yatağına girince 33 defa lâ-ilâhe illallah, 33 defa sübhânellah, 34 defa da elhamdülillah de. İşte bu yüz şey sana dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” (İbnu Ebi Şeybe, İbnu Haceri’l-Askalani, Metâlibu Aliyye, 3/155)

İbnu Hacer, bu üç kelime ile ilgili muhtelif rivâyetler geldiğini belirttikten sonra meselâ, sübhânallah kelimesinin bazılarında 33, bazılarında 25, bazılarında 11, bazılarında 10, bazılarında 3, bazılarında 1, 70 ve 100 kere tekrarı tavsiye edildiğini; keza el-hamdülillah kelimesinin de tekrar edileceği miktarla ilgili olarak 33, 25, 11, 10, 100 rakamlarının geldiğini; Lâilahe illallah kelimesiyle ilgili olarak da 10, 25, 100 rakamlarının geldiğini belirtir. (Canan, İ. Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 7/42-43)

Hz. Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdu ki:

“Kim de bir günde yüz kere "Sübhânallahi ve bihamdihi" derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile." (Buhârî, Daavât 54, Bed'ü'l-Halk 11; Müslim, Zikr 28, (2691); Muvatta, Kur'ân 20, (1, 209); Tirmizî, Daavât 61, (3464))

Ebu Hureyra’dan Rasulullah dedi ki: “Kim sabaha veya akşama eriştiği zaman on defa “Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehu’l-mülkü ve lahu’l-hamdu, ve hüve ala külli şey’in kadir” derse sanki İsmail evladından dört kişiyi azad etmiş gibi olur.” (Buhari, Muslim)

Sa’d ibnu Ebi Vakkas’tan Bir arabi Peygambere gelerek. Ya Rasûlullah söyleyebileceğim bir kelime öğret. Buyurdu ki: “Lâ ilâhe illallahu vahdehu la şerike lehu, Allahu ekber kebira, ve’lhamdu lillahi kesira, sübhânellahi rabbil âlemin. Lâ havle ve-lâ kuvvata illa bi’llahil-azizil-hakîm”dersin. Adam? Bu Allah içindir. Kendim için ne diyeyim?” Buyurdu: Allahım bana mağfiret et, bana merhamet et, bana hidâyat ver, bana afiyet ver ve beni rızıklandır” dersin.” (Muslim, 4/2073.)

Cabir’den Paygamber (sav) buyurdu ki: “En efdal dua el-hamdulillah, en afdal zikir de lâ ilâhe illah’tir.” (Tirmizi, 5/462. Ibni Mace 2/1249. Hakim 1/503.

“Bakiyatu’s-salihat; Sübhânellah, elhamdulillah, ve-lâ ilâhe illallah, vallahu ekber, ve-lâ havle ve-lâ kuvvete illallah’tır.” (Müsned 513. M. Zevâid 1/297. 

Müminlerin annesi Cüveyriyye'den (r.anha) rivayet edilmiştir: Peygamber (sav) bir sabah vaktinde sabah na­mazı için Cüveyriyye'nin yanından çıktı. Cüveyriyye de namaz kıldığı yerde oturuyordu. Sonra Cüveyriyye aynı na­mazgah üzerinde otururken (zikrederken) Peygamber  kuşluk vakti (eve) dönene kadar orada kaldı. Peygamber onun hala namazlık üzerinde görünce "Bugün senden ayrılalı beri hep böyle mi kaldın?" Cüveyriyye: “Evet, dedi. Buna karşılık Peygamber (sav):

"Ben senden sonra üç kere, dört kelime söyledim ki, eğer senin gün boyu söylediklerinle onlar tartılsaydı, söylediklerine ağır basardı. (Bunlar): Sübhânellâhi ve bi-hamdihî adede halkıhî ve rızâ nefsihî ve zînete arşihî ve midûâde kelimâtihî).

  • Namaz ve tesbîh ibadeti

Allah (cc) tesbîh etmeyi emretti, Peygamber de namazda nasıl yapılacağını öğretti.

Namaz bir dua ve tesbîh eylemidir. Nasıl yerine getirileceğini rek’atıyla, kıyamıyla, rukû’suyla, tekbiri, tesbîhi ve duasıyla Peygamber (sav) gösterdi. Mü’minler de onun gibi yaparlar

“Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbîh edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur. (Rûm 30/17-18) Pek çok müfessir buradaki tesbîh’i namaz kılmak diye anlamışlar. (Mesela; İbni Abbas, Tenvîru’l-Mikbâs, s: 426. Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/8. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 10/173-174. el-Hâzin, Muhammed b. İ. Tefsir, 3/388. Kurtubî, M. b. Ahmed, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2403. Zamahşeri, Ö. b. Muhammed. el-Keşşaf, 3/456. Zuhaylî, V. et-Tefsiru’l-Vecîz, s: 407)

Namazı ‘tesbih-şirk’ açısından düşündüğümüzde onun dikkat çekici uyarılarla dolu olduğunu görürüz. Mü’min bilinçli bir niyetle namaza tekbir alarak, yani “Allahu ekber-Allah en büyüktür” diyerek başlar. Bu, başka hiç bir varlığın huzurunda böyle el pençe divan durulacak bir büyüklüğü olmadığını itiraftır. Mü’min bu imanla namaza giriş yapar,  namazı yalnızca bu tesbîh ettiği Allah (cc) için kıldığını ortaya koyar. Ya da “ben ancak ve ancak böyle bir Allah’a ibadet ederim“ demiş olur.

Arkasından hemen;“Sübhâneke allahümme ve bi-hamdike ve tebârake ismüke ve

teâlâ ceddüke ve lâ ilâhe ğayruke-Allahım! Sen bütün kusurlardan pak ve uzaksın ve hamd da Sana aittir. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür. Senden başka tanrı yoktur” (Nesâî, İftitah/18 no: 900-901) tesbîhini okur. Namazın hemen başında Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak olduğunu, müşriklerin nitelemelerinden yüce olduğunu dile getirir.

Bu cümle iki yönlü bir bilinci ifade eder. Birincisi; “Allahım Seni tesbîh ederim”. Yani “sana yakıştırılan yanlış düşüncelerden seni beri ve âri bilirim, sen onlardan münezzehsin, yücesin” demektir.  İkincisi; “Tesbîhi senin hamdinle birlikte yaparım.” Yani seni sana layık isim ve sıfatlarla tanırken bütün iyilikler ve güzellikler karşısındaki övgü ve minnettarlığın da sadece sana olması gerektiğini bilirim. Çünkü sen onaylamadan ve senin elin olmadan kimse kimseye bir iyilik yapamaz, o halde her iyilik, her güzellik sendendir demektir. (www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/namaz-tespihtir-tespih-sirkten-arinmadir)

Sübhâneke’deki diğer vurgular

1-Allah’ın Sübhân oluşu

2-Dua

3-Hamd

4-Allah’ın isminin mübarek oluşu

5-Varlığının üstün oluşu

6-Övgüsünün yüksek oluşu

6-O’ndan başka tanrı olmadığı

 

-Rukû’da;

Mü’minler namazda kıraatten sonra Allahü ekber diyerek rukû’ya varırlar.

Allah (cc) mü’minlere de kendisini tesbih etmelerini ve O’na tazim etmelerini emrediyor. (Vakıa 56/74 ve 96. Hakka 69/52)

Allah (cc) kendisinin el-Azîm olduğunu söylüyor.

“Hâ mîm. Ayn. Sin. Kaf. Azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. Göklerde ne var, yerde ne varsa ‘O’nundur. Ve O, Aliyy (çok yüce)dir, Azîm (çok büyük)tür.”  (Şûrâ 42/1-4. Ayrıca Bakınız:  Bekara, 2/49, 255. A’raf 7/141. İbrahim 15/6) İşte bunu ifade etmek ve itaatlerini göstermek üzere müslümanlar rukû’da bir, üç, beş veya yedi defa “Sübhâne rabbiye’l-azîm: Azîm olan Allah Sübhândır” derler.

A’zam, muazzam ve azîm, ekber ve a’la... Hepsi de büyüklüğü bir başka şekilde ifade eder. Azîm; Allah’ın hakimiyetinin bütün varlığı kuşatması açısından büyüklüğünü,

Ekber; büyüklüğün nitelik, nicelik, kudret ve saygı açısından bütün türlerini,

A’lâ da; ednâya/deniye, süfliye karşın O’nun makamının yüceliğini ve yüksekliğini ifade eder.

Rukûda şu tesbihler de yapılabilir:

“Subbûhun kuddûsun Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh”

 “Sübhâneke Allahümme Rebbenâ ve bi-hamdike, Allahümmeğfirlî.”

“Sübhâne zi’l-ceberrut ve’l-melekût ve’l-kibriyâi ve’l-azameti.”

 “Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike, estağfiruke ve etûbu ileyke, fağfirlî, fe-inneke ente’t-Tevvâb.”

Musalli (namaz kılan) rukû’dan kalkarken; “Semiallahu li-men hamideh-Allah hamd diyeni işitir”i söyler. Hamd edenin hamd sözünü işiten Allah (cc), kalplerle söylenen hamdleri de bilir. Tam doğrulunca “Rabbenâ leke’l-hamd ve’ş-şükr-Ey Rabbimiz hamd ve şükür yalnız Sanadır” der. Yani Sana hamdolsun. Bütün övgüler, yücelikler, üstün sıfatlar hepsi Sana aittir. Sen buna layıksın. Kullarına iyilik etsen de etmesen de, nimet versen de vermesen de; her durumda, her an, her oluşta hamd Senin hakkındır” der.

 

-Secdede;

Musalli rükû’da, azametinden dolayı sadece O'nun huzurunda eğileceğini anlatan tesbîh cümlesini, secdede de yüceliğinden dolayı sadece O'na boyun eğeceğini anlatan tesbîh cümlesini söyler. Her inişte, her kalkışta, her intikalde okunan her dua, her zikir bir tesbîh ve de şirkten kaçınma anlamı taşır. (www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/namaz-tespihtir-tespih-sirkten-arinmadir)

Secde hali insanın en fazla ednaya düştüğü ve Allah’a yaklaştığı andır. Bu nedenle müslümanlar secdede edna‘nın tersi olan a’la‘yı zikrederek ve O’nun emrine uymak üzere secdede ‘Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ-Ulu/yüce olan Rabbimi tesbîh ederim’ derler.

Buna Kur’an’da işaret ediliyor. (A‘la 98/1) Bu âyetteki “tesbîh et“ emri tefsir otoriteleri tarafından “Namaz kıl“, “hayran ol“, “an“, “yönel“, “O’nu tüm noksanlıklardan uzak bil“, “O’nu tenzih et“, “O’nu mukaddes bil“ şeklinde de tefsir ederler. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1247)

Allah zaten a’la’dır. A’la; gerçek ve tek yüce, en büyük. Yüceliğin kendisine has olduğu kadar yüce olan ve kendisinden başka yüce olmayandır.

Bu âyet indirildiği zaman Peygamber (sav);“Bunu secdelelerinizde yapın”, Vâkıa 56/74, 96. Hakka 69/52 âyetleri  gelince de “bunu da rukû’larınızla yapın” buyurdu. (Ebu Dâvud, Salat/147 no: 869. İbni Mâce, İkame/20 no: 887. Bir benzeri: Müslim, Salat/207 no: 1074. Nesâî, Tatbik/9 no: 1047. Darimî, Salat/69 no: 1311-1312)

Secde şu tesbihler de yapılabilir:

“Subbûhun kuddûsun Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh”

“Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike lâ ilâhe illâ ente.”

“Sübhâneke Allahümme Rebbenâ ve bi-hamdike, Allahümmeğfirlî.”

‘Subhane zi’l-ceberut ve’l-melekut ve’l-kibriyai ve’l-azameti.”

“Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike, estağfiruke ve etubu ileyke, fağfirlî, fe-inneke ente’t-Tevvâb.”

Musalli tahiyyata oturunca böyle bir temennanın, hazırolun, kulluk esas duruşunun sadece Allah’a yapılması gerektiğinin bilincindedir.  O bilir ki O’nun dışında hiç kimseye bu denli ta’zim edilmez. Zaten yalnızca mü’minler değil; kainattaki bütün varlıklar, melekler bu ulvi selâmlamayı Allah’a yaparlar. Bütün bedenî ibadetler, namaz ve dualar da sadece O'nun içindir. Bütün güzel sözler, temiz kazançlarla yapılmış ibadetler sadece O'nadır.  Bunlarla başka hiç kimsenin rızası aranmaz. (www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/namaz-tespihtir-tespih-sirkten-arinmadir)

Namazın şartlarından olmamakla birlikte namazdan sonra söylenen; “Sübhânellahi ve’l-hamdülillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber velâ havle ve lâ kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azîm”(ki buna havkale denir)  tesbîh cümlesi ile Allah’ın Sübhân oluşu, hamdin yanlnızca O’na ait oluşu, O’ndan başka tanrı olmadığı, O’nun en büyük olması, bütün güç ve kuvvetin, çekip çevirmenin azamet ve ululuk sahibi Allah’a ait oluşu dile getirilir.

Yine namazdan sonra otuzüçer defa söylenmesi tavsiye edilen tesbîh dualarında da aynı bilinci ve itirafı görüyoruz. “Sübhânellah-Allah Sübhândır, O’nu tesbih ederim, “elhamdülillah-Hamd, minnet ve şükür Allah’a aittir”, “Allahü ekber-Allah en büyüktür, O’nun büyüklüğünün sınır yoktur” denilir. (Buhârî, Fedâilu’l-Ashâb/9 no 3705, F. Humus/6 no: 3113, Nafakât/6-7 no: 5361, 5162, Deavât/11 no: 6318. Müslim, Zikir/80 no: 6915 Tirmizî, Deavât/24 no: 3405. Ebû Dâvud, Harâc/20 no: 2988-2989, Edeb/109 no: 5062-5063. Ahmed b. Hanbel 2/319 no: 7262)

Bundan sonra söylenilen “lâilâhe illellahu vahdehu la şerike leh…” (Müslim, Zikir ve Dua/10 no: 6844) zikri ile Allah’ın bir ve tek oluşu, ibadette ve mülk’te hiç bir ortağı olmadığı, hamdin (övgü ve şükrün) O’na ait olduğu, O’nun her şeyin hâkimi olduğu bir kez daha hatırlanır, itiraf edilir.

Allahuekber ve tesbîh (Sübhâneke) ile namazına başlayan bir müslüman, namaz boyunca ve namazdan sonra tesbîh eder; yani şirkten arınma çabası gösterir, şirkten uzak kalacağına, namazdan sonra Tevhîd’e (vahye) uygun hareket edeceğine söz verir.

Buradan hareketle namazın bir tesbîh olması açısından şirk tehlikesine karşı müthiş ve sağlam bir koruyucu olduğunu söyleyebiliriz.

 

-Ez-cümle

Tesbîh ibadeti, hem Allah’ın bir emri, iman tazeleme,  hem de en güzel zikirdir.  Müslüman namazda tesbîh  ettiği gibi, günün her saatinde bu ibadeti yerine getirebilir. İçerisinde ‘sübhân’ geçen bütün ifadeler tesbîh’tir. Bunların bir kısmı Kur’an’da bir kısmı hadis kaynaklarında geçmektedir. Ezberlemesi kolay, söylemesi dile hafif, ama sevabı çok olan me’sur (sabit) zikirlerdir.

Tesbîh etmek şirk tehlikesine karşı kalkan, imanı kuvvetlendirmeye vesile, şeytanın vesveselerine karşı zırh, Allah’ı anmaya (zikre) en güzel sebeptir.

Günlük virdimiz olması gereken Kur’an okumanın, “Lâilahe illallah”, “Eşhedü en lâ-ilâhe illallah” demenin, Besmelenin, istiâzenin, duaların yanına tesbih cümlelerini de eklemek gerekir.

 

Hüseyin K. Ece

Zaandam