• Kurana göre  ölüm
  • Ahiret hayatı
  • Sekerat
  • Defin
  • Müslüman mezarlığı

 

A- Kuran’a göre  ölüm

-Ölüm gerçeği

Şair ölüm gerçeğine şöyle işaret ediyor: 

Otuzbeş Yaş

“… Neylersin ölüm herkesin başında

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak

Taht misali o musalla taşında.”

Yolun Sonu Görünüyor

Bana ne yazdan bahardan
Bana ne borandan kardan
Aşağıdan yukarıdan
Yolun sonu görünüyor

Geçtim dünya üzerinden
Ömür bir nefes, derinden
Bak feleğin çemberinden
Yolun sonu görünüyor

Azrailin gelir kendi
Ne ağa der ne efendi
Sayılı günler tükendi
Yolun sonu görünüyor

Bu dünyanın direği yok
Merhameti yüreği yok
Kılavuzun gereği yok
Yolun sonu görünüyor

Dursun Ali Akınet

 

Tarihçiler ve siyer yazarları şöyle anlatıyorlar:

“Harun Reşid ömrünün sonuna doğru Bagdat’ta Dicle nehrinin üzerine büyük masraflar ederek güzel bir saray yaptırdı. Nehir sarayın bir tarafından girip diğer tarafından çıkıyordu.

Sarayın yanına nehre doğru bakan albenili mükemmel bir bahçe kondurdu. Sarayın ve bahçenin inşaati bitince açılış için bir seremoni hazırlandı.

Halk bölük bölük gelip onun bu muhteşem sarayını tebrik ediyorlardı.

Gelenler arasında o zamanın alimlerinden Ebu Atahiyye de vardı. O Harun Reşid’in önünde durdu ve bir şiirin ilk satırını okudu.

“Bu şahane sarayın gölgesinde dilediğin gibi yaşa…”

Bu söz Harun Reşid’in hoşuna gitti ve dedi ki; „Devam et“. O da ikinci satırı okudu:

“Canın ne istiyorsa o sana sabah akşam rahatlıkla ulaşıyor.”

H. Raşid: “Devam et“ dedi. O da şiirden bir beyit daha okudu:

“Ancak nefisler fokurdamaya, göğüsler iç çekerek hırıltı çıkarmaya başlarsa,

O zaman kesinlikle anlarsın ki sen cidden büyük bir aldanma içindesin.”

H. Reşid yine “devam et“ dedi. O da şu ayeti okudu:

كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ {26} وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ {27} 

Ne zaman ki, (son nefes, ölen birinin) boğazına gelip düğümlenir,ve insanlar: "(onu kurtaracak) bir hekim yok mu?" diye sorarlar;” (Kıyame 75/26-27)

H. Reşid üç defa daha peşpeşe “devam et“ deyince Ebu Atahiyye şiirden aynı beyti yine okudu. Bunun üzerine H. Reşid ağladı ve yere çöküp kaldı. Biraz kendine gelince hemen töreni dağıtti ve eski meskenine geri döndü. Bir ay geçmeden de vefat etti. (A. al-Karni, el-Misk u ve’l-Anber, sayfa: 83)

Ebu Atahiyye belki de Harun Reşid’e şöyle demek istemişti.

“Ey sultan bu gösterişli, şahane, muhteşem sarayda yaşamak isteyebilirsin. Kölelerin ve hizmetçilerin sana her gün sabah akşam canının her istediği şeyi getirebilirler. Fakat can boğaza geldiği zaman, ölüm baygınlığı başlayıp da göğsün hırıltı çıkarmaya başladığı zaman çevrendekiler feryat ederler:

“Hani bu adamı tedavi edebilecek bir hekim yok mu?

Bu adamın derdine deva yetirecek bir tabip bulunmaz mı?

İşte o zaman gerçeği anlarsın.

İşte o zaman haline kendin bile hayret edersin.

Ne oluyor diye sorarsın ama heyhat bu işin geri dönüşü yok.“

 

  • Kur’an ölümü unutan insana sık sık onu hatırlatıyor:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ {185}  Ali İmran

“Her can ölümü tadacaktır: Böylece Kıyamet Günü [yapıp-ettiklerinizin] kar-şılığı size tam olarak ödenecektir; orada ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulacak olanlar, gerçek bir zafer kazanmış olacaklardır: Zira bu dünya hayatı(na düşkünlük), kendi kendini aldatma zevkinden başka bir şey değildir.”

 

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ {35} 

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.“ (Enbiya 21/35, Bir benzeri: Hadid 57/20. Lukman 31/33Ankebut 29/57)

أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَـؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثاً {78} Nisa

“Nerede olursanız olun, ölüm gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen kulelerde olsanız bile.” Onlar güzel şeylere kavuştuklarında, bazıları “Bu Allah'tandır!” derler; ama başlarına bir kötülük gelince, “Bu senin yüzündendir [ey arkadaş]!” diye feryad ederler. De ki: “Hepsi Allah'tandır!” O halde bu insanlara ne oluyor da kendilerine bildirilen hakikati kavramaya yanaşmıyorlar?”

 

-      Hayatı ve ölümü O var etti

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {1} الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2}

” O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır  ki sizi sınamaya tâbi tutsun [ve böylece] davranış yönünden hanginiz daha iyidir [onu göstersin] ve yalnız O[nun] kudret sahibi ve çok bağışlayıcı [olduğuna sizi inandırsın].” (Mülk 67/2)

 

-      Ecel gelince

وَأَنفِقُوا مِن مَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ {10} وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْساً إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ {11}

“Sizden birinize ölüm gelip çatmadan önce, size nasib ettiğimiz imkânlardan Allah yolunda harcayın! Ölüm gelip çatınca: “Ya Rabbî, az mühlet ver bana, bak nasıl hayırlar yapacağım, tam takvâ ehlinden olacağım! ” diyecek olsa da, Allah vâdesi gelen hiçbir kimsenin ecelini ertelemez. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Munafikun 63/10-11)

 

-      Zaten öleceksiniz, bari müslüman olarak olun

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ {102}  Ali Imran

“Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”  

 

B- Ahiret hayatı

Adı üzerinde, fani dünya. Yani eskiyen, devam etmeyen, bitecek, tükenecek dünya. Ebedi olmadığı gün gibi ortada olan bir hayat.

Ama insan bazen bu hayatın akışına öylesine kapılır ki, ömrün fani olduğunu unutur. Sonra da ardı arkası kesilmeyen hayallere dalar. Gerçekleşmesi mümkün olmayan ümitlere sarılır. Boş kuruntuların peşine düşer. Onlardan medet bekler…

Dünya hayatı hakkında Kur’an şu ölümsüz gerçeği insanlara hatırlatıyor.

وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ {32} 

“Bu dünya hayatı, bir oyundan-eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama ahiret hayatı Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?” (En´am 6/32. Muhammed 47/36, Ankebût 29/64)

 

C- Ölüm anı (sekratu’l-mevt)

es-Sükru‘, kişi ile aklı arasına arız olan şeydir ki, daha çok şarap içme ile ilgili kullanılır. Aşırı kızgınlığa ve aklı başından alan aşk hakkında da kullanılır.

Çoğulu ‚sekerat’tır.

‘Sekra‘, sarhoşluk veren türlerin genel ismidir. (R. Isfehani, el-Müfredat s: 345) Kur’an’da bir ayette kullanılır ölüm halinde baygınlığı, kabusu veya sarhoş gibi olma halini anlatır.. (Kaf, 50/19)

Türkçe’de bu daha çok „sekaratu’l-mevt“ şeklinde çoğul haliyle kullanılır.

وَجَاءتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ {19} وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ {20}

“Derken ölüm kabusu (sekratu’l-mevt) tüm gerçekliğiyle çıkagelir; (ki) işte bu (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.

Nihayet (diriliş için) sure üflenir. İşte bu da (ey insan), kendisine karşı uyarıl(dığın) gündür. (Kaf 50/19-20)

‘el-Sekeru‘, sarhoşluk veren şey demektir ki bu da Kur’an’da bir yerde geçmektedir.

وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناً إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ {67}  

Ve hurma ağaçlarının ve asmaların ürününden hem sarhoş edici içkiler, hem de güzel, temiz rızıklar elde edersiniz: işte bunda da, aklını kullanan kimseler için bir ders vardır!“  (Nahl 16/67)  

Buhari Rikak Kitabın’da “ Sekeratu’l-mevt“adlı bir bab (başlık) açmış ve burada altı hadise yer vermiştir.

 

- Ölmekte olanın durumuna din dilinde ‘muhtazar‘ da denir.

Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor. Ben Rasulüllah‘ı vefat ederken gördüm. Yanında su dolu bir kab vardı. Elini suya daldırdı, yüzünü bu su ile ıslattı ve şöyle dedi:

Yarabbi bana sekerâtü’l-mevt anında yardım et.“ (İbni Mace, Cenaiz/64, no: 1623)

 

- Peygamber (sav) ölüm anı ilgili bazı şeyleri haber veriyor. 

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor:

"Resûlüllah (sav): "İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz?" buyurmuştu. Cemaat: "Evet, görüyoruz!" dediler. Bunun üzerine: "İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan ruhunu) takip etmesindendir!" buyurdular." (Müslim, Cenâiz/9, no: 921)

Ümmü Seleme (anhâ) anlatıyor:

"Resûlüllah (sav) Ebu Seleme‘nin (ra) yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra: "Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder" buyurdu. Ehlinden bazıları feryad u figân koparmıştı. Peygamber (sav): "Kendinize kötü temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler!" buyurdu. Sonra ilâve etti: "Allahım, Ebu Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!"(Müslim, Cenâiz/7, no: 920. Tirmizî, Cenâiz/7, no: 977.  Ebu Dâvud, Cenâiz 19, 21, no: 3115, 3118)

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: "Resûlüllah (sav) buyurdu ki:

"Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: "Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhanına ve sana gadabı olmayan Rabbine kavuş."

Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semanın kapısına kadar onu getirirler ve: "Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!" derler. Sonra onu mü'minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler.

Ona: "Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?" diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler: "Bırakın onu, onda hâla dünyanın tasası var!" derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): "Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?" der. Onlar: "O, annesine, yani Hâviye cehennemine götürüldü!" derler.

Peygamber (sav) devamla dedi ki: "Kâfir muhtazar olduğu vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: "Bu cesedden kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah'ın azabına koş!" Bunun üzerine, cesedden, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada: "Bu koku ne de pis!" derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler." (Nesâî, Cenâiz/9, no: 1834)

 

- Hayat için ölümü hatırlamak

Nihayet insan her gün yanındakilerden birinin öteye gittiğini görür. Sıranın kendisine geleceğini de bilir. Böyle iken, bu gerçekliği kendinden uzakta zanneder. Ya da düşünmek istemez. Ölümü hatırlayarak ağzının tadını bozmak hoşuna gitmez. Zira ona göre zaman şu andır.

Öte dünyaya inanmayanlar ölümden bahsedilmesinden hoşlanmazlar. Ölümü duydukları zaman yüzleri buruşur.  Böyleleri mezarlıkları mümkün olduğu kadar şehrin uzağına, gözden ırak yerlere yaparlar. Mezarlıkları hiç ziyaret etmezler. Hatta yanlarına bile yaklaşmazlar. Ziyaret etseler de bu ölümü hatırlamak, ibret almak için değil; sevdiklerini anmak, onların mezarlarını daha süslü yapmak içindir. Ya da ulu saydıkları ölmüşlere saygılarını tazelemek için.

Halbuki İslam peygamberi, hayati düzene koyabilmek, daha düzgün bir hayat yaşamak, daha üretken olmak için, ölümü sık sık hatırlamayı tavsiye ediyor.

“Lezzetleri kesen (dünya lezzetlerine karşı hırsı yok eden) ölümü çok hatırlayınız.” (İbni Mâce, Tirmizî, Nesâi’den Riyazü’s-Salihin, No: 580)

Diri diri yaşamak isteyenler ölümü hatırlamak zorundadırlar.

Ölümü unutanlar, ölümsüz olamazlar. Bunun iki yönü vardır.

Müslümanlar ebedi hayata inanırlar. Bu ebedi hayatın mutluluğu bu dünyada kazanılır.

Bu anlamda “Dünya ahiretin tarlasıdır.“ Çiftçi zamanında tarlasını ekerse günü gelince ürününü alır. Ekmeyen hasat elde edemez. Ahiret hasatı dünya tarlasını ekmekle mümkün olur.

Burada salih amel işleyen kimse bunun hasatını, yanı faydasını hem bu dünyada hem ahirette görür, oradaki ölümsüz saadeti kazandırır.

Kendisi düzgün bir hayat yaşadığı gibi, insanlık için faydalı işler yapanların, güzel çığır açanların, kalıcı eserler bırakanların adı ölümsüzleşir.

İnsanı ölümsüzleştiren işlerden biri de sadaka-i cariyeyedir (devam eden sadakadır). Ölümü ve ondan sonrasının sonsuz bir hayat olduğuna inanan mü’min, sevabı devam edecek olan yatırımlara yönelir.

Bu amaç da onun hayatını daha diri ve verimli geçmesine yol açar.

Ölümü hatırlamak istemeyenler, ölümden sonra da yaşamak istemeyenlerdir. Halbuki arkada kalanların kendisini hayırla yad etmesi, kişinin onlara faydalı olması ile mümkündür.

Çevresine eziyet edenleri kimse hayırla yad etmez. İnsanların haklarına tecavüz edenleri kimse rahmetle anmaz. Çevresini rahatsız edenlerin ölmesi beklenir. Ölünce de unutulur giderler.

         Bu açıdan ölümü her vesile ile akla getirmek, anmak, ölüm fkrini kafadan silmemek  hayatı daha diri, daha canlı, daha verimli yapmanın bir imkanı; daha dikkatli yaşamaya, hata yapmama ve günah işlememe konusunda daha titiz olmaya sevkeden bir fikirdir.  

 

       - Ölüme inanıp inanmama

Mesele ölüme gerçekten inanma meselesidir.

“Canım, herkes öleceğini bilir. Her müslüman ahirete de öleceğine de adı gibi inanır. Ne demek ölüme gerçekten inanıp inanmama“ denilebilir.                

Evet, bize göre asıl sorun herkesin gerçekten ölüme inanıp inanmaması. Buna müslümanlar da dahil. Müslümanlara da sormak lazım.

Soru su: Ölüm var da, sen buna gerçekten, gönülden, ayne’l-yakin inanıyor musun?

Aynanın karşısına geçip kendi kendimize sormamız lazım: Ey aynaki görüntü sen  gerçekten ölüme,  ölümden sonra dirileceğine inanıyor musun?

Sen hayatının hesabını vereceğine, yaptığın her şeyin günün birinde karşına geleceğini, hayat filminin sana seyrettileceğine gerçekten inanıyor musun?

Cevap evetse; Peki o zaman bu yaşadığın hayat ne?

Bu yaptıkların ne?

Bu hayat anlayışın ne?

Bu telaş ne?

Bu gaflet ne? İzahı yok…

Hiç ölüme gerçekten inanan böyle yapar mı?

Öleceğinden emin olan dünyaya kazık atacakmış gibi davranır mı?

Her yaptığının hesabını günün birinde vereceğine inanan kötü işler yapar mı?

Mesele, ölüme gerçekten inanıp inanmama meselesidir. Ölüme gerçekten inanan ona hazır olur. Çanta elinde vasıta bekleyen yolcu gibi. Ölüm her an, her gün gelebilir. Vakti saati belli değil. Öyleyse geliş saati belli olmayan vasıtayı bekleyen yolcu gibi her açıdan yolculuğa hazır olmalı.

Gerçekten ölüme inananlar, ölümden sonra bir daha asla geriye dönmeyeceğinden emin olanlar böyle mi yaşar? Kendisine emanet verilen ömrü böyle mi geçirir? Ölüme inanan nasıl olur da bütün yatırımlarını dünyaya ayırır da, ölümden sonrası için hazırlık yapmaz?

Peygamber (sav) akıllı insanı şöyle tarif ediyor:

İbnu Ömer (ra) anlatıyor: "Resûlüllah (sav) ile birlikte idim. Ensardan bir zat gelerek Peygamber'e selâm verdi. Sonra da: "Ey Allah'ın Resülü! Mü'minlerin hangisi en faziletlidir?" diye sordu. O da: "Huyca en iyisidir!" buyurdular. Adam: "Mü'minlerin hangisi en akıllıdır?" diye sordu. Peygamber (sav): "Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir" buyurdu." (İbni Mace, Zühd/31, no: 4259.  Bir benzeri, Tirmizi, S. Kıyame/25, no: 2459)

Abdullah ibni Ömer (ra) şöyle anlatıyor:Resûlüllah (sav) omuzumu tutarak buyurdu ki: “Dünyada tıpkı bir garip, hatta bir yolcu gibi davran!” İbni Ömer (ra) şöyle derdi: Akşamı ettiğinde, sabahı bekleme! Sabaha çıktığında akşamı bekleme! Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al! (Buhari, Rikak/3, no: 6416)

Ölüme inandığını söylediği halde onu hala ciddiye almayanları şair şöyle anlatıyor:

“Minarede "ölü var!" diye bir acı salâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne alâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan” (N.F. Kısakürek)

 

- Ölüm istenir mi?

Alimlerin bir çoğuna göre ölümü istemek mekruhtur. Buhari ve Müslim'in rivayet  ettikleri bir hadis şöyle: "Rasulüllah (sav) buyurdu ki: “Sizden biri,   yakalandığı  hastalıktan dolayı   ölümü   istemesin,   Eğer mutlaka   isteyecekse   şöyle desin:  „Allahım! Yaşamak daha hayırlı ise beni yaşat, ölmek daha hayırlı ise beni vefat ettir." (Allahümme ehyınî mâ kâneti'l hayatü havrün lî, ve teveffenî mâ kâneti'l vefatü hayren lî.)

Ancak  bir kimse,   dinine   bir   zararın uğramasından veya   ona   çok büyük  bir  fitnenin  şerrinden  korkarsa   o   zaman  ölümü   isteyebilir. Peygamberimiz  buyurmuştur  ki:   "Allahım!   Kullarına  bir fitne  murad edersen,   fitneye uğramadan  önce benim ruhumu al."   (F.   Ansiklopedisi3/13)

- Bu baglamda İntihar  etmek   (kendi  canına   kıymak)   ve otanazi kesinlikle   haramdır. 

 

- Ölüm  anında  yapılan  tevbe:

İslâm  alimleri  yeis  halinde  yani  can  boğaza   geldiği   zaman,   kişinin öleceğini  anladığı  anda,   iman etmeyi  sahih  (doğru)   kabul  etmemişlerdir. Hayatı  boyunca   inkarcı   olarak yaşayan  bir  kimsenin,   tam  öleceğini anladığı   anda   iman  etmesi  gerçekçi  kabul  edilmemiştir.

Kur'an-ı  Kerim  şöyle diyor:

فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ {84} فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ {85}‏

  "Bizim  azabımızı   gördükleri   zaman inanmaları   kendilerine  bir  fayda   sağlamadı.Allah'ın  kulları   hakkın­da  eskiden beri yürürlükte   olan kanunu budur.   İşte  o  zaman kafir­ler  ziyana  uğramışlardır. “ (Mü 'min 40/84-85 )

Bazı   alimlerböyle  bir  durumda  yapılan tevbeyi  aynı   şekilde  değerlendirip,   geçerli   olmadığını   söylüyorlar.

Ama   tercih  edilen  görüşlere   göre,   can boğaza   gelmediği  müddetçe yapılan  tevbeler  geçerlidir.   Tevbe  nihayet  kişinin Rabbine  halini arzetmesi,   günahından,   hatasından dolayı  af  dilemesidir.  Rabbi   onu dilerse  bağışlar,   dilerse   bağışlamaz.  

İmanı   kuvvetli bir mü'min hiç  bir   işini   ölüm anına  bırakmaz.

Rabbimiz  şöyle  buyuruyor:

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ {135} أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ {136}

 "Ve onlar bir çirkin iş (günah) yaptıkları, ya  da   nefisle­rine   zulmettikleri  zaman,   Allah'ı   hatırlayarak hemen  günahlarının bağışlanmasını dilerler.   Günahları  da Allah'tan  başka  kim  bağışla­yabilir? Ve   onlar,   yaptıklarında  bile   bile  israr etmezler."   (Âli İmran 3/135)

 

- Ölüm  Anında  Yapılacak  İşler:

1-Ölmek üzere   olanı  sağ tarafına yatırıp kıbleye çevirmek:

Bunu  yapmanın sünnet olduğu  söyleyenler. Çünkü  Rasulüllah (sav)   Beytullah için: "O,   ölülerinizin ve  dirilerinizin   kıblesidir." buyurmuştur.   (Ebu Davud'tan)

Hz. Fatıma   (r.anha)   da  vefat  ederken Ümmü  Rafia'ya 'beni kıbleye çevir' demiştir. (Ahmed b. Hanbel'den)

Böyle  yapmanın  gereksiz  olduğunu  da   söyleyenler  olmuştur. En  iyisi  ölmek üzere   olan hasta  nasıl rahat  edecekse   öyle  yapmak, onu  ve   yanında bulunanlara   eziyet etmemektir.

 

2-Ölmek üzere olana  şehadet kelimesi  telkininde  bulunmak:

- Ölmekte olanlara (muhtazar halindekilere) uygun bir dille Tevhid kelimesi söylemesi telkin edilir. Çünkü bu Peygamberin emridir.

Ebu Sa'îdi'l-Hudrî (ra) anlatıyor:

"Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lailahe illallah demeyi telkin edin." (Müslim, Cenâiz/1-2, no: 916, 917. Tirmizî, Cenâiz/7, no: 976. Ebu Dâvud, Cenâiz/20, no: 3117.  Nesâî, Cenâiz/4, no: 1828)

Son sözü Kelime-i Tevhid olanın Allah’ın rahmetine kavuşması ümit edilir. Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Kimin (hayatta söylediği) en son sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olursa cennete girer.”  (Ebu Davud, Cenaiz/20, no: 3116)

Telkin yaparken yumuşak davranmak,   nazik   olmak  gerekir.   Bu  sözleri söylemesi   için  zorlama   yapmamak  gerekir.  Telkinin,   yakın akrabalar veya   ölünün  sevdiği  kişiler  tarafın­dan  yapılması   tercih  edilir. Bu  kimselerin kadın veya erkekolması farketmez.

Telkin yapan  kimse, eğer ölüm anındaki kimse Tevhid  kelimesinin   söyleyebilecek durumda ise; kendisi  yavaş  yavaş  söyler  ve  hastanın da   söylemesini  sağlar. Hasta eğer  bunu  söyleyemeyecek durumda ise ısrar  edilmez. 

 

4-Ölmekte olan kişinin yanında Kur’an okumak

Ölmek üzere   olan  birini  yanında  Kur'an veya   özellikle Yâsin Sûresi’nin okunması   konusunda   alimler arasinda fikir  birliği yoktur.

Ozellik­le   Imam-ı   Malik,   ölü   üzerine Kur'an'dan  bir  parça  veya   Yâsin  okunma­sının sonradan uydurulan bir  şey   (bid'at)   olduğunu açıklıyor. 

Ancak sonradan  gelen bir  çok  alim,   ölmek  üzere   olan bir çokalim Yâsin veya Ra'd   suresini   okumakr  ölümü  kolaylaştırır, Yâsin Sûresi  kıyamet hesap, yeniden dirilme, cennet gibi   konulardan  bahsettiği   için  ölü, böylece  daha  bir  şuurlu ve ölümden sonrasına daha bir hazırlıklı olur demişler.

Çoğunluğa   göre   ölmek  üzere   olan birine Yasin  okumak  caizdir. Bu   konuda   şöyle  bir hadis  rivayet  ediliyor:

Ma'kıl   ibnu  Yesar'dan   (ra)   rivayet  edilmiştir;  Rasûlüllah (sav)   şöyle  demiştir: "Yasin, Kur'anın kalbidir. Bir  kimse onu  oku­yarak Allah'tan  bir şey istese veya Ahiret  yurdunu  taleb  etse; o kimse Yâsin ile mağfiret olunur. Onu ölüleriniz  üzerine   okuyunuz." (Ebu  Davud, Cenaiz/24,  no: 3121.  İbnu  Mace, Cenaiz/4.  no: 1448  Bu  hadisi  Ahmed ibnu Hanbel,   Nesaî,   Hakim gibi  hadisçiler de rivayet  ettiler.)

Birisini kiralayıp ölen kişi üzerine  para ile Kur'an okutmak caiz  değildir. 

 

5-Gözlerini kapama ve çenesini bağlamak:

Ebu Hureyre   (ra)  anlatıyor:   Rasûlüllah   (sav)   "İnsan   öldüğü   zaman gözleri  nasıl  belerip  kalıyor,   görmez misiniz?  buyurmuştu.   Cemaat:

"Evet  görüyoruz"  dediler. Bunun üzerine  Peygambermiz

'İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan  ruhunu) takip etmesidir" buyurdu. (Müslim, Cenaiz/9)

Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) Ebu Seleme'nin (ra) yanına girdi. Ebu Seleme’nin gözleri açık kalmıştı; onları ka­pattı ve sonra:

"Ruh kabzedildi mi  göz onu takip  eder"  buyurdu. Ailesinden bazı­ları feryat etmeye   başladılar. Efendimiz (sav):

"Kendinize  kötü temennide bulunmayın, hayr dua edin.   Çünkü  melek­ler,   söylediklerinize  âmin  derler" buyurdu. Sonra   ilave  etti;

"Allahım! Ebu Seleme'ye mağfiret  buyur. Derecesini  hidayete erenler  arasında  yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol. (Geride kalanları koru ve  rızıklarnı   ver.)   Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur. Ona kabrini geniş kıl, orada   ona nur ver."  (Müslim, Cenaiz/7,  Tirmizî,  Cenaiz/7,   Ebu  Cavud, Cenâiz/19)

Ölen kimse Yanında   bulunanlar  ölünün gözlerini  kapatır.   Çenesini  bir  bezle başından doğru   bağlarlar.   

"Bismillahi ve  âlâ  milleti Rasûlüllahi.   Allahümme  yessir aleyhi emrahû,   ve  sehhil aleyhi mâ ba'dehû, ve  es'ıdhü bi-likâike, vec’al mâ haraci ileyhi hayran mimmâ harace  anhü."

"Allah'ın adını   zikir   ile  ve  Rasulüllahm  ümmeti  üzere   ölmüş olsun.   Allahım! Buna   işini  kolaylaştır, kendisine ilerisini  kolay kıl, onu sana kavuşmakla mesut et,  yöneldiği  alemi içinden çık­tığı alemden hayırlı eyle."

Ölünün yanında hayızlı,  nifaslı (yeni  doğum yapmış veya  cünüp olanların bulunmasında   bir sakınca  yoktur.  (Bazı  alimler  bunun caiz  olmadığını  da   söylemişlerdir.   Ancak peygamberimizden bu ^onurla açık  bir yasak  haberi  yoktur.)

Ölünün  bulunduğu yere  buhur gibi hoş kokular verilebilir. Elleri iki yanına uza­tılır. Parmakları ovularak açık hale getirilir. Ellerin  göğüs  üs­tüne konulması mekruh sayılmıştır. Çünkü müşrikler  öyle  yaparlar.

Elbisesi  hemen soyulur ve üzerine geniş bir örtü örtülür. Ayrıca şişmesin diye karnı üzerine ağır bir cisim konulur.

Ölü yıkanıncaya kadar artık üzerine Kur'an okunmaz.

Yalnız  yakınları teberrüken ölülerini öpebilirler. Çünkü Peygam­berimiz (sav) Osman b.   Maz'un'u  öpmüştür. Hz. Ebu  Bekr de  vefat  et­tiği  zaman Peygamberimizi öpmüştür. (F. Ansiklopedisi,   3/18)

Yakınlarının ölüyü görmelerine engel olunmaz. Çünkü bu onların hakkıdır.

Bütün bunlarimkan dahilinde yapılır. Eğer mümkün değilse; bu gibi şeyler zaten farz  gibi emir değillerdir.

Avrupa  ülkelerinde  hasta hanelerde  ölenler  hakkında   ne  yapmalıyız

Böyle  durumlarda  da   yine   imkan meselesi  gündeme  gelir.   Aniden, kaza sonucu, hiç   bir akrabanın veya müslümanın olmadığı yerlerde bu hizmetler istenilDiği gibi yerine getirilmeyebilir.

Hastahanede   ölen  bir müslumanm yanında   birisi  varsa   bu  hizmetle­ri  görür.  Kimi   zaman da hastahane görevlileri göz kapamak, çene bağlamak, bir tabuta veya morga kaldırmak gibi işleri yaparlar.

Kadın ölüler hakkında bu gibi hizmetlerin kadınlar tarafından yapılması elbette daha uygundur.

 

4-Ölümü duyurmak:

Çoğu alimlere göre ölen bir müslümanın ölümünü  duyurmak caizdir.

Buhari ve  Müslim'in rivâyetine göre Hz. Peygamber (sav) Necaşî'nin öldüğü gün, bunu ashabına  duyurmuştur. Yine  Peygamberimiz (sav) Ca'fer b. Ebu Talib,  Zeyd b. Harise ve Abdullah b. Revaha   (r.anhüm) şehid oluşlarını ashabına duyurmuştu.

Ölüm ilânında üç durum vardır:

-Yakınların, salih insanların, arkadaşların ölümünü duyurmak ki, bu sünnettir.

-Gösteriş ve övünmek için kalabalık cemaat toplamaya çalışmak ki bu mekruhtur.

-Matem ve feryadu figanla duyurmak ki bu da haramdır. (K. Sitte, 15/261)

 

5-Ölüme veya musibetlere sabretmek:

Allah'a ve Ahiret gününe inanan bir insan  için ne ölüm, ne de diğer felâketler,   büyükbelâlar değildir.   Allah'ın müslüman insana  haksız gazabı  değildir.  

İnsan,   han eri   şeyin  hayır hangi  şeyin  şer   olduğunu  bilemez.   Hayır  zannettiği  nice   şey  onun için  belki de   serdir.   Şer  zannettiği  nice  şey,   onun   için   hayırdır.

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئاً وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئاً وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ {216} (Bekara 2/216)

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {155} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ {156} أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ {157}

"Andolsun, sizi  korku,   açlık,   mallarınızdan,   canlarınızdan ve   ürünlerinizden    eksiltmek   gibi   şeylerle  deneriz   (imtihan  ede­riz);   sabredenleri müjdele. Ki   onlara   bir  bela (bir   imtihan  sebebi)   eriştiği   zaman;   'Biz Allah   içiniz  ve  biz  0'na  döneceğiz'   derler. İşte Rablerinden  bağışlamalar ve rahmet  hep  onlaradır ve  dos­doğru yolu bulanlar  da   onlardır."   (Bekara 2/l 55-157)

Ümmü  Seleme   (r.anha)   den  şöyle  rivâyet  edilmiştir:   "Rasulüllah  (sav)   şöyle  dediğini   işittim: 'Musibete uğrayan bir kul şöyle dua  ederse Allah Teala (cc)   onu  o musibet   (felaket) ile mükâfatlandırır (ona   ecir verir) ve ona hayr olanı gösterir.

'İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn. Allahümme  ecirnî fî musibetî, ve ehlif lî havran.' (Biz  Allah'a  aidiz  ve yine  O'na  döneceğiz.   Ey  Allah'ım bu  musibete te  bana   ecir  ver  ve   benim   için hayır  göster.)

Ümmü  Seleme diyor  ki;    'Ebu  Seleme  vefat  ettiği   zaman Rasûlüllahın emrettiği  gibi dua ettim. Allah (cc) bana onda (Ebu  Seleme'nin ölümünde) hayrı  gösterdi."   (Ahmed  b.:ranbel ve Müslim rivayet   et­mişlerdir.   Nak.   Eıkhü's  Sünne,   l/25

Tirmizî’nin şöyle  bir rivâyeti vardır:

"Ebu Musa el-Eş'arî'den, demiştir ki, Rasulüllah (sav) şöyle buyurdu: 'Bir  insanoğlu vefat  ettiği   zaman  Allah   (cc)   meleklerine sorar:'Kulumun  çocuğunun   (ruhunu)   kabzettiniz mi?' Melekler; 'Evet yarabbi' derler. Allah  (cc) yine sorar: O kulumun gönlünün meyve­sinin  (ruhunu) kabzettiniz mi? Melekler; 'Evet' derler. Allah (cc) yine   sorar: 'Peki  kulum ne  dedi?' Melekler; 'Sana hamdetti ve  sana yöneldi’ derler.   Bu sefer Allah (cc) buyurur ki; Kulum için cennet­te bir ev inşa edin (bir  köşk yapın)  ve  adını da ‘hamd evi' koyun.' (Nak. Fıkhü's  Sünne, 1/258)

 

6-Ölüye ağlamak 

Alimler,   üst   baş  yırtmaksızın ve  yas   tutmaksızm  ölü  üzerine ağlamanın caiz  olduğunda   icma   etmişlerdir.   Yakınını   kaybeden  bir insanın üzülmemesi,   ölüm  olayının  ruhuna   tesir  etmemesi  mümkün değildir. Böylesine   bir  hüzün ve üzüntü   sevgi ve  merhametin bir  uzantısıdır.

Bir   sahih  hadiste   Peygamoerimiz (sav)   buyuruyor   ki: 

 "Allah   (cc) ağlayan bir  göze,   hüzünlenen bir  kalbe  azap  etmez.   Bilakis  bununla ya  azap  eder ya  merhamet   eder diyerek  dilini   işaret  etti." (Nak. Fıkhü's-Sünne, 1/259

Esma  Bintü  Yezid   (r.anha)   anlatıyor:   "Rasûlüllah’ın (sav) oğlu İbrahim  öldüğü  zaman Rasûlüllah  (sav) ağladı.  O'na taziye bulunan kimse  -bu ya Ebu Bekr  ya  da  Ömer   (ra)   olabilir-   'Ey  Allah'ın    Rasulü   (sav),   Allah'ın hakkına  saygıda   en hak  sahibi  sen  değil misin?   (Buna  rağmen ağlıyor musun?) dedi. Bunun  üzerine Rasûlüllah (sav); “Göz  ağlar, kalp hüzünlenir. Biz Rabbimizin razı olmayacağı şeyi söyleyemeyiz.”   buyurdu.   (Sözünü, İbrahim'e yönelerek şöyle  bitirdi.)-   Eğer  ölüm  gerçek  bir vaad  ve  herkesi   içerisine alan bir  haber   olmasaydı  ve  arkada  kalan,   önde  gidene  hiç  kavuşa­cak  olmasaydı   ey   İbrahim,  biz  şu anda  duyduğumuzdan daha   büvük bir üzüntü   duyacaktık. Biz   gerçekten  senin   için  hüzünlüyüz."   (Buharî Cenaiz 44. Müslim, Ebu  Davud  rivayeti. Nak.Kütüb-ü Sitte, 17/l43, 15/245)

Yine Üsame b.Zeyd'in rivayetine  göre Rasulüllüh (sav) kızı Zeyneb'in küçük  yavrusu Umeyme'ye ağlamıştı. Bunun gören Said  b. Ubade;  'Sen de  mi ağlıyorsun?’ Rasûlüllah  (sav)  buyurdu  ki: "Bu  öyle  bir rahmet ve merhamettir  ki, Allah  (cc) kullarının kalbine koyar ve bununla   merhametli kullarına rahmet  eder."   (Buharî, Cenaiz/162.   Nak.Fıkhü's  Sünne,   1/259)

 

7-Ölü için yas tutmak (Niâya):

Ölü   için yas   tutmak  hüzünlenmek veya   sessiz  bir  şekilde   olursa -yukarıda   geçtiği  gibi-  caizdir.   Ama  karalar  giyme,  tras olmama, günlerce  pe­rişan  olurcasma  ağlamak,   üst  baş  yırtarak  dövünmek  şeklinde   olursa, bu,   caiz  değildir.   Çünkü  bu bir cahiliye  adetidir.

Bazı  müslüman beldeler özel 'cenaze ağlayıcıları' varmış.

Ümmü Seleme   (r.anha) anlatıyor;   "Ebu  Seleme   öldüğü   zaman  şöyle dedim:  Garip adam,   gurbet  diyarında   öldü.   Ben de   onun   için öyle bir ağlayacağım  ki,   herkes   ondan bahsedecek. Tam  ağlamak   için hazırlanmıştım  ki,   Said'den  (Medine'nin   etrafındaki yüksek yerlerden;  benimle beraber ağlamak için bir kadın geldi. Rasûlüllah   ile  karşılaşmış  ve  Rasûlüllah (sav) ona demiş ki: 'Sen Allah'ın tard ettiği (kovdağu)   şeytanı   tekrar  eve sokmak mı istiyorsun?' Bunun üzerine ben de (ağıt olabilecek) ağlamaktan vazgeçtim."   (Müslim, Cenaiz/10 . K. Sitte,   15/252)

İbnu Mes'ud (ra) anlatıyor: "Resulüllah (sav) buyurdular ki: 'Matemi veya   hüznü  sebebiyle) yanaklarını tırmalayan, üst başını yırtıp dövünen, cahiliye duasıyla dua eden bizden değildir.” (Buhari, Cenaiz/36-39,   Müslim, İman/165,   Tirmizî, Cenaiz/22. nak. Kütüb-ü  Sitte,   15/256)

Buharî ve Müslim’de geçen bir hadiste Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: “Ben, salika hâlika ve şakka’dan beriyim (uzağım). (Sâlika; musibete uğradığında gigan ederek yüksek sesle ağlayan kadın. Hâlika; saçlarının traş eden kadın, şakka; elbiselerini parçalayan kadın demektir.) F. Ansiklopedisi, 3/95)

 

8-İhdad -Ölüm dolaysıyle süslenmeyi terketmek-:

Babası,   kardeşi,   annesi  gibi   bir  yakını   ölen  kadıncı; üç gün  bo­yunca   ihdad  yapması,   yani  süslenmeyi   terketmesi  caizdir. Koca dışında   başka   bir kimse   için böyle üç günden fazla yas  caiz  değildir.

Peygamberimiz   (sav)   buyurmuştur  ki; "Allah'a  ve  ahiret  gününe iman eden bir kadının kocası   için  bekleyeceği  dört ay   on gün   iddet dışında  bir kimse   için  üç   günden fazla   ihdad  etmesi   (süslenmeyi terketmesi)   helâl  değildir."   (Buharî  ve   Müslim,   nak.   Fıkıh   Ansiklo­pedisi, 9/518)

Umma  Atiyye   (r.anha)   dan rivayet   edildiğine  göre  o  şöyle  demiş­tir:   Peygamberimiz   (sav)   buyurdu ki:   "Kocası   ölmüş  kadından  başka hiç  kimseye   ihdad   (süslenmeyi  terketmek-  kederi  açığa  vurmak)  üç günden    fazla  helâl  değildir.   Kocası   olan kadın  zaten dört  ay  on eim  iddet  bekler.   Bu  zaman  zarfında     kalın kumaş  dışında  boyalı   el­bise giymez,   kına  yakmaz,   güzel  koku  sürünmez,   sürme   çekmez,   yıkan­dığı   zaman  taranmaz,   koku veren krem ve  yağ  gibi  şeyleri   sürmez." (Tirmizî  dışında  bir  cemaat,   nak.   Fıkhü's -Sünne,   1/260)

 

9-Cenazelerin Başka Bir Yere Nakledilmeleri

Cenazeler gerek gömülmeden önce, gerek gömüldükten sonra mezarlarından çıkarılıp başka yerlere götürülebilir mi?

Avrupada yaşayan müslüman Türkiyelile­r cenazelerini Türkiye'ye götürüyorlar ve orada toprağa veriyorlar.

Bu caiz midir? Yahut bunu böyle yapmak gerekli midir?

Esasen muslümanı ölmüş olduğu yerdeki kabristana gömmek müstehaptır.

Bir kaç kilometre kadar uzağa taşı­yıp gömmekte de herhangi bir sakınca yoktur.

Hatta kişi ölmeden önce beni şu kadar mesafeye götürüp gömün diyebilir, yani bir kaç kilometre kadar yakına...

Bir ölüyü mezardan çıkarıp bir başka mezara nakletme konusunda ihtilaf vardır: Malikîlere göre, ölüyü gömdükten önce veya sonra bir yerden başka bir yere nakletmek caizdir. Yeter ki ceset bozulmasın, ölüye saygısızlık olmasın yahut bir zaruretten dolayı olsun. Cesedi hayvanların yemesinden korkulursa veya nakledildiği yerin bereketi olaca­ğı düşünülürse bu caizdir.

Hanbelîere göre, gömüldüğü yerden daha iyi bir yerde gömülün bereketinden faydalanmak maksadıyla ölünün bir yerden başka bir yere nakli caizdir.

Şafiîlere göre, ölüyü kabirden çıkarıp başka bir mezara götürmek caiz değildir. Ancak yıkanmadan veya kefensiz gömüldüğü anlaşı­lırsa veya gömülen yer gasbedilmiş bir yer olduğu anlaşılırsa o zaman ölü başka bir yere nakledilir.

Hanefîler de aynı kanaattedir.

Görülen o ki, alimlerin büyük bir kısmı, bir zaruret olmadıkça ölünün mezarından çıkarılıp başka bir yere götürülüp defnedilmele­ri pek hoş karşılamamışlardır.

Peki cenazeleri çok daha uzak yerlere, meselâ Avrupa ülkelerin­den Türkiye'ye nakletmek caiz midir?

Bu konu da ihtilaflıdır. Kesin olarak bir şey söylemek mümkün değildir. Ama kesinlikle yasaklayan bir hüküm de yoktur.

Yukarıda geçtiği gibi Malikîlere ve Hanbelîlere göre cenazeleri gömülmeden önce ve sonra başka yerlere nakletmak caizdir. Yeter ki cenazeye saygısızlık olmasın veya cenaze kokmasın. (Bugünkü imkan­larla cenazelerin günlerce bozulmadan saklandığını hatırlatalım.)

Şafiîlere   göre, Mekke'de,   Medine'de  ve  Kudüs'te   gömülmeyi istemenin  dışında  cenazeyi  gömülmeden  önce  ve  sonra   nakletmek  caiz değildir.

Hanbelîler derler  ki,   salih  bir kimsenin yanına gömülmek veya mübarek bir beldeye   gömülmeyi istemek, ailesinin ziyaret edebilece­ği  kadar yakın olmasını istemek,   mezarı   su basma  veya   kaybolma   korkusu gibi sebeplerle   ölü  definden  önce   başka  yerlere  götürülebilir.

Hanefîere  göre   ise,   bir  zaruret  yoksa (mesela, mezarın başkasına  ait olması gibi)   ölüyü  definden  önce  veya   sonra  naklet­mek  caiz  değildir.

Yine,   bir müslümanm şerefli  bir mekana gömülmek  istemesi  caiz­dir.  Nitekim,   Hz. Ömer (ra) Hz.Aişe (r.anha)den, iki arkadaşının; Rasûlüllah   (sav)   ile  Hz. Ebu Bekr’in   (ra) yanına gömülmek için izin istemiştir. (Buharî, nak. F. Ansiklopedisi, 3/73)

Bu duruma   göre Hanefîler ve  Safiîler,   cenazelerin bir yerden bir yere nakledilmesini  caiz  görmemişler, Hanbelîler  ile Malikîler caiz görmüşlerdir.

Yeryüzünün  hepsi Allah'ındır  ve  yeryüzünün hepsi  mü'minler   için mescittir. Üstelik Allah   (cc)   İslâmı   hayatlarına   hakim  kılan   takva   sahibi  mü'minleri yeryüzünün  varisleri  kılmıştır.   (A'raf, 7/128)  

Halbuki  Allah   (cca)   katında   ne  toprakların,   ne  ülkeler in, ne ırkların,   ne  ana-babaların,   ne  de  dil ve renklerin  bir  imtiyazı   -bir   üstünlüğü  yoktur.   Üstünlük  ancak  takvadadır,   (Hucurat  49/13)

Türkiye'de   gömülmek bu  açıdan müslüman  ölüye bir  şey kazandırmamaktadır.   (Cennet  ne  Türkiye'nin  altındadır,   ne  de Cehen­nem  Avrupa  ülkelerinin altındadır.)   Avrupa   ülkelerinde  gömülmek; ölü için  bir  kayıp  sayılmamalı.   Yani   'eyvahlar   olsun,   ölümüz   bile oralarda kaldı, ölümüzü bile kurtaramadık' demenin mantığı yoktur. 

Ölüyü naklederken çekilen sıkıntıları söz konusu etmiyorum, insanlarımızın kafalarındaki kanaatin isabetli olmadığı üzerinde duruyorum.

Avrupada yaşayan müslümanlar, belli ki gidici değil, kalıcı. Yani artık burasını vatan tutmuş bulunuyoruz. Sosyal hayatımızla ilgili bütün kurumları kurmaya çalışıyoruz. Yerleşik hayata geç­menin gayretindeyiz.

Öyleyse, tarih boyunca göçmen olarak başka ülkelere giden, sonra da orasını yurt tutan müslüman göçmenler gibi yapmalıyız. Onlar, bulundukları yerleri islâm beldeleri haline getirmek için her şeyi yaptılar. Sosyal kurumları kurdular, yerleştiler ve oralarda müslümanca yaşadılar. Öldükleri zaman da cenazelerini bulundukla­rı yerlere defnettiler.

0 kabristanlar şimdi müslümanların o beldelere ait mühürleri gibi  duruyor. O kabristanlar bugün bir tapu senedi gibidir. Bakınız tarihe, bakınız müslümanların yaşadığı beldelere, göreceksiniz.

Madem ki bazı müslümanlar Avrupa ülkelerini, vatan tuttular, öyleyse onlara ait bütün kurumların yaşadıkları yerlere taşınması gerekir. Kabristanlar da müslümanlara ait bir değerdir ve bir kurumdurlar.

Avrupa ülkelerinde mezarlık­lar alabildiğine gözden ırak yerlerde yapılmaktadır. Ortada mezarlık yoksa,   Avrupa'da  yaşayan müslümanlar, mezarları   nasıl   ziyaret  edip  te   ibret alacaklar,   ölümü   düşünecek­ler,   ölümden sonrası   için  hazırlık yapacaklar?

Hanefî  alimlerine  göre zaruret olmaksızın cenaze  nakilleri caiz   değildir.

Ancak yine  yukarıda   geçtiği  gibi,   bazı  alimler;   salih   insan­ların  defnedildiği  kabristana   gömülmek   istemek  caizdir. Yakın ak­rabaların   ziyaret   edebilecekleri  kabristanlara gömülmeyi   istemek, veya   ölüsünü   bu   türlü   yerlere   gömmeyi    istemek  mümkündür,   helâldir.

Böyle  olunca  diyebiliriz  ki, böyle bir meselede   bir  başka  mez­hebin   alimlerinin   içtihadına   uyarak  cenazeleri   başka   ülkelere,   çok uzaklara   götürmek  haram   olmaz.

Bu   bakımdan,   şu   anda   Avrupa   ülkelerinde   veya   başka   yerlerde cenazeleri   tekvin (kefenleme)   nakletme  ve  defnetme   işleriyle uğraşan   'Cenaze   Fonlarına'   üye   olmak caizdir,   haramdır  denilemez.

Bir  de   şu  noktanın   altını   çizmekte  yarar  var: Avrupa ülkelerin­de mezar yerleri  -yer  derlığından  dolayı-  ve  defin   işlemleri oldukça masraflıdır.   Böyle bir  fona   üye  olmak  ailelerin üzerindeki külfeti  azaltmaktadır.   Cenazeleri  Türkiyeye  nakletmek,   buralarda defnetmekten daha   kolay  olmaktadır.   Kimileri  bu  nedenle  cenaze  nak­lini   tercih  etmektedirler.

 

D- Müslüman mezarlığı

Avrupa’ya henüz yerleşemedik, yerleşmeye de niyetimiz yok galiba.

Baksanıza ölülerimizi buraya bırakmıyoruz. Hâlâ müslüman ülkelerdeki gibi müslüman mezarlığı yok.

Cenazeleri Türkiyeye götürmekten vazgeçersek burada mezarlık ihtiyacı kendiliğinden olur.

Bence ne olursa olsun bir an önce müslüman mezarlıkları açmalıyız.

Zira mezarlık, ahirete inancın belgesi, ölümü hatırlamanın simgesi, yerli oluşun göstergesidir.

Mezarlığın yoksa tarihe atılmış imzan, devirleri kucaklayan hafızan, bu da benimdir diyebileceğin tapun, bulunduğun beldeye bastığın mühürün yok demektir.

Mezarlığın yoksa, mezar görmüyorsan, mezarları göz önünden uzaklaştırıyorsan; ölümü, daha doğrusu ölüm gerçeğini kendinden uzaklaştırmak istiyorsun demektir.

Mezarlıkta bazen diriler de yatar. Mezarlığınız yoksa o dirileri nereye gömeceksiniz, nerede ziyaret edeceksiniz?

Mezar iki rengi, iki kapıyı, iki gerçeği temsil eder:

Biri sarı diğeri yeşil.

Biri güz mevsimini, biri bahar mevsimi,

Biri faniliği biri ebediliği,

Biri dünyayı diğeri ahireti.

Mezarlığınınz yoksa bu renkleri, bu kapıları, bu gerçeği nasıl hissedeceksiniz.?

Kabristan, insanın, toplumun, hadisâtın, tarihin aynasıdır. Bu aynaya bakmak gerekmez mi?

Kabristan hırsız bekleme yeridir. Malınızı, değerlerinizi, hakkınızı, şerefinizi, varlığınızı, dininizi çalan hırsızları gidip orada bekleyin. Siz hırsızsanız sizi de orada bekleyenler olacak...

Mezarlığınız yoksa nerede bekleyeceksiniz?

Ülkemizde her mezar başlığına veya taşına öncelikle ‘Huve’l-Baki’- yani Baki olan, ölmez olan O’dur. (Tıpkı el-Hamra srayının bütün duvarlarına yazıldığı gibi: La-Ğalibe illallah-Allah’tan başka galip yoktur) Geri kalan her şey fanidir.

Bunu orda gören kişi kendi kendine:  “Bunu unutma ey nefsim” der.

Mezarlığın yoksa bunu nerede okuyacaksın ki?