Kur’an’da bir âyette ve bazı hadislerde geçen bu ifade, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkını, bir anlamda insanların Allah’a karşı temel görevlerini hatırlatıyor.

Bir kimsenin başkası üzerindeki hakkı, aynı zamanda karşı tarafın görevi demektir. Söz gelimi anne babanın evladı üzerindeki hakkı, çocukların anne babaya karşı görevlerine tekabul eder.

 

 

-          Sözlükte hak:

İslâm kültürününün ve Kur’an kavramlarının en önemlilerinden ve en zengin anlam taşıyanlarından biri de ‘hakk’ kelimesidir.

‘Hakk’ kelimesinin aslı, uygunluk ve denk gelmektir. (Isfehânî, Müfredât sayfa: 179)

Sözlükte masdar olarak manası: gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek, bir şeye yakinen muttali olmak, mevcudiyetin (varlığın) gerçek olması demektir. (en-Nevevî, Minhac sayfa: 136)

İsim ve sıfat olarak: gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey manalarına gelir.

Hak, İslâm inanç sisteminde (akaid’te) genellikle batılın zıddı olarak kullanılır.

Hakku’l-emr, o işin sabit ve gerçek olduğu anlatır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/176)

‘Hakk’ sözlükte ayrıca, yerine getirilen hüküm, adalet, doğruluk, gerçeklik (hakikat), İslâm, mal-mülk, vacip, yaraşır, kesin şey manalarıda da kullanılır. (Rç el-Isfehânî, Müfredât, s: 179-180)

 

-          Hakkın Kur’an’daki Anlamları:

         Kur’an bu kelimeyi; bir şeyi hikmetin gereğine göre (nasıl gerekiyorsa ona göre) yapan; (Kehf, 18/44. En’am, 6/62, Yunus, 10/32, Hacc 22/6),

hikmetin gereği olarak var edilen şeyler; (Yunus, 10/5, 53. Bekara, 2/146),

doğru inanç; (2 Bekara, 2/213),

hisse, pay; (Meâric, 70/24-24, Zariyât, 51/19),

adalet; (Ğafir 40/20),

Allah’ın va’dinin veya azabının gerçekleşmesi; (Bakara, 2/61. Âli İmran, 3/21. Sâd, 38/14. A’raf, 7/30),

Allah’ın Gerçeği kelimeleriyle güçlendirmesi; (Enfal, 8/7-8. Yunus, 10/82. Gâfir, 42/24),

Doğru ; (A’raf, 7/8, 159, 169. Sad, 38/26),

gerçek (en fazla bu manada) gibi anlamlarda kullanılıyor. (Hûd, 13/1. 11/120. 13/14 v.d. bil-hakk şeklinde: Bakara, 2/176., 252. Âli İmran, 3/3. Mâide, 4/105)

 

-          Hadislerde hak kavramı

Hadislerde hak kavramı; "doğru, gerçek, görev, sorumluluk, borç" gibi manalarda kullanılıyor. Hadislerde ayrıca "fakirin hakkı, isteyenin hakkı, din kardeşliği hakkı, arkadaşlık hakkı, dostluk hakkı, müslümanın müslüman üzerindeki hakkı, akraba hakkı, komşuluk hakkı, kocanın hakkı, hanımın hakkı, misafir hakkı, yolculuk hakkı" gibi hakla ilgili ifadeler yer alır.

Bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Hak sahibinin konuşma yetkisi vardır" (Buhârî, Hibe/23 (2606). Müslim, Müsâkat/120) 

Hadislerde hayvan haklarından bile bahsedilir. (Meselâ; Müslim, Libâs/107, Birr/61, Sayd/59. Ebû Dâvûd, Cihâd/51. Tirmizî, Kıyâmet/2. Nesâî, Dahâyâ/42),

İnsanın üzerindeki bazı hakları sıraladıktan sonra bütün vakti ibadetle geçirerek bu hakları ihmal etmenin yanlış olacağına dikkat çeken bir hadisin sonunda geçen, "Her hak sahibine hakkını ver" (Buhârî, Savm/51-55; Müslim, Sıyâm/182, 187) buyruğu, herkese haklara riayet etme yükümlülüğü getirir.

Rasûlüllah (sav) buyurdu:

"Allah Teâla her hak sahibine hakkını vermiştir. Bu sebeple, vârise (vârislerden biri lehine) vasiyet yoktur." (Buhârî, Vesâyâ/6. Tirmizî, Büyû'/88, Vesâyâ 5 (2122). Ebû Dâvud, Vesâyâ/6. İbn Mâce, Vesâyâ/6. Nesâî, Vesâyâ/5-6)

“Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da Böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır o adama yüklenir Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir” (Buhari, Rikak/48)

Hz. Ali (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Müslümanın Müslüman üzerindeki altı hakkı vardır:
Karşılaştığında selam verir,
davetine icabet eder,
aksırdığı zaman elhamdülillah derse yerhamükallah der,
hastalandığında ziyaretini yapar,
öldüğünde cenazesinin ardından yürür,
kendisi için sevdiğini o kardeşi için de sever.”
(Dârimî, İstizan/5

(2636). İbn Mâce, Cenaiz/43)

 

-          İslâm’da hak anlayışı

İslâm hukukunda (fıkıhta) hak, hukukun, bir başka deyişle şeriatın bir yetki veya yükümlülük olmak üzere benimsediği, kişiye ait olan şeydir.  

Bu tanım, hem kulların Allah’a karşı görevlerini, hem de kişiyle ilgili bütün hakları içerisine almaktadır.

İslâma göre hak’ların kaynağı Şer’í iradedir. Haklar, bir anlamda şer’í (dinî) hükümlerin dayandığı kaynaklardan çıkarılan ilâhí bağışlardır. İslâm’da delilsiz şer’í bir hak yoktur.

İslâm’a göre hakk’ların kaynağı Allah’tır. İnsanlara veya yaratıklara ait hak’ların kaynağı insan iradesi ve aklı değildir.

"Eğer hak, onların arzularına tâbi olsaydı gökler yer ve buralarda bulunanların düzenleri bozulur, altüst olurdu." (Mü'minûn: 23/71).

İnsan aklı ve iradesi yalnızca, bu hakların yerli yerinde kullanılmasını sağlar, hukukun uygulanmasına yardımcı olur, hak tecavüzlerini önlemeye çalışır. Daha doğrusu akıl, ilâhí irade tarafından sabitleştirilen hakk’ları anlamaya ve onları yerli yerinde korumaya yarar.

İslâm hukukuna göre üç çeşit hak vardır:

1-Allah’ın hakkı (hakku’llah): İnsanların kulluk görevi, onları Allah’a yaklaştıran şeyler, genelin çıkarına olan ama Allah tarafından belirlenmiş hükümler,

2-Kişinin maslahatının korunduğu haklardır. Çok geniş bir alanı vardır. İnsan hakları dediğimiz şeylerdir (hukuk-u ibad, hukuku’l-insan).

3-Allah hakkı ve insan hakkı: Örneğin, kişinin aklını, dinini, neslini korunmasında iki hak vardır. Bu hakların yerine getirilmesiyle hem Allah’ın emrine uyulmuş olur, hem de bunlarla toplum ve kişilerin çıkarı (maslahatı) korunmuş, haklarına tecavüz önlenmiş olur.

 

-          Allah’ın hakkı (Hakku’llah)

İslâm, kendisini din ve yaşama biçimi olarak seçenlerden öncelikle Allah’ın haklarına saygı göstermelerini ister. Zira O (cc) varlığın sebebidir. Yaratılmışlara, dolaysıyla insana en çok iyilik edendir. Saygıyı hak eden, buna hakkı olandır. O’na saygı O’ndan gelenleri kabul edip gereğini yapmak, teşekkür edip (şükredip) O’nun yine insanın faydası için çizdiği sınırlara uymaktır.

Bir hadiste de şöyle geçiyor:

Muaz b. Cebel (ra) diyor ki: "Rasûlüllah'ın (sav) bindiği bineğin terkisinde bulunuyordum. Bana dedi ki:

-"Ey Muaz! Allah'ın kulları üzerindeki ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?" Dedim ki:

-"Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü:

-"Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, yalnız O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların, Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kullarına azab etmemesidir" buyurdu. Ben hemen:  

-"Ey Allah'ın Rasûlü! Bunu herkese müjdeleyeyim mi?" dedim.

-"Hayır, müjdeleme! Sonra buna güvenirler (salih amelleri terkederler)" buyurdu. (Buharî, Tevhid/1, Cihâd/46, Libas/101, İsti’zân/30.  Müslim, İman/30 (48, 49). Tirmizî, İman/18. İbni Mace, Zühd/35)

Ebu Hureyra'nın anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Üç kimseye yardım etmek onların Allah üzerindeki hakkıdır. Allah yolunda cihad eden mücahid, nikahlanmak isteyen iffetli kimse, hürriyetini satın almak için ödeme yapmak isteyen köle." (Ahmed b. Hanble, 2/336 no: 7434)

Allah’ın (cc) kulları üzerinde hakkı olmasının manası; O’nun müstahak olduğu şeydir. Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, mukabil olarak kulların görevini ifade eder. Bir kimsenin arkadaşına şöyle demesi caizdir: Senin hakkın benim görevimdir.  Yani o görevi yerine getirmeye hazırım. Bir hadiste; “Her müslümanın her hafta yıkanması onun üzerine haktır, yani onun görevidir” deniliyor. (en-Nevevî, el-Minhac, sayfa: 136)

Kulların yanlızca Âlemlerin Rabbi Allah’a ibadet edip, O’na hiç bir şeyi ortak koşmamak, O’ndan başka bir güç ve kuvvet sahibi olmadığına inanmak, hiç bir şeyi tanrı gibi zannetmemek Allah’ın kendi kulları üzerindeki hakkıdır. Bu,  kullar üzerinde olmazsa olmaz bir görevdir. Onlar bu kulluğun gereğini yaparlarsa; Allah da onlara ceza vermez. Tam tersine hak ettiklerini fazlasıyla verir.

Alimlere göre hiç bir şey Allah’a vacip/mecbur değildir. Hiç bir kimse O’na bir şeyi mecbur edemez. Hadis, Allah’ın kendisine hakkıyla kulluk edenlere muhakkak mükâfat vereceğini bu şekilde haber veriyor. Bu bir anlamda kulların, semimiyetleriyle hak ettikleri sonuçtur ki Allah bu ödülü vereceğine söz veriyor.

Bir hadiste şöyle deniliyor:

“Doğrusu şeytan değişik metodlarla insanın yolunu kesmiştir. İslam yolunda insanın yolunu kesmiş ve ona şöyle demiştir.

“-Nasıl olur da sen müslüman olup kendi dinini ve ecdadının dinini terkedersin? İnsanoğlu ona itaat etmemiş ve müslüman olmuştur. Sonra hicret yolunda insanın yolunu kesmiş ve ona şöyle demiştir:

-Sen hicret mi ediyorsun? Toprağını ve havanı nasıl terkediyorsun? İnsanoğlu ona uymamış ve hicret etmiştir. Sonra cihad yolunda onun önünü kesmiş ve ona şöyle demiştir:

-Harb can ve malın yok olmasına sebep olduğu halde sen nasıl cihada çıkıyorsun? Sen savaşırsan ölürsün, başkaları karınla evlenir ve varislerin malını paylaşırlar. İnsanoğlu şeytana itaat etmemiş ve cihad etmiştir. Sonra Rasulüllah (sav) şöyle buyurdu:

“Kim şeytana uymaz ve böyle hareket ederse, sonra bu uğurda ölürse böyle kimsenin cennete girmesine müsaade etmek Allah’ın üzerine hak olur.” (Nesai, Cihad/19)

Allah’ın kulları üzerindeki hakkı şöylece özetlenebilir:

 

-          O’nu Rab bilmek

Allah’ın kulları üzerindeki öncelikli hakkı, niçin yaratıldığını (Zariyat,

52/56), ondan sonra da kendisini Yaratan’a karşı ne gibi yükümlülükleri olduğunu bilmesidir. O’ndan gelenleri kabul edip inanması, emirlerine ve  yasaklarına uyması, yani ibadet etmesi ve en iyilerden olmaya çalışmasıdır.

“[Yahudi ve Hristiyanlara] de ki: “Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Nasıl olur? O, bizim gibi sizin de Rabbinizdir; bizim işimiz bize, sizin işiniz de size aittir; ve biz kendimizi yalnızca O'na adamışızdır.” (Bekara, 2/139)

“Kuşkusuz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; öyleyse [yalnız] O'na kulluk edin: Bu, dosdoğru bir yoldur.” (Âli İmran, 3/51)

 

-          O’ndan başka ilâh tanımamak,

Kur’an ısrarla tek ilaha inanmayı, şirk koşmaktan sakınmayı tekrar ediyor. Çünkü tarihten beri insanlığın en ciddi sorunu, tanrıya inanmamak değil, birden  fazla tanrıya ya da insan aklının ürettiği tanrılara inanmadır.

“(EY İNSANOĞLU,) Allah'la beraber bir başka tanrı edinme ki kendini kınanmış ve bir başına bırakılmış olarak bulmayasın:” (İsra, 17/22, 39. Nahl, 16/51)

“Gerçek şu ki, Allah Benim; Benden başka tanrı yok; o halde, [yalnız] Bana kulluk et; ve Beni anmak için salâtta devamlılık ve duyarlık göster!” (Tâhâ, 20/14)

Sizin ilahınız, yalnızca, kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.” (Tâhâ, 20/98)

“Bunun içindir ki, [ey insanoğlu,] Allah'la beraber başka bir ilaha başvurma ki kendini azaba uğrayanların arasında bulmayasın.” (Şuara, 28/213)

Allah’ın kulları üzerindeki öncelikli hakkı Kulların O’nu birlemeleri (tevhid etmeleri)dir. O’nu Rab ve İlah olarak tanımalarıdır.  Yani O’ndan gelenleri kabul eder, O’nun takdirine razı olur, O’na şükretmek için O’na ibadet eder, O’nun insanlar için uygun gördüğü güzellikler (ma’ruf) için çalışır.

 

-          Yalnızca O’na ibadet etmek

Kur’an, insanı Âlemlerin Rabbi Allah’ın yarattığını söyledikten sonra O’nun bize tanıtıyor ve ilâh olarak sadece O’nan inanılması, yalnıza O’na ibadet edilmesi  ve sadece O’ndan yardım istenilmesi gerektiği söylüyor.

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (Nisa, 4/36)

"Andolsun ki biz her ümmete "yalnız Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının" diye (tebliğ etmesi için) bir rasul gönderdik." (Nahl, 16/36)

"Allah ile beraber başka bir ilah edinme. Sonra kınanmış ve kendi başına bırakılmış olursun.

Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi, ana babaya güzellikle muamelede bulunmanızı emretti..." (İsra, 17/22-23)

 

-          Nimetlerine şükretmek

İnsanı yaratan, hayat veren ve hayatını devam ettirebilmesi için gereken her şeyi veren Allah’tır. Allah’a iman eden bunun farkındadır. Allah’ın insanlara iyilikleri sayılamayacak kadar çoktur. (İbrahim, 15/34. Nahl, 16/18)

Allah insanlara kendisine şükredilmesini emrediyor. (Bekara, 2/152, 172. Nahl, 16/114. Ankebût, 29/17)

İnsan, Allah’ın kendisine verdiği can ve organlar karşılığında (Secde, 33/7-9), yağmur vermesinin (Casiye, 45/4-5. Vakıa, 56/68-69), gece ile gündüzü var etmesinin (Kasas, 28/73), dağ gibi gemileri yüzdürmesinin (Lukman, 31/31), eti yenen hayvanları (Yasin, 36/71-73) ve daha nice ni’metler vermesinin karşılığı olarak şükretmelidir. Bütün bu ni’metleri vereni tanımalı ve O’nun önünde boyun bükmelidir.

Kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur. (Neml, 27/40) Yoksa Allah’ın böyle şeylere asla ihtiyacı yoktur.

İyiliklerine karşılık kendisine şükredilmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.

Şükrün başı da Allah’ı bilmektir (marifetullah’tır).

 

-          O’nun dinine yardım etmek

Allah (cc) insanlar için hayat düzeni ve kulluk proğramı olarak İslâmı

gönderdi:

“Bugün dîninizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi

tamamladım, sizin için din olarak (hayat tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim.” (Maide, 5/3)

Allah’ın dinine yardım üç şekilde olur.

Birincisi; kendi nefsinde ve cevresinde uygulayarak. Dinde emredilenleri

mümkün olduğu kadar yerine getirmek, yasaklananlardan elden geldiği kadar kaçınmak. Bu konularda samimi davranmak Allah’ın dinine yardımdır.

İkincisi; Onu düşmanlarına karşı yerine göre, günün şartlarına uygun, ya da

ortamına göre dil ile, el ile, dua ile, medyanın bütün imkanlarıyla, kurumlaşarak ve siyaseten savunmaya çalışmak. İslâmı yerine göre, uygun ortamlarda, uygun araçlarla başka insanlara ulaştırmak.

Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 49/7)

Üçüncüsü; İslâmı yanlış tanınmasına, müslümanlar hakkında yanlış kanaatlere sebep olacak davranışlardan sakınarak. Ya da İslâmı istismar etmekten, İslâmın sırtından geçinmekten titizlikle kaçınarak.

 

-          Mutlak sevgiyi O’na tahsis etmek

İman edenlerin gerçek sevgiyi, en yüksek sevgiyi, en geniş sevgiyi Allah’a tahsis etmeleri gerekir.

Şu âyette anlatıldığı gibi olanlar ,yanlıştadır.

“İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allah'ı sever gibi onları severler. İnananlar ise en çok Allah'ı severler. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a aidolduğunu ve Allah'ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşkebilselerdi!” (Bekara, 2/165)

Onların sevgilerinin ölçüsü de Allah (st) olmalı. Yani O’nun ‘sevin’ dediklerini sevmek, O’nun ‘sevmeyin’ dediklerini sevmemek müslüman üzerinde Allah’ın hakkıdır.

Şu âyette anlatıldığı gibi:

“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Elçisine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile (kalb nuru veya Kur'an ile) desteklemiştir...” (Mücadile, 58/22)

 

-          Mutlak korkuyu O’na tahsis etmek

Müslüman hiç kimseden, hiç bir makamdan Allah’tan korkar gibi

korkmaz. Allah’tan korkmak, O’na karşı gerekli saygının ve sevginin gösterilememesi, kulluk görevlerini ve şükrün hakkıyla yerine getirelememesi endişesidir. Allah (cc) beni cehennemine atar korkusundan ziyade, O’nun sevgisinin azalmasına sebep olabilirim diye içinin titremesidir.

Böyle bir korku, endişe ve iç titremesi sadece Allah’a karşı gösterilir.

Bu da O’nun hakkıdır.

“Kendi dostlarından korkmayı [içinize] yerleştiren Şeytandan başkası değildir: Öyleyse onlardan değil, yalnızca Benden korkun, eğer gerçek müminler iseniz!” (Âli İmran, 3/175)

         “Kim Allah’a ve Rasulüne itaat eder, Allah’tan korkarsa (haşyet duyarsa) ve O’ndan ittika ederse (sorumluluk bilinciyle davranırsa); iste kurtuluşa erenler onlardır.” (Nûr, 24/52)

         Müslüman, korku, sevgi ve ümit beslemeyi; her üçünü birden yalnızca Allah’a tahsis eder. Bu üçlünün birlikte başka bir varlığa karşı gösterilmesi, hem Allah’ın hakkına saygısızlıktır, hem de şirke götürebilir. 

 

-          Kur’an’da Allah’ın hakkı

Bir âyette her ne kadar hak kelimesi kullanılmasa da Allah’ın kullar üzerindeki hakkından bahsediliyor:

“Oraya (gitmeye) bir yol (imkan) bulabilen kimseye, Beyt(ullâh)’ı haccetmesi, Allah’ın hakkı (olarak o kimseye farz)dır. Kim de (bunu reddeder de) küfre saparsa, (küfrü kendi aleyhinedir ve) şüphesiz Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir (kimseye ihtiyacı yoktur).” (Âli İmran, 3/97)

Tabiin müfessirlerinden Mücahid diyor ki; “Kim İslâmdan başka dine tabi olursa o ondan kabul edilmeyecektir.” (Âli İmran, 3/85) ayeti geldiği zaman bütün din grupları “Biz de müslümanı” dediler. Bunun üzerine bu âyet indirildi. Buna göre Müslümanlar hacca giderler, müşrikler hacca gitmezler. Hatta yahudiler bunu duyunca, “biz ebediyyen hac etmeyiz” dediler. (İbni Cevziyye, Zâdu’l-Mesîr, sayfa: 212)

"Beyt’i haccetmek insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır." Sözü haccın gücü yetenlere farz oluşuna delildir. Bir kimse “falancanın üzerimde hakkı vardır” dese, o kimsenin hakkını te’kit etmiş ve üzerine vacip kılmış olur. Allah (cc) bu şekilde hem Kabe’nin saygınlığını haber vermiş oluyor, hem de onu ziyaret etmenin iman edenlere bir yükümlülük olduğunu bildiriyor. (Kurtubî, Tefsir, sayfa: 705)

Kâbe Allah'ın müslümanlar için kıble olarak seçtiği ve kendisine üstünlükler bahşettiği Ev’dir... Bu, yeryüzünde ibadet için kurulan ilk ve babamız İbrahim'in Evi’dir. İslâm da İbrahim'in dini olduğuna göre, müslümanların O'nun evine yönelmeleri daha uygundur. Burası, bu dinin korunağı olması nedeniyle insanların yeryüzünde sığınak ve güvencede oldukları yer ve insanlar için hidayet kaynağıdır.

"Ona yol bulabilen herkesin Kâbe'yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır..."

Burada göze çarpan şey, Hacc'ın farziyetiyle ilgili olarak ibarede geçen  "insanlar üzerinde" deyimidir. Buradaki davet hem tek tanrıya inandıklarını iddia eden yahudilere, hem de gayri müslimleredir. Onların Kâbe’yi ziyaret etmelerinin istenmesi zımnen, onları imana davettir. (S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 1/435)

 

Hüseyin K. Ece

4.2.2011

Zaandam/Hollanda