- Sözlükte ensâr

‘Ensar’ kelimesinin kökü ‘ne-sa-ra نصر’dır. ‘Nasr’ sözlükte mazluma yardım etmek, yardımda bulunmak manasına gelir.

‘Ensar أنصار’, yardım eden, yardım edici anlamına gelen ‘nâsır ناصر veya nasîr نصير’ fâil (özne) isminin çoğuludur. Dolaysıyla ensâr, yardım edenler demektir.[1]

 

- Kavram olarak ensâr

‘Ensâr’; Hz. Muhammed’in (sav) davetini kabul edip, cahiliyye hayatından ‘saadet asrına’ geçen, Kur’an’da kendilerinden övgü ile bahsedilen, bütün insanlık için örnek olan sahabe topluluğunun bir kısmının özel adıdır.

İslâm kültüründe ensâr kavramı özel olarak, Hz. Peygamber'i ve haksız yere yurtlarından çıkarılan muhâcirleri barındırmak ve korumak sure­tiyle onlara destansı yardımlarda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesribli (Medineli) müslümanlar için kullanılmıştır.

Enes b. Mâlik'in belirttiğine göre bu isim ilk defa Kur'ân’da onları nitelemek üzere yer almıştır.[2]

 ‘Ensâr’ sıfatını Kur’an özellikle muhâcirlere yardım edenler hakkında kullanmaktadır:

“İman edenler, hicret edenler ile (muhâcirleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü’minler bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.”[3]

‘Ensâr’ kelimesi iki âyette ‘muhâcir’ kavramı ile birlikte geçmektedir. Allah (cc) her iki topluluktan da razı olduğunu bildirmektedir.

“Öne geçen Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlar: Allah (cc) onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”[4]

Ayrıca Haşr sûresinin 9. âyetiyle Enfâl suresinin 72 ve 74. âyetlerinde ‘en­sâr’ kelimesi zikredilmemekle birlikte Hz. Peygamber'e ve muhacirlere yaptık­ları hizmetler, gösterdikleri fedakârlık­lar belirtilerek kendileri övülüyor.

Kur’an ayrıca ensâr ve muhâcir ayrımı yapmadan bir çok âyette Peygamber’e iman edip, ona yardım eden sahabelerden övgüyle söz etmektedir. Şüphesiz ki bu gibi âyetler, sahabelerin büyük bir bölümünü meydana getiren Ensâr’ı da içine almaktadır.

Mesela; “Fakat Peygamber ve onunla birlikte iman edip mallrıyla ve canlarıyla cihad eden kimseler var ya; işte onları hayırlı sonuçlar beklemektedir. Üstelik kurtuluşa erecek olan da onlardır. Allah onlar için zemininden ırmaklar çağlayan, içerisinde ebedi kalacakları Cennetler hazırlamıştır. İşte budur muhteşem zafer.”[5]  

Hz. Muhammed (sav) peygamberliğinin onucuncu yılında (m. 622) İkinci Akabe biatında Medineli müslümanlar, Peygamberi malları ve canları pahasına koruyacaklarına, emirlerine uyacaklarına, her türlü yardımı yapacaklarına, hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden Allah’ın yolundan gideceklerine farkında olarak söz vermişlerdi. Bunun üzerine Mekkeli müslümanlar birer birer Medineye göç etmeye başladılar. Onlara bu yüzden ‘Muhâcir’ dendi.

Peygamber (sav) de aynı yıl Medine’ye hicret etti.[6]

Peygamber’in (sav) Hicretten hemen sonra yaptığı ilk ve önemli uygulamalardan biri Muhâcirler ile Ensâr arasında kardeşlik kurması idi. Ensâr onlara barınak ve eşya verdiler. Ellerindeki imkanı paylaştılar. Tarla ve bahçelerinde çalıştırarak ürünlerine ortak ettiler. Her şeylerini Mekke’de bırakıp gelen Muhâcirler, Ensâr’ın yardımı sayesinde sıkıntıdan kurtuldular. Onların arasındaki bu kardeşlik, Peygamber’e (sav) bağlılıkları, İslâm uğruna gösterdikleri fedakârlıklar, bu uğurda katlandıkları sıkıntılar her türlü takdirin üzerindedir. Bu yardım ve kardeşliğin tarihte bir örneği daha görülmemiştir.

Kur’an onları şöyle övüyor:

“İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenlerle bunları barındırıp yardım edenler, işte onlar birbirlerinin gerçek dostudurlar (velisidirler).”[7]

“Kendilerinden önce o yeri yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler ise, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler…”[8]

Ensâr, Akabe biatlarında Peygamber’e verdiği sözü tutarak, müslümanlara ve Medine’ye saldıran düşmanlara karşı mücadele ettiler. Bu uğurda hiç bir fedakârlıktan çekinmediler. Mallarını ve canlarını ortaya koydular. Bütün zor anlarda desteklerini sürdürdüler, geri adım atmadılar ve Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmadılar.

Peygamber (sav) de zaman zaman onları takdir etmiştir. “... Şayet Ensâr bir vadiye veya bir geçide gitse ben de mutlaka Ensâr’ın gittiği vadiye veya geçide giderdim.”[9]

“Allah’a ve Ahiret gününe iman eden kimse Ensâr’a buğzetmesin.”[10]

Peygamber (sav) yine onları ancak mü’minlerin sevebileceğini, onları sevenlerin mükâfatının Allah tarafından sevilmek, onlardan nefret etmenin cezasının da Allah’ın buğzuna uğramak olduğunu açıklamıştır.[11]

Ensâr, Peygamber’e (sav) ve onun davasına hayatı boyunca destek oldukları gibi onun vefatından sonra da Allah (cc) yolunda çalışmaya devam ettiler. İslâmî davetin başka ülkelere, başka tplumlara ve başka coğrafyalara ulaşması için çaba gösterdiler. Bu yüzden pek çoğu Medine’yi terkettiler. Çoğunun mezarı Medine dışındadır. Çünkü gittikleri yerlerde ya şehid oldular, ya da Allah yolunda çalışırken, insanlara İslâmı öğretirken oralarda öldüler ve öldükleri yerlere gömüldüler.

Bunun en tipik örneği İstanbul’da medfun bulunan Peygamberin mihmandârı Eba Eyyubi’l-Ensârî’dir. Onu Medine’den o zamanki İstanbul’un önüne kadar getiren sebep ne dünyalık mal, ne şöhret, ne başkalarına üstünlük taslama çabasıydı. Onu İstanbul’a armağan eden sebep onun ilây-i kelimetullah (Allah’ın davasını başkalarına ulaştırabilme) gayreti idi. 

Ensâr, diğer insanlara İslâmî hayatlarıyla ve ahlaklarıyla örnek oldukları gibi, Peygamber’in (sav) sünnetini koruyarak ve yaşayarak kendilerinden sonra gelenlere aktardılar. Onlar Peygamber’in sâdık, samimi, istikrarlı ve ilme iştahlı öğrencileri idi. Onların İslâmı öğrenmedeki hevesleri gıpta edilecek boyutta idi. Onlar kardeşleri muhâcirlerle birlikte Peygamber’i nöbetleşe dinliyorlardı. Bir gün biri, ertesi gün diğeri Peygamberin ders/sohbet halkasına katılır, geride kalan her ikisinin dünya işleri ile meşgul olurdu. Akşam bir araya geldikleri zaman o gün Peygamber’den duyduklarını ve öğrendiklerini, gelişmeleri kardeşine aktarırdı.  

Onların hayatında İslâmî çalışmaların bütün yönlerini,

fedâkarlığın,

cömertliğin,

yiğitliğin,

kardeşliğin,

eziyetlere katlanmanın,

Peygamber’e bağlanmanın,

emre itaat etmenin,

anlaşma ve işbirliğinin,

diğer mü’mini kendi nefsine tercih etmenin (isar’ın),

çalışmanın,

ilme düşkünlüğün;

kısaca Allah için tertemiz, takva üzere ve verimli yaşamanın bütün güzel örneklerini bulabiliriz.

 

-          Ensâr olmak

Allah (cc) müslümanlara şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları (destekçileri/ensâr) olun. Tıpkı Meryem oğlu İsa’nın havârîlerine; “Allah’a giden yolda kim bana var gücüyle destek olur?” Deyince, havârîlerin “Biziz Alla yolunun gönüllü destekçileri” demeleri gibi...Nitekim İsrailoğullarından bir grup (ona) inandı, bir grup da inkâr etti. Bunun üzerine Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı dirençli kıldık. Sonunda galip gelenler oldular.”[12]

Hz. İsa’nın mü’minleri, sahabeleri, yani havârîler ona gönülden, seve seve destek oldular, yardım ettiler.

Zira Hz. İsa’ya inanmak, o günkü zor şartlarda onun yanında olmak, ona destek olmak Allah yolunda olmaktı. Allah (cc) da onların imanını kabul etti, onların kalbine sekine indirdi ve onları İslâmî davanın düşmanlarına karşı üstün kıldı.

Çünkü hak her zaman en üstündür, maddî veya siyasî anlamda üstünlük olmasa bile.[13]

Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor:

"İslâm yücedir. Hiçbir şey ondan üs­tün olamaz."[14]

Havârîler bilinen mana da savaş yapmadılar. Zaten çok az idiler. O zamanki ceberrut Bizans yönetimiyle savaş yapmaları da imkansızdı. Belli ki onlar farklı bir cihad metod izlediler ve bu konuda İslâm davetçilerine model oldular. Bu da ‘kansız fetih’ manasına gelen gönüllerin fethidir. Havârîler baskı gördüler, işkenceye uğradılar, aç aslanlara yem edildiler, taşlandılar, öldürüldüler, sürüldüler, süründürüldüler ama asla Allah’ın davasını, İsa’ya (as) bağlılığı terketmediler.[15]

Ayetteki ensâr olma emrini iki türlü anlamak mümkün.

Birincisi; müslümanların maslahatı için ensâr olmak,

İkincisi; Allah (cc) için ensâr olmak.

‘Sözün (lafzın)' özel olması hükmün genel olmasına engel değildir’, kuralından hareketle bütün müslümanlar bulundukları yerde, kendi imkanları nisbetinde, hem Allah (cc) için, hem de diğer müslüman kardeşleri için ‘ensâr/yardımcı veya destekçi’ olmak durumundadır diyebiliriz.

Müslümanlar dünyanın neresinde olursa olsun, ezilen, hor görülen, müztez’af hale getirilen, hatta yerinden yurdundan sürülen, dinlerini yaşamakta zorluk geçen  mü’minlere ellerinden geldiği kadar ‘ensâr’ olmak, gerekli yardımı ulaştırmakla görevlidirler.

 

-          Müslümanlar için ensâr olmak

Müslümanlar için ensâr olmanın üç temel çıkış noktası vardır.

İlki, müslümanların birbirlerinin kardeşi olmasıdır.[16] Kardeşin kardeşe karşı vazife ve sorumlulukları vardır. Ona kardeşçe davranır, onu sever, ihtiyacını giderir, yalnız ve yardımsız bırakmaz, ona dua eder, onun aleyhine olabilecek oluşumlara katılmaz. Mağdur ve mazlum olduğu, bir musibete, tabii afete uğradığı zaman maddî ve manevî destek verir. Zekâtını, fıtrasını, teberrusunu, sadakasını, infakını ve ikramını öncelikle müslüman kardeşine yapar. Bunlar da ona ensâr olmaktır.

İkincisi, müslümanların birbirlerinin velisi olmasıdır.[17] Veli, dost, seven, yakın, sırdaş, ilgi gösteren, yardım eden ve aynı zamanda müttefiktir. Müslüman müslümanı sever, onu dost ve sırdaş bilir, ona gerektiği yerde yardım eder, zorluklara, şeytana ve düşmanlara karşı onunla ittifak kurar, onunla müttefik olur. Bu da onun için ensâr olmaktır.

Üçüncüsü; fesad olmasın diye. Kur’an şöyle diyor:

“Nitekim, inkâr edenler birbirlerinin velisidirler (birbirleriyle dayanışma içindedirler). Anca siz böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fesat olur.”[18]

Müslümanlar; insan ve toplum bünyesinde salah/sulh/ıslah ortadan kalkıp fesat, karmaşa, fitne ve savaş olmasın, adaletsizlik kural haline gelmesin, zulüm sıradanlaşmasın diye iyilik ve takva üzere yardımlaşırlar. Kötülük, haksızlık ve düşmanlık üzere değil.[19]

Onlar iyiliğin, erdemlerin, hak ve adaletin, ikram ve yardımseverliğin, infak ve cömertliğin, insaf ve merhametin canlı şahitleri olarak, insanlığın salahı için çalışırlar.

Bu da onlar için ensâr olmaktır.

 

-          Allah için ensar olmak

İki ayette geçtiği gibi Allah’ın yardımcıları (ensârullah) olmak yerine göre müslümanlar üzerine bir görevdir.

Allah’ın yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olur mu?

O’nun yardımcıları olur diye düşünmek O’na noksanlık izafe etmek anlamına gelmez mi?

Halbuki O Subhân’dır; noksan ve eksik sıfatlardan münezzehtir, uzaktır.

Allah (cc) mü’minlere şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun, tıpkı Meryem oğlu İsa’nın havârilere demesi gibi…”[20]

Hz. İsa’nın sahabeleri hangi durumda Allah’ın yardımcıları, ya da Allah yolunda hz. İsa’nın yardımcıları olma davetini almışlardı?

“Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.

İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havâriler: Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah'a inandık, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.

(Havâriler devamla) Rabbimiz, İndirdiğine inanadık ve peygambere tabi olduk; artık bizi şâhitlerden yaz dediler.”[21]

Ya da; “Kim kendi yardımını Allah’ın yardımına katar?”

“Allah ile birlikte bana kim yardımcı olur?”

Nitekim bir deyimde ‘ez-zevdü ila zevdü ibil-küçük deve sürüsü küçük deve sürüsüne (katılırsa) büyük bir deve sürüsü olur” deniliyor. Bu da ‘onlar birlikte olursa’ anlamında kullanılması gibidir.

Buradaki emrin, Allah’a yakınlaştıracak salih amellerle benim yardımcım kim olur? anlamında olduğu da söylenmiştir.[22]

Hz. İsa (as) ilahî mesajı tebliğ edince İsrailoğulları ona inanmak bir tarafa, kendisini öldürmeyi planladıklarını anlamıştı. Kendisine bu davaya canu gönülden kimlerin destek olacaklarını belirlemek üzere “Allah’a giden yolda bana kim yardımcı olacak?” diye sordu.

Belli ki davasını daha düzenli bir şekilde sürdürebilmek için samimi, fedakar, becerikli çekirdek bir kadroya ihtiyacı vardı. “Biz Allah yolunun yardımcılarıyız” diyenler onun has dostları, davasına iananmış gönül erleri idi.

Bu cevapla “Allah’ın dinine sahip çıkmada ve onu yaymada olanca çabayı sarfetme’nin kasdedildiği açıktır.

Kur’an, havârilarin bu ‘Allah yolunun yardımcıları olma’ iradesini açığa vurmalarını Muhammed ümmetine örnek bir davranış olarak gösteriyor. Peygamber (sav); “Her peygamberin bir havârisi vardır, benim havârim de Zübeyr’dir” dediği kaynaklarda geçiyor.[23]

Bazılarına göre Arapça da hırıstiyanlara ‘nasrânî (çoğulu: Nasara) denilmesinin sebebi, havariler hakkında kullanılan ‘ensar’ sıfatıdır. Allah’ın rızasını kazanmak üzere hz. İsa’ya yürekten yardım edenler anlamında.[24]

“Allah’a (giden yolda) yardımcılarım kimlerdir?” Hz. İsa böylelikle inkârcılara karşı yardım istedi.

Süddi, Sevrî ve başkaları der ki: Bu, Allah ile birlikte... (bana kim yardımcı olur) anlamındadır. Buna göre burada ki ‘ila...e, ...a’ ‘maa-birlikte, beraber’ anlamındadır.[25]

Yüce Allah’ın şu emrinde olduğu gibi: “Ve onların mallarını mallarınıza (katarak) yemeyin.”[26]

“Onların mallarını haksız yere mallarınızla birlikte yemeyin” demektir. el-Hasen der ki: Bu, Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir? demektir. Çünkü onları Allah davet etmişti. Mananın şöyle olduğu da söylenmiştir: “Kim yardımını Allah’ın bana olan yardımına katar.”

İsa (as) Allah’a davet yolunda “kim benim yardımcım olur” diye sordu. Tıpkı Peygamberin Hicretten önce dediği gibi: “Rabbimin kelâmını tebliğ edebilmem için kim beni koruyacak. Çünkü Kureyş Rabbimin kelâmını tebliğ etmekte bana engel oldu.”  Peygamber (sav) Hicretten önce Ensarla buluştu. Aynı isteği onlara da yöneltti.

Hz. İsa’nın yardım talebine karşılık İsrailoğullarından bir grup onun yardım çağrısını kabul etti, ona iman etti, ona destek oldular, ona yardım ettiler. İsa (as) ile birlikte indirilen nura tabi oldular. Hem de yürekten “... Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız.” dediler.

“(Havariler devamla) Rabbimiz, İndirdiğine inandık ve peygambere tabi olduk; artık bizi şâhitlerden yaz dediler.”[27] 

“ İsa (as) kavminin islâmî davete inatla direnmelerine, onu yalanlamalarına, dinden yüz çevirmelerine karşılık “Allah’ın hüccetiyle bana kim yardımcı olacak?” diye sordu.[28]    

Tefsirci Hasen ve Mücahid’e göre Hz. İsa’nın yardım isteme sebebi, onların kendisini öldürmek istediklerini anlaması idi. Bazıların göre Hz. İsa düşmanlarına üstünlük sağlamak için onlardan yardım istedi.[29]

Hz. İsa onlardan isteği, dini ikame etmeleri, şeriatine iman etmeleri ve kendisini korumları idi. Tıpkı Peygamber’’in (sav) kendisini kabilelere arzetmesi gibidir.

“İlallah” iki manaya gelebilir: “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimler?”, İkinci anlam takdiren, “Kim yardımını benim için Allah’ın yardımına katmak ister?” Bu da Nisa 2. âyette söylendiği manadadır.[30] 

Onların kendisini katledeceklerini sezince “Allah’a doğru yardımcılarım kimlerdir?”  diye sordu. ‘İlallah’, yani Allah’a müteveccih (doğru), ya da O’na iltica edici, ya da O’na doğru gidici kimlerdir? Bazıları “Yolda Allah’a doğru benim yardımcılarım kimlerdir?” “Kim yardımını Allah’ın yardımına katar?” şeklinde anladılar.[31] 

Âyetin akışından havârilerin Allah yolunda hz. İsa’ya yardımcı olduklarını anlayoruz. Nitekim havârilar Hz. İsa sağ iken korkusuzca ona tabi oldular, onun vefatından sonra da  o günkü İslamî daveti sürdürdüler. İslam o zaman onların elleriyle yayıldı.

Âyetin cümleleri içerisinde ‘Allah’ın yardımcıları olmak’ şeklinde bir ifade geçse bile bu, Allah’a doğrudan bir yardım değil, birinci âyette geçtiği gibi ‘Allah için yardım’ şeklinde anlaşılmalıdır.

Elmalılı burada şu manaların olma ihtimalinden söz ediyor:

1-Ben Allah’a giderken yardımcılarım kimlerdir?

2-Allah’a teslim ve uymuş olarak bana yardım edecek kimler?

3-Benim, Allah için yardımcılarım kimler?

4-Allah ile beraber olup, yardımcım olacaklar kimlerdir?

“Allah’a iman etmiş ve nefsini Allah’a teslim etmiş olup da, yardımını Allah’a bağlayarak ve Allah rızasından başka bir şey düşünmeyerek bana yardım yapacak; özetle, özü Allah’a bağlı, yardımcılarım, dostlarım kimlerdir?” demek istedi.

Bu mana hepsini toplayıcıdır. Havarilerin Hz. İsa’ya verdiği cevap da buna uygundur.[32]

Başka âyetlerde ‘Allah’a yardım’, ‘O’na yardım’ ifadeleri yer alıyor:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit tutar.”[33]  

‘Allah’a yardım’ cümlesini hemen hemen bütün Türkçe mealler parantez içinde ‘Allah’ın dinine yardım veya ‘Allah’ın davasına yardım’ şeklinde çevirdiler.

Allah’ın yardıma kesinlikle ihtiyacı olmadığına göre ‘Allah’a yardım’ mecazen ‘O’nun dinine, peygamberine’ yardım demektir.

Buradaki hitap öncelikle Hz. Muhammed’in sahabelerinedir. Peygamber’in (sav)  davet uğruna çektiği zorluklar, karşılaştığı güçlükler, gördüğü eziyetler bir insanın gücünü aşan şeylerdi. Onun İslamı tebliği etmek, insanların hidayeti bulmalarını sağlamak için gösterdiği çaba ve gayret, yaptığı fedakârlıklar her türlü takdirin üzerinde idi. 

O’na iman edenlerin ve islamî davete yardımcı olanların da benzer zorluklarla karşılaştıklarını, bu uğurda çok çalıştıklarını, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda fadakârlık yaptıklarını biliyoruz.

Tıpkı Hz. İsa’ya iman eden havâriler gibi. Böyle bir ortamda Allah (cc) onların kalplerini güçlendirmek ve yapacakları işin önemini hatırlatmak için, onları Allah’ın dinine yardıma davet ediyordu.

Şüphesiz ki bütün sahabeler, Ensar ve Muhacir, bu davete karşılık verdiler ve hemen hemen hepsi de farklı boyutlarda, fiilen  ve manen Allah’ın dinine ve Peygamberine yardımcı (ensar) oldular.

Ensar Akabe biatında Hz. Peygamber'e ver­diği sözü tutarak onu Medine’de barındırmış, gerek içeriden gerek dışarıdan gelen tehlikelere karşı onu korumuştu. Peygamberin hayatındaki bütün Gazve’lere katılımış, bu uğurda hiç bir fedakarlıktan kaçınmamıştı. Bedir öncesi istişarede Ensar’ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Muâz daha önce kendisine iman edip destekleme­ye söz verdiklerini, Peygamber denize dalsa bile kendilerinin de arkasından gideceklerini söylemişti.

Ensarın fedakârlıkları ve samimiyetleri, muhacirler ile aralarında kurdukları kardeşlik (uhuvvet), İslâm kardeşliğinin ideal bir uygulaması olarak görülmüş ve daima ör­nek alınmıştır.

Aynı şekilde ensarın hanım­ları da islamî davet uğrunda büyük fedakârlıklar göstermiş­ler, İslâm'ın gelişip güçlenmesine des­tek olmuşlardır.  

Ayet bütün mü’minlere hitap ediyor.

Yani, âyet; “Ey iman edenler, Allah’ın dinini yardımcısı olun” diyor.Bu zımnen şu demektir: “Ey Muhammed mü’minlere de ki: Allah’ın yardımcıları olun.” Tıpkı İsa’nın (as) sahabelerinin yaptığı gibi. Onlar İsa’nın daveti üzerine Allah’ın yardımcıları ve onun havârileri oldular.[34]

Her devirde ve her yerde müslümanlar öncelikle İslâm’ı hayatlarında yaşayarak, onu birer canlı hayat haline getirerek, onun güzelliklerini ahlâk olarak göstererek, diğer insanlara ‘hidayet’ örneği ve şâhidi olarak yardım etmek, ‘ensar’ olmak durumundadırlar. Bulundukları yerlerde, şartların uygun olarak mallarıyla, imkanlarıyla, bilgi ve güçleriyle, gerekirse canlarıyla Allah’ın dininin ‘ensar’ı olmalılar, tıpkı Ensar gibi.

Allah’a yardım, O’nun dinine ve O’nun muhtaç, müstez’af ve mücahid kullarına yardım etmekle, yani ensar olmakla mümkündür.

Bu âyet aynı zamanda ilahî bir sünnete (kanuna) ışık tutmaktadır. Allah (cc) kendi yardımını kulun üzerine düşeni yapmasına, sözlü dua yanında, salih ameli ve çabasıyla fiilî dua yapmasına bağladı. Kul iyi olana bir adım attığı zaman Allah (cc) ona yardım ve ödül, hayır ve bereket vermek üzere belki bin adım atar.[35]

Nitekim Allah (cc) kendi dinine yardım edenlere mutlaka yardım edeceğini, destekleyeceğini müjdeliyor.  

“... Allah O’na (kendi dinine) yardım edenler muhakkak yardım edecektir. Şüphesiz Allah güçlüdür, mutlak galiptir. Onlar öyle kimselerdir ki kendilerine yeryüzünde bir egemenlik versek, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten alıkoymaya çalışırlar. İşlerin sonu Allah’a varır.”[36]

Havâriler, eski gelenekleri, İsrailoğullarının yanlış din anlayışlarını, piyasada din adına geçen öğretileri reddettiler. Hz. İsa’nın Allah’tan getirip tebliğ ettiği her şeyi kabul ettiler. Hayatlarını onunla inşa etmeye, bununla birlikte bu hak daveti korumaya, onu başkalarına aktarmaya, bu uğurda her türlü fedakârlığı yapmaya söz verdiler. Mallarıyla canlarıyla bu uğurda çalıştılar, çaba gösterdiler (cihad ettiler). İşte bu da Allah’ın yardımcısı (ensarullah) oolmak demektir.

Allah (cc) bu gibi kimseleri şöyle övüyor.

“Oysa, Elçi ve o'nunla aynı inancı paylaşan herkes (Allah yolunda) mallarıyla, canlarıyla zorlu çabalar ortaya koymaktadır; işte (öte dünyada) en üstün armağanlara kavuşacak olan kimseler böyleleridir; sonu gelmez bir mutluluğa erişecek kimseler de bunlardır!”[37]

“(Şunu bil ki, gerçek) müminler, yalnızca, Allah'a ve Elçisi'ne iman edenler ve (bu konuda) bütün şüphelerden uzak duranlar ve Allah yolunda bütün malları ve canları ile cihad edenlerdir: işte onlardır sözlerinde duranlar!”[38] 

Hz. İsa’nın davetine karşılık verip ona yardım eden, ensar olan havârileri Allah (cc) destekledi, güçlendirdi ve onları düşmanlarına karşı üstün kıldı.

“... Ve böylece İsrailoğulları'ndan bir kısmı (İsa'nın peygamberliğine) inanmaya başladı, diğerleri ise hakikati inkar ettiler. Ama (şimdi) Biz, (gerçekten) imana kavuşmuş olanları düşmanlarına karşı koruyup destekledik; ve onlar üstün gelenlerden oldular.”[39]

Aynı şekilde Ensar ve Muhacirden oluşan sahabeler de Allah’ın dinine destek oldular, ensarullah oldular, bunun gereğini yaptılar. Allah da hem Peygamber’e (sav) hem onlara, -fert ve ümmet planında- fetih, zafer ve izzet, dünya ve ahirette necat, insanlara karşı şâhitler (örnek) olma şerefi verdi. İslamî daveti başarıya ulaştırdı.

Böylece kim veya hangi toplum Allah’ın yardımcıları (ensarullah) olursa, onlar da tıpkı havâriler ve sahabeler gibi Allah’ın yardımına mazhar olurlar.

Hüseyin K. Ece

18.05.2013

Zaandam-Hollanda



[1] İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 14/269-270

[2] Buhari, Menâkıbü'l-Ensâr/1, 26 (3776, 3744)

[3] Enfal 8/74

[4] Tevbe 9/100, ayrıca bak. Tevbe 9/117) 

[5] Tevbe 9/88-89. Ayrıca bak: Bakara 2/218. Âli İmran 3/169-173. A’raf 7/157. Enfal 8/26, 64. Fetih 49/18-19, 29

[6] İbni Hişam, Siyer, 1/431-480

[7] Enfal 8/72

[8] Haşr 59/9

[9] Buharî, M. Ensar/2 (3778). Tirmizî, Menâkıb/66 (3901)

[10] Tirmizî, Menâkıb/66 (3906)

[11] Buharî, M. Ensar/4 (3783). Tirmizî, Menakıb/66 (3900)

[12] Saff 61/14

[13] Tevbe 10/40

[14] Buhârî, Cenâiz/79

[15] M. İslamoğlu, Meal,  s: 1122

[16] Hucurât, 49/10

[17] Enfal 8/72. Tevbe 9/71

[18] Enfal 8/73

[19] Maide 5/2

[20] Saff 61/14

[21] Âli İmran 2/51-53

[22] Kurtubî, Tefsir 2/3062

[23] Buharî, Cihad/40-41, 135 no: 2846, 2847, 2997. Müslim, Fedâilü’s-Sahabe/48 no: 6243

[24] Heyet, Kur’an Yolu, 1/426

[25] Taberi, Tefsir 3/282. İbni Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz, s: 306

[26] Nisa 4/2

[27] İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/275

[28] Taberî, Tefsir 3/282

[29] Taberî, Tefsir 3/285

[30] İbni Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz, s: 306

[31] Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 262)

[32] Elmalılı, Tefsir (sad.), 2/368

[33] Muhammed 48/7

[34] Kurtubî, Tefsir 2/3062

[35] Heyet, Kur’an Yolu 5/7

[36] Hac 22/40-41

[37] Tevbe 9/88

[38] Hucurât 49/15

[39] Saff 61/14