Kurban kavramlardan biri: Zikir

Üzülerek söylemek gerekirse İslâmın temel kavramlarından bazıları tarihten beri yanlış anlaşıldı. Yanlış anlaşılmaya devam ediyor.

Bunlara kurban kelimeler diyebiliriz.

Elbette bir kavramın anlamı, medlûlü ve maksadı Kur’an ve Sünnet çerçevesinden uzak anlaşılmak istenirse, yanlış anlaşılacaktır. Elbette kendi bağlamından koparılan bir kavram yanlış bilinecektir.

Dahası, geçmişte yanlış anlaşılan bir şey, yanlış anlaşılmaya devam edebiliyor. Tarihte temeli atılan yanlışları düzeltmek hem kolay olmuyor, hem de düzeltmeye kalkmak tepki topluyor. Çünkü bilinenin, alışılanın aksini söylemek her zaman taraftar bulmayabilir.

İslâmın pek çok mefhumu, pek çok ilkesi, pek çok hükmü kimi çevrelerce yanlış yorumlandı. Bu yanlış anlamada çeşitli faktörler etkin rol oynadı. Kimi yanlışlara asabiyye etki etti, kimilerine mezhep, fırka veya tarikat tarafgirliği. Kimilerine şöhret aşkı yanlış yön verdi, kimilerine halk üzerinde etkili olma hastalığı. Kimi kavramlar cehalet yüzünden yanlış anlaşıldı, kimileri yukarılara yağ  yakanların kasdi saptırmaları sebebiyle asıl kaynağından koparıldı.

Bir yerde Muhammed İkbâl’in şöyle  dediğini okumuştum:

“Tasavvufçulara selâm olsun, bize dini getirdiler

Fâkihlere selâm olsun, bize dini getirdiler

Kelâmcılara selâm olsun, bize dini getirdiler

Fakat öyle bir din getirdiler ki;

Allah da şaşırdı, Peygamber de şaşırdı, melekler de şaşırdı.” 

İslâmın şehâdet/şehid, şûra, evliya, veli, kerâmet, seyyid, ulu’l-emr, sünnet, itaat, biat, kader, mezhep, tarikat, şefaat, cihad gibi nice kavramları bu hengâmede kurban gittiler. Yanlış anlaşıldılar, yanlış yerlerde kullanıldılar, yanlış kimselere yafta olarak yapıştırıldılar.

Tıpkı M. İkbâl’in dediği gibi, İslâmın kavramları öylesine asıl anlamların uzak anlaşıldılar ki, Kur’an  da, Sünnet de buna şaştı kaldı.

Kur’an ve hadisler bunları olduğu gibi anlattılar, asıl manada ve doğru kullandılar. Ama ne yazık ki birileri bunları işlerine geldiği gibi yorumladılar. Ya da kendi meşreplerine, mezheplerine, tarikatlarına, sistemlerine, kafa yapılarına göre anladılar.

Allah (cc) bir şeye ‘bu böyledir’ diyor, onun kulları;  ‘hayır tanrım o öyle senin dediğin gibi değil, böyledir’ diyorlar. Kur’an ve sünnet bir şeyin tarifini açıkça veriyor. Ama Kur’an ve Sünnete bağlı olduklarını söyleyen birileri, onlara rağmen o şeyi farklı anlayabiliyor.

İnanılmaz bir durum, anlaşılmaz bir saplantı, esef edilecek bir tutum.

İslâmı Allah (cc) gönderdi, O’nun elçisi (sav) de insanlara hem tebliğ etti hem de öğretti. Dolaysıyla İslâma ait bütün hükümler, bütün ölçüler, bütün anlamlar onun kaynağı  olan Kur’an ve Sünnete göre anlaşılmalıdır.

Ama pratikte öyle olmadı. İnsanlardan bazıları kendilerini İslâmın kabına koyacakları yerde, İslâmı kendi kalıplarına uydurmaya çalıştılar. Onun pek çok kavramını altüst ettiler, onlara işlerine geldiği gibi anlam verdiler. Verdikleri anlamı da hayatlarına yansıttılar. Kendileri saptığı gibi peşlerine gidenleri de doğru yoldan saptırdılar.

Zikir, kurban kavramlardan biridir.

Yanlışlara kurban giden, Kur’an ve sünnete göre anlaşılmayan bir önemli kavram. Ya da Kur’an ve sünnete göre anlaşılmaması için önüne engeller yığılan  mümtaz bir kelime, önemli bir ibadet: Zikir. Hem de yanlış anlayan, yanlış yerde kullananların yüzünden, dinde samimi olanlar tarafından ihmal edilen bir kulluk belgesi, bir iman isbatı: Zikir

İslâma ait her şey Kur’an ve Sünnet doğrultusunda anlaşılmalı. 

        

  • Zikir nedir?

‘Zikir’ sözlükte; anma, hatırlama, bir şeyi zihinde hazır etme, bir şeyi dile getirme, hatırlatma demektir .

         Kişinin marifet (bilgi) olarak elde ettiği şeyi korumasını sağlayan bir faaliyettir ki, bu kalbe ve zihne aittir.

İslâmî bir kavram olarak zikir;  Allah’ı anmak üzere yapılması ve söylenmesi tavsiye edilen veya emredilen, hamd (övgü), dua, tesbih, kıraat/tilâvet ve ibadet gibi sözler ve fiillerdir.

Başka bir tanıma göre ‘zikir’, insana sevap kazandıran, yani Allah’ı hatırlatan her türlü amelin genel adıdır.

‘Zikir’ aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Bunu dil ile ifade etmeye zikir denilmesinin sebebi, kalpteki zikre (hatırlamaya) işaret etmesindendir.

Hatırlama iki şekilde olabilir: 

Birincisi, unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir þeydir.

İkincisi, akılda tutulan, öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş, dile getirmiş olur.

İşte İslâmda ibadet olan zikir böyle bir hatırlamadır. Müslüman aklında veya kalbinin derinliklerinde olan Allah’ın adını tekrar zihne ve dile getirir/zikreder. Bu  bilgisayar hafızasında saklı olan bir veriyi ilgili başlığı tıklatarak monitöre getirmek gibidir.

 

  •  İbadet olarak ´zikir´

Zikir de Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak, O’nun rızasına uygun yapılan her amel, dinin ma’ruf dediği bütün eylemler salih amel olduğu gibi, aynı zamanda bir zikirdir. Çünkü hepsi de insana Allah’i hatırlatırlar.

Mü’minler, her zaman kendilerini murakabe ettiğine inandıkları, her zaman yardımını gördükleri, sık sık tesbih ettikleri ve önünde samimiyetle kulluk yaptıkları  Rablerini hiç bir zaman unutmazlar. Âlemlerin Rabbine karşı duydukları sevgi, hürmet ve takva duygusu sürekli onların içindedir.

Mü’minler, her türlü meşru araçlarla, ibadet ve zikir cinsinden amellerle  devamlı bir şekilde Allah’ı zikrederler. Ancak onların bu zikri (anmaları) hiç bir zaman unutulan şeyin tekrar akla getirilmesi değil; bilakis sürekli kalpte ve benlikte olan Allah’ın (cc) varlığını tekrar hatırlamak, O’nun ni’met verici olduğunu itiraf etmek, O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini dile getirmek, O’na muhtaç olduğunu kendine hatırlatmak ve nimet verenin O olduğunu tekrar bilmektir. 

Tıpkı Nûr Sûresi 36 ve 39 âyetlerde vurgulan kulluık bilinci gibi.

İslâmda zikir, kalbleri doyuran, iştahların aç gözlülüğünü gideren, susuzları suya kandıran, akılları hedefine ulaştıran bir ibadettir.

Allah’ı anmak ve hatırdan çıkarmamak, her mü'minin en ulvî vazifesidir   Zikir, muslumanin dilimizin virdi, gönlünun miracıdır

Zikir kul için uyanıklılıktır, farkında olmaktır, görmek ve anlamaktır, bilinçli olmaktır.

Zikir takvaya ulaştırır, takvayı öğretir, takvaya arkadaş eder. Muttakilerden, muhsinlerden, salihlerden olmayı sağlar.

Zikir şuurları diri tutar, gönülleri gafletten korur, unutkanlıkları giderir.

Zikir ilaçtır, zikir iksirdir, zikir canlara can katan ab-ı hayattır, manevi yaralara merhemdir, hastaları ziyarete gelen en değerli ziyaretçidir.

Zikir yoksullukları kanaat zenginliğine, yalnızlıkları ebedi ve bitmez dostluğa, mahrumiyetleri ilâhí ilgiye, ıssızlıkları şenliğe, kimsesizlikleri sahipli olmaya, zenginleri merhametli olmaya, katı kalpleri mulayimliğe dönüştürür.

Zikir dünyalık korkuları giderir, endişeleri umuta çevirir, hayalleri götürür; onun yerine ebedî gerçekleri yerleştirir, umutsuzluğu kalpten siler ilâhî gerçeklerle yüzleştirir.

Zikir boş kuruntular (ümniyye) yerine  Allah’ı bilme, takdir etme, önünde kul olup eğilme ve O’ndan isteme cesareti aşılar,  ümitvâr eder.

Zikir, unutmayanların ahlâkı, şükredenlerin şükrü, iyilerin virdi, muhsin olanların dillerinin ve yüreklerinin pelesengi, günahkârların sığınağı, tevbe edenlerin ümit kapısı, zayıflarin en büyük kuvvet kaynağıdır.

Zikir, sözdür, eylemdir, ahlâktır, edeptir, salih ameldir, yararlı faaliyettir, Hak rızasını taleptir, kötülük ve günahlardan güvenli bir kucağa sığınmadır.

Zikir, fikrin yol gostericisi ve ruhun gıdasıdır Kalbler, Allah'ı anarak sükûna kavuşur.

Zikir, müslüman için hem kendi nefsine, hem şeytana, hem de dıştaki kötülük odaklarına karşı iman ilanıdır. Bu iman zikredeni korur, besler, güçlendirir, yalnızlığını ve çaresizliğini giderir.

Zikredenler en vefalı, en sâdık, en iyiliksever, en yardımsever, en cömert  en sevimli, her açıdan en zengin, en yüce arkadaşı, geçmişteki ve gelecekteki en güzel dostu bulurlar.

Zikredenler doyar, tatmin olur, gözü tok, kanaati geniş, vefası sınırsız, cömertliği engin, iyi duyguları zengin kimselerden olurlar.

Zikretmeyenler, ya da ‘zikir’den yüz çevirenler ebedí açlığa, doyumsuzluğa, mutsuzluğa, sıkıntılı bir hayata, aç gözlülüğe ve perişan edici bir yalnızlığa mahkûmdurlar.

         Allah’ı zikretmeyenler kimsesiz kalırlar. Allah (cc) gibi bir dostu (el-Veli’yi) kaybedip kimsesiz kalanlara acımak gerekir.

İnsan, şeytanın şerrinden ancak Allâh'ı zikretmekle korunur. 

İnsan, üzerinden geçip de içinde Allâh'ı zikretmediği her an onun icin büyük bir kayıptır.

Kur’an; bedenin, kalbin ve toplumun doyumunu ve mutluluğunu şu muhteşem ifadelerle ortaya koyuyor:

“onlar ki, inanmışlar ve Allah'ı anmakla kalpleri huzur ve doyumbulmuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah'ı anarak huzura erişir.” (Ra’d 13/28)

 

  • Allah’ın emri olarak zikir

            Rabbimiz Kur’an çeşitli ifadelerle ve çeşitli ibadetlere bağlı olarak mü’minlerin kendisini zikretmesini, tesbih etmesini emrediyor.

Mesela, Hac ibadetiyle birlikte zikir de emrediliyor.

“(Hacc zamanı) O sayılı günlerde Allah’ı zikredin (hatırlayın) …” (Bekara 2/203)

“... Arafat'ta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife’ye doğru akın ettiğinizde, Meş’ar-ı Haram’da Allah’ı zikredin. O size nasıl güzelce doğru yolu gösterdiyse, siz de öyle güzel bir şekilde O’nu zikredin!...” (Bekara 2/198)

Kurban keserken Allah’ı zikir gereklidir.

“... Öyleyse artık, [kurban edilmek üzere] sıraya dizildiklerinde onların üzerinde Allah'ın ismini anın;...”  (Hac 22/36)

Allah yolunda cihad, ama zikir ihmal edilmeden.

         “Ey iman edenler! Bir toplulukla (savaş) için karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah’ı çok zikredin. Umulur ki kurtuluş (felah) bulursunuz.” (Enfal 8/45)

Cuma namazının bir amacı da Allah’ı çok çok zikretmektir.

 “EY iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda her türlü dünyevî alış verişi bırakıp Allah'ı anmaya (zikretmeye) koşun: eğer bilseniz, bu sizin yararınızadır.

(Cuma) Namazı tamamlanınca yeryüzüne yayılın, işinize gücünüze gidin, Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Felaha ermenizi ümid ederek Allah’ı çok zikrediniz.” (Cumua 62/10)

Namazın hem kendisi bir zikirdir, hem de zikre vesiledir.

“Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

 “Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.“ (Nisa 4/103)

Zikir Allah’ın emri olan farz bir ibadettir.

“Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim...” (Bekara 2/152)

Mü’minlerin bir özelliği de Allah’ı zikretmeleridir. (Âli İmran 3/133-135)  Halbuki münafıklar her konuda oldugu gibi bu konuda da Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Namaza üşene üşene kalkarlar, Allah’ı da az zikrederler. (Nisa 4/142)

         Bazıları kendi hevasına uyar, kendi arzusundan başka kural tanımaz, Allah’ın ne emrettiği onu ilgilendirmez. Böyleleri Allah’ı zikretmeyi unutan kimselerdir. (Kehf 18/28)

Bazılarına da şeytan Allah’ı anmayı unutturur.

 “Şeytan, onlar üzerinde üstünlük kurmuş ve onları Allah'ı anmaktan uzaklaştırmıştır. Böyleleri Şeytan'ın yandaşlarıdır: Gerçekten hüsranda olanlar onlardır, Şeytan'ın yandaşları!” (Mücadile 58/19)

         Allah (cc) mü’minleri şöyle uyarıyor:

         “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alı- koymasın.” (Münafikûn 63/9) 

         Allah (cc), zikreden erkeklere ve zikreden kadınlara büyük mükâfatlar hazırlamıştır. Onların dereceleri pek yüksektir. (Ahzab 33/35)

            Gercek mu’minler her fırsatta Allah’ı anarlar ve O’na dua ederler.  

Onlar, ayakta iken, oturuken, yan yatarken, Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı konusunu düşünürler (ve derler ki :) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.’”   (Âli  İmran 3/191)

 

  •  Hadislerde zikir

Allah’ın Rasûlü İslâm ümmetine, kadınına erkeğine, küçüğüne büyüyüğe, önden gidenlere ve arkadan gelecek olanlara Allah’ı çok çok zikretmelerini tavsiye ediyor. İşte onun zikirle ilgili hadislerinden bir kaçı:

Ebü'd-Derdâ'nın (ra) rivayetine göre Resûlullah (sav) ashâbına:

- "Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi? diye sordu. Onlar da:

- Evet, söyle dediler. Resûl-i Ekrem de:

- "Allah Teâlâ'yı zikretmektir" buyurdu. (Tirmizî, Daavât/6 (3377). İbni Mâce, Edeb/53 (3790))

 Ebu Hureyre (r.a.) Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurdu, demiştir: "Dile hafif, mizanda ağır, Allah'a sevgili olan iki kelime (iki cümlecik) vardır. Bunlar: Sübhanallahi ve bi-hamdihi, sübhanallahi'l-azim (Allah'ı, ona hamd ederek tesbih ederim, büyük Allah'ı tesbih, ederim)'dir." (Buharî, Deavât 65 (6405). Müslim, Zikr/31 (6846))

“İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misali,  diri ile ölünün misali gibidir.” (Müslim, S. Müsâfirîn/211 (1823))

"Allah'ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah hatırlanıp zikredilmeden yapılan uzunca konuşmalar kalbi katılaştırır. Allah'tan en uzak olan kimse kalbi katı olandır." (Tirmizî, Zühd/62 (2411))

“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa melekler onları kuşatır rahmet onları kaplar üzerlerine sekîne (huzur feyiz) iner ve Allah onları yanındakilere (meleklere) zikreder.” (Tirmizî, Deavât/7 (3375) Bir benzeri; Müslim, Zikir/25 (6839))

“Kim akşamdan temizlik üzere (abdestli olarak) zikredip uyursa (uyku bastırıncaya kadar Allah’ı zikrederse) ve geceleyin de uyanıp Allah’tan dünya veya âhiret hayırlarından bir şey isterse Allah Teâlâ istediğini mutlaka ona verir.” (Ebû Dâvud, Edeb/96 (5042). Tirmizî, Deavât 101 (3526))

Ebu Hureyre'nin (ra) rivayetine göre Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu:

"Allah Teala'nın yeryüzünde seyahat eden bir takım melekleri vardır. Bunlar zikir meclislerini araştırırlar. İçinde Allah'ın zikredildiği bir meclis bulduklarında onlarla beraber otururlar ve birbirlerini kanatları ile kuşatırlar…” (Buharî, Deavât 66 (6407))

"Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları kendi (arş'ının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyâmet) gün(ün)de (arş'ının) gölgesinde gölgelendirecektir Bunlardan biri de tenha bir yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşaran kimsedir" (Müslim, Zekât/91 (2380)

"Size amellerinizin en iyisini, Rabbinizin huzurunda en temizini ve derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlısını, düşmanla karşı karşıya gelip siz onların, onlar sizin boyunlarınızı vurmaktan daha iyisini söyleyeyim mi?" buyurdu 'Evet' dediler "Allah'ı zikir" dedi (Tirmizî, Deavât/6 (3377). İbni Mace, Edeb/53 (3790))

"Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman orada otlayınız" 'Cennet bahçeleri nedir?' diye soruldu "Zikir halkalarıdır" buyurdu (Tirmizî, Deavât/83 (3510))

Muaz bin Cebel, Allah'ın Rasûlünden duyduğu son sözün şu olduğunu anlatıyor: “Allah'a hangi amel daha hoş gelir?' dedim "Dilin, Allah'ı zikirle ıslanmış olarak ölmen" buyurdu (et-Terğîb 2/395, Taberânî'den)

Ebu Said el-Hudrî (ra) diyor ki Rasûlüllah’a “Kıyamette Allah’ın yanında en efdal kul kimdir?” diye soruldu. O da Kur’an’dan şu ayeti okudu:”... Allah'ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar...” (Ahzab 33/35)” (Tirmizî, Daavât 5 (2376))

            Abdullah ibnu Busr diyor ki, bir bedevi Peygamber’e (sav) şöyle dedi: “İslâmın yapmam gereken pek çok hükümleri var. Bana onlardan bir tanesini söyle ki devamlı yapayım. Peygamber (sav) ona; Dilin Allah’ı zikretmekten ayrı kalmasın.” (İbni Mace, Edeb/53 (3793))

            “Namaz, oruç ve zikir; Allah yolunda infak (harcama) üzerine yedi yüz misli katlanır (Ebû Dâvud, Cihad/14 (2498))

Bu hadisin a.ıklayan İbn Kayyim, zikir ile cihad ilişkisi konusunda üç mertebe olduğunu ifade ederek, hem zikir ve hem cihadın birlikte yapılmasının en üst mertebe olduğunu belirtir Âyetten delil getirir: “Ey iman edenler, düşman bir grupla karşılaştınızmı sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz (Enfâl, 8/45) “İkinci mertebe, cihad etmeksizin zikretmek Bu, önceki mertebeden düşüktür Üçüncü mertebe ise, zikretmeden cihad etmek; Bu her ikisinden de düşüktür Çünkü cihad, zikir sebebiyle konulmuştur Cihaddan maksat, Allah’ın zikri ve ibâdetin sadece O’na yapılması, O’nun bir bilinmesi, O’nun zikri, sadece O’nun ma’bud kılınmasıdır Zikir, mahlûkatın yaratıldığı gâyeyi teşkil etmektedir.” (K Sitte, 13/251)

 

  • Zikri gerektiren sebepler

Kur’an’ın emrettiği, Peygamberin yaptığı gibi zikretmek ibadettir, müslümanların kulluk görevidir. Zikir, Allah’ın varlığının ve varlık üzerindeki hakimiyetinin farkında olmak olduğuna göre; öyleyse mü’min bu şuurdan, bu dikkatten, bu anlayıştan asla uzak kalamaz.

O her an, her fırsatta, her ibadet ve taatinde Allah’ı anar. Zaten onun ibadeti zikrin ta kendisidir.

Bu şuurda olmayan mü’minlere Allah (cc) adetâ sitem edercesine şöyle diyor:

“İman edenlerin Allah'ı anma (zikretme) ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid 57/16)

Zikir, iman etmenin gereğidir elbette. Ancak yine de bir kaç gerekçe saymak mümkün: Şöyleki:

 

-          Hatırlayan hatırlanır

Bütün ni’metlerin sahibi Allah (cc) insanlara;

         “Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin.” (Bekara 2/152) diye emretmektedir.

            İşte Allah’ın insanlara va’di (Siz buna Allah’ın yasası da diyebilirsiniz): Hatırlayın ki hatırlanasınız.

Siz Allah’ı ibadet ve itaatle hatırlayın ki, Alla da sizi mükâfat ve lütufla hatırlasın.

Siz Allah’ı dua ve zikirle hatırlayın ki Allah da sizi mukarrebler (kendine yakın kullar) arasına katsın.

Siz Allah’ı zikir ve tesbihle hatırlayın ki, Allah da size izzet versin.

Siz Allah’ı tevbe ve istiğfar ile hatırlayın ki O da sizi af ve mağfiretle hatırlasın.

Siz Allah’ı O’nun size verdiklerinden infak etmekle hatırlayın ki, Allah da sizi kat kat vermekle hatırlasın. (Bekara 2/245, 261. Hadid 57/18. Teğâbûn 64/17)

Siz O’nu bu dünyada unutmayın ki, mahşer gününde sahipsiz, yardımsız, dostsuz, desteksiz,  şefaatsiz kalmayasınız.

 Siz Allah’ı saygı (ta’zim) ile hatırlayın ki, Allah da sizi insanlar arasında değerli kılsın.

Siz Allah’tan korkarak, azabından çekinerek, makamına hürmet duyarak O’nu hatırlayın ki, Allah da sizi ummadığınız yerden rızıklandırarak, işinizde kolaylık vererek, size çıkış yolları göstererek hatırlasın.

Siz mülkün size ait olmadığını unutmayın ki, Allah da size yürek genişliği, kanaat zenginliği, göz tokluğu, nefis doygunluğu versin.

Siz Allah’in şifa verici olduğunu, O’nun şifa vermediği bir hastalığın bütün bir dünya bir araya gelse iyi edilemediğini bilin, şifayı O’ndan isteyin, O (cc) sizi şifa vererek hatırlasın.

Siz O’nu şükrederek, nimet vericinin O olduğunu bilerek, sizin elinizde kullandığınız her şeyin aslında O’na ait olduğunu hatırlayın ki O da size nimetini artırsın. (İbrahim 15/7)

Rahat zamanında kendisini anan kimseyi Rabbimiz, musibet zamanında anıp, korur, ihtiyacını giderir.

Kur’an müslümanları Allah’ı unutanlar gibi olmaktan sakındırıyor:

Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı (Allah’ın da) onlara kendi nefislerinin unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.” (Haşr 58/18-19)        

“Bizi zikretmekten yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.” (Necm 53/29)

Siz Allah’ı unutursanız Allah (cc) da sizi unutur derken, Allah sizi bir kenara atar, sizden haberi olmaz anlamına gelmez. Allah (cc) elbette hiç bir şeyi unutmaz. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. O’nun kullarını zikretmemesi, zikreden kulların aldığı mükâfattan zikretmeynlerin kendi kendilerini mahrum etmesidir. Yoksa O (cc), her salih amelin karşılığını en az on misliyle kuluna geri öder. (En’am 6/160)

Allah kuluna asla borçlu kalmaz. Kim en küçük bir hayır işlerse, kim en ufak bir salih amelle Allah’ın huzuruna varırsa, onun ödülünü en az on misliyle alacaktır.

Ebu Hureyre'nin (r.a.) haber verdiğine göre: Allah’ın Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah (cc) şöyle buyurur: Ben kulumun beni zannettiği gibiyim. Kulum beni anarken ben muhakkak onunla beraber bulunurum. Eğer o beni gönlünde gizlice zikrederse, ben de onu gönlümde zikrederim. Eğer o beni bir cemaat içinde zikrederse, ben de onu o cemaatten daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. o bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım." (Müslim, Zikr/1, (6805, 6829, 6832))

Allah (cc) tarafından zikredilmek… Allah (cc) tarafından zikredilmeye değer bulunmak… Eksik, gedik, noksan, yarım yamalak amel işlenilmesine rağmen Allah (st) tarafından dönülüp bakılmaya değer görülmek…

İşte bu büyük bir kazanç, arzu edilen bir hedef, yüksenilmesi istenen bir makamdır.

Allah’uı zikredenler bu ödüllerle, bu makamlarla, bu şereflerle hatırlanacak.

Hatırlayan (Allah’ı zikreden) hatırlanır (kulluğunun samimiyetinin karşılığını alır). 

 

- Değer kazanmak için:

Mescidler, -hatta kiliseler ve havralar bile- içlerinde Allah’ın adı anıldığı için değerlidirler. (bak. Hacc 22/40)

Mescidler hem beytullah/Allah evidir, hem de  İslâmın şiarıdır. Allah’ın evine Allah’ın nâmı, hakimiyeti ve hükmü yakışır. Mescidlerin içinde Allah’ın adı anıldığı sürece azizdirler, hürmete layıktırlar, çok değerlidirler. Dokunulmazlıkları vardır.

Bununla birlikte bir de içinde Allah’ın adının/zikrinin geçtiği insanı düşünün! İçinde Allah’ın adının diri kaldığı kimseyi düşünün... Allah adıyla yürüyen, hareket eden, salih amel işleyen bedeni düşünün...

Allah´ı anan taştan bedenler, duvarlar, kubbeler, minareler değerli olur da, şuur şahibi yürekler şerefli olmaz mı? Allah adıyla ıslanan diller ve dudaklar değerli olmaz mı? Allah adıyla aksiyonda olan bedenler aziz olmaz mı? Allah adını soluyan soluklar kıymetli olmaz mı?

İçinde Allah´ın adının anıldığı mescidler dinin şiari olduğu gibi, Allah’ı çokca zikredenler de İslâmın şiarı (sembolü) olmaya hak kazanırlar.

Diğer taraftan nasıl ki, mescidlerde Allah’ın adının anılmasını (zikredilmesini ) engellemek zulmün ta kendisi, bunu yapanlar da zalimler (Bekara 2/114) iseler, insanları Allah´ın zikrinden alıkoymak da zulümdür.

Allah’ı hakkıyla zikredenler değer kazanırlar, izzet sahibi olurlar. Zira Allah (st) zâkir olanları (zikredenleri) iki dünyada da aziz eder.

 

- Kalbi paslandırmamak için

İlginçtir; Kur’an kalplerin paslanmasından söz ediyor.

Hayır, onların kalpleri, yaptıkları [kötülükler] ile pas tutmuştur!” (Mutaffifîn 83/14) (Lafzen, “kazandıkları, kalplerini pasla örtmüştür”: kötülükte ısrar etmelerinin, onları tedrîcen ahlakî sorumluluk bilincinden ve dolayısıyla, Allah'ın nihaî hükmünün vukuunu tahayyül etme yeteneğinden yoksun bıraktığına işaret. M. Esed, Meâl s: 1247)

Paslanan bir nesne fonsiyonun yerine getiremez. Onun pasının giderilmesi, parlatılması veya cilâlanması gerekir. Pas tutan kalplerin cilâsı: Zikirdir.

Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

"Her şeyin bir cilâsı vardır; kalplerin cilâsı da Allah'ı zikretmektir İnsanı Allah'ın azâbından en çok koruyacak şey, ancak zikrullahtır"  (Beyhaki, Şuabü’l-iman, I/396, 522)

“Kul bir günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta yani kara bir leke vurulur. Şayet pişman olur, tevbe ve istiğfar ederse kalbi cilalanır, parlar. Böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, o leke de artar ve neticede bütün kalbi kaplar. İşte Hak Teala’nın: “...kalplerinin üzerine pas (reyn) olmuştur.” (Mutaffifîn 83/14) âyetinin anlamı budur.” (Tirmizi, Tefsir/83 (3334).  İbn Mace, Zühd/29 (4244))

İnsan unutabilir, gaflete düşebilir, işi, dünyalıkları, takıntıları onu meşgul edebilir, gaflete düşürebilir.

 Böyle bir durumda yapılacak şey, kalbin paslanmasına meydan vermeden Allah’ı anmak, O’na yönelmektir. Tıpkı Peygamber (sav) gibi.

 “Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim” (Müslim, Zikir/41 (6858). Ebu Davud, Salat/362 (1515))

Peygamberimiz (sav) günahsız olmasına rağmen her gün yetmiş defa tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor (Buharî, Deavât/3 (6308). Tirmizí, Tefsir/47 (3259))

 

- Diri kalmak için:

Şair “Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek” diyor.

”Hayat süren leş olmak’ nasıl bir şey? Ya da ayaktaki ölüler?

Gerçek ölü kim, gerçek diri kim?

Nice pahalı, albenili, şahâne elbiseler vardır ki içinde kimse yoktur. Yani içinde bir canlı ceset vardır da, âdem değildir. O elbisenin içinde dolaşanın adamlıkla alakası yoktur.

Toprağa gömülenlerin hepsine ölü diyebilir miyiz? Nitekim Kur’an Allah yolunda canlarını verenlere ölü dememizi yasaklıyor. (Bekara 2/154)

Bir hocaefendi ziyaret etttiği mezarlıklar hakkında diyor ki: “Ben hayatımda hiç ölü ziyaret etmedim.” Yani benim mezarını ziyaret ettiğim kabir ehli sizin ölü sandıklarınız aslında manen diridir. Ama siz bilmiyorsunuz. Onlar adlarıyla, eserleriyle,  misyonlarıyla canlı gibidiler.

Her ayakta olan canlı, her mezarda yatan ölü müdür? Dünya gözüyle böyle elbette. Adam ayakta ise, nefes alıp veriyorsa resmi ölü raporu verilmemişse halk nazarında hayattadır. Toprağa gömülmüşse o ölüdür.

Ama manen de böyle mi? Her can taşıyan gerçekte diri midir? Kanı pompalayan her kalp canlı mıdır acaba? Kalbin diri olmasi neye bağlıdır?

İşte ölçüyü Peygamber (sav) veriyor. Buyurun: “Rabbini zikreden ile zikretmeyenin örneği; diri ve ölü gibidir.” (Buhârî, Deavât/66 (6407))

Yani Allah’ı sürekli zikredenler diri gibidir, Allah’ı zikretmeyenler manen ölü gibidir. Ayaktadır, faaliyet halindedir, siz onları aksiyon başında görürsünüz; ama onlar gerçekte ölüler gibidirler. Ne hakkın sesini işitirler, ne gereğini yaparlar. (Fatır 35/22) Vahyin diriltici soluğundan haberleri olmadığı gibi, kalbi öldürecek her türlü zehir ve hastalığa karşı tedbirsizdirler.

Öyleyse diri kalmak, hayat süren leş olmamak için sürekli Allah’ı hatırlamak (zikretmek) gerekiyor.

 

- Nimetleri hatırlamak için

         Rabbimiz (cc), mü’minlere kendisini sürekli olarak zikretmelerini emrediyor. Zikretme emri bazen şükürle, bazen verilen nimetleri hatırlatma ile, bazen namazla, bazen diğer ibadetlerle, bazen verilen zaferle birlikte gelmektedir.

Kur’an, mü’minlere de sürekli bir şekilde Allah’ın nimetlerini hatırlamalarını söylüyor. (Bekara 2/231. Âli İmran 3/103. Maide 5/7, 11)

Kur’an, ayrıca bütün insanlara Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlamalarını haber veriyor. (Fatır 35/3)

         Bazı hayvanların, insanın emrine verilmesinin sebebi; insanların Allah’ı nimet veren olarak hatırlamalarıdır (zikretmeleridir). (Zuhruf 43/13) 

 

- Şeytanın tasallutundan korunmak için:

Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır. (Zuhruf 43/36)

"Şeytan insanoğlunun kalbi üzerine oturur. İnsanoğlu Allâh'ı andığı takdirde sıvışıp kaçar. Allâh'dan gafil olduğu takdirde ise ona vesvese verir."

Öyleyse şeytananı aldatmalarına, vesveselerine, kandırmacalarına, cilvelerine, tuzaklarına karşı en iyi ilaç sürekli Allah’ı anmaktır.

Kur’an, şeytanın hilelerine karşı Allah’a sığınmayı tavsiye ediyor. Allah’a sığınmak (istiâze)  da bir zikirdir.

“Ve eğer Şeytan'dan (güç alan] bir kışkırtı seni [gözü kara bir öfkeye] sürükleyecek olursa (hemen) Allah'a sığın ve bil ki O her şeyi işiten, her şeyi künhüyle bilendir.”  (A’raf, 7/200. Fussilet 41/3. Mu'minûm 23/97-98)

Şeytanın dürtülerinden korunmanın en etkili yolu Allah’ı zikretmektir. Şeytanın giriş yolu kalp olduğuna göre, kalbin güçlenerek heva ve hevesi üzerinden atması şeytanın yolunu kapatacaktır

Allah’ın adı anıldığı zaman şeytan susar. O nedenle kul, Rabbini her fırsatta anmalı, şeytan belâsını savması için O’na sığınmalıdır. 

Bazı alimlere göre şeytanın vesvesesinin ilacı üç tanedir:

- Allah’ı çok zikretmek.

- Felak ve Nâs surelerini çokça okuyarak Allah’a sığınmak.

- Kararlılıkla şeytana karşı koymak ve onun dediklerinin tersini yapmaktır.

 

- Nifaka karşı korunmak için:

Ne zaman içerisinde ‘savaştan söz eden (zikreden) bir âyet’ nazil olsa, veya cihad’tan bahseden bir âyet okunsa, kalplerinde maraz olanlar, yani münafıklar, ölüm baygınlığı gibi bakmaya başlarlar. (Muhammad 47/20)

Allah’ı zikredenler O’na karşı samimi (ihlaslı) olurlar. İhlas insanı iki dinli, iki yüzlü olmaktan korur. Zira ihlas sahibi Allah’ı hatırladıkça O’nun her kendisini gözetlediği, O’ndan hiç bir şeyin gizli kalmadığını, O’nun her şeyden haberdar olduğunu bilir.

Zikir,  nifaka karşı en iyi tedbirdir.

 

- Allah’ın zikrini unutanların hakkı dar bir hayattır:      

         “Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz (mahşere getireceğiz)” (Tâhâ 20/124)

         Bu âyetten bir önceki âyette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor. Bu âyette geçen ‘Zikr’, insanı hidayete götüren vahy, vahyle gelen ilâhí kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahy olan Kur’an, ya da bizzat Allah’ı anmak anlamlarına gelebilir. (Muh. İbni Kesir, 2/497. Ebu’s Suud, Tefsir, 3/496)

Âlemlerin Rabbi Allah’ı, tani sahibini; iman, ibadet, taat, dua, tesbih, sığınma, tevekkül, tefekkür, tevbe, niyaz ve benzeri zikirler ile hatırlamayanın dünyadaki hakkı dar, sıkıntılı, doyumsuız bir hayattır.

Böyleleri asla doymazlar, asla ellerindeki ile yetinmezler, asla kanaat sahibi olmazlar, asla yeter demezler. Bunlar sürekli geçinme sıkıntısı yaşarlar, sürekli açlık korkusu çekerler. Bundan dolayı da tükeneceğinden endişe ettikleri varlıklarını kimse ile paylaşmazlar. Başkalarının elindekilere göz dikerler.

Onların hastalıkların en önemli sebebi Allah’ı unutmalarıdır.

Kur’an bundan dolayı alış-verişler ve ticaretlerin Allah’ı zikretmeyi unutturmaması uyarısında bulunuyor. (Nûr 24/36-37. Münafikûn 63/9)

 

  • Zikir ibadeti ile ilgili sorular

Zikir ibadetinin ne kadar önemli olduğu Kur’an âyetlerinden ve hadislerden anlaşılıyor. Zikrin gerekçeleri ve sağladığı faydalı sonuçlar da bir hayli fazla. Zikredenlerin elde edecekleri ecirler, manavi kazançlar, Allah katında hazırlanan dereceler, hayata yansıyan olumlu etkileri her açıdan dikkat çekici.

Tekrar hatırlamak gerekir ki zikreden ile zikretmeyen ölü ile diriye benzer. İkisi arasındaki farkı varın siz kıyaslayın.  

Evet bu durum açık da, bir anlamda imanın ortaya konulması ve Allah’a itaatın ifadesi olan zikir ibadeti nasıl yerine getirilecek?

Zikir ibadetiyle ilgili olarak şu sorular sorulabilir: 

* Hangi sözler, hangi ritüeller, hangi hareketler zikir sayılmaktadır?

* Zikrin özel bir şekli var mıdır?

* Bazı kesimler tarafından ‘gizli (hafî) mi- açık (cehrî) mı’, ‘toplu (cem’an) mu - tek başına (ferden) mı’ yapılmalı tartışması gerekli mi?

* İslâm’da, hangi davranışların ibadet olduğu ve bu ibadetlerin, hatta nafilelerin bile  nasıl yerine getirileceği belli değil mi?

* İbadetlerde bid’at olayını nasıl anlamalı? İbadetlere bulaşan ve zamanımızda oldukça yaygın olan bid’atleri nasıl temizlemeli?

* Peygamberin ve O’nun sahabelerinin hayatında, kol kola verilmiş bir şekilde, yatarak- kalkarak, bağırıp çağırarak, kendinden geçerek, vücuduna bir şeyler saplayarak, cezbe dedikleri trans haline gelerek  bir zikir yapma şekli var mıdır?  

* Zikir, bir köşeye çekilip sadece zikir/tesbih sözlerini her gün belli bir miktarda tekrar etmek midir?

* Zikir bir üstadın/şeyhin/vekilin gözetiminde mi yapılmalı? Zikir ibadeti görevini illa bu sıfatları taşıyanlardan mı almalı?

* Zikri üstadlara, şeyhlere, ölmüşlere havale edip, onların da Allah’a götürmelerini beklemek nedir? Zikir esnasında şeyhleri, üstadları, ölmüşleri de birlikte anmak ne demektir? Böyle yapmanın zikirle, daha doğrusu İslâmdaki ibadet anlayışı ile bir ilgisi var mı?

* Peygamber (sav) insanların en çok zikredeni olduğu halde, niçin O’nun hayatında günümüzdeki zikir anlayışı yok? Yanlışlık acaba nerede?

* Zikirden maksat sayı tamamlamak mı, yoksa ne dediğinin farkında olmak mıdır?

* Zikir niçin bazılarının aklına hemen ‘hû’ çekmek geliyor? Zikir ibadeti ‘hû’ çekmek midir?

* Gerçekten, zikir deyince niçin insanların aklına böyle şeyler geliyor?

 

  • Zikrin hayata dönüşmesi:

Peygamber vahiy alır. Onu tebliğ eder, beyan eder ve uygulayarak örnek olur. Öyleki peygamber bir anlamda vahiy ahlâkı kazanır. Yürüyen vahiy olur. Sözüyle, amelleriyle, varlığıyla vahyin canlı örneği olur.

Buna hayatlaşmış vahiy dememiz mümkündür. 

         Tıpkı bunun gibi, bir mü’min, evrendeki sayısız âyetleri gördükçe veya Kur’an’daki âyetleri okudukça, Rabbini tekrar hatırlar. Onun kalbi ve organları Allah’ı anmaktan hiç uzak kalmaz.

O´nu Allah’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah’ın Rabliği ve ilâhlığı tekrar aklına gelir. Ulûhiyyeti ve Rubûbiyyetiyeniden düşünür. Allah’ın önündeki konumu aklına gelir.

Fakat bu hatırlayış, yalnızca zihinde bir beliriş veya dilde bir söz halinde olmaz. Bu anma (zikir) hisleri kuşatır, aklı çalıştırır, giderek bedeni kaplar ve sonunda organlarda amel olarak ortaya çıkar. Bu tıpkı acıkma duygusunun yemek yeme ile sona erdirilmesi gibidir.

Kur’an bu durumu şöyle beyan ediyor:

         “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal 8/2)

“Onlar ki, ne zaman Allah'tan söz edilse kalpleri saygı ve sakınmayla titrer; (onlar ki) başlarına gelen her türlü darlığa, sıkıntıya göğüs gererler; salâtta devamlı ve duyarlıdırlar; ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına da harcarlar.” (Hacc, 22/35)

“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır,

Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı anar, [ve] göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler: “Ey Rabbimiz! Sen bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!” (Âli İmran, 3/190-191)

Bir başka âyette ise, Allah’ın adı anıldığı zaman mü’minlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor. (Secde 32/15)

Kul, gücü yettiği kadar ibadet yapar, dili döndüğü kadar dua eder, Rabbini anar; Allah´tan (cc) ibadetlerinin karşılığını bekler.

Bilindiği gibi ilk insan, Rabbinin öğrettiği kelimelerle  Rabbini ‘tezekkür’ etmiş, unuttuğu ilâhî emri ve o ilâhı emre karşı işlediği hatayı hatırlayabilmişti. Sonra da hatayı hatırlamanın gereğini yapmış ve Rabbine yalvararak tevbe etmişti.

Zikrin belki de ilk insanla başlayan serüveni bu idi. Artık bundan sonra insan unutacak, Allah (cc) da ona hatırlatacak. Kul unutmaya devam edecek. Rabbi de ona hatırlatmaya devam edecek.

Allah (cc) kendini unutmayanlara ise hak ettikleri ecri ve sevabı verecekti.

Levh-i Mahfuz’dan ‘zikr’  olarak indirilen Kur’an âyetleri, insanlara Allah’ı hatırlatan ilâhî belgedir. Öyleyse en büyük ‘zikir’ Kur’an’dır ve O’nu okumak, O’nunla meşgul olmak, O’nun ilkelerini hayat uygulamak, O’nun çizdiği sınırları korumak, O’nun hükmüne uymak; en güzel, en önemli, en has zikir’dir.   

Herhangi bir ameli Kur’an emrettiği, Allah istediği için yapan müslüman zikrediyor demektir. Çünkü o ne yaptığının farkındadır. Rabbini hatırlayarak, O’nun emri olduğunun şuurunda olarak, Rabbinin vereceği karşılığı bekleyerek o işi yapar.

Bir ameli Allah emrettiği için, İslâm onu hoş gördüğü için, ya da Allah ondan razı olur diye düşünerek yapan müslüman Allah’ı zikrediyor demektir.

Yine bir müslüman herhangi bir kötü işi sadece Allah yasakladığı için, Rabbin rızasına uymadığı için veya Kur’an’da haram/kötü/yanlış denildiği için yapmıyorsa, bu işin farkında ise, zikrediyor demektir. Çünkü o bu hatayı Rabbini hatırladığı, Rabbinin hoşnut olmayacağını anladığı, ya da günah kazanacağını bildiği için terkeder.

Bu da Allah’ı anlamaktır, O’nu zikirdir.

Kur’an’ın uyarılarını ve Rabbinin âyetlerini idrak edenler Allah’ı zikretmenin gereğini yaparlar.

 

  • Zikir ibadetinin bir sonu yoktur.

Kur’an; “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzâb 33/41-42) buyurarak, mü’minlere günün her saatinde Allah’ı zikretmelerini emrediyor.

Zikir ibadeti sabah-akşam günün her saatini, saatinin her dakikasını kapsayabilir. Zira müslümanın yerine getirdiği bütün ibadetler birer zikirdir. Allah rızası için yaptığı her iş, her eylem (amel) salih ameldir ve her salih amel de bir zikirdir.

Mü’min, Rabbini ne kadar anarsa ansın, hangi zikir ifadesiyle hatırlarsa  hatırlasın; bu, onun için fazilettir. Ona sevap kazandıracak salih ameldir.

Müslüman için “o yürüyen zâkirdir” dense yanlış olmaz.

Müslüman ayakta, canlı, hayatın içinde yürüyen bir zikir ehlidir. Zira zâkir Allah’ı çok zikreden demektir. Tıpkı imanın verdiği şuur ve terbiye ile ‘emîn’ olan mü’min, imanın isbatı olan doğruluk ve dürüstlükle yetişen sıdîk/sâdık, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden muttaki gibi.

Zikir, aynı zamanda Allah’a itaattir. Hem emrin hem nehyin (yasağın) farkında olmaktır.

Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. Bu da ya kalple, ya bedenle veya dille olur.

Mü’min, kalbine Allah sevgisini ve korkusunu koyar, O’nu kalpte devamlı hatırlar ve âyetlerini düşünürse; bu, kalp ile zikir olur.

Mü’min, bol bol dua eder, Rabbini anarak O’ndan ister. Rabbinin Esması’nı zikreder ve onlarla halini Rabbine arzeder. Neye ihtiyacı varsa, ihtiyacı ile ilgili Esma’yı anar, onunla Allah’tan yardım ister. Bütün bunlar onun için zikirdir. Ne zaman olursa olsun farketmez. Günde kaç defa olmasını da işin rengini değiştirmez.

Müslüman, Allah’ı hatıra getirecek –Peygamber’den nakledilen- zikir sözlerini söyler ve  Allah’ın âyetlerini konuşursa, onların üzerinde düşünürse (tefekkür ederse), Kur’an’ı kıraat ederse (düşünerek okursa); bu da dil ile zikir olur.

Müslüman, günlük ibadetlerini ihlasla yapar, Allah yolunda bedenle çalışır, çaba gösterir, sevap işlere, insanların faydasına olan işlere koşturur, bunları yaparken Rabbinin rızasını düşünürse; bu da bedenle zikir olur.

Tabii o ne yaptığının farkındadır. İbadetini yaparken Allah’ı anar, O’nun azametini hep zihninde tutar. İbadet yaparsa elde edeceği mükâfatları, ibadetten uzak olursa kaybedeceği şeyleri hesaba katar.

Kalbin zikri, kalbin Allah’ı ve O’nunla ilgili şeyleri hatırlaması; aklşın uyanmasına, bedenin Allah’ı zikretmesine yol açar. Bedenin ‘zikir hali’ üzerinde olmasını sağlar. Böyle  davranan bir mü’min; Allah’ın insanlara inzal ettiği (indirdiği) ‘Eşsiz Zikr’i olan Kur’an-ı Kerim’i anlamaya başlar, ona teslim olur, ona iman eder. Sonra da onun ilkeleri doğrultusunda salih amel işlemeye başlar.

Böylece insan unutkan olmaktan çıkar, yakîn (kesin) iman sahibi olur.

İşte bu makam kul için ‘zikir’ makamıdır.

 

  • Zikir ibadeti nasıl yerine getirilir?

Allah’ı hatırlatan her amel, her söz, her tefekkür, her ibadet gayreti, her çaba ve yürüyüş, her zihnî veya kalbî faaliyet ‘zikir’dir.

Zikirden maksat şu kadar zikir cümlesini durmadan tekrar etmek midir, yoksa Rabbini her an bir şekilde hatırlamak, anmak, unutmamak veya Allah’ın her an kandisiyle birlikte olduğunun, kendisini murakabe ettiğinin farkında olmak mıdır?

Zikirden amaç belli zamanlarda, belirli bir şekilde, belirli zikir cümlelerini açık veya gizli, fert fert veya toplu olarak, biraz da koro halinde tekrar etmek midir, yoksa Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek, yapılan her ameli Hak razı olsun diye yapmak, her amelin hesabı mutlaka vereceğim şuuruyla düzgün hareket etmek, Allah’ı hiç unutmamak mıdır? Allah’ı unutmamak için de diliyle, aklıyla, kalbiyle, bedeniyle Allah’ı anmak mıdır?

Zikir bir tören midir, bir ibadet midir? Zikir, hayattan kopuk bir şey midir, yoksa hayatın içinde bir şey midir? Ya da hayatı zikir şuuruyla, yani Allah’la birlikte yaşamak, Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmek bilinci midir?

İslamî hayat, yaşantıdan kopuk, belli bir zamana, belli bir mekana, bir köşeye ait, özel usûllerle ve şekillerle yaşanılan bir şey midir, yoksa hayatın tabii seyrinde, insanlarla birlikte, dünya işleriyle birlikte adam gibi yaşamak, iyi insan olmak, Allah’ın razı olacağı şekilde davranmak mıdır?

Zikir ibadeti, hayatı durdurup, bir kenara çekilip belli zamanlarda hususi olarak yerine getirilen rutin bir âyin midir? Yoksa gece gündüz, her yerde, hayatın her alanında takva ile, yani Allah’a karşı sorumluluk bilinciye hareket etmek midir?

Dil veya kalp ile yapılan zikirlerde esas olan sayı, yani zikir/tesbih cümlelerini günde bilmem şu kadar şeklinde sayılarla tamamlamak olmaması gerekir. Bilakis zikir, ne dediğinin farkında olmaktır.

Kişi eline tesbihi alıp yüzlerce defa elektronik aparat gibi zikir cümlelerini tekrar eder de, ama neyi niçin dediğinin farkında değilse, buna zikir ibadeti denilebilir mi?

Rasûlüllah’ın ibadet hayatı meydandadır. Meydanda olması gerekiyordu, zira O ümmetin örneğidir. Bu ümmet imanı da, ahlâkı da, ibadeti de O’ndan öğrenebilir.

Bir amelin ibadet olabilmesi için üç önemli şart vardır. 

-Şârinin (şeriat koyucunun) emretmesi veya tavsiye etmesi gerekiyor

İbadetler ya Kur’an’la ya da sahih sünnetle emredilir veya tavsiye edilir. 

-Peygamber tarafından uygulanmış/öğretilmiş olması,

            Peygamber ibadetlerin nasıl yerine getirileceğini kendisi bizzat uygulayarak ümmetine öğretmiştir. Onun öğretmesinin dışında emredilen ibadet yoktur.

-İhlasla yapılmış olması; İbadetler sadece Allah rızası için yapılır.

Bu üç şartı taşıyan ameller ibadet sayılır, müslümana sevap kazandırır, bunlarla kulluk görevini yerine getirmiş olur.

Kur’an’da veya Sünnet’te olmayan, sonradan ibadet adıyla ortaya çıkan uygulamalara din dilinde bid’at denilir.

Zikir ibadeti de bu ölçüye dahildir. Peygamber (sav) bu ümmete nasıl ve hangi sözlerle Allah’ı tesbih edileceğini, nasıl dua edileceğini, zikir ibadetini nasıl yerine getireleceğini öğretmiştir. Hadis kaynaklarına baktığımız zaman Rasûlüllah’ın tesbihatlarını da, zikir cümlelerini de, Rabbini başka hangi vasıtalarla, ne zaman ve nerelerde andığını, nasıl ve hangi ifadelerle dua ettiği görürüz.

Dolaysıyla zikir ibadeti de diğerleri gibi Rasûlüllah’ın (sav) yapıp öğrettiği gibi yerine getirilir.

 

  • Zikir olan ibadetler

Zikir ibadeti aşağıdaki ameller işlenerek ifa edilir. Ya da bunlar zikrin bizzat kendisidir.

Bu ibadetleri yerine getirenler âbid (ibadet eden) oldukları gibi, aynı zamanda zâkir’dirler (zikredendirler).

 

-          Kur’an okumak;

Müslüman Kur’an okur,  onun âyetleri üzerinde tefekkür ve tedebbür eder (anlamaya çalışır). Sonra kâinata bakar ve  Allah’ın oradaki sayısız âyetlerini düşünür. O âyetlerin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın büyüklüğünü, O’nun kâinat ve insanla ilişkisini, tasarruflarını, hâkimiyetini, ebediliğini aklına getirir. Arkasından da kendi faniliğini, ölümü ve ölüm ötesini hatırlar. Kıyamet sahneleri gözünün önünde canlanır, Cenneti ve Cehennemi düşünür. Oradaki yalnızlığı, yardımcısız ve dostsuz kalmayı, Hesabın çetin oluşunu anar. Sonsuz kurtuluşun ve ebedí saadetin nasıl kazanılacaığını hesap eder.

Bütün bunları düşünmek, hatırlamak, tefekkür etmek zikirdir.

Öyleyse Kur’an okumak, Kur’an’ı öğrenmeye ve anlamaya çalışmak en büyük zikirdir.

İster hatim şeklinde, ister sûre sûre, ayet âyet; her şekilde olursa olsun Kur’an okuyan zikretmiş olur.

Müslüman, ibadetlerinde, ayakta iken, otururken, hatta yatarken ezbere veya yüzüne, bildiği kadar Allah’ın kelâmını okur, manaları üzerinde tefekkür ederse zikretmiş olur.

Allah’ı çokça zikretmek isteyenler, bol bol Kur’an okumalı, üzerinde tefekkür etmeli.

 

-          Besmele:

Müslüman, her meşru işe besmele ile başlar. Her işini Allah (cc) adıyla yapmaya, Allah’tan izin isteyerek, ya da Allah’ın yardımını bekleyerek yapar. Böylece Rabbini anmış, Rabbini unutmamış olur.

Her gün her işine besmele ile başlayan bir müslüman Allah’ın sayısız zikretmiş olur.

Allah’ı zikretmek isteyenler bütün işlerine besmele ile başlasınlar. Çocuklarına besmele öğretsinler. Besmele ile ne demek istediklerinin bilincinde olsunlar.

Çünkü besmelede şu beş önemli unsur vardır:

1-Besmele, Allah’tan izin istemedir.  O (cc) insanın yaratıcısı, sahibi ve yaratıcısı kabul eden; bir şey yapacağı zaman O’ndan izin ister. Eğer insan Allah’a aitse, eğer O (cc) her hayata müdahele ediyorsa, eğer O’nun hümranlığının dışında başka bir alan yoksa; yani mü’min böyleinanıyorsa, bir iş yapmak istediği zaman O’ndan izin alır. Ya da O’nun izin verdiği işleri yapmaya dikkat eder.

Onun için haram işlere besmele ile başlamak inkârcılık gibidir. Allah’ın yasağına Allah’ın adıyla başlamak haddini bilmezliğin zirvesidir.

2-Besmele, iman ikrarıdır. Müslüman, başka din mensuplarının ilâhların adıyla değil, âlemlerin Rabbi Allah’ın adıyla başlar işine. Adıyla başladığı Alşlah Rahman ve Rahimdir. Birdir ve ortağı yoktur. Her şeye gücü yeten, her şeyi bilendir. Dilediğine dilediği yardım eden, dilediğine sonsuz bağışta bulunandır.

Besmeleyi söyleyen zımnen bütün bunları da hatırlamış olur. Bu da bir tecdid-i imandır (iman yenilemedir).

3-Besmele, Allah’tan yardım istemedir. İnsan fani olduğu gibi, gücü de fanidir ve sınırlıdır. Allah ona güç vermezse o ne yapabilir ki? Allah ona vermezse onun neyi olabilir ki?

Besmele tıpkı “Lâ havle velâ kuvvete illa billahil-Aliyyi’l-azîm/Şüphesiz Azîm ve Âli olan Allah’tan başka çekip çeviren ve güç sahibi yoktur” demek gibidir. Buna iman eden müslüman, her çekip çeviren, sozsuz güç ve kuvvet sahibi olan Allah’tan işini görmek üzere bir miktar güç ister.

Besmele söyleyen kişi, “Ya rabbi bu işi yapmak üzere senden izin istiyorum , bana bunu hayırlı kıl ve yapmamda bana yardım et, güç ve kubvvet ver ki başarayım” demiş olur.

4-Besmele, Allah’ı zikirdir.  Bismillahirrahmanırrahîm diyen her mü’min Rabbini zikrediyor demektir. Çünkü işine O’nun mübarek adıyla başlamaktadır.

5-Besmele, aynı zamanda tesbihtir. Yani Allah’ı noksan sıfatlardan uzak tutmaktır. Sadece O Allah’tır, O Rahmen ve Rahimdir. Yani hiç bir varlıkta olmayan isimler ve sıfatlar O’nundur. Bu sıfatları başkasına vermek, ya da O’nu bu sıfatların dışında bir şeyle vasıflandırmak İslâm inancına aykırıdır.

Bu demektir besmele söyleyen her mü’min Allah’ı tesbih ediyor demektir. Her tesbih de elbette zikirdir.

 

-          Zikir Cümleleri

Müslüman zaman zaman;

 “el-hamdu li’llah,

Allahu ekber,

Lâilâhe illallah,

Lâ ilâhe illallah, Muhammedu’r-Rasûlullah,

Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm,

Eşhadü en lâ ilâhe illah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûlühu,

Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, ve lehu’l-hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr,

 Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, ve lehu’l-hamdu yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr,

Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, Allahu ekber tekbira, ve’l-hamdülillahi kesîra, ve sübhâne’llahi Rabbi’l-âlemîn, Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-azîm,

Allahu ekber tekbira, velhamdülillahi kesîra, sübhânellahi bükraten ve asîlâ, Lâ ilâllahu vahdeh, sadaka va’deh ve nasara abdeh ve eazze cündeh ve hezeme’l-ahzâbe vahdeh, lâilâhe illallah, Lâ na’bude iyyâhu, velev kerihe’l-kâfirûn,

Hasbünallahu ve ni’me’l-vekîl,

Eûzü billahimine’ş-şeytânırracîm,

İn-şâallah,

Mâ-şâallah,

Tesbihât (Tesbih başlığına bakınız)

Sübhânelleh, vel-hamdü lillah, velâ ilâhe illallah, vallahu ekber,

Tevbe estağfirullah”

Allahu ekber adede ma haleka fi’s-semâî, Allahu ekber adede ma haleka fi’l-arz, Allahu ekber adede ma beyne zâlike, Allahu ekber adede ma hüve hâlikûn.

Elhamdüli’llahi adede ma haleka fi’s-semâî, Elhamdüli’llahi adede ma haleka fi’l-arz, Elhamdüli’llahi adede ma beyne zâlike, Elhamdüli’llahi adede ma hüve hâlikûn.

Lâ ilâhe illallahu adede ma haleka fi’s-semâî, Lâ ilâhe illallahu adede ma haleka fi’l-arz, Lâ ilâhe illallahu adede ma beyne zâlike, Lâ ilâhe illallahu adede ma hüve hâlikûn.

Lâ havle velâ kuvvete  adede ma haleka fi’s-semâî, Lâ havle velâ kuvvete adede ma haleka fi’l-arz, Lâ havle velâ kuvvete adede ma beyne zâlike, Lâ havle velâ kuvvete adede ma hüve hâlikûn.

Teşrik tekbiri: Allahu ekber Allahu ekber lâilâhe illallahu vallahu ekber ve li’llahi’l hamd”

ve benzeri zikir cümlelerini aklına geldikçe, bir defa veya daha çok, bazılarını da Peygamberimizin öğrettiği gibi belli sayıda söyleyebilir.

Mesela; Ebu Eyyûbi’l Ensârî’nin rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Kim, on defa “Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, ve lehu’l-hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr” derse İsmail evlatlarından bir kişiyi azat etmiş gibi sevap alır.” (Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)

Hatta ezanın kendisi bile bir zikirdir. Okuyan da, dinleyen de Allah’ı zikretmiş olur. Tabi ne denildiğinin farkında olarak.

Bunları veya diğer zikir ifadelerinin hepsi zikirdir.  Bunun her gün belli sayıda olması da gerekmez. Ya da illa birileri tarafından görev olarak verilmesi veya birlikte yapılması da şart değildir.

Zaten Allah (cc) kendisini çok zikretmemizi ve O’nu her zaman tesbih etmemizi emrediyor.

Şüphesiz Allah’ı (cc) hatırlatan her eylem, her söz, her tesbih, her tahmid, her tehlil, her istiğfar, her teheccüd, her tefekkür, her istihâre, her istiâze, her teabbud zikirdir. Tek yapılsın, toplu yapılsın, açık veya gizli yapılsın, inşaallah Allah katında değeri vardır.

Lakin buradaki sorun; zikrin sadece böyle olduğunun zannedilmesi, ya da zikir ibadetini icra ederken Peygamberin Sünnetinin dışına çıkıp bid’atlere bulaşmaktır. Buradaki problem din adına olmayacak âdetler uydurmak, acaip, garip, ibadetle ilgili olmayan şekillerdeki seansları zikir ibadeti sanmaktır. İslâm şiddetle yasakladığı halde ibadette Allah ile kendi arasına aracı koyma tehlikesidir. Bazı ibadetlerin aracısız yapılamayacağının zannadilmesidir. Ya da bazı ibadetlerin fanilerden bazı kimseler sayesinde daha makbul olacağının, kabul edileceğinin sanılmasıdır.

Müslüman meşru araçları kullanarak, Peygamberinin öğrettiği gibi her an Rabbini hatırlar, O’nu hiç aklından çıkarmaz. O’nun adını, azametini, kahrını ve gücünü, ni’met verici oluşunu ve insana olan sevgisini, merhametini ve affını hatırına getirir.

Bütün bu hatırlamaların tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar.

İşte bütün bunlar Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır.

-      Abdest

Abdest ibadeti başlı başına bir zikirdir.

Müslüman ister namaz kılmak için, ister Kur’an okumak için, isterse sevap için abdest alsın; hepsinde amacı Allah rıazsıdır. Niçin abdest aldığının farkındadır ve abdestini alırken rabbini hatırlar. Abdestle birlikte dua eder, Rabbini ve O’nunla ilgili şeyleri düşünür.

Ebu Hureyre (ra): "Resulullah (sav) buyurdu ki:
         "Allah’ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size söylemiyeyim mi?''
         "Evet ey Allah'ın Resûlü, söyleyin!'' dediler. Bunun üzerine şöyle dedi:
         "Zahmetine rağmen abdesti tam almak. Mescide çok adım atmak. (Bir namazdan sonra diğer) namazı beklemek. İşte bu ribattır. İşte bu ribattır. İşte bu ribattır."
(Müslim, Tahâret/41, (251). Muvatta, Sefer/55, (1,161). Tirmizî, Tahâret/39, (52). Nesâî, Tahâret/106)

Ribatın anlamlarından birinin de imanı kalbin kapısına nöbetçi olarak dikmek olduğunu hatırlayalım.

Müslüman kalp kalasını, yürek ülkesini düşmanlar ele geçirmesin diye sürekli bekler, korur, gözetler. İmanını ve takvasını sürekli uyanık tutar, nefis, şeytan, ilhad, gaflet, şehvet, dünayaya tapma, öfke ve gadap, vesvese ve kötü niyet gibi düşmanlarına karşı devamlı tetikte olur. Kalbin kapısındaki bu titiz nöbetçi kalbe zararlı ve yabancı maddeleri koymaz.

Bu da ancak Allah’ı hatırlamakla olabilir.

Bir hadiste geçtiğine göre müslüman abdest aldığı zaman abdest suyu ile birlikte küçük günahlarının döküldüğü söyleniyor. (Müslim, Tahâret/32, no: 244. Muvatta, Tahâret/31. Tirmizî, Tahâret/2, no: 2)

Kısaca, müslüman abdestli olduğu sürece zikrediyor, Rabbini hatırlıyor demektir.

-      Namaz kılmak;

Allah’ı zikretmek üzere namaz kılmak emrediliyor.

Rabbimiz buyuruyor ki:

         “Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (Tâhâ 20/14)

Çünkü namaz hem dinin direði, hem de zikrin ve kulluğun bütün unsurlarını bünyesinde  taşımaktadır. Namaz; hazırlığından tutunuz da sonundaki selâma kadar her bir rüknü, her bir unsuru birer zikirdir. Kıyam, kıraat, Sübhâneke, Fatiha Sûresi, rukû’, secdeler, tesbihler, salavatlar, dualar  ve diğerleri, zikirden başka bir şey değildir.

Öyleyse en büyük zikir namazdır. Ancak namaz zikr’in bir şekli, bir bölümüdür. Zikir, namazı da içine alan daha geniş bir ibadettir.

“Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” (Ankebût 29/45)

 

-      Sünneti yaşamak:

İnsanlar içerisinde Allah’ı en güzel ve mükemmel zikreden elbette Peygamberimiz (sav) di. O’nun bütün sözleri birer zikirdi. O’nun emirleri ve yasakları, Allah’ın adlarından ve sıfatlarından bahsetmesi, Allah’ın hükümlerinden ve fiillerinden söz etmesi, O’nun va’ad ve va’idinden (müjde ve korkutmalarından) haber vermesi, O’na hamdetmesi, O’nu tesbih etmesi, O’ndan dua ile bir şey istemesi, hep Allah’a rağbet etmesi, O’ndan korkup- çekinmesi, O’na tevekkül etmesi, hepsi de O’nun zikirlerindendi.

Peygamberimizin susması bile kalbinin bir zikri idi.

Allah’ın Rasûlü her durumda ve her an Rabbini zikrederdi.

Öyleyse onun gibi yapmak, İslâmı onun gibi, şuurlu bir şekilde yaşamak zikir hali üzere olmak demektir.

“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab 33/21)

Burada şu önemli noktanın altı da çiziliyor: Allah’ı ancak çok çok zikredenler Hz. Muhammed’i örnek alabilirler. Ya da Peygamber’e gerçek anlamda tabi olabilmek için Allah’ı çok çok anmak gerekir. Allah (cc) kendisini çokça zikredenlere Peygamberi daha çok sevdirir.

 

-      Esmaullahi’l-Hüsnâ:

Allah’ın en güzel isimleri okumak, anlamaya çalışmak, insan ve varlık üzerindeki tecellilerini müşahede etmek, onlardan ibret almak birer zikirdir.

Müslüman Allah’ın isimlerini öğrenir, üzerinde düşünür, onların hayata yansımalarını takip eder, hatırlar ve onlarla meşgul olursa zikir üzeredir.

“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır,

Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı anar, [ve] göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler:

“Ey Rabbimiz! Sen bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!” (Âli İmran 3/190-191)

Müslüman Allah’tan bazı isteklerini esmau’l-hüsnâ ile ister. Duasına onları aracı eder. Ya da haceti, ihtiyacı, eksiği ne ise, onunla ilgili İsmi söyler ve böylece dua eder.

Bütün bunlar da Allah’ı anmak, zikretmektir.

 

-      Dua

Dua etmek, başlı başına bir zikirdir. Her dua Allah’ı anmaktır.

Nitekim bu konuyla ilgili yazılan kitapların veya kitapların bazi bölümleri ‘Dualar ve zikirler’ şeklindedir. Mesela Rasûlüllah’ın dualarını ve zikirlerini bir araya toplayan İmam Nevevî  kitabına el-Ezkâr/Zikirler ismini verdi.

Dua ve zikir birbirinden ayrılmaz iki kardeştir.

Müslüman kimden nasıl isteyeceğinin farkındadır. O Allah’tan ister her ne isteyecekse. Halini O’na arzeder, O’ndan yardım bekler, O’na sığınır. Bu da Allah’ı zikirdir, hatırlamadır, O’nu hiç unutmamaktır.

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bekara, 2/186)

Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.”  (A’raf, 7/55)

En güzel isimler (el-esmaü'l-hüsna) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (A’raf, 7/180)

“Onların oradaki duası: "Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise "selam" dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.” (Yunus, 10/10)

Allah’ı bol bol zikretmek isteyenler, tıpkı Peygamber (sav) gibi günün her saatinde, her işle ilgili olarak, her fırsatta dua etmeyi denesinler. Böylece hem zikretmiş olurlar, hem de Allah’ı yardıma çağırırlar.

 

-      Tesbih:

‘Tesbih’, ‘sebh’ fiilinden türemiş bir kelimedir. Kavram olarak ‘tesbih’;  Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek (uzak tutmak)tır.

         ‘Tesbih’ bir anlamda Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, hızlı bir şekilde ‘sübhanellah’ demek ve O’na ibadet etmektir. Bu bir çeşit Allah’ı zikirdir. 

         ‘Tesbih’;  Allah’ı, kutsal yüceliğine layık olmayan kusur  ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir.

         Allah (cc), ‘Sübhan’dır.

         “Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmiıti. Arşın sahibi Allah-Sübhan’dır, onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.”(Enbiya 21/22. Ayrıca bak. Saffat 37/180.  Yusuf 12/108. İsra 17/1, 93, 108. Neml 27/8. Kasas 28/68. Zuhruf 43/13. Kalem 68/29)

         Canlı veya cansız varlıklar Allah’ı tesbih ederler.

         “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz de onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (İsra 17/44)

Arşın etrafını çevirmiş melekler Allah’ı sürekli tesbih ederler. (Zümer 39/75). Bir kısmı da Allah’ı tesbih eder ve bununla beraber yeryüzünde olanlar için istiğfar ederler. (Şûra 42/5) Allah’ın yanında bulunanlar da Allah’ı tesbih ederler. (Fussilet 41/38. A’raf 7/206)

Yerde ve gökde olan bütün yaratıklar Allah’a tesbihte bulunurlar.  (Hadid 57/1. Haşr 59/1, 24.  Saff 61/1. Nûr 24/41. Cuma 62/1. v.d.)

Aklı ve iradesi olmayan bütün varlıklar Allah’ı tesbih ettiğine göre, aklı olan ve kâinatın efendisi kılınan insanın da bunu yapması gerekir. O bunu yaparsa varlığı anlamış, varlıkla barışmış, varlıktaki ahenkli koroya katılmış olur.

Buna göre ister namazda rukû’da veya secdede, ister namazın sonunda, isterse başka bir şekilde söylenen her tesbih sözü bir zikirdir. Ki müslüman bunları sabahtan akşama, hatta yatağına girinceye kadar aklına geldikçe söyleyebilir, Rabbini tesbih ederbilir, zikredebilir.

Peygamberden nakledilmiş pek çok tesbih sözleri vardır ki her biri başlı başına hem bir iman tazeleme, hem zikir, hem de manevi bir kuvvettir.

İşte bir kaç örnek:

“Sübhânellah,

Sübhâne’llahi ve hamdüli’llahi,

Sübhânellahi ve bi-hamdihi,

Sühâne’llahi’l-azîm,

Sübhânallahi ve bi–izzetihi,

Sübhâne Rabbî ve bi-hamdihi-Sübhâne Rabbî ve bi-hamdihi

Sübhânellahi ve bihamdihi adede halkıhı ve mi’dâde kelimâtihi, ve ziynete arşihi ve rıda nefsihi,

Sübhâne Rabbiye’l azîm,

Sübhâne Rabbiye’l-âla,

Sühânellahi adede ma haleka fi’s-semâî, Sühânellahi adede ma haleka fi’l-arz, Sühânellahi adede ma beyne zâlike, Sühânellahi adede ma hüve hâlikûn.

Sübhâne Rabbike Rabbi’l izzeti amma yesıfûn veselâmun alel-murselîn ve’l-hamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn,

Sübhâneke allahümme ve bi-hamdike ve tebâreke’smüke ve teâlâ ceddûke ve celle senâüke ve lâilâhe ğayruk.

Sübhâne lâ ilme lenâ illâ ma allemtenâ, inneke allâmu’l-ğuyûb

Sübhâne lâ fehme lenâ illâ ma fehhemtenâ, inneke alîmun-Hakîm”

Ve diğerleri.

 

-      Tevbe/istiğfar

Yaptığı hatanın farkına varıp, yalnızca Allah’a karşı duyduğu saygıden (haşyette( ve korkudan (takvadan) dolayı pişman olup, hatasından vazgeçip Allah’tan bağışlnma isteyen mü’min, Allah’ı zikrediyor demektir.

Kur’an müslümanların sürekli tevbe etmeleri ve Allah’tan bağışlanma dilemelerini emrediyor.

Öyleyse kim Rabbine yönelirse, bağışlanma dilerse, af ve mağfiret dileğinde bulunuyorsa, Rabbini anıyor/hatırlıyor demektir.

“Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever.” (Hûd, 11/90)

          “’Rabbimiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru’  diyenleri, sabredenleri, doğru olanları, huzurunda boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri görmektedir.” (Âli İmran 3/16-17)  

 “Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (Âli İmran, 3/135)

“Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (En’am, 6/54)

“(Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!” (Tevbe, 9/112)

Her bir tevbe, her bir istiğfar sözü, her bir af isteği zikirdir.

Peygamber (sav) bile günde defalarca Rabbinden istiğfarda bulunurdu, yani af isterdi. (Buharî, Deavât/3, no: 6307. Tirmizî, Tefsir/48, no: 3259)

         O, insanlara şöyle sesleniyor:

         “Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir ve Dua/12, no: 2702. İbni Mace, Edeb/57, no: 3816-3817)

         Yine buyuruyor ki:

         “Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” (Müslim, aynı yer, Ebu Davud, Salat/İstiğfar, no: 1515)

Başka bir hadiste şöyle buyuruluyor:

“(Amel) defterinin sayfasında çokça istiğfar bulana ne mutlu…” (İbnu Mace, Edeb/57, no: 3818)

Allah’a istiğfar etmiş bir kimse, istiğfarından önce günah işlemiş te olsa affedileceği umulur. (Tirmizî, Deavât/107, no: 3559)

         İstiğfarın yalnızca dil ile yapılması yetmez. Bunun hem dil hem kalp ile yapılması gerekir. Her ibadette olduğu gibi niyet çok önemlidir. İhlaslı bir şekilde bağışlanma isteyip te günahtan vaz geçeni Allah affedebilir.

         Peygamberimiz buyuruyor ki:

         “Kim yatağına girince üç defa: ‘Estağfirullahe’l azím ellizi lâ ilâhe illa hüve’l Hayyu’l Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıkları gözetip duran yüce Allah’tan bağışlanma dilerim)’ derse, Allah onu savaştan kaçmış olsa da bağışlar.” (Ebu Davud, Salat/no: 1517. Tirmizî, Deavât/118, no: 3578)

 

-      İlim öğrenmek;

Besmele ile, Allah rızasını gözeterek ilim öğrenmek, yapılan ilmi toplantılar, ilmi faaliyetler de birer zikir sayılmalı. Sonuçta Allah adıyla ve Allah rızası için yapılan her şey Allah’ı hatırlamaktır.

Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdu ki: "İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır." (Tirmizi, İlim/2, no: 2649. İbnu Mace, Mukaddime/17, no: 227)

Ebu'd-Derda (ra) anlatıyor: "Resûlullah'ın (sav) şöyle dediğini işittim: "Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir..." (Ebu Davud, İlm/1 no: 3641. Tirmizî, İlm/19 no: 2683. İbnu Mace, Mukaddime/17, no: 223)

 

-      Allah yolunda cihad;

Cihad ibadeti, Allah yolunda yapılan her çabayı, her çalışmayı, her faaliyeti kapsar.

Öyleyse kim Allah için bir adım atarsa, Allah’ın dini uğruna bir çalışma yaparsa, kim Allah rızası için bir harcamada bulunursa, imkanlarını ve emeklerini fi-sebilillah harcarsa, o Allah’ı zikretmiş olur. Değil mi ki amacı Allah rızasıdır, Allah’ın vereceği karşılığı beklemektir.

Zaten cihad etmenin bir amacı da Allah’ı sık sık zikretmektir. (Enfal 8/45)

 

  • Zikirde zamanı iyi kullanmak

Müslüman Rabbini hayatının her anında zikreder, yani hiç unutmaz. Onu hatırlamak için de ibadet eder, dua eder, tesbihatta bulunur, her işine besmele ile başlar, abdestli olmaya çalışır, Kur’an’ı çok okur, üzerinde çok tefekkür eder, ölümü ver sonrasını hatırlar, Allah’tan umar, O’ndan bekler, O’na tevekkül eder, O’nun rızasına uygun amel işler, O’nun kendisini murakabe ettiğinin farkındadır.

Müslüman bunlarla birlikte bazı zamanlara daha fazla dikkat eder. Bazı anlar vardır ki değerlendirilmesi gerekir.

Gece namazı (teheccüd) vakitleri.

Sabahın erken saatleri.

Cuma saati. (Buharî, Deavât/61, no: 6400 )

Ezanla ikamet arası,

Bayramlar ve bayram namazlarından önceki anlar,

Ramazan ve özellikle Kadir gecesi,

Mirac, Berat ve Regaib geceleri,

Zilhiccenin ilk on günü,

Hac zamanı, vakfe, sa’y ve tavaf zamanları

Müslüman bu zamanları iyi değerlendirir, fırsatı kaçırmaz.

O bilir ki aslında ömür bir emanettir, geçicidir ve bir fırsatır. Geçen zamanı geri getirmek mümkün değil. Önümüzde ne kadar zamanımız kaldığını da bilmeyiz. Önemli olan bugün elde olan zamanı iyi değerlendirmek, Rabbe hakkıyla ibadet etmek, her an, her dakika zikir hali üzere yaşamak, hayatı zikre dönüştürmektir.

Evet, mü’mine düşen hayatı zikre dönüştürmektir.

 

  • Zikrin sonucu:

Zikir şuuru, “Ya Rabbi farkındayım” demektir.

“Ya Rabbi farkındayım” diyen bir mü’min de bir şey yapmadan önce Allah’ın ne diyeceğini, nasıl muamele edeceğini hesaba katar. “Ya Rabbi farkındayım” diyen insan yapacağı işten Allah’ın razı olup olmadığını düşünerek yapar. Yani her işinin, her sözünün, her ahlâkının İslâma uygun olup olmadığına dikkat eder.

Zikrin tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar. İşte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır. 

         Rabbimiz buyuruyor ki:

         “Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (20 Tâhâ/14)

         “Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” (29 Ankebût /45) 

         “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33 Ahzab /41-42) buyuruyor.

Görüldüğü gibi zikir ibadeti, hayatla birlikte iç içedir. Hayatın her anında kalple, dille ve badenle yerine getirilir. Yani müslümanın bütün bir hayatı zikre bürünür, zikir anlayışı ile geçer.

(Tekrar edelim: Müslüman yürüyen zâkirdir.)

Bunun için zikrin, bir kenara çekilip belli sözleri her gün belli sayıda, bir üstadın gözetiminde yapılacağını sanmak, zikrin sadece bu olduğunu kabul etmek,   doğru değildir. Böyle bir zikir anlayışı Kur’an’ın bize öğrettiği, ya da emrettiği zikir ibadeti değildir.

Zira Peygamber (sav) böyle yapmadığı gibi, kimseye de böyle yapın demedi. İslâmın ilk neslinde de böyle bir ibadet anlayışı, böyle bir zikir usulü görülmemiştir.

Maamafih, Allah’ın adını geçtiği her söz, Allah’ı hatırlatan her ifade, her ibadet, her amel elbette zikirdir. Ancak zikri sadece belli zamanlarda belli sözleri belli sayıda tekrar etmek diye alırsak zikrin geniş manasını ve etki alanını daraltmış oluruz.

Ya da zikri hayatın belli saatlerine hasretmiş, diğer zamanlarda sanki Allah’tan bağımsız yaşanırmış gibi zannedilmiş olur. Bu zihinlere yerleşmiş gizli bir laisizmdir.

Denilebilir ki bazı ibadetler için belli zamanlar vardır. Zikir için niçin olmasın?

Doğrudur belli ibadetler için belli zamanlar vardır. Zaten biz de bunu diyoruz. İşte bu ibadetlerle zikir yapıyoruz ya. Bu ibadetlerle Rabbimizi anıyoruz ya. Bu ibadetlerle Rabbimiz unutmamaya çalışıyoruz ya. Gafletten uzaklaşmanın, Allah’ı her an akılda, zihinde ve gönülde tutmanın yolu her an O’nun kulu olduğumuzun farkında olmak değil midir? O’nun murakabesini her an hissetmek değil midir?

Öyleyse takva ve ihsan bilinciyle, yani O her zaman bizi görüyor, her an bizi murakabe ediyor, O’ndan gizli bir an ve mekan yoktur şuuru ile yapılan her amel zikirdir.

Zikir cümleleri dediğimiz ve çoğu Peygamber’den rivâyet edilen ifadeler de, tesbihler de aynı amaca yöneliktir. Rabbimizi unutmamak, hatırlamak ve ona göre davranmak...

İşte zikir şuuru ya zikir ahlâkı budur.

Bu şuuru, bu murakabe anlayışını, bu takva ve ihsan bilincini günün veya haftanın belli saatlerine hasretmek, belli zikir cümlelerini sesli veya gizli, ferden veya topluca tekrar etmek, zikir ibadeti için yeterli midir? Biz Rabbimizi günde haftada veya arada sırada mı anacağız?  Rabbimizi Peygamberin öğrettiği gibi değil de böyle anmakla mı mükellefiz?

“Allah’ı çokça zikredin “, “Siz beni anın ben de sizi anayım” emrinin asıl maksadı nedir? Tekrar tekrar bakmak gerekmez mi?

Sözün özü;

Dikkat edin, kalpler ancak Allahıın zikriyle tatmin olur (doyar).”(13 Ra’d 28)

 “Sür çıkar ağyârı dıl’den tâ tecelli ede Hak,

Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan”

Ve hatırlayan hatırlanır.

Hüseyin K. Ece

15.1.2011

Zaandam - Hollanda