1-İnsan topraktan yaratılmıştır

Hadislerde Hz. Âdem'in beşer türünün müşterek atası olduğu vurgulanıyor. (Buhârî, Tevhîd/38 no: 7519, Hars/19 no: 2348)

Kur’an’a göre ilk insan topraktan, diğerleri de onun soyundan ama topraktan gelen elementlerden yaratıldı. Kur’an buna ‘sülâletin min tîn’ diyor.

وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَاراً {14} أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقاً {15}

“sizi[n her birinizi] peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratanın O olduğunu gördüğünüz halde?” (Nuh 71/14)

Yani rahimde bir sperm damlasıyla döllenmiş bir yumurtadan başlayarak embriyonun yeni ve kendi başına bir insan haline gelmesiyle sona eren aşamalı süreçte. (Ayrıca bkz: Hac 22/5) Bunlar, insan yaratılışında bir planın ve amacın varlığına, dolaysıyla her şeyi bilen Yaratıcıya işaret eder. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1192)

Âyetlere göre Hz. Âdem'in yaratılışı başlıca üç aşamada gerçekleşti:

Birincisi: Toprak safhası,

İkincisi: Çamur safhası,

Üçüncüsü: Parçaları birleştirme ve ruh üfleme safhası.

Bir başka deyişle; yaradılışın başlangıcı, biçime sokma ve olgunlaştırma, hayat verme safhaları.

Şimdi bu yaratılış evrelerini Kur'an'ın özel olarak kullandığı kelimelerle sırasıyla gözden geçirelim:

 

  • Türab (toprak) Evresi:

Kur'an, bir kaç âyette insanın topraktan yaratıldığını açıkca söylüyor.

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلاً {37}

"Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: 'Seni topraktan yaratan, sonra da bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı mı inkâr ediyorsun?" (Kefh 18/37. Rûm 30/20. Mü’min 40/67)

Allah (cc) insanı yeryüzünden alınan bir avuç topraktan şekillendirmeye, sûret vermeye başladı. Hadisi şerifte geçtiği gibi, toprağın farklı oluşu insan karakterlerinin da farklı oluşuna zemin hazırladı. (es- Sa'lebi, K. Enbiyâ, s: 27.  Taberî, Milletler Tarihi, s:113-114. Bursevî, İ Hakkı. Ruhu’l-Beyân, 3/4. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/193. el-Mes'ûdî, Murûcu'z Zeheb, 1/35)

 

- Tin (Çamur) Aşaması:

Kur'an bir kaç yerde insanın çamurdan yaratıldığını söylüyor.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إَلاَّ إِبْلِيسَ قَالَ أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِيناً {61}

"Hani Rabbin meleklere: 'Âdem'e secde edin' demişti. İblisin dışında (hepsi) secde  etmişlerdi. (İblis) demişti ki: "Ben çamurdan yarattığın kimseye secde eder miyim?" (İsrâ 17/61)

Şeytan secde emrine karşı gelişinin gerekçesini şöyle açıklıyor:

قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ {12}

“Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” (A’raf 7/12. Sad 38/76)

'Tîn', toprağın su ile karışımıdır ki buna çamur veya balçık denir.

İlk insanın ve diğer canlıların yaratılışında suyun da rol aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Nitekim Kur'an şöyle diyor:

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ {30}

"İnkâr edenler, göklerle yer bitişik halde iken bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?" (Enbiyâ 21/30)

Su ile karıştırılan, yoğrulan ve çamur halini alan toprak henüz işlemeye, bir şekil vermeye hazır değildir.

 هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ {2}

“O'dur sizi balçıktan yaratan ve sonra (sizin için) bir ömür tayin eden, (yalnızca) O'nun bildiði bir ömür. Ama hâlâ şüphe edip durursunuz,” (En’am 6/2)

 

- Tîn-i Lâzib (Yapışkan Cıvık Çamur) Aşaması:

Lâzib; yapışkan, birbirine yapışarak tutunan demektir. Toprak, su, hava ve ateş (sıcaklık) birbirine karıştırılırsa buna 'tîn-i lâzib -yapışkan cıvık çamur' adı verilir. (el-Âlûsî, Ruhû'l Meâni, 23/77)

Kur'an'ı Kerim buna bir yerde işaret etmektedir:

فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقاً أَم مَّنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ {11} بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ {12}

"Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları, yapışkan-cıvık bir çamurdan yarattık.

Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların bunu inkâr etmelerine) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar." (Saffât 37/11-12)

'Tîn-i lâzib' aynı zamanda toprağın yoğrularak yapışkan ama biraz da güzelleştirilmiş haildir.

 

 - Hame-i Mesnûn (değişken balçık) Aşaması:

Hame; cıvık çamurun yoğrulduktan sonra biçim verilmeye uygun duruma geldiği  balçık demektir.

Kimilerine göre, 'hame', su ile fazla yoğrulmasından dolayı değişmiş, rengi siyaha dönmüş çamur demektir ki aslında bu 'salsal'- kurumuş çamur'un bir sıfatıdır.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {26}

"Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık."  (Hıcr 15/26, 28, 33)

'Mesnûn'; şekil verilmiş, kalıba dökülmüş, belli bir surete sokulmuş demektir. 

 

- Salsâl (kuru çamur) Aşaması:

Salsal; kurumuş balçık demektir. Çamura belli bir şekil verildikten sonra (örneğin, kiremit, çömlek, desti) kurumaya bırakılır, iyice sertleşir ve vurulunca tınlamaya, ses çıkarmaya başlar.

İşte çamurun vurulduğu zaman ses çıkaracak kurumuş haline 'salsâl' denir. Kur'an insanın yaratıldığı çamurun bu aşamasına 'salsâlin kel-fehhâr-pişmiş kuru çamur gibi' demektir.

'Fehhâr'; toprağın ateşte pişmiş haline denir. Çömlek, çini, porselen gibi.

İnsanın hammaddesi olan toprak bu duruma kadar değişerek, ateşte pişen toprak kadar sert bir hale gelmiştir. 

Kur'an, 'salsâl'ı üç yerde 'hame-i mesnûn-şekillenmiş çamurun bir özelliği olarak kullanıyor. (Hıcr 15/28, ayrıca bkz: Şuarâ 26/33)

Bir âyette de insanın ateşte pişmiş gibi kuru, ses çıkaran bir çamurdan yaratıldığını belirtiyor.

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ {14} وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ {15} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {16}

« Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. Cin'i de halis ateşten yarattı. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? » (Rahman 55/14)

Görüldüğü gibi ilk insanın yaratılışı birden bire değil, toprağın bir takım aşamalardan geçirilmesi şeklinde tamamlanmıştır. Secde suresi 7. âyette 'İnsanı çamurdan yarattık demiyor da 'İnsanı çamurdan yaratmaya başladık' diyor.

 الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ {7}

Bu hem ilk insanın, hem de sonradan dünyaya gelenlerin bazı aşamalardan geçtiğini gösterir.

Bütün bu yaratılış evreleri arasında belli bir zamanın geçtiğini bir hadisten anlamak mümkündür. Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Allah (cc) Adem'i cennette biçim verip (kalıp haline getirip) de onu dilediği kadar terkettiği zaman iblis onun etrafında dolaşmaya ve onun ne olduğuna bakmaya başladı. Sonunda içinin boş olduğunu görünce, onun nefsin isteklerine boyun eğece kbir karakterde yaratılmış olduğunu anladı." (Müslim, Birr/111 no: 2611. Ahmed b. Hanbel, 3/229)

 

 - İnsanın Tesviye Edilmesi ve Yaratılışının Tamamlanması:

Kur'an, Rabbimizin insanı topraktan yaratmaya başladığını ve onu en güzel biçimde düzeltip-biçime soktuğunu haber veriyor:

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ {7} ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاء مَّهِينٍ {8} ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلاً مَّا تَشْكُرُونَ {9}

"Ki o, yarattığı şeyi en güzel yapan ve insanı da çamurdan yaratmaya

başlayandır.

Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır.

Sonra da onu tesviye etti (düzeltip bir biçime soktu) ve ona ruhundan üfledi.

Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz." (Secde 32/7-9)

Bir başka âyette ise şöyle deniliyor:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ {11}

"Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size sûret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: 'Âdem'e secde edin' dedik. Onlar da İblis'in dışında secde hepsi secde ettiler; o secde edenlerden olmadı." (A'raf 7/11)

İnsanın belli bir biçime, insan şekline konulduğu 'tesviye' ve 'tasvir' kelimeleri ile anlatılıyor.

'Tesviye' sözlükte, iki şeyi birbirine beraber ve eşit kılmak, bir şeyi düzeltmek, doğrultmak demektir. Örneğin,

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى {1} الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى {2}

"O ki yarattı ve düzene koydu." (A'lâ 87/2) âyeti, 'seni yarattı ve senin yaratılışını hikmetin gerektirdiği gibi yaptı.' anlamına gelir.

'Tasvir' sözlükte, bir şeye sûret vermek, bir şeyi şekillendirmek demektir ki boyama, resim yapma ve fotoğraf çekme hakkında kullanılır.

هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {6}

"Rahimlerde size dilediği şekli veren-sizi tasvir eden O'dur..." (Âli İmran 3/6)

Sûret’, varlıklarda bulunan ve onları birbirinden ayıran maddi veya manevi durumlardır.

اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَاء بِنَاء وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَتَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ {64}

"Size suret verip,-biçimlendirip te suretlerinizi/biçimlerinizi güzel yapan ve sizi temiz şeylerden rızıklandıran Allah'tır (Mü’min 40/64) âyeti insanın hem maddi hem de manevi biçimine işaret etmektedir.

Allah'ın güzel isimlerinden biri de, suret-şekil veren anlamında 'el-Musavvir' dir. (Haşr 59/24)

Allah (cc), yeryüzünde 'halifelik' gibi çok büyük ve önemli bir görevi yüklenecek bu özel varlığı, kendi eliyle (Sad 38/75) yarattı,

قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَن تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْعَالِينَ {75}

Sonra ona hiç bir varlığa vermediği sûreti verdi. Onun sûretini, şeklini, iç ve dış boyutlarıyla en güzel biçimde meydana getirdi.

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ {3}

(Teğâbun 64/3)

  قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى {50}

"De ki: 'Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını (hilkatini) veren,

sonra doğru yolu (hidâyeti) gösterendir." (Tâhâ 20/50. Ayrıca bkz: A'lâ 87/2-3)

Bu demektir ki, insanın ilk yaratılışı zamanında ona en güzel biçim verildi ve insanlık görevini yapabilecek özelliklerle donatıldı.

Başlangıçta değersiz, cıvık, rengi değişmiş, zayıf ve kokuşmuş bir çamur, ya da âdi, basit ve sıradan bir su olan insan; şekillendi ve en güzel bir biçim aldı.

 

- Hz. Âdem'e Rûh Üflenmesi:

Bir takım işlemlerden geçen, kendisine biçim ve suret verilen ilk insanın kalıbı bu haliyle henüz beşer olmamıştı. Şekli tamamlanmıştı ama, onu değerli kılacak, ona halifelik sıfatını kazandıracak, onun görevini yapmasını sağlayacak bir canlılığı yoktu. Onun kalıbı çamurdan bir ceset halinde idi. 

Olayı Kur'an'dan yeniden takip edelim:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {28} فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ {29}

"Hani Rabbin meleklere demişti ki: 'Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım.

Onu düzene koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secdeye kapanın." (15 Hıcr/28-29)

إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِن طِينٍ {71} فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ {72} 

« Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. ona en uygun biçimi verip Kendi ruhumdan kattığım zaman onun önünde yere kapanın!” (38 Sad/71-72)

Allah (cc) kendi rûhundan insana üfledi ve o bir beşer haline geldi. 

Rahimlerde canlanan ceninlere 'rûh verildiği' söylendiği gibi, ölen kişiler için de 'rûhu alındı', yani canı gitti ve öldü denilmektedir.

Demek ki insana üflenen 'rûh' can veren şey'dir. Ne olduğunu, nasıl olduğunu, insana nasıl geldiğini ve bedeni nasıl terkettiğini bilmiyoruz.  Çünkü insana pek az bilgi verilmiştir. (İsrâ 17/85)

(Aynı kökten gelen; rîh-rüzgar, ravh-nefes, raiha-koku, rahat-huzur, genişlik  kelimeleri arasında ince bir anlam benzerliği dikkat çekmektedir.)

Topraktan değişerek kuru çamur haline gelen insan, kendisine hayat ve hareket kazandıran rûhun üfürülmesiyle; insanî özelliklerin tümüne sahip oldu.

Bu üflenen nefha (nefes) ile yücelikler âlemine bağlandı. Allah'ın teklifine muhatab olacak seviyeye geldi. Maddî ve biyolojik kalıbının ötesine geçerek, aklın ve kalbin dünyasına girdi.

Bu rûh ile insan, kas ve duyu organlarının ötesine, sınrsız düşünce, fikir ve bilgi âlemine kanat açabilmekte, idrakın sırlarını keşfetmeye çalışmaktadır.

 

- İnsanın Yaratılış Aşamaları (Sülâletin min Tîn-Süzme Çamur):

İnsanın, topraktan (Rûm 30/20. Fâtır 35/11. Ğâfir 40/67. Kehf 18/37),

tek bir nefisten, (A'raf 7/189. Nisâ 4/1. Zümer 39/6),

süzülmüş çamurdan (Mü'minûn 23/12-13),

erkeklik suyundan (Nahl 16/4) yaratıldığı söyleniyor.

Bütün bunların ilk insanın yaratılışıyla ilgisi bulunmaktadır.

"Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tîn 95/4) diyen Kur'an, hem ilk insanın, hem de onun soyundan gelecek olanların yaratılışına, bu yaratılıştaki güzellik ve mükemmelliğe dikkat çekiyor.

İnsan başlı başına bir dünya, onun yaratılışı ise başlı başına büyük bir olaydır.

Kur'an, ilk insan Hz. Âdem'in yaratılışını semboller halinde, kısa ve öz bir şekilde, insanları düşündürecek kadar anlattığı gibi, onun torunlarının yaratılışını da kısaca, yine semboller halinde anlatıyor.

Kur'an'ın amacı anatomi, biyoloji veya embriyoloji bilgileri vermek değildir. Ancak verdiği bilgiler, bu ilim dallarının ortaya koyduğu gerçek bilgilerle uyum halindedir.

Kur'an'ı Kerim, insanın yaratılış aşamalarını onun bir 'sülâletin min tîn' süzme çamurdan yaratıldığını söyleyerek başlıyor:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ {12}

"Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. sonra da onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik." (Mü'minûn 23/12-13)

Tefsircilerin görüşüne göre burada 'süzme çamurdan' yaratılan insandan maksat; Hz. Âdem'dir.

Ancak burada insan cinsi söz konusu edilerek ilk yaratılışın topraktan başladığına işaret ediliyor. Bir damla sudan, ana rahminde şekillenip dünyaya gelen insanın aslının topraktan süzülen özler olduğu söyleniyor.

'Sülâle', bir şeyden sıyrılıp çıkan sonuç demektir. (Türkçede, çoluk çocuğa, soya sülâle denmesi bundan dolayıdır.)

İnsan, bir anadan doğmadan önce böyle çamurdan süzülmüş sıyrılıp çıkartılmış bir topraktan yaratılmıştır. Yeryüzünde henüz insanların üreyeceği hiç bir ana-baba yokken; Hz. Âdem bu şekilde var edilmiştir. (Beydavî, Tefsir, 2/100. Âlûsî, Rûhu’l-Meâni, 18/12-13)

'Sülâletin min tîn' ifadesi belki de ilk insanın bütün yaratılmış aşamaları kapsar. Çünkü çamurun süzülerek belli bir şekil meydana getirilmesi ayrı bir işlem değil; o işlem yapılıp, bazı aşamalardan geçirilerek elde edilen sonuçtur.

Bu ifade insanların bedenlerinde ete kemiğe dönüşen gıdalara işaret etmiş olabilir. Çünkü insanların yaşamasını sağlayan bütün gıdalar topraktan gelmektedir.

Nitekim 'sülâle' kelimesi, erkeklik suyu (meni) olarak, (İbni kesir, Muh. Tefsir, 2/560, Âlûsî, Rûhu’l-Meâni, 18/13) ve bu suyu meydana getiren gıdalar olarak ta tefsir edilmiştir. (R. Razi, Mefâtihu'l Ğayb, 23/85, nak. Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/512. Ateş, S. Yüce Kur’anın Çağdaş Tefsiri, 6/88)

Burada çok üstün bir söz harikası ile karşı karşıyız.

Bu kelime;

-bir taraftan Hz. Âdem'in yaratılış aşamalarını,

-bir taraftan insan bedenini oluşturan gıdaların topraktan süzülüp gelişini, kan, et, sinir ve kemik olusuna ve bir insan halinde ortaya çıkışını,

-diğer taraftan da bu gıdaların süzülerek insanın başlangıcını oluşturan bir damla erkeklik suyunu,

-ayrıca insanların nesilden nesile anne-babalarının soylarından süzülüp, çıkıp geldiklerini olağanüstü bir ifade ile ortaya koymaktadır.

 

- İnsan ana rahminde de çeşitli aşamlardan geçirilerek yaratılıyor

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاء إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئاً وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ {5}‏ ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {6}

“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim.

Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız.

Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin.

Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir.” (Hac 22/5-6)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ {12} ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ {13} ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماً ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقاً آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ {14}

“Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.

ve sonra onu döl suyu damlası halinde [rahimde] özel bir koruma altında tutuyoruz;

sonra bu döl suyu damlasından döllenmiş hücreyi yaratıyoruz;

sonra bu döllenmiş hücreden de cenini ve ceninden kemikleri yaratıyoruz; ve sonra da kemiklere et giydirip onu yepyeni bir yaratık halinde var edip ortaya çıkarıyoruz:

öyleyse, yaratanların en iyisi, en ustası olarak Allah ne yücedir!” (Mü’minûn 23/12-14)

 

- İlk inen âyetlerde insanın ‘alaka’dan yaratıldığı söyleniyor:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ {1} خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ {2}

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! insanı bir yumurta hücresinden yaratan!” (Alak 96/1-2) 

Bu iki âyette geçen “haleka-yarattı” fiili geçmiş zaman olarak geldi. Bu, yaratma fiilinin sürekli tekrarlanmakta olduğunu göstermek içindir.

Burada şu husu da dikkati çekmektedir: Bu ilk vahiy ifadeleri insanın bir yumurta hücresinden, asılıp tutuna bir alakadan yaratılmasına işaret etmesi, ayrıca insanın bu basit biyolojik yapısına karşın zihni ve ruhi potansiyelinin zıtlığının vurgulanmasıdır. Bu da yaratılışın planlı ve amaçlı olduğunu tekrar gösterir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1287) 

 

- İnsan sudan yaratılıyor

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى {36} أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى {37} ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى {38} فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى {39} أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى {40}

 İNSAN, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?

O, bir zamanlar [sadece] akıtılan bir meni damlası değil miydi, ve sonra döllenmiş hücre; bu safhada Allah [onu] yaratmış ve olması gerektiği gibi şekil vermişti,

ve ondan iki cinsi, erkeği ve dişiyi var etmişti?

Peki, (bunları yapan) Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi? (Kıyâme 75/36-40)

خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ {4}

“O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir.”  (Nahl 16/4)

Yâsîn ise insanın bir nutfeden yaratıldığı söyleniyor.

أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ {77}

“İnsanı görmedin mi, onu bir damla sudan yarattık. Fakat bakarsın ki (insan) apaçık bir hasım oluvermiştir.”  (Yâsîn 36/77)

Bir başka yerde insanın sudan yaratıldığı söyleniyor:

ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاء مَّهِينٍ {8}

“sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürür;” (Secde 32/8) 

أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ {20} فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ {21} إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ {22} فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ {23}

“Sizi basit bir sıvıdan yaratmadık mı,” (Mürselât 77/20)

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ {5} خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ {6}

“Atılan bir sudan yaratıldı.” (Târık 86/6)

 

- H,Kur’an’da her şeyin sudan yaratıldığı da söyleniyor:

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {45}

“Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Nur 24/45)

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ {30}

“Peki, hakkı inkara şartlanmış olan bu insanlar, göklerin ve yerin (başlangıçta) bir tek bütün olduğunu ve Bizim sonradan onu ikiye ayırdığımızı ve yaşayan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Hâlâ inanmayacaklar mı? (Enbiyâ 21/30)

 

- İnsanın Halife Olarak Yaratılması,

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ {30}

İste o zaman Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdîs eden bizler dururken, orada, bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. (AllahJ “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı.  (Bekara 2/30)

Halife kelimesi, başkasının yerini aldı anlamındaki “halefe” fiilinden türemiştir. Buradaki benzetmede de, insanın yeryüzündeki meşru hakimiyetini anlatmak için kullanıldı. Bu da, “yeryüzünde o halifeliğe sahip çıkacak”, ya da “yeryüzü mülkiyetinin kendisine emanet edilecek” şeklinde anlaşılabilir. Evet, insan yeryüzünün halifesidir. (bkz: En’am 6/165. Neml 27/62. Fatır 35/39) Esed, M. Kur’an Mesajı, )

Türkçe'de 'kalfa' olarak ta kullanılan halife kelimenin aslı 'Hâlif'tir. Sonuna eklenen 'te' mübalağa (abartma) içindir. 'Halife' sözlükte, bir başkasının yerine o olmadığı, öldüğü veya güçsüz düştüğü zaman geçen kimse demektir. Ya da bunların hiç biri  olmadığı halde sırf asılın vekiline şeref vermek istemesiyle yerine geçirdiği kimsedir.

Çoğulu 'hulefâ' veya 'halâif'tir.

Bu kelime hem fâil (özne) ismi olarak, hem de tümleç ismi olarak kullanılır. Fâil ismi olarak 'yerine geçtiği kimsenin işini yürüten', tümleç olarak ise 'yerine başkası geçen' anlamlarına gelir.

'Halife' kelimesi asılın karşıtı olarak vekilliği ifade eder. Bir kimse başkasından sonra gelip te onun yerine geçerse, 'falanca adam falancanın yerine halef oldu' denilir.

Elbette Allah'tan sonra gelip O'nun yerine halef olmak diye bir şey söz konusu olamaz. Allah'ın insana 'halife' demesi, ona bir şeref, üstünlük ve kulluk emaneti vermesi sebebiyledir.

Terim olarak 'halife' Hz. Âdem ve onun zürriyetine yani onun soyuna verilen addır. Onlar, yeryüzünde adaletle hüküm vermede, Allah'ın hükümlerini yerine getirmede, orada bulunan canlı ve cansız varlıkları yönetmede bir anlamda Allah'ın temsilcisi oldukları ve birbiri ardınca gelip, kendilerinden öncekilere halef oldukları için onlara 'halife' denmiştir.

Kur'an'ı Kerim'de 'halife' kelimesi bu anlamda bir kaç âyette geçmektedir.

Rabbimiz bir ayette Hz. Dâvûd'a hitap ederek;

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ {26}

"Ey Dâvûd, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni yolundan saptırırlar.Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı, onlar için şiddetli bir azap vardır." (Sad 37/26) demektir

Bir başka âyette de bütün insanlara hitap edilerek onların yeryüzüne halife yapıldığı söyleniyor.

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ {62}

“Peki kimdir, kendisine başvurduğunda darda kalmış olanın darına yetişen, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzüne mirasçı kılan? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? Aklınızda ne kadar az tutuyorsunuz (bütün bu gerçekleri)!” (Neml 27/62. Ayrıca bkz: A’raf 7/69, 74. Yûnus 10/73)

Âyet; Allah’ın insanı özel yetenek ve güçlerle donatarak “yeryüzüne mirasçı”, “yeryüzünde sâkin”, yerleşik kılmasını vurguluyor. Böylece “insanın kendi başına” buyruk iddiasını da dolaylı olarak reddediyor. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/774)

'Halife'nin anlamında hakim olma, güç ve iktidar sahibi olma da vardır.

Bunun için büyük sultanlara halife denmiştir. Zira onlar, kendilerinden önce gelen yöneticilere aynı işte halef olmaktadırlar. Bu anlamı yukarıda sıralanan bütün görüşlerle beraber düşünmek gerekir. Hz. Âdem kimin halifesi olursa olsun, üzerine aldığı görev yönetme işidir.

-nuh kavminin halife

 

-Hiç bir şey boşuna yaratılmaz

Kur’an yerin ve göklerin boşu boşuna, bir eğlenme olsun diye yaratılmadığını;

 وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاً ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ {27}

“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!” (38 Sad/27)

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ {38}

“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (Duhan 44/38. Enbiyâ 21/16)

Buna karşın onların ve onların içinde bulunan her şeyin hak (doğru ve gerçek) bir sebebe bağlı olarak yaratıldığını açıklıyor.

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {3} خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ {4}

“(Allah) gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, koştukları ortaklardan münezzehtir.” (Nahl 16/3-4)

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ {8}

“Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr, etmektedirler.” (Rum 30/8. Ayrıca bkz: Zümer 39/5. Câsiye 45/22)

Hz. Âdem'in, bir anlamda insanın yeryüzünde halife kılınması da bu hak sebebin dışında değildir.

Allah (cc) abes is yapmaktan münezzehtir.

Hz. Âdem'in ve onun soyundan gelenlerin halife kılınışı Allah'ın kullarına bir rahmettir. O'nun sonsuz rahmetinin ve kudretinin insan tarafından bilinmesine yönelik bir hikmetidir.

Kızarak “Allah beni niçin yarattı?’ sorusu sormaya gerek yoktur. 

Nitekim halifenin niçin yaratıldığı sorusunu soran meleklere verilen cevap bunun hikmetini açıklıyor:

"....Şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim." (Bekara 2/30)

Tarih boyunca bütün nesillerin, sayısız ilim adamının kafasını meşgul eden, onları arayışa götüren sorunun en kestirme cevabı budur.

 

   - İnsanlar da Halife Sayılır mı?

Meleklerin sorusundan halifenin üç özelliği olduğunu anlamak mümkün:

Yeryüzünde yaşayacak olması,

kulluk yapacak olması,

fesat çıkarma ve kan dökme kabiliyetini olması.

Melekler, halifenin yaratılış hikmetini anlamak için „yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?“ dedikleri zaman Allah (cc) onları yalanlamadı. „Hayır siz yanılıyorsunuz, benim halifem böyle bir şey yapmayacak“ demedi. Buna karşı „ben sizin bilmediklerinizi bilirim“  dedi.

Bütün bunlar yeryüzü halifesinin Hz. Âdem ve onun soyundan gelecek bütün insanlar olduğunu gösterir.

Şurası kesindir ki Hz. Âdem yeryüzüne indikten sonra ne fesat çıkardı ve ne de kan döktü.

Bu kötü fiileri en başta kendi oğullarından birisi yaptı. Onun soyundan gelen niceleri tarih boyunca sayısız fesat çıkardılar, haksız yere başkalarının kanlarını akıttılar.

Öyleyse kasdedilen Hz. Âdem ve onun soyundan gelenlerdir.

Kur’an insanlara halife olarak da hitap ediyor. Mesela:

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ {165}‏  

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” (En’am 6/165)

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتاً وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَاراً {39}   

“Sizi yeryüzünde halifeler yapan O'dur. Onun için kim inkâr ederse, inkarı kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü, Rableri katında kendileri için ancak gazabı arttırır. Kafirlerin küfrü, kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.”  (Fâtır 35/39)

ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ {14}‏

" Sonra, nasıl yapıp davranacaksınız diye sizleri gözlemek için,  onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık." (Yûnus 10/14)

Yeryüzünün halifeleri kılınan insanların bir kısmı bir kısmına derece bakımından üstün tutuldu. Bunun sebebi şüphesiz ki bir denemedir. Kimin, halifelik görevini yerine getirip getirmediğini ortaya konulmasıdır. (En'am 6/165)

İnsanın yaratılışı anlatılırken çoğul kipiyle Hz. Âdem'in yaratılması kasdedildiği gibi, Âdem'in kişiliğinde de onun ve zürriyetinin halife oluşu söz konusu edilmiş olabilir.

Âdem'in şahsında halife olarak yaratılıp dünyaya gönderilen insan, bu özelliğini ancak halifeliğin gereğini yaparsa koruyabilir. Halifeliğin gereği de şüphesiz ki, dağların, yerin ve göklerin taşımaktan korktuğu 'Emânet'i taşımaktır. (Ahzab 33/72) Halifeliğin değeri bununla ortaya çıkmaktadır.

Bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır.

Kim bu emâneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Allah'ın hükmüne uymayıp, O'nun dininden yüz çevirenler, yani ilahi emâneti taşımayanlar ise o şerefli ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır.

 

3-İnsana İsimlerin Öğretilmesi,

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {31}

Allah Adem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bekara 2/31)

Burada ilahi iradenin ve o sonsuz gücün bir başka faaliyeti ile karşılaşıyoruz.

Topraktan yaratılan ve halife yapılan, sonra ilahi ruh ile canlı bir insan olan, meleklerin kendisine secde etmesiyle değeri ortaya konulan bu özel varlığa yeni bir hediye, yeni bir meziyet (yetenek) daha veriliyor.

Yeryüzünde halife olması için yaratılan beşere, Allah (cc) 'esma'yı -isimleri- öğretti.

Hz. Âdem bu isimleri ne zaman, nerede va nasıl öğrendi?

Bilmiyoruz.

Kur'an soyle diyor:

"Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: 'Eğer doğru sözlüler iseniz, bunları bana isimleriyle beraber haber veriniz' dedi.

Dediler ki: 'Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yoktur. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.

(Allah) : 'Ey Adem, bunları onlara isimleriyle beraber haber ver'

dedi. O da, bunları onlara isimleriyle beraber haber verince, (Allah) dedi

ki: 'Ben size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da ben bilirim.'" ( Bekara 2/31-35)

İsimlerden maksat ne idi?

Bu isimler yalnızca eşyayı (nesneleri) bize tanıtan, onlara ait adlar, semboller midir?  

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi; onun yeryüzünü hayatıyla ilgili olsa gerek. Yer için halife olarak yaratılan insan, bu görevini sürdürebilmek için isimlere, sembollere, bunların arkasındaki anlamlara, bilmeye, anlamaya, anladığını ifade etmeye, kelimelere ve sözlere muhtaçtı.

Onun dünyadaki işini kolaylaştıracak, hayatının devamını sağlayacak 'isimlerin' ona öğretilmesinden daha doğal ne olabilir?

Bu olay beşer cinsinin  neden üstün olduğunu gösteren bir başka delildir.

Yeryüzünde halifelik görevini teslim alan insana sunulan sırlardan bir bölümdür bu. Nesnelere isim verme yoluyla onları sembolize etme gücünün sırrı...

Çünkü isimler, nesneleri dillerde ve kafalarda sembolleştiriyor, simgesel hale getiriyor, tanıtıyor.

Eğer Allah (cc) inanlara eşyanın isimlerini sembolize etme yeteneği vermemiş olsaydı, yeryüzündeki hayat gelişmezdi. böylece hayat baştan başa zor olurdu.

Allah (cc) Âdem'e isimleri öğreterek, meleklere hem halife yaratmanın sırrını  bildirdi, hem Adem'in üstünlük sebebini açıkladı.

Bu aynı zamanda insanlara bir hatırlatmadır: Bu nimet ve fazilet Âdem'in kişiliğinde onun zürriyetine de verilmiştir. Allah'ın bundaki gücünü ve size yapılan iyiliğin kıymetini bilin, demektir.

Kavramlar ve sözcükler insanın eşyayı algılamasını sağlayan araçlardır. Âdemoğlunun eşya ile ilgili tüm bilgisi onlara isim vermesine dayanır.

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi, aynı zamanda zürriyetine de isimlerle ilgili bilginin öğretilmesi anlamına gelir.

Bu 'isimleri' ister hakikatlerin ve bilimlerin sembolleri sayalım, ister başka bir şey sayalım, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

- Burada bilgi ve bilinç söz konusu edilmektedir. Allah (cc) Âdem'e isimleri, yani eşyaya ad koymayı, soyut kavramları idrak etmeyi, onları sembollerle özetlemeyi, ma’rifeti öğretti. 

-Bilgiye ulaşan insan, sürekli bilinçlenir. Kendisinin, varlığın, hayatın farkına varır. Yorumlama, düşünme, sonuç çıkarma ve ibret alma kabiliyeti gelişir.

-Bilgi ve bilinç insana sorumluluk yükler. Daha doğrusu bilgisi ve bilinci gelişen insan sorumluluğun daha iyi farkına varır.

-Âdem'e yalnızca nesnelerin isimlerinin öğretildiğini düşünmek çok isabetli olmaz zannediyoruz. Salt isimlerin yalnız başlarına fazla bir şey ifade etmedikleri bilinmektedir. İsimlerin ifade ettiği anlamları, onların birbiriyle bağlantılarını, onlarla yeni isimler, yeni düşünceler geliştirmek daha anlamlı görünüyor.

Hz. Âdem, kendisine öğretilen isimlerle eşyanın gerçeğini, üzerinde hakim olan ilahi kanunları, hayatı için yararlı ve zararlı yolları gösteren bilgileri eşyanın özelliklerini, çalışma ve iş yapma metodunu, aletleri ve nasıl kullanılacaklarını ilahi ilhamla öğrendi.

Bütün bu görüşlere şunu eklemek istiyoruz:

Hz. Âdem'e öğretilen isimler, bilgi, bilgi öğrenme yeteneği, eşyayı tanıma ve adlandırma kabiliyeti, diller ve varlıkların isimleri olabilir.

Bize göre Hz. Âdem'e öğretilen isimlere, yeryüzündeki yaşama sanatı da dahil edilebilir.

Meleklere bile verilmeyen bir takım özellikler, insanı sorumlu olma konumuna getiriyor. Bütün bu olaylar da sorumluluğunu bilen insanların elde edebilecekleri şeref ve yüceliğin ilahi belgeleridir.

 

 - İsimleri Bilmenin Hz. Âdem'e ve zürriyetine Kazandırdıkları:

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi; Allah'ın (cc) ona verdiği dördüncü  önemli özellik ve hediyedir. Diğer üçünü tekrar hatırlatmakta fayda var:

* Yeryüzü için 'halife' olarak yaratılması,

* Allah'ın kendi ruhundan ona üfleyip insan haline getirmesi,

* Meleklerin ona secde etmesi

Ve hiç bir varlığa verilmeyen çok önemli bir özellik... İsimleri, kavramları, eşyalarla ilgili işaretleri, rumuzla ve sembolleri bilme; şeyleri, nesneleri isimlendirme ve algılama gücü... Konuşma, ifade, akletme, kavrama ve ifade edebilme kabiliyeti.

Yeryüzünde halife olmanın ve bu görevi yapabilmenin şartlarından bir de ilimdir. Bu da Hz. Âdem'e verilmişti. Hz. Âdem de isimleri bilmekle yeryüzünde halifeliğe layık olduğunu göstermişti.

Ayet aynı zamanda ilmin ve ilimle uğraşanların değerinin ne kadar yüce olduğunu da bildirmektedir. Nitekim İslâm, ilmin ve ilim adamının derecesinin yüksek olduğunu vurgular, müslümanları ilim öğrenmeye teşvik eder. İlim en şerefli ve üstün cevherdir.

İbadet bile ancak ilimle güzel ve istenildiği gibi olur.

İlim ağaç, ibadet meyva gibidir. Ağaçtaki önem asıl olması sebebiyledir. Ağaç olmazsa meyva olmaz. Ancak şüphesiz ağaç meyva verirse daha güzel olur. 

 

4-İnsanın Fıtrat Üzere Yaratılması

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ {30}

“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (30 Rûm/30)

Her insanın fıt­rat üzere doğduğunu ifade eden hadis (Müslim, Kader/25), bu türün Allah kar­şısındaki konumunu belirleyen kendine has yaratılışına işaret etmektedir.

İnsanın ancak zaaflarını aşmaya yönelik amelleriyle mübarek kılınacağını vurgu­layan hadisin (el-Muvatta, Vesâyâ/7) belirttiği yükselişinin sınırı, bizzat Hz. Peygamber'in dahi bir beşer olduğunu vurgulayan hadislerle (Buhârî, Şalât/31 no: 401, Ahkâm/20 no: 7169) birlikte dü­şünülmelidir.

Fıtrat üzere doğmak, bir diğer açıdan insanın kemalata doğru yürüyebileceğine işarettir.

Kişi termometre gibi sıfır noktada doğar. Âkil baliğ olduktan sonra kendi tecihi ile yukarı da gidebilir. Asağıların aşağısına da düşebilir. Her iki kabiliyet de insanda mündemiçtir.

 

5-İnsanın Ahsen-i Takvim Üzere Yaratılması

İslam bilginlerine göre insan eşref-i mahlukâttır, yani yaratılmışların en şereflisi, üstünüdür.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ {4} ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ {5}

Gerçek şu ki biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tîn 95/5)

Yani, bu özel varlığın yaratılış amacının gerektirdiği fonksiyonlara tekabül eden bütün olumlu maddî ve zihinsel (dış ve iç) vasıflar ile donatılmış olarak.

“En güzel şekil” kavramı, Allah'ın yarattığı her şeyin, insanoğlu ve insan kişiliği (nefs) de dahil olmak üzere, “yaratılış amacına uygun şekilde” var edildiği şeklindeki Kur’an hükmü ile bağlantılıdır.

Bu ifade, bütün insanların bedensel ve zihinsel donanımlar açısından aynı “güzel şekil”e sahip olduklarını kesinlikle göstermez; o sadece, her insanın tabii avantaj veya dezavantajlarına bakılmaksızın, doğuştan getirdiği vasıfları ve içine doğduğu çevreyi mümkün olan en iyi şekilde kullanabilme yeteneği ile donatıldığını anlatır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1283)

İnsan keremli/kerâmetli yaratıldı. İnsan,  Allah’ın (cc) şaheseridir. İnsanın hem biyolojik yapısı harikadır, hem iç dünyası. İnsanda olan dinamikler, özellikle akıl ve irade gücü onu diğer varlıklardan üstün kılıyor.

Bu hatırlama şöyle de okunabilir:

Ey insan sen keremlisin. Değerini bil. Değerini kaybettirecek işlerle uğraşma...

 

6-İnsana Yaratılış Amacının Bildirilmesi

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {4} وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ {5}

“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.” (İbrahim 14/4-5)

Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.” (Enbiyâ 21/25. Ayrıca bkz: Mü’minûn 23/42. Hadid 57/25)

 

7- İnsana Eşyanın Musahhar Kılınması

Görevini yapması için ustaya gerekli bütün aletler ve imkanlar veriliyor.

Pek cok âyette buna isaret ediliyor.

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ {20}

"Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.’ (Lukman 31/20)

“Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir. Hac 22/65)

“Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır. (Câsiye 45/13)

O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.” (Nahl 16/12, 79. Ayrıca bkz: Lukman 32/29. Fâtır 35/13. Zuhruf 43/13. İbrahim 14/33)

 

8-İnsan Okunması Gereken Bir Kitaptır

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ {53}

“Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı (evrenin) uçsuz bucaksız ufuklarında ve kendi öz benliklerinde (bulduklarıyla) tam olarak anlatacağız ki bu (vahy)in tartışılmaz bir gerçek olduğu, apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye tanık olduğu(nu bilmeleri onlara) hâlâ yetmez mi?” (Fussilet 41/53)

“Yani, insanın bilinçli bir Yaratıcı'nın varlığına tanıklık eden kendi ruhunun derinliklerini kavraması ve kainatın ihtişamına daha derin ve kapsamlı bir şekilde bakması suretiyle.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/981)

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ {5} خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ {6}

“İnsan, neden yaratıldığına bir baksın:” (Târık 5)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنتُم بَشَرٌ تَنتَشِرُونَ {20}

"Sizi topraktan yaratması da O'nun ayetlerindendir. Sonra siz (yeryüzünde) olarak yayılıyorsunuz." (30 Rûm/20)

Unutan insana Rabbi sürekli hatırlatır. Allah ahir zaman insanlarına ez-Zikrâ ve el-Tezkirâ olan Kur’an ile sürekli hatırlatıyor.

 

02 Şubat 2013

Zaandam

25.02.2019da düzeltildi