- Kurana göre ölüm
- Ahiret hayatı
- Sekerat
- Defin
- Müslüman mezarlığı
A- Kuran’a göre ölüm
-Ölüm gerçeği
Şair ölüm gerçeğine şöyle işaret ediyor:
Otuzbeş Yaş
“… Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında.”
Yolun Sonu Görünüyor
Bana ne yazdan bahardan
Bana ne borandan kardan
Aşağıdan yukarıdan
Yolun sonu görünüyor
Geçtim dünya üzerinden
Ömür bir nefes, derinden
Bak feleğin çemberinden
Yolun sonu görünüyor
Azrailin gelir kendi
Ne ağa der ne efendi
Sayılı günler tükendi
Yolun sonu görünüyor
Bu dünyanın direği yok
Merhameti yüreği yok
Kılavuzun gereği yok
Yolun sonu görünüyor
Dursun Ali Akınet
Tarihçiler ve siyer yazarları şöyle anlatıyorlar:
“Harun Reşid ömrünün sonuna doğru Bagdat’ta Dicle nehrinin üzerine büyük masraflar ederek güzel bir saray yaptırdı. Nehir sarayın bir tarafından girip diğer tarafından çıkıyordu.
Sarayın yanına nehre doğru bakan albenili mükemmel bir bahçe kondurdu. Sarayın ve bahçenin inşaati bitince açılış için bir seremoni hazırlandı.
Halk bölük bölük gelip onun bu muhteşem sarayını tebrik ediyorlardı.
Gelenler arasında o zamanın alimlerinden Ebu Atahiyye de vardı. O Harun Reşid’in önünde durdu ve bir şiirin ilk satırını okudu.
“Bu şahane sarayın gölgesinde dilediğin gibi yaşa…”
Bu söz Harun Reşid’in hoşuna gitti ve dedi ki; „Devam et“. O da ikinci satırı okudu:
“Canın ne istiyorsa o sana sabah akşam rahatlıkla ulaşıyor.”
H. Raşid: “Devam et“ dedi. O da şiirden bir beyit daha okudu:
“Ancak nefisler fokurdamaya, göğüsler iç çekerek hırıltı çıkarmaya başlarsa,
O zaman kesinlikle anlarsın ki sen cidden büyük bir aldanma içindesin.”
H. Reşid yine “devam et“ dedi. O da şu ayeti okudu:
كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ {26} وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ {27}
“Ne zaman ki, (son nefes, ölen birinin) boğazına gelip düğümlenir,ve insanlar: "(onu kurtaracak) bir hekim yok mu?" diye sorarlar;” (Kıyame 75/26-27)
H. Reşid üç defa daha peşpeşe “devam et“ deyince Ebu Atahiyye şiirden aynı beyti yine okudu. Bunun üzerine H. Reşid ağladı ve yere çöküp kaldı. Biraz kendine gelince hemen töreni dağıtti ve eski meskenine geri döndü. Bir ay geçmeden de vefat etti. (A. al-Karni, el-Misk u ve’l-Anber, sayfa: 83)
Ebu Atahiyye belki de Harun Reşid’e şöyle demek istemişti.
“Ey sultan bu gösterişli, şahane, muhteşem sarayda yaşamak isteyebilirsin. Kölelerin ve hizmetçilerin sana her gün sabah akşam canının her istediği şeyi getirebilirler. Fakat can boğaza geldiği zaman, ölüm baygınlığı başlayıp da göğsün hırıltı çıkarmaya başladığı zaman çevrendekiler feryat ederler:
“Hani bu adamı tedavi edebilecek bir hekim yok mu?
Bu adamın derdine deva yetirecek bir tabip bulunmaz mı?
İşte o zaman gerçeği anlarsın.
İşte o zaman haline kendin bile hayret edersin.
Ne oluyor diye sorarsın ama heyhat bu işin geri dönüşü yok.“
- Kur’an ölümü unutan insana sık sık onu hatırlatıyor:
كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ {185} Ali İmran
“Her can ölümü tadacaktır: Böylece Kıyamet Günü [yapıp-ettiklerinizin] kar-şılığı size tam olarak ödenecektir; orada ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulacak olanlar, gerçek bir zafer kazanmış olacaklardır: Zira bu dünya hayatı(na düşkünlük), kendi kendini aldatma zevkinden başka bir şey değildir.”
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ {35}
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.“ (Enbiya 21/35, Bir benzeri: Hadid 57/20. Lukman 31/33Ankebut 29/57)
أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَـؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثاً {78} Nisa
“Nerede olursanız olun, ölüm gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen kulelerde olsanız bile.” Onlar güzel şeylere kavuştuklarında, bazıları “Bu Allah'tandır!” derler; ama başlarına bir kötülük gelince, “Bu senin yüzündendir [ey arkadaş]!” diye feryad ederler. De ki: “Hepsi Allah'tandır!” O halde bu insanlara ne oluyor da kendilerine bildirilen hakikati kavramaya yanaşmıyorlar?”
- Hayatı ve ölümü O var etti
تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {1} الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2}
” O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tâbi tutsun [ve böylece] davranış yönünden hanginiz daha iyidir [onu göstersin] ve yalnız O[nun] kudret sahibi ve çok bağışlayıcı [olduğuna sizi inandırsın].” (Mülk 67/2)
- Ecel gelince
وَأَنفِقُوا مِن مَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ {10} وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْساً إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ {11}
“Sizden birinize ölüm gelip çatmadan önce, size nasib ettiğimiz imkânlardan Allah yolunda harcayın! Ölüm gelip çatınca: “Ya Rabbî, az mühlet ver bana, bak nasıl hayırlar yapacağım, tam takvâ ehlinden olacağım! ” diyecek olsa da, Allah vâdesi gelen hiçbir kimsenin ecelini ertelemez. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Munafikun 63/10-11)
- Zaten öleceksiniz, bari müslüman olarak olun
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ {102} Ali Imran
“Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”
B- Ahiret hayatı
Adı üzerinde, fani dünya. Yani eskiyen, devam etmeyen, bitecek, tükenecek dünya. Ebedi olmadığı gün gibi ortada olan bir hayat.
Ama insan bazen bu hayatın akışına öylesine kapılır ki, ömrün fani olduğunu unutur. Sonra da ardı arkası kesilmeyen hayallere dalar. Gerçekleşmesi mümkün olmayan ümitlere sarılır. Boş kuruntuların peşine düşer. Onlardan medet bekler…
Dünya hayatı hakkında Kur’an şu ölümsüz gerçeği insanlara hatırlatıyor.
وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ {32}
“Bu dünya hayatı, bir oyundan-eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama ahiret hayatı Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?” (En´am 6/32. Muhammed 47/36, Ankebût 29/64)
C- Ölüm anı (sekratu’l-mevt)
‘es-Sükru‘, kişi ile aklı arasına arız olan şeydir ki, daha çok şarap içme ile ilgili kullanılır. Aşırı kızgınlığa ve aklı başından alan aşk hakkında da kullanılır.
Çoğulu ‚sekerat’tır.
‘Sekra‘, sarhoşluk veren türlerin genel ismidir. (R. Isfehani, el-Müfredat s: 345) Kur’an’da bir ayette kullanılır ölüm halinde baygınlığı, kabusu veya sarhoş gibi olma halini anlatır.. (Kaf, 50/19)
Türkçe’de bu daha çok „sekaratu’l-mevt“ şeklinde çoğul haliyle kullanılır.
وَجَاءتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ {19} وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ {20}
“Derken ölüm kabusu (sekratu’l-mevt) tüm gerçekliğiyle çıkagelir; (ki) işte bu (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.
Nihayet (diriliş için) sure üflenir. İşte bu da (ey insan), kendisine karşı uyarıl(dığın) gündür.“ (Kaf 50/19-20)
‘el-Sekeru‘, sarhoşluk veren şey demektir ki bu da Kur’an’da bir yerde geçmektedir.
وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناً إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ {67}
“Ve hurma ağaçlarının ve asmaların ürününden hem sarhoş edici içkiler, hem de güzel, temiz rızıklar elde edersiniz: işte bunda da, aklını kullanan kimseler için bir ders vardır!“ (Nahl 16/67)
Buhari Rikak Kitabın’da “ Sekeratu’l-mevt“adlı bir bab (başlık) açmış ve burada altı hadise yer vermiştir.
- Ölmekte olanın durumuna din dilinde ‘muhtazar‘ da denir.
Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor. Ben Rasulüllah‘ı vefat ederken gördüm. Yanında su dolu bir kab vardı. Elini suya daldırdı, yüzünü bu su ile ıslattı ve şöyle dedi:
“Yarabbi bana sekerâtü’l-mevt anında yardım et.“ (İbni Mace, Cenaiz/64, no: 1623)
- Peygamber (sav) ölüm anı ilgili bazı şeyleri haber veriyor.
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor:
"Resûlüllah (sav): "İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz?" buyurmuştu. Cemaat: "Evet, görüyoruz!" dediler. Bunun üzerine: "İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan ruhunu) takip etmesindendir!" buyurdular." (Müslim, Cenâiz/9, no: 921)
Ümmü Seleme (anhâ) anlatıyor:
"Resûlüllah (sav) Ebu Seleme‘nin (ra) yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra: "Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder" buyurdu. Ehlinden bazıları feryad u figân koparmıştı. Peygamber (sav): "Kendinize kötü temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler!" buyurdu. Sonra ilâve etti: "Allahım, Ebu Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!"(Müslim, Cenâiz/7, no: 920. Tirmizî, Cenâiz/7, no: 977. Ebu Dâvud, Cenâiz 19, 21, no: 3115, 3118)
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: "Resûlüllah (sav) buyurdu ki:
"Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: "Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhanına ve sana gadabı olmayan Rabbine kavuş."
Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semanın kapısına kadar onu getirirler ve: "Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!" derler. Sonra onu mü'minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler.
Ona: "Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?" diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler: "Bırakın onu, onda hâla dünyanın tasası var!" derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): "Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?" der. Onlar: "O, annesine, yani Hâviye cehennemine götürüldü!" derler.
Peygamber (sav) devamla dedi ki: "Kâfir muhtazar olduğu vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: "Bu cesedden kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah'ın azabına koş!" Bunun üzerine, cesedden, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada: "Bu koku ne de pis!" derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler." (Nesâî, Cenâiz/9, no: 1834)
- Hayat için ölümü hatırlamak
Nihayet insan her gün yanındakilerden birinin öteye gittiğini görür. Sıranın kendisine geleceğini de bilir. Böyle iken, bu gerçekliği kendinden uzakta zanneder. Ya da düşünmek istemez. Ölümü hatırlayarak ağzının tadını bozmak hoşuna gitmez. Zira ona göre zaman şu andır.
Öte dünyaya inanmayanlar ölümden bahsedilmesinden hoşlanmazlar. Ölümü duydukları zaman yüzleri buruşur. Böyleleri mezarlıkları mümkün olduğu kadar şehrin uzağına, gözden ırak yerlere yaparlar. Mezarlıkları hiç ziyaret etmezler. Hatta yanlarına bile yaklaşmazlar. Ziyaret etseler de bu ölümü hatırlamak, ibret almak için değil; sevdiklerini anmak, onların mezarlarını daha süslü yapmak içindir. Ya da ulu saydıkları ölmüşlere saygılarını tazelemek için.
Halbuki İslam peygamberi, hayati düzene koyabilmek, daha düzgün bir hayat yaşamak, daha üretken olmak için, ölümü sık sık hatırlamayı tavsiye ediyor.
“Lezzetleri kesen (dünya lezzetlerine karşı hırsı yok eden) ölümü çok hatırlayınız.” (İbni Mâce, Tirmizî, Nesâi’den Riyazü’s-Salihin, No: 580)
Diri diri yaşamak isteyenler ölümü hatırlamak zorundadırlar.
Ölümü unutanlar, ölümsüz olamazlar. Bunun iki yönü vardır.
Müslümanlar ebedi hayata inanırlar. Bu ebedi hayatın mutluluğu bu dünyada kazanılır.
Bu anlamda “Dünya ahiretin tarlasıdır.“ Çiftçi zamanında tarlasını ekerse günü gelince ürününü alır. Ekmeyen hasat elde edemez. Ahiret hasatı dünya tarlasını ekmekle mümkün olur.
Burada salih amel işleyen kimse bunun hasatını, yanı faydasını hem bu dünyada hem ahirette görür, oradaki ölümsüz saadeti kazandırır.
Kendisi düzgün bir hayat yaşadığı gibi, insanlık için faydalı işler yapanların, güzel çığır açanların, kalıcı eserler bırakanların adı ölümsüzleşir.
İnsanı ölümsüzleştiren işlerden biri de sadaka-i cariyeyedir (devam eden sadakadır). Ölümü ve ondan sonrasının sonsuz bir hayat olduğuna inanan mü’min, sevabı devam edecek olan yatırımlara yönelir.
Bu amaç da onun hayatını daha diri ve verimli geçmesine yol açar.
Ölümü hatırlamak istemeyenler, ölümden sonra da yaşamak istemeyenlerdir. Halbuki arkada kalanların kendisini hayırla yad etmesi, kişinin onlara faydalı olması ile mümkündür.
Çevresine eziyet edenleri kimse hayırla yad etmez. İnsanların haklarına tecavüz edenleri kimse rahmetle anmaz. Çevresini rahatsız edenlerin ölmesi beklenir. Ölünce de unutulur giderler.
Bu açıdan ölümü her vesile ile akla getirmek, anmak, ölüm fkrini kafadan silmemek hayatı daha diri, daha canlı, daha verimli yapmanın bir imkanı; daha dikkatli yaşamaya, hata yapmama ve günah işlememe konusunda daha titiz olmaya sevkeden bir fikirdir.
- Ölüme inanıp inanmama
Mesele ölüme gerçekten inanma meselesidir.
“Canım, herkes öleceğini bilir. Her müslüman ahirete de öleceğine de adı gibi inanır. Ne demek ölüme gerçekten inanıp inanmama“ denilebilir.
Evet, bize göre asıl sorun herkesin gerçekten ölüme inanıp inanmaması. Buna müslümanlar da dahil. Müslümanlara da sormak lazım.
Soru su: Ölüm var da, sen buna gerçekten, gönülden, ayne’l-yakin inanıyor musun?
Aynanın karşısına geçip kendi kendimize sormamız lazım: Ey aynaki görüntü sen gerçekten ölüme, ölümden sonra dirileceğine inanıyor musun?
Sen hayatının hesabını vereceğine, yaptığın her şeyin günün birinde karşına geleceğini, hayat filminin sana seyrettileceğine gerçekten inanıyor musun?
Cevap evetse; Peki o zaman bu yaşadığın hayat ne?
Bu yaptıkların ne?
Bu hayat anlayışın ne?
Bu telaş ne?
Bu gaflet ne? İzahı yok…
Hiç ölüme gerçekten inanan böyle yapar mı?
Öleceğinden emin olan dünyaya kazık atacakmış gibi davranır mı?
Her yaptığının hesabını günün birinde vereceğine inanan kötü işler yapar mı?
Mesele, ölüme gerçekten inanıp inanmama meselesidir. Ölüme gerçekten inanan ona hazır olur. Çanta elinde vasıta bekleyen yolcu gibi. Ölüm her an, her gün gelebilir. Vakti saati belli değil. Öyleyse geliş saati belli olmayan vasıtayı bekleyen yolcu gibi her açıdan yolculuğa hazır olmalı.
Gerçekten ölüme inananlar, ölümden sonra bir daha asla geriye dönmeyeceğinden emin olanlar böyle mi yaşar? Kendisine emanet verilen ömrü böyle mi geçirir? Ölüme inanan nasıl olur da bütün yatırımlarını dünyaya ayırır da, ölümden sonrası için hazırlık yapmaz?
Peygamber (sav) akıllı insanı şöyle tarif ediyor:
İbnu Ömer (ra) anlatıyor: "Resûlüllah (sav) ile birlikte idim. Ensardan bir zat gelerek Peygamber'e selâm verdi. Sonra da: "Ey Allah'ın Resülü! Mü'minlerin hangisi en faziletlidir?" diye sordu. O da: "Huyca en iyisidir!" buyurdular. Adam: "Mü'minlerin hangisi en akıllıdır?" diye sordu. Peygamber (sav): "Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir" buyurdu." (İbni Mace, Zühd/31, no: 4259. Bir benzeri, Tirmizi, S. Kıyame/25, no: 2459)
Abdullah ibni Ömer (ra) şöyle anlatıyor:Resûlüllah (sav) omuzumu tutarak buyurdu ki: “Dünyada tıpkı bir garip, hatta bir yolcu gibi davran!” İbni Ömer (ra) şöyle derdi: Akşamı ettiğinde, sabahı bekleme! Sabaha çıktığında akşamı bekleme! Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al! (Buhari, Rikak/3, no: 6416)
Ölüme inandığını söylediği halde onu hala ciddiye almayanları şair şöyle anlatıyor:
“Minarede "ölü var!" diye bir acı salâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne alâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan” (N.F. Kısakürek)
- Ölüm istenir mi?
Alimlerin bir çoğuna göre ölümü istemek mekruhtur. Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadis şöyle: "Rasulüllah (sav) buyurdu ki: “Sizden biri, yakalandığı hastalıktan dolayı ölümü istemesin, Eğer mutlaka isteyecekse şöyle desin: „Allahım! Yaşamak daha hayırlı ise beni yaşat, ölmek daha hayırlı ise beni vefat ettir." (Allahümme ehyınî mâ kâneti'l hayatü havrün lî, ve teveffenî mâ kâneti'l vefatü hayren lî.)
Ancak bir kimse, dinine bir zararın uğramasından veya ona çok büyük bir fitnenin şerrinden korkarsa o zaman ölümü isteyebilir. Peygamberimiz buyurmuştur ki: "Allahım! Kullarına bir fitne murad edersen, fitneye uğramadan önce benim ruhumu al." (F. Ansiklopedisi3/13)
- Bu baglamda İntihar etmek (kendi canına kıymak) ve otanazi kesinlikle haramdır.
- Ölüm anında yapılan tevbe:
İslâm alimleri yeis halinde yani can boğaza geldiği zaman, kişinin öleceğini anladığı anda, iman etmeyi sahih (doğru) kabul etmemişlerdir. Hayatı boyunca inkarcı olarak yaşayan bir kimsenin, tam öleceğini anladığı anda iman etmesi gerçekçi kabul edilmemiştir.
Kur'an-ı Kerim şöyle diyor:
فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ {84} فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ {85}
"Bizim azabımızı gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı.Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunu budur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır. “ (Mü 'min 40/84-85 )
Bazı alimlerböyle bir durumda yapılan tevbeyi aynı şekilde değerlendirip, geçerli olmadığını söylüyorlar.
Ama tercih edilen görüşlere göre, can boğaza gelmediği müddetçe yapılan tevbeler geçerlidir. Tevbe nihayet kişinin Rabbine halini arzetmesi, günahından, hatasından dolayı af dilemesidir. Rabbi onu dilerse bağışlar, dilerse bağışlamaz.
İmanı kuvvetli bir mü'min hiç bir işini ölüm anına bırakmaz.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ {135} أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ {136}
"Ve onlar bir çirkin iş (günah) yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, yaptıklarında bile bile israr etmezler." (Âli İmran 3/135)
- Ölüm Anında Yapılacak İşler:
1-Ölmek üzere olanı sağ tarafına yatırıp kıbleye çevirmek:
Bunu yapmanın sünnet olduğu söyleyenler. Çünkü Rasulüllah (sav) Beytullah için: "O, ölülerinizin ve dirilerinizin kıblesidir." buyurmuştur. (Ebu Davud'tan)
Hz. Fatıma (r.anha) da vefat ederken Ümmü Rafia'ya 'beni kıbleye çevir' demiştir. (Ahmed b. Hanbel'den)
Böyle yapmanın gereksiz olduğunu da söyleyenler olmuştur. En iyisi ölmek üzere olan hasta nasıl rahat edecekse öyle yapmak, onu ve yanında bulunanlara eziyet etmemektir.
2-Ölmek üzere olana şehadet kelimesi telkininde bulunmak:
- Ölmekte olanlara (muhtazar halindekilere) uygun bir dille Tevhid kelimesi söylemesi telkin edilir. Çünkü bu Peygamberin emridir.
Ebu Sa'îdi'l-Hudrî (ra) anlatıyor:
"Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lailahe illallah demeyi telkin edin." (Müslim, Cenâiz/1-2, no: 916, 917. Tirmizî, Cenâiz/7, no: 976. Ebu Dâvud, Cenâiz/20, no: 3117. Nesâî, Cenâiz/4, no: 1828)
Son sözü Kelime-i Tevhid olanın Allah’ın rahmetine kavuşması ümit edilir. Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Kimin (hayatta söylediği) en son sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olursa cennete girer.” (Ebu Davud, Cenaiz/20, no: 3116)
Telkin yaparken yumuşak davranmak, nazik olmak gerekir. Bu sözleri söylemesi için zorlama yapmamak gerekir. Telkinin, yakın akrabalar veya ölünün sevdiği kişiler tarafından yapılması tercih edilir. Bu kimselerin kadın veya erkekolması farketmez.
Telkin yapan kimse, eğer ölüm anındaki kimse Tevhid kelimesinin söyleyebilecek durumda ise; kendisi yavaş yavaş söyler ve hastanın da söylemesini sağlar. Hasta eğer bunu söyleyemeyecek durumda ise ısrar edilmez.
4-Ölmekte olan kişinin yanında Kur’an okumak
Ölmek üzere olan birini yanında Kur'an veya özellikle Yâsin Sûresi’nin okunması konusunda alimler arasinda fikir birliği yoktur.
Ozellikle Imam-ı Malik, ölü üzerine Kur'an'dan bir parça veya Yâsin okunmasının sonradan uydurulan bir şey (bid'at) olduğunu açıklıyor.
Ancak sonradan gelen bir çok alim, ölmek üzere olan bir çokalim Yâsin veya Ra'd suresini okumakr ölümü kolaylaştırır, Yâsin Sûresi kıyamet hesap, yeniden dirilme, cennet gibi konulardan bahsettiği için ölü, böylece daha bir şuurlu ve ölümden sonrasına daha bir hazırlıklı olur demişler.
Çoğunluğa göre ölmek üzere olan birine Yasin okumak caizdir. Bu konuda şöyle bir hadis rivayet ediliyor:
Ma'kıl ibnu Yesar'dan (ra) rivayet edilmiştir; Rasûlüllah (sav) şöyle demiştir: "Yasin, Kur'anın kalbidir. Bir kimse onu okuyarak Allah'tan bir şey istese veya Ahiret yurdunu taleb etse; o kimse Yâsin ile mağfiret olunur. Onu ölüleriniz üzerine okuyunuz." (Ebu Davud, Cenaiz/24, no: 3121. İbnu Mace, Cenaiz/4. no: 1448 Bu hadisi Ahmed ibnu Hanbel, Nesaî, Hakim gibi hadisçiler de rivayet ettiler.)
Birisini kiralayıp ölen kişi üzerine para ile Kur'an okutmak caiz değildir.
5-Gözlerini kapama ve çenesini bağlamak:
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) "İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz? buyurmuştu. Cemaat:
"Evet görüyoruz" dediler. Bunun üzerine Peygambermiz
'İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan ruhunu) takip etmesidir" buyurdu. (Müslim, Cenaiz/9)
Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) Ebu Seleme'nin (ra) yanına girdi. Ebu Seleme’nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı ve sonra:
"Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder" buyurdu. Ailesinden bazıları feryat etmeye başladılar. Efendimiz (sav):
"Kendinize kötü temennide bulunmayın, hayr dua edin. Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler" buyurdu. Sonra ilave etti;
"Allahım! Ebu Seleme'ye mağfiret buyur. Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol. (Geride kalanları koru ve rızıklarnı ver.) Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur. Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver." (Müslim, Cenaiz/7, Tirmizî, Cenaiz/7, Ebu Cavud, Cenâiz/19)
Ölen kimse Yanında bulunanlar ölünün gözlerini kapatır. Çenesini bir bezle başından doğru bağlarlar.
"Bismillahi ve âlâ milleti Rasûlüllahi. Allahümme yessir aleyhi emrahû, ve sehhil aleyhi mâ ba'dehû, ve es'ıdhü bi-likâike, vec’al mâ haraci ileyhi hayran mimmâ harace anhü."
"Allah'ın adını zikir ile ve Rasulüllahm ümmeti üzere ölmüş olsun. Allahım! Buna işini kolaylaştır, kendisine ilerisini kolay kıl, onu sana kavuşmakla mesut et, yöneldiği alemi içinden çıktığı alemden hayırlı eyle."
Ölünün yanında hayızlı, nifaslı (yeni doğum yapmış veya cünüp olanların bulunmasında bir sakınca yoktur. (Bazı alimler bunun caiz olmadığını da söylemişlerdir. Ancak peygamberimizden bu ^onurla açık bir yasak haberi yoktur.)
Ölünün bulunduğu yere buhur gibi hoş kokular verilebilir. Elleri iki yanına uzatılır. Parmakları ovularak açık hale getirilir. Ellerin göğüs üstüne konulması mekruh sayılmıştır. Çünkü müşrikler öyle yaparlar.
Elbisesi hemen soyulur ve üzerine geniş bir örtü örtülür. Ayrıca şişmesin diye karnı üzerine ağır bir cisim konulur.
Ölü yıkanıncaya kadar artık üzerine Kur'an okunmaz.
Yalnız yakınları teberrüken ölülerini öpebilirler. Çünkü Peygamberimiz (sav) Osman b. Maz'un'u öpmüştür. Hz. Ebu Bekr de vefat ettiği zaman Peygamberimizi öpmüştür. (F. Ansiklopedisi, 3/18)
Yakınlarının ölüyü görmelerine engel olunmaz. Çünkü bu onların hakkıdır.
Bütün bunlarimkan dahilinde yapılır. Eğer mümkün değilse; bu gibi şeyler zaten farz gibi emir değillerdir.
Avrupa ülkelerinde hasta hanelerde ölenler hakkında ne yapmalıyız
Böyle durumlarda da yine imkan meselesi gündeme gelir. Aniden, kaza sonucu, hiç bir akrabanın veya müslümanın olmadığı yerlerde bu hizmetler istenilDiği gibi yerine getirilmeyebilir.
Hastahanede ölen bir müslumanm yanında birisi varsa bu hizmetleri görür. Kimi zaman da hastahane görevlileri göz kapamak, çene bağlamak, bir tabuta veya morga kaldırmak gibi işleri yaparlar.
Kadın ölüler hakkında bu gibi hizmetlerin kadınlar tarafından yapılması elbette daha uygundur.
4-Ölümü duyurmak:
Çoğu alimlere göre ölen bir müslümanın ölümünü duyurmak caizdir.
Buhari ve Müslim'in rivâyetine göre Hz. Peygamber (sav) Necaşî'nin öldüğü gün, bunu ashabına duyurmuştur. Yine Peygamberimiz (sav) Ca'fer b. Ebu Talib, Zeyd b. Harise ve Abdullah b. Revaha (r.anhüm) şehid oluşlarını ashabına duyurmuştu.
Ölüm ilânında üç durum vardır:
-Yakınların, salih insanların, arkadaşların ölümünü duyurmak ki, bu sünnettir.
-Gösteriş ve övünmek için kalabalık cemaat toplamaya çalışmak ki bu mekruhtur.
-Matem ve feryadu figanla duyurmak ki bu da haramdır. (K. Sitte, 15/261)
5-Ölüme veya musibetlere sabretmek:
Allah'a ve Ahiret gününe inanan bir insan için ne ölüm, ne de diğer felâketler, büyükbelâlar değildir. Allah'ın müslüman insana haksız gazabı değildir.
İnsan, han eri şeyin hayır hangi şeyin şer olduğunu bilemez. Hayır zannettiği nice şey onun için belki de serdir. Şer zannettiği nice şey, onun için hayırdır.
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئاً وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئاً وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ {216} (Bekara 2/216)
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {155} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ {156} أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ {157}
"Andolsun, sizi korku, açlık, mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksiltmek gibi şeylerle deneriz (imtihan ederiz); sabredenleri müjdele. Ki onlara bir bela (bir imtihan sebebi) eriştiği zaman; 'Biz Allah içiniz ve biz 0'na döneceğiz' derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve dosdoğru yolu bulanlar da onlardır." (Bekara 2/l 55-157)
Ümmü Seleme (r.anha) den şöyle rivâyet edilmiştir: "Rasulüllah (sav) şöyle dediğini işittim: 'Musibete uğrayan bir kul şöyle dua ederse Allah Teala (cc) onu o musibet (felaket) ile mükâfatlandırır (ona ecir verir) ve ona hayr olanı gösterir.
'İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn. Allahümme ecirnî fî musibetî, ve ehlif lî havran.' (Biz Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz. Ey Allah'ım bu musibete te bana ecir ver ve benim için hayır göster.)
Ümmü Seleme diyor ki; 'Ebu Seleme vefat ettiği zaman Rasûlüllahın emrettiği gibi dua ettim. Allah (cc) bana onda (Ebu Seleme'nin ölümünde) hayrı gösterdi." (Ahmed b.:ranbel ve Müslim rivayet etmişlerdir. Nak. Eıkhü's Sünne, l/25
Tirmizî’nin şöyle bir rivâyeti vardır:
"Ebu Musa el-Eş'arî'den, demiştir ki, Rasulüllah (sav) şöyle buyurdu: 'Bir insanoğlu vefat ettiği zaman Allah (cc) meleklerine sorar:'Kulumun çocuğunun (ruhunu) kabzettiniz mi?' Melekler; 'Evet yarabbi' derler. Allah (cc) yine sorar: O kulumun gönlünün meyvesinin (ruhunu) kabzettiniz mi? Melekler; 'Evet' derler. Allah (cc) yine sorar: 'Peki kulum ne dedi?' Melekler; 'Sana hamdetti ve sana yöneldi’ derler. Bu sefer Allah (cc) buyurur ki; Kulum için cennette bir ev inşa edin (bir köşk yapın) ve adını da ‘hamd evi' koyun.' (Nak. Fıkhü's Sünne, 1/258)
6-Ölüye ağlamak
Alimler, üst baş yırtmaksızın ve yas tutmaksızm ölü üzerine ağlamanın caiz olduğunda icma etmişlerdir. Yakınını kaybeden bir insanın üzülmemesi, ölüm olayının ruhuna tesir etmemesi mümkün değildir. Böylesine bir hüzün ve üzüntü sevgi ve merhametin bir uzantısıdır.
Bir sahih hadiste Peygamoerimiz (sav) buyuruyor ki:
"Allah (cc) ağlayan bir göze, hüzünlenen bir kalbe azap etmez. Bilakis bununla ya azap eder ya merhamet eder diyerek dilini işaret etti." (Nak. Fıkhü's-Sünne, 1/259
Esma Bintü Yezid (r.anha) anlatıyor: "Rasûlüllah’ın (sav) oğlu İbrahim öldüğü zaman Rasûlüllah (sav) ağladı. O'na taziye bulunan kimse -bu ya Ebu Bekr ya da Ömer (ra) olabilir- 'Ey Allah'ın Rasulü (sav), Allah'ın hakkına saygıda en hak sahibi sen değil misin? (Buna rağmen ağlıyor musun?) dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav); “Göz ağlar, kalp hüzünlenir. Biz Rabbimizin razı olmayacağı şeyi söyleyemeyiz.” buyurdu. (Sözünü, İbrahim'e yönelerek şöyle bitirdi.)- Eğer ölüm gerçek bir vaad ve herkesi içerisine alan bir haber olmasaydı ve arkada kalan, önde gidene hiç kavuşacak olmasaydı ey İbrahim, biz şu anda duyduğumuzdan daha büvük bir üzüntü duyacaktık. Biz gerçekten senin için hüzünlüyüz." (Buharî Cenaiz 44. Müslim, Ebu Davud rivayeti. Nak.Kütüb-ü Sitte, 17/l43, 15/245)
Yine Üsame b.Zeyd'in rivayetine göre Rasulüllüh (sav) kızı Zeyneb'in küçük yavrusu Umeyme'ye ağlamıştı. Bunun gören Said b. Ubade; 'Sen de mi ağlıyorsun?’ Rasûlüllah (sav) buyurdu ki: "Bu öyle bir rahmet ve merhamettir ki, Allah (cc) kullarının kalbine koyar ve bununla merhametli kullarına rahmet eder." (Buharî, Cenaiz/162. Nak.Fıkhü's Sünne, 1/259)
7-Ölü için yas tutmak (Niâya):
Ölü için yas tutmak hüzünlenmek veya sessiz bir şekilde olursa -yukarıda geçtiği gibi- caizdir. Ama karalar giyme, tras olmama, günlerce perişan olurcasma ağlamak, üst baş yırtarak dövünmek şeklinde olursa, bu, caiz değildir. Çünkü bu bir cahiliye adetidir.
Bazı müslüman beldeler özel 'cenaze ağlayıcıları' varmış.
Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor; "Ebu Seleme öldüğü zaman şöyle dedim: Garip adam, gurbet diyarında öldü. Ben de onun için öyle bir ağlayacağım ki, herkes ondan bahsedecek. Tam ağlamak için hazırlanmıştım ki, Said'den (Medine'nin etrafındaki yüksek yerlerden; benimle beraber ağlamak için bir kadın geldi. Rasûlüllah ile karşılaşmış ve Rasûlüllah (sav) ona demiş ki: 'Sen Allah'ın tard ettiği (kovdağu) şeytanı tekrar eve sokmak mı istiyorsun?' Bunun üzerine ben de (ağıt olabilecek) ağlamaktan vazgeçtim." (Müslim, Cenaiz/10 . K. Sitte, 15/252)
İbnu Mes'ud (ra) anlatıyor: "Resulüllah (sav) buyurdular ki: 'Matemi veya hüznü sebebiyle) yanaklarını tırmalayan, üst başını yırtıp dövünen, cahiliye duasıyla dua eden bizden değildir.” (Buhari, Cenaiz/36-39, Müslim, İman/165, Tirmizî, Cenaiz/22. nak. Kütüb-ü Sitte, 15/256)
Buharî ve Müslim’de geçen bir hadiste Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: “Ben, salika hâlika ve şakka’dan beriyim (uzağım). (Sâlika; musibete uğradığında gigan ederek yüksek sesle ağlayan kadın. Hâlika; saçlarının traş eden kadın, şakka; elbiselerini parçalayan kadın demektir.) F. Ansiklopedisi, 3/95)
8-İhdad -Ölüm dolaysıyle süslenmeyi terketmek-:
Babası, kardeşi, annesi gibi bir yakını ölen kadıncı; üç gün boyunca ihdad yapması, yani süslenmeyi terketmesi caizdir. Koca dışında başka bir kimse için böyle üç günden fazla yas caiz değildir.
Peygamberimiz (sav) buyurmuştur ki; "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının kocası için bekleyeceği dört ay on gün iddet dışında bir kimse için üç günden fazla ihdad etmesi (süslenmeyi terketmesi) helâl değildir." (Buharî ve Müslim, nak. Fıkıh Ansiklopedisi, 9/518)
Umma Atiyye (r.anha) dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: "Kocası ölmüş kadından başka hiç kimseye ihdad (süslenmeyi terketmek- kederi açığa vurmak) üç günden fazla helâl değildir. Kocası olan kadın zaten dört ay on eim iddet bekler. Bu zaman zarfında kalın kumaş dışında boyalı elbise giymez, kına yakmaz, güzel koku sürünmez, sürme çekmez, yıkandığı zaman taranmaz, koku veren krem ve yağ gibi şeyleri sürmez." (Tirmizî dışında bir cemaat, nak. Fıkhü's -Sünne, 1/260)
9-Cenazelerin Başka Bir Yere Nakledilmeleri
Cenazeler gerek gömülmeden önce, gerek gömüldükten sonra mezarlarından çıkarılıp başka yerlere götürülebilir mi?
Avrupada yaşayan müslüman Türkiyeliler cenazelerini Türkiye'ye götürüyorlar ve orada toprağa veriyorlar.
Bu caiz midir? Yahut bunu böyle yapmak gerekli midir?
Esasen muslümanı ölmüş olduğu yerdeki kabristana gömmek müstehaptır.
Bir kaç kilometre kadar uzağa taşıyıp gömmekte de herhangi bir sakınca yoktur.
Hatta kişi ölmeden önce beni şu kadar mesafeye götürüp gömün diyebilir, yani bir kaç kilometre kadar yakına...
Bir ölüyü mezardan çıkarıp bir başka mezara nakletme konusunda ihtilaf vardır: Malikîlere göre, ölüyü gömdükten önce veya sonra bir yerden başka bir yere nakletmek caizdir. Yeter ki ceset bozulmasın, ölüye saygısızlık olmasın yahut bir zaruretten dolayı olsun. Cesedi hayvanların yemesinden korkulursa veya nakledildiği yerin bereketi olacağı düşünülürse bu caizdir.
Hanbelîere göre, gömüldüğü yerden daha iyi bir yerde gömülün bereketinden faydalanmak maksadıyla ölünün bir yerden başka bir yere nakli caizdir.
Şafiîlere göre, ölüyü kabirden çıkarıp başka bir mezara götürmek caiz değildir. Ancak yıkanmadan veya kefensiz gömüldüğü anlaşılırsa veya gömülen yer gasbedilmiş bir yer olduğu anlaşılırsa o zaman ölü başka bir yere nakledilir.
Hanefîler de aynı kanaattedir.
Görülen o ki, alimlerin büyük bir kısmı, bir zaruret olmadıkça ölünün mezarından çıkarılıp başka bir yere götürülüp defnedilmeleri pek hoş karşılamamışlardır.
Peki cenazeleri çok daha uzak yerlere, meselâ Avrupa ülkelerinden Türkiye'ye nakletmek caiz midir?
Bu konu da ihtilaflıdır. Kesin olarak bir şey söylemek mümkün değildir. Ama kesinlikle yasaklayan bir hüküm de yoktur.
Yukarıda geçtiği gibi Malikîlere ve Hanbelîlere göre cenazeleri gömülmeden önce ve sonra başka yerlere nakletmak caizdir. Yeter ki cenazeye saygısızlık olmasın veya cenaze kokmasın. (Bugünkü imkanlarla cenazelerin günlerce bozulmadan saklandığını hatırlatalım.)
Şafiîlere göre, Mekke'de, Medine'de ve Kudüs'te gömülmeyi istemenin dışında cenazeyi gömülmeden önce ve sonra nakletmek caiz değildir.
Hanbelîler derler ki, salih bir kimsenin yanına gömülmek veya mübarek bir beldeye gömülmeyi istemek, ailesinin ziyaret edebileceği kadar yakın olmasını istemek, mezarı su basma veya kaybolma korkusu gibi sebeplerle ölü definden önce başka yerlere götürülebilir.
Hanefîere göre ise, bir zaruret yoksa (mesela, mezarın başkasına ait olması gibi) ölüyü definden önce veya sonra nakletmek caiz değildir.
Yine, bir müslümanm şerefli bir mekana gömülmek istemesi caizdir. Nitekim, Hz. Ömer (ra) Hz.Aişe (r.anha)den, iki arkadaşının; Rasûlüllah (sav) ile Hz. Ebu Bekr’in (ra) yanına gömülmek için izin istemiştir. (Buharî, nak. F. Ansiklopedisi, 3/73)
Bu duruma göre Hanefîler ve Safiîler, cenazelerin bir yerden bir yere nakledilmesini caiz görmemişler, Hanbelîler ile Malikîler caiz görmüşlerdir.
Yeryüzünün hepsi Allah'ındır ve yeryüzünün hepsi mü'minler için mescittir. Üstelik Allah (cc) İslâmı hayatlarına hakim kılan takva sahibi mü'minleri yeryüzünün varisleri kılmıştır. (A'raf, 7/128)
Halbuki Allah (cca) katında ne toprakların, ne ülkeler in, ne ırkların, ne ana-babaların, ne de dil ve renklerin bir imtiyazı -bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır, (Hucurat 49/13)
Türkiye'de gömülmek bu açıdan müslüman ölüye bir şey kazandırmamaktadır. (Cennet ne Türkiye'nin altındadır, ne de Cehennem Avrupa ülkelerinin altındadır.) Avrupa ülkelerinde gömülmek; ölü için bir kayıp sayılmamalı. Yani 'eyvahlar olsun, ölümüz bile oralarda kaldı, ölümüzü bile kurtaramadık' demenin mantığı yoktur.
Ölüyü naklederken çekilen sıkıntıları söz konusu etmiyorum, insanlarımızın kafalarındaki kanaatin isabetli olmadığı üzerinde duruyorum.
Avrupada yaşayan müslümanlar, belli ki gidici değil, kalıcı. Yani artık burasını vatan tutmuş bulunuyoruz. Sosyal hayatımızla ilgili bütün kurumları kurmaya çalışıyoruz. Yerleşik hayata geçmenin gayretindeyiz.
Öyleyse, tarih boyunca göçmen olarak başka ülkelere giden, sonra da orasını yurt tutan müslüman göçmenler gibi yapmalıyız. Onlar, bulundukları yerleri islâm beldeleri haline getirmek için her şeyi yaptılar. Sosyal kurumları kurdular, yerleştiler ve oralarda müslümanca yaşadılar. Öldükleri zaman da cenazelerini bulundukları yerlere defnettiler.
0 kabristanlar şimdi müslümanların o beldelere ait mühürleri gibi duruyor. O kabristanlar bugün bir tapu senedi gibidir. Bakınız tarihe, bakınız müslümanların yaşadığı beldelere, göreceksiniz.
Madem ki bazı müslümanlar Avrupa ülkelerini, vatan tuttular, öyleyse onlara ait bütün kurumların yaşadıkları yerlere taşınması gerekir. Kabristanlar da müslümanlara ait bir değerdir ve bir kurumdurlar.
Avrupa ülkelerinde mezarlıklar alabildiğine gözden ırak yerlerde yapılmaktadır. Ortada mezarlık yoksa, Avrupa'da yaşayan müslümanlar, mezarları nasıl ziyaret edip te ibret alacaklar, ölümü düşünecekler, ölümden sonrası için hazırlık yapacaklar?
Hanefî alimlerine göre zaruret olmaksızın cenaze nakilleri caiz değildir.
Ancak yine yukarıda geçtiği gibi, bazı alimler; salih insanların defnedildiği kabristana gömülmek istemek caizdir. Yakın akrabaların ziyaret edebilecekleri kabristanlara gömülmeyi istemek, veya ölüsünü bu türlü yerlere gömmeyi istemek mümkündür, helâldir.
Böyle olunca diyebiliriz ki, böyle bir meselede bir başka mezhebin alimlerinin içtihadına uyarak cenazeleri başka ülkelere, çok uzaklara götürmek haram olmaz.
Bu bakımdan, şu anda Avrupa ülkelerinde veya başka yerlerde cenazeleri tekvin (kefenleme) nakletme ve defnetme işleriyle uğraşan 'Cenaze Fonlarına' üye olmak caizdir, haramdır denilemez.
Bir de şu noktanın altını çizmekte yarar var: Avrupa ülkelerinde mezar yerleri -yer derlığından dolayı- ve defin işlemleri oldukça masraflıdır. Böyle bir fona üye olmak ailelerin üzerindeki külfeti azaltmaktadır. Cenazeleri Türkiyeye nakletmek, buralarda defnetmekten daha kolay olmaktadır. Kimileri bu nedenle cenaze naklini tercih etmektedirler.
D- Müslüman mezarlığı
Avrupa’ya henüz yerleşemedik, yerleşmeye de niyetimiz yok galiba.
Baksanıza ölülerimizi buraya bırakmıyoruz. Hâlâ müslüman ülkelerdeki gibi müslüman mezarlığı yok.
Cenazeleri Türkiyeye götürmekten vazgeçersek burada mezarlık ihtiyacı kendiliğinden olur.
Bence ne olursa olsun bir an önce müslüman mezarlıkları açmalıyız.
Zira mezarlık, ahirete inancın belgesi, ölümü hatırlamanın simgesi, yerli oluşun göstergesidir.
Mezarlığın yoksa tarihe atılmış imzan, devirleri kucaklayan hafızan, bu da benimdir diyebileceğin tapun, bulunduğun beldeye bastığın mühürün yok demektir.
Mezarlığın yoksa, mezar görmüyorsan, mezarları göz önünden uzaklaştırıyorsan; ölümü, daha doğrusu ölüm gerçeğini kendinden uzaklaştırmak istiyorsun demektir.
Mezarlıkta bazen diriler de yatar. Mezarlığınız yoksa o dirileri nereye gömeceksiniz, nerede ziyaret edeceksiniz?
Mezar iki rengi, iki kapıyı, iki gerçeği temsil eder:
Biri sarı diğeri yeşil.
Biri güz mevsimini, biri bahar mevsimi,
Biri faniliği biri ebediliği,
Biri dünyayı diğeri ahireti.
Mezarlığınınz yoksa bu renkleri, bu kapıları, bu gerçeği nasıl hissedeceksiniz.?
Kabristan, insanın, toplumun, hadisâtın, tarihin aynasıdır. Bu aynaya bakmak gerekmez mi?
Kabristan hırsız bekleme yeridir. Malınızı, değerlerinizi, hakkınızı, şerefinizi, varlığınızı, dininizi çalan hırsızları gidip orada bekleyin. Siz hırsızsanız sizi de orada bekleyenler olacak...
Mezarlığınız yoksa nerede bekleyeceksiniz?
Ülkemizde her mezar başlığına veya taşına öncelikle ‘Huve’l-Baki’- yani Baki olan, ölmez olan O’dur. (Tıpkı el-Hamra srayının bütün duvarlarına yazıldığı gibi: La-Ğalibe illallah-Allah’tan başka galip yoktur) Geri kalan her şey fanidir.
Bunu orda gören kişi kendi kendine: “Bunu unutma ey nefsim” der.
Mezarlığın yoksa bunu nerede okuyacaksın ki?