‘Habîs bir kelime-kelimetü’n-habîsetün’ Kur’an’da güzel bir sözün (kelimetü’n-tayyibetün) deyiminin zıddı olarak bir âyette geçiyor. Şöyle ki:

Allah'ın, güzel-doğru bir söz (kelimetün-tayyibetün)  için nasıl bir misâl verdiğini görmüyor musun(uz)? Kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel-diri bir ağaç gibi(dir o);

ki, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur. Allah insanlara (işte böyle) misâller veriyor ki, (değişmeyen gerçeği) düşünüp kendilerine ders çıkarsınlar.

Ve çirkin bir sözün durumu ise, kökü toprağın üstüne çıkarılmış, bütünüyle kararsız, dayanıksız çürük bir ağacın durumuna benzer.

Kötü sözün (kelimetü’n-habisetün) misâli de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü durumda bir ağaçtır.”

Allah, imana erişenlerin durumunu sapasağlam ve dosdoğru bir sözle (kavlu’s-sâbit) , hem dünya hayatında ve hem de ahirette sağlamlaştırır; haksızlık yapanları ise, Allah sapıklık içinde bırakır; çünkü Allah dilediğini yapar. (İbrahim 14/24-27)

İbrahim 27. âyette geçen ‘kavlu’s-sâbit’ lafzen; güçlü, sağlam, tutarlı söz demektir. Bu ifade; söz,  lafız, konuşma gibi anlamların ötesinde inanç ve görüş bildiren bir ifadedir. Yani anlayış, düstûr, dava manalarına da işaret etmektedir. Bu terim, Tevhid Kelimesi ile dile getirilen, yani Allah’tan başka ilah (tanrı) olmadığı, hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu anlayışını ima etmektedir. ‘Sâbit’ sıfatı nitelediği sözün ya da anlayışın sağlamlığını, yani sarsılmaz bir biçimde doğru ve tutarlı olduğunu ifade etmekte ve böylece onu önceki ‘kelimetün tayyibetün-güzel/doğru söz’ ve ‘şeceretün tayyibetün-güzel/diri ağaç’ benzetmesiyle ilişkilendirmektedir. (M. Esed, Meal, s)

 

-          Habîs ne demektir

Habîs kelimesinin aslı ‘habuse’ fiilidir. Bu da sözlükte;  bir şey habis, bozuk, kötü, çirkin olmak demektir.   

Bu fiili kişi hakkında kullanılırsa o kişinin hileci ve entrikacı olduğunu anlatır. Kötü ve şerli olmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 5/8)

Bu fiili kökünden türeyen bazı kelimeler var. Onlardan bir kaç tanesine işaret edelim:

Mesela; el-habîs (çoğulu; habasâu, hubus, ahbasu, habesetü, müennes (dişil) çoğulu: hebâis, habisât) kirli, pis, murdar, iğrenç, zararlı, şerli, bozuk, haram, kötü, hileci.

Habîs; her türlü fâsit (bozuk ve zararlı) şeyleri de niteler. Mesela; bozuk yemek, bozuk renk, kötü ve zararlı fiiller, zina, kan, haksız kazanç gibi haramlar. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 5/8-9)

Aynı kökten gelen ‘habesu’; kir, madendeki pas, cüruf, pislik, hayırsız demektir.

Ahbes, daha habîs, daha kirli, daha kötü, daha murdar demektir. Bir hadiste “ahbeseyn-iki daha pis” şey diye geçiyor. Şöyleki: “La yusalli ahaduküm ve hüve yudâfiu’l-ahbeseyn-Sizden biri iki pis şeyden birisine bulaştığı zaman namaz kılmasın”. (Ebu Davud, Sünen, Tahara/43 no: 89) Yani büyük veya küçük tuvaletini yaptığı zaman abdest almadan namaz kılınmaz. Buradaki ‘ahbeseyn’ idrar ve dışkıdır.

‘Habuse’ fillinin bir başka manası da bir şey insana  ağır gelmek, sıkıntılı olmak demektir.. Temelde ‘iç dünyası tıpkı demirin cürufu, posası gibi kötü, bozuk olan demektir. Bu kelimenin kapsamına yalan söz ve çirkin, fena fiiller girer.  Nitekim A’raf 7/58de bu manada kullanılıyor. (R. el-Isfehânî, el-Müfredât s: 203. Habuse maddesi)

Hâbis, nefsinde habis olan, hilekâr kişi.

el-Hıbbis; çok şerli, çok habîs demektir.

el-Habesu; kir, madendeki pas, cüruf, pislik, hayırsız demektir.

Hubs (çoğlulu, habâis) ve habise (çoğulu habîsûn ve habisât), küfür ve şer diye de anlaşılmış.

el-Habîs veya el-hubsu kök manası yönünden; algının alanına giren bir şey olsun veya olsun, ya da aklın alanına giren bir şey olsun, kötülüpünden, bozukluğundan ve aşağılığından, adiliğinden, ya da bayağılığından dolayı, kerih, iğrenç veya fena görülen, hoşlanılmayan, iğrenilen şey.

Habîsin çoğulu el-hebâis bir başka açıdan; nefse, bedene muvafık/uygun gelmeyen mahzurlar, yasaklanmış şeyler manasındadır. (R. el-Isfehânî, el-Müfredât s: 203. Habuse maddesi)

 

-          Hadislerde habîs kelimesi

Hadislerde ‘habuse’  fiili ve türevleri, habîs ve onun çoğulu olan ‘habâis’, bir şeyin pis ve kötü olmasını, haram ve pis yiyecekleri, içecekleri nitelendirmek üzere geçmektedir. İşte bir kaç örnek:

Enes ibnu Malik’in anlattığına göre Peygamber (sav) helâya girerken şu duayı okurdu. “Allahümme inni euzü bike min’l-hubsi ve’l-hebâis- Ey Allahım! Pislikten ve pis olan şeylerden Sana sığınırım.” (Buhârî, Vudu’/9 no 142. Ebu Dâvûd, Tahara/3 no: 4. Tirmizî, Tahara/4 no: 5. Nesâî, Tahara/18 no: 19. İbnu Mâce, Tahara/9 no: 296)

Zeyd ibnu Erkam Peygamberin şöyle dediğini anlatıyor: “Şu tuvalet ihtiyacının giderildiği yerlere (cinler) gelmektedir. Biriniz helâya gitmek istediği zaman, “Allahümme inni euzü bike min’l-hubsi ve’l-hebâis- Ey Allahım! Pislikten ve pis olan şeylerden Sana sığınırım” desin.”  (Ebu Dâvûd, Tahara/3 no: 5)

Peygamber (sav) hem iman etmeyen hem de Kur’an okumayan kimse için; “O hanzale bitkisi gibidir. Onun kokusu da habîstir, tadı da habîstir (kötüdür).”  (Darimî, Sünen, Fedâilu’l-Kur’an/8 no: 3368)

Peygamber’in yanında bazek’ın sözü edildi. Buyurdu ki; “Her sarhoşluk veren şey haramdır. Helâl içecek elbette temizdir. Helâl içecekten daha ötesi habîs (pis) haramdır.” (Buhârî, Sahih Eşribe/10 no: 5599)

Ebu Hureyre şöyle dedi: “Rasûlüllah (sav) habîs (pis) olan şeylerle tedavi olmaktan nehyetti.” (Tirmizî, Sünen Tıb/7 no: 2045. İbnu Mâce Sünen, Tıb/11 no: 3459)

Hz. Osman şöyle demiş: “Hamr’dan kaçının. Çunkü o habâisin (yani kötülüklerin) anasıdır...” (Nesâî, Sünen,  Eşribe/44 no: 5669-5670)

Bazıların göre ‘habîs’ten maksat şeytandır. Onlara şu hadiste bu manada kullanılıyor: “Allahümme eûzü bike mine’l-ricsi ve’l-necisi ve’l-habîsi ve’l-muhbisi-Ey Allahım! Pislikten, necâsetten, şeytandan ve pis eden şeyden Sana sığınırım.”. (İbni Mâce, Tahara/9 no: 299)

 

-          Kur’an’da habîs kelimesi

Kur’an’ın günah ve günahkârı göstermek için kullandığı kelimelerden biri de  ‘habîs’ ve onun türevlerdir. Habîsin karşıtı tayyibdir. Bu da temiz, arı, makbul, hoş demektir. İlâhi düzen sürekli bir şekilde pisle temizi ayıram bir görünüm arzeder. (Ali İmran 3/179) Nihayet cehennem pisle temizi ayıran ilâhi sistemin adıdır. (Enfal 8/37) (Y. Nuri Öztürk, İslâmda Büyük Günahlar, s: 54)

Kur’an iyi amelleri, temiz ve helâl yiyecekleri tayyib diye nitelerken, bunun tersi olan fücur cinsinden (günah) ve istenmeyen kötü fiilleri ve dinen reddedilen habîs (çoğulu: hebâis) olarak nitelendiriyor. 

A’raf 58de verimli, bitkisi güzel, hayrı ve bereketi bol bir beldenin zıt kutbunu temsil eden ‘habuse’, ayetteki ‘nekide’ ile biraz daha açıklık kazanmaktadır. Yani bereketsiz, hayırsız, verim elde edilmesi için insanın alnının derisini çatlatacak kadar inatçı toprak.  

İbni Abbas’a göre bu âyetteki ‘habîs’ kafiri ve müşriki işaret etmektedir. Zira kâfir akide açısından tahir (temiz) değildir ve yaptığı işlerin bir çoğu da habîstir.  Yine ona göre habîsten murat şekavet ehli (yaptıkları yanlışlar yüzünden bedbaht olanlar), tayyipten murat da saadet ehlidir (yaptıkları iyi şeyler sebebiyle mutlu olanlardır). Söz konusu temyiz Âhirette gerçekleşecektir.  (S. Kılıç, Kur’an’da Günah Kavramı, s: 151)

Kur’an insandan, pisin sayı/görünüm açısından çok görünmesine bakarak ümitsizliğe kapılmamasını, ya da karanlığın egemen olacağını zannetmemesi istemektedir. Kâfirle mü’min, fâsit amelle salih amel, karanlıkla aydınlık, kötülükle iyilik bir olmaz.

De ki: “Kötü ve çirkin olan şeyler (habîsetün) ile iyi ve güzel şeyler (tayyibetün) mukayese edilemez, kötü şeylerin bir çoğu sana büyük zevk verse bile. O halde, siz ey derin kavrayış sahipleri, Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki mutluluğa erebilesiniz!” (Maide 5/100) 

Allah (cc) günün birinde habîs amelleri, yani kötü, yanlış, batıl ve temelsiz işleri, salih amellerden, yani faydalı, sevaplı ve sağlam işlerden, habîs (kirli, kötü) nefisleri, tezkiye edilmiş, yani günah kirlerinden arınmış (temizlenmiş) olanlardan ayıracaktır.

Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Sonunda temiz (tayyib) ile murdarı (habîs’i)ayıracaktır. Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar). O halde Allah'a ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır.” (Âli İmran 3/179)

Kur’an haram mala, özellikle yetim malının haksızca ele geçirilen kısmına da habîs demektedir. (Y. Nuri Öztürk, İslâmda Büyük Günahlar, s: 54-55)

Nisa 2. âyette ‘habîs’ ‘tayyib’in zıddı olarak geçmekte ve haksız olarak yetimlerin malından yenen haram kısmı göstermekte. “Yetimlere mallarını verin, temizi (tayyibi) pis olanla (habîs ile) değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır. (Nisa 4/2)

Nûr 26. âyette ‘habîs ve onun çoğulu habisûn/habisât’ fena, kötü fiiller ve batıl, bozuk seçimler, tercihler kendi benzerleri içindir manasında geliyor. (R. el-Isfehânî, el-Müfredat s: 203)

“Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular, (iftiracıların) söylediklerinden çok uzaktırlar. Kendileri için bağışlanma ve güzel bir rızık vardır.” (Nûr 24/26)

M. Esed buradaki habisi: yozlaşmış kadınlar yozlaşmış erkekler veya lekesiz kadınlar ve lekesiz erkekler şeklinde tercüme ediyor. (M. Esed, Meal, s: )

Bu âyetteki habîs ifadeleri, bir başka açıdan kötü erkekler veya kötü kadınlardan sadır olan kötü sözleri niteliyor. (S. Kılıç, Kur’an’da Günah Kavramı, s: 151)

 ‘el-Habâis’ bir âyette haram ve pis yiyecekleri nitelemek üzere geliyor. Burada helâl ve temiz yiyecekleri de ‘tayyib’ kelimesi nitelendiriyor. Peygamberler görevlerinin bir gereği olarak insanlara, tayyibe sarılmayı öğütleyen ve hebâis’ten  (pis olanlardan) uzak durmayı öneren mesajlar getirmişlerdir.  

Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal (tayyibât’ı), pis şeyleri (habâis’i) haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’raf 7/157)

İmam Şafiî, vahiy ile örf arasındaki münasebete işaret ederken Hz. Peygamber tarafından bazı şeylerin arapların yememesi sebebiyle haram, bazı şeylerin de yemeleri sebebiyle helal kılınmış olduğunu belirtir. “el-Habis”i bir bakıma arapların yemediği şeyler, tayyibi de arapların yediği şeyler olarak anlamlandırmaktadır. (M. İslamoğlu, Meal 1/295)

İnsanlık tarihi, belirgin özelliği habîslik, fesat, haksızlık ve karanlık üretmek olan toplukluklara şahit olmuştur. Bunların ürettikleri habislikler yüzünden ortalıkta, bir anlamda karada ve denizde fesat artmıştır. Ancak Âlemlerin Rabbi Allah (cc)  insanlığı bu pisliklerden sürekli sıyırıp kurtarmıştır. Bunlardan olan Lût kavminin yaptığı berbat fiil bu habîsliğin bir örneğidir.

“Lût'a gelince, ona da hüküm (hakimlik, peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdik; onu, çirkin işler (hebâis) yapmakta olan memleketten kurtardık. Zira onlar (o memleketin halkı), gerçekten fena işler yapan kötü bir kavimdi.” (Enbiya 21/74)

Buradaki ‘el-hebais’ sözcüğü lûtilikten kinayedir, o kavmin şen’i fiiline işaret etmektedir.  (R. el-Isfehânî, el-Müfredât s: 203. S. Kılıç, Kur’an’da Günah Kavramı, s: 151)

Geçmişte Hak dine inanmayanlardan bazıları mallarını insanları Allah yolundan alıkoymak için harcadılar. Böyleleri bundan sonra da bunu yapmaya devam edecekler. Ancak günü gelince bu yanlışları onlar için yürek acısı olacak ve cehenneme sürüplenip atılacaklar.

“ki böylece Allah kötü ve bayağı (habîs) olanı iyi ve temiz (tayyip’ten) olandan ayırsın da, kötü ve bayağı (habîs) olanı kendi türünden olanla yan yana getirip (hükmü altında) hepsini bir araya toplasın ve (nihayet) onları topluca cehenneme yerleştirsin. İşte her bakımdan aldanmış olacak olanlar böyleleridir.” (Enfal 8/37)

Demek ki servetlerini hak sesi, ilahi daveti kısmak, kurtuluş yolu demek olan İslamı engellemek için harcayanlar, yaptıkları bu büyük yanlış sebebiyle Kur’an tarafından habis (kötü/bayağı) diye nitelendiriliyor. Bu şekildeki habîslerin sonu hüsran, yaptıkları faaliyetler kendileri için acı bir pişmanlık, bir yürek ağrısı olacaktır. Böyleleri kendileri sapıklıklta oldukları gibi, mallarını, ya da ellerindeki imkanları hak ile savaşmak üzere seferber ederler. Bunlar hata üstüne hata, şirretlik üstüne şirretlik yaparlar. Böyleleri cidden habîs insanlardır.

Ama gün gelecek pis (habis) ile temiz (tayyip), yanlış ile doğru, kötü ile iyi, murdar ile nezih belli olacaktır.  

A’raf, 58. âyette ‘habuse’ fiili ve tayyib kelimesi bir beldenin/ülkenin sıfatı olarak geçmektedir. Allah (cc) rüzgârı rahmetinin müjdecisi olarak gönderir. O rüzgârlardan bir kısmı yağmur yüklü bulutları ülkelere sürüklerler. O bulutlar gökten su indirir. Bununla çeşit çeşit meyveler ve ürünler biter. Allah (cc) ölüleri de işte böyle ölü toprağı yağmuru suyuyla dirilttiği gibi diriltir. Şüphesiz bu örneklerde aklını kullananlar için ciddi dersler vardır.

“Güzel (tayyip) beldenin bitkisi Rabbinin izniyle (güzel) çıkar. Kötü olandan (habuse) ise faydasız ürünlerden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (A’raf 7/58)

Kötü ve elverişsiz bir toprağın, ülkenin faydasız bitkiler vermesine karşın, elverişli toprağa sahip bir beldenin iyi ürünler vermesi Allah’ın izniyledir. Akıllı, kavrayışlı ve faziletli insanlar verimli toprak gibi, ahmak, faziletsiz ve kötü niyetli kişilerde çorak, verimsiz, bereketsiz yerler gibidirler. Mü’minlerin kalpleri faydalı yemişler veren bereketli araziye, inkârcıların yürekleri ise zararlı bitkiler çıkaran, ya da çorak (habîs) araziye benzer. Âyet insanlara: “Siz de güzel yemişler/ürünler çıkaran bereketli topraklar/beldeler gibi olun” demektedir. (Heyet, Kur’an Yolu, 2/425)

İbrahim 26. âyette yer alan ‘habîsetün’ bazı tefsircilere göre küfür, şirk veya Allah’ı tekzib etmedir. İbni Abbas’a göre burada günah konusunda söylenmiş olan her söz bahis konusudur. Âyetteki ‘utusset-söküldü’, kökünden koparıldı kelimesnin delâletiyle, habise’nin dayanıksız, boş, hiç bir dayanağı olmayan söz anlamında da geldiği söylenebilir. (S. Kılıç, Kur’an’da Günah Kavramı, s: 151)

-          Kelimetü’n-tayyibetün (güzel bir kelime)

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Allah’ın güzel bir söze nasıl bir benzetme yaptığını görmez misin? O, kökü (yerde) sabit, dalları göğe uzanan alımlı bir ağaç gibidir.

Rabbinin izniyle o her mevsim ürün verir. İşte Allah belki öğüt alırlar diye insanlara böyle misaller veriyor.”  (İbrahim 14/24-25)

“Kelimetü’n-habisetün”ün  tersi “kelimetü’n-tayyibetün”dür. Yani güzel bir söz. Doğru söz, sağlam inanç, Kelime-i Tevhid (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr s: 877),  peygamberlik, vahiy, ahiret ve Allah’ın bütün mesajlarını ifade etmektedir. (M. Esed,  Meal 2/506)

Allah’ın varlığına ve birliğine imanı (Kelime-i Tevhid’i) ifade eden ‘güzel söz’ kökü yerin derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş, gövdesi ve dalları gökyüzüne doğru yükselmiş, her zaman meyva veren bir ağaca benzetilmektedir. Böyle bir ağaç nasıl ki her zaman meyva verir, faydalıdır. Tevhid  Kelimesi de öyle. O da mü’minlerin kalbine yerleşip kökleşince onların davranışlarını etkiler ve iyi davranış olarak ürünleri verir. 

Ağacın diri kalması için budalama sulama gibi şeyler yapmak gerektiği gibi iman ağacının diri kalması için sürekli salih amel, dua, ilim ve tefekkürle beslemek gerekir. (Kur’an Yolu, 3/286)

“Kelime sözcüğü, geniş anlamıyla, düşünsel, kavramsal ifade, fikir, kaziye/önerme anlamına gelmektedir. Buna bağlı olarak, İbrahim 24. âyette “güzel-doğru bir söz” ifadesi, mahiyeti itibariyle doğru olan ve ahlakî anlamda iyi ve güzel olana çağırdığı için sonuna kadar yararlı ve kalıcı olan teklif, fikir ya da öğreti anlamındadır; Allah'ın mesajlarının her biri, nihaî amacı itibariyle ahlâken iyi ve doğru olan yönünde yapılmış çağrıdan ibaret olduğuna göre, “güzel-doğru söz” terimi, aynı zamanda, “Allah'ın mesajları”nı da işaret etmektedir.” (M. Esed, Meâl, 2/506)

İlâhî kelâm olan vahiy, tüm sözleri çıkış yerlerlerinden hareketle ikiye ayırıyor: Kökü veya bir mesnede sahip olanlar ve köksüzler. Söz etkisini kendinden değil, kaynağından alır. Vahiy insanları/toplumları ve vicdanları harekete geçirir. Çünkü kaynağı ilâhîdir. (M. İslâmoğlu, Meal 1/475) Kelimetün tayyibetün-güzel bir söz, kaynağı, mesnedi olan, çıkış yeri ilâhî olduğu için de gücü olan güzel sözdür.

Kelimetü’n-tayyibatün-güzel bir söz”  o kadar verimlidir ki hayat anlayışını ona dayandıran herkes veya her toplum her zaman onun tatlı meyvalarını yer. O düşüncede açıklık, konuşmada ve davranışlarda dürüstlük, karakterde güzel ahlâk, karar vermede isabetlilik, ilişkilerde insaf ve merhamet, hüküm vermede adalet, alış-verişlerde güven, sosyal hayatta barış, tutum ve tavırda ölçülü olmayı kazandırır.

“Allah inanıp güvenen kimseleri sabit, sağlam bir sözle hem dünyada hem de Âhirette sapasağlam (dimdik ayakta) tutar ve Allah zalimlerin ayaklarını kaydırır. Çünkü Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 14/27)

“Müminler bu dünya hayatı boyunca sabrederler, çünkü onun dengeli hayat sistemi “kelimetü’n-tayyibetün-güzel bir söz” üzerine kuruludur. Çünkü bu, onlara apaçık bir görüş açısı, anlamlı bir düşünce sistemi ve kapsamlı bir hayat öğretisi sağlar. Onun yardımıyla müminler, hayatın her zorluğu karşısında sabırlı olmalarını sağlayan güçlü bir karekter ve sağlam bir tavır elde ederler. Bu, aynı zamanda onlara, zihin ve gönül huzuru verir ve onları sapmaktan korur.”  (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, 2/552)

Hiç kuşkusuz güzel söz -yani gerçek söz- tıpkı güzel bir ağaç gibidir. Sağlam, görkemli ve bol meyvelidir. Sağlamdır, kasırgalar ne kadar amansız olurlarsa olsunlar onu yerinden sökemez. Batıl rüzgârları onu sarsamaz. Tağutların balyozları onu etkilemez. Kimi dönemlerde bazılarınca yokolma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zannedilse bile sağlamdır, uludur. Kötülükten, zulümden ve azgınlıktan hep yüksektir. Kimi zamanlar onun batıl tarafından yerinden sökülüp boşluğa atıldığı sanılsa bile meyvesini vermeye devam eder. Bu ağaç ve meyveleri hiç eksik olmaz. Çünkü bu ağacın tohumları gün geçtikçe artan ruhlarda yeşermektedir. (S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2098)

 

-          Kötü bir kelime (kelimetü’n-habîsetün)

İbrahim 24-26. âyet pisle temizi bir kelime (söz ve bilgi) olarak ele almaktadır. Burada ‘kelimetün habîsetün’; küfür/inkâr, yalan, kovuculuk ve her türlü çirkin-fena kelimeler anlamındadır.  (R. el-Isfehânî, el-Müfredât s: 203. Habuse maddesi)

“Kötü sözün (kelimetü’n-habisetün) misali de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü durumda bir ağaçtır.” (İbrahim 14/26)

Lafzen, “hiçbir bakımdan sağlamlığı (karârı) olmayan”: yani, “çirkin (ve asılsız) söz”,  büyüsüne kapılan insanların katında ilk ağızda büyük bir ilgi uyandırsa da nihaî etkisi bakımından gelip geçicidir. (M. Esed, Meal 2/507)

Kelimetü’n-habisetün; kötü söz, asılsız söz, çirkin söz diye tercüme edilebilir. Bu aynı zamanda Allah’ı inkâr etmek anlamına gelen ter türlü söz, şirk ve benzeri İslâm dışı inançlardır. Bu kötü söz âyette, kökleri kesilip gövdesi yerden koparılmış bir ağaca benzetilmektedir. Böyle bir ağaç nasıl meyva vermezse ve kuruyup yok olmaya mahkûmsa,  kötü söz de o şekilde sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Ayrıca insanın hem dünyada, hem de Âhirette felaketlere sürüklenmesine sebep olur. (Heyet, Kur’an Yolu 3/286)

Habis bir kelime; yani yalan (tekzîb), asılsız (batıl), işe yaramaz (lağv), oyalayan ve sapıtan (lehv), saptıran (mudıl), bozan (fâsit) gibi özelliği olan sözdür, iddiadır, inançtır. Her şeyden önce çirkindir, zararlıdır ve köksüzdür. Haklı bir gerekçeye dayanmadığı gibi verdiği sonuçlar açısından da acı meyve gibidir. Nitekim Kur’an hak ile batılı, doğru ile yalanı, hidâyet ile sapıklığı şu muhteşem benzetme ile ortaya koyuyor:

“O, gökten su indirdi de vadiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur.

İşte Allah hak ile batıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir.” (Ra’d 13/17)

Allah (cc) bir önceki âyette mü’minleri gören kimseye; Hak’kı aydınlığa, inkârcıları âmâya, batılı da karanlığa benzetti. Bu âyette ise Hak ve ona inananlar yağmura, batıl ve onun peşine gidenler köpüğe benzetiliyor. Nasıl ki yağmur yağdığı zaman insanlar ondan çeşitli şekillerde faydalanır, kurumuş yer hayat bulup canlanırsa; Hak geldiği zaman da ölmüş kalpler dirilir. İman sahibine sayılamayacak kadar faydalar sağlar. Batıl selin üstündeki köpüğe benzer. Çabuk kaybolup gider, bir işe de yaramaz.

Mü’minler ayrıca süs veya başka eşyalar yapılan altın, gümüş, bakır gibi madenlere benzetiliyor ki bunlar insanlara faydalı şeylerdir. Bu madenler eritildiği zaman köpüğe benzeyen artıklar kalır ki bunlar hiç bir değer taşımaz, bir işe yaramaz. İşte batıl ve onan inananlar bu işe yaramamayan posaya benzetiliyor. (TDV Meali, s: 258)

Bazılarına göre “habis kelime-kelimetü’n-habisetün” küfreden kâfirin örneğidir.  (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir 2/297. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 877) Ya da küfür (inkâr) sözüdür. Bunun bizzat kâfirin kendisi olduğu da söylenmiştir. Kötü ağaç Enes yoluyla gelen bir hadise göre hanzaladır yani ebucehil karpuzudur.  (Taberî, Tefsir 7/445)

Kötü bir kelimeye benzeyen ağacın yerin derinliklerine ulaşan kökü yoktur, sabit değildir. İşte kâfirin durumu da böyledir. Onun herhangi bir delili, sebatı olmadığı gibi ondan bir hayır da yoktur. Onun güzel bir sözü ve salih bir ameli (yüceler yücesine) yükselmez. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkami’l-Kur’an, s: 1712)

Kötü söz -yani batıl söz- tıpkı kötü bir ağaç gibidir. Kabarır, yükselir, dal-budak salar. Bu yüzden bazı insanlar onun güzel ağaçtan daha iri, daha güçlü olduğunu sanabilirler. Hatta toprağın dışındadır. Onun bu görkemi geçici bir süre içindir, sonra tekrar yere yıkılacaktır. Sağlamlığı, kalıcılığı sözkonusu değildir. (S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2098-2099)

Ali b. Ebi Talha “Allah’ın hoş bir sözü nasıl misallendirdiğini görmedin mi” âyeti ile ilgili olarak o Kelime-i Tevhid’tir  ve “güzel bir ağaç” gibidir demiştir. (İbrahim 14/24) Bu da mü’mindir. Ağacın kökü yerde sabit olduğu gibi “lâ ilâhe illallah-Allah’tan başka tanrı yoktur” iman ikrarı da mü’minin kalbinde sabittir. Kötü bir kelimenin misali, yani şirkin misali “kötü bir ağaca” benzer deniliyor. Bu kötü ağaç da müşriktir. Toprağın üzerinden koparılmış ve istirarsızdır. Yani müşrikin kendisine istinaden amelde bulunacağı hak bir dayanağı, hak bir esası yoktur.

Bazılarına göre bu örnek imana veya şirk dinlerine davetle ilgilidir. Çünkü ‘kelime’ sözcüğü herhangi bir şeye davet etmek ve herhangi bir söz söylemek anlamına da gelir.  (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 1712)

Bazılarına göre Allah’a şirk koşmanın hali böyledir. Yani ‘habis kelime’ şirk (Allh’a ortak koşma) anlamındadır. Allah (cc) kâfiri habis (kötü) bir ağaca benzetti. Ki bu ağaç toprağın üzerindedir, sabit bir kökü yoktur. –Ki pek çoklarına göre bu ağaç hanzala bitkisidir.-  Denildi ki kâfirin ameli kabul edilmez ve yükseltilmez. Onun yerde bir kökü yoktur ve göğe doğryu dal budak da salmaz. Kâfirin de dünya ve ahirette salih bir ameli yoktur.

Katade isimli tefsirci diyor ki adamın bir ilim ehlinden birisiyle karşılaştı ve ona: “Kelimetü’n-habisetün hakkında ne diyorsun?” diye sordu. O da şöyle cevap etti: “Ben onun yerde sabit bir kökü olduğunu bilmiyorum. Göktede dalları olduğunu. Öyleki sahibinin boğazına takılı şekilde kıyamete gelir.”

Bazıların göre de “kelimetü’n-habisetün” kâfirdir. İnkâr edeni yerde bir salih ameli, gökte de hayırla anılması söz konusu değildir. Onun amelleri (işleri) yücelere yükseltilmez. (Taberî, Tefsir, 7/445-446) Zamahşeri’ye görede habis bir kelime, şirk sözüdür veya çirkin sözdür. Kötü ağaç da meyvesi olmayan hanzale (ebu cehil karpuzu) gibi bitkilerdir. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/523)

“Kelimetün habisetin-kötü bir söz”, “kelimetü’n-tayyibetün-güzel bir söz”ün tam tersidir. Gerçek dışı ve yanlış olan herşey için kullanılabilir, fakat burada ateizm, sapıklık, inançsızlık, şirk, putatapıcılık veya peygamber tarafından getirilmemiş hangi ‘izm’ olursa olsun kişinin hayat sistemini dayandırdığı yanlış inanç ve akide anlamında kullanılmaktadır.

Kötü bir söz (yanlış bir inanç) dayanıklı ve sürekli değildir, çünkü tabiat kurallarına terstir. Bu nedenle evrendeki her şey ona karşı çıkar ve onu reddeder. Sanki toprak onun tohumlarını dışarı atmaya hazırdır. Gerçekte eğer insana denenmesi için özgürlük ve süre tanınmamış olsa, kötülüğün gelişmesine hiç bir zaman izin verilmezdi. Bu özgürlük nedeniyle bazı insanların hayatlarını ‘kötü söz’e dayandırmalarına izin verilmiştir. Onun belli bir dereceye kadar büyümesine müsaade edilir, fakat o kötü sonuçlar doğurmaktan başka bir şey üretmez. (Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, 2/551)

Âyette söylenenler salt birer örnek değildirler. Sırf iyileri desteklemek, onları yüreklendirmek amacına yönelik olarak söylenmiş sözler değildir bunlar. Kimi dönemlerde gerçekleşmesi gecikse de hayatta yaşanan bir realitedir bu.

İyilik kalıcıdır, kötülük onu sıkıştırsa da, yoluna engel olsa da ölmez, solmaz. Kötülük ise uzun süre yaşayamaz. İçine karışmış kimi iyilik kalıntıları yok olana kadar yaşayabilir. -Zaten saf kötülük çok az bulunabilir- İçindeki kimi iyilik kalıntıları yok olunca, kötülük de yok olup gider. Geride bir şey kalmaz. Bu durumda görkemli ve üstün gibi görünse de içten içe yok oluyor, dağılıp gidiyordur. Unutulmamalıdır ki, iyiliğin karşılığı iyilik, kötülüğün karşılığı da kötülüktür. (S. Kutub, fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2099)

 

-          Sonuç

Kelimetü’n-habîsetün... Habis bir kelime. Pis, kötü, batıl, zararlı, haram ve kapkara sözler. İnkâra, isyana giden kanaatler, davranış ilkeleri.

Neye yarar, hangi faydayı sağlar, insanın kurtuluşuna ne kadar hizmet eder?

Hiç bir zaman… Tıpkı işe yaramayan kokmuş ağaç gibi. Köksüz bir kuru odun gibi. Bir daha yeşil yaprak açma ihtimali kalmayan, hiç bir zaman ağıza tad verecek bir meyve vermeyen kütük gibi.

İnsan da böyle değil midir? İnsan da tıpkı bu ağaçlardan bir tanesine benzemiyor mu? Ya hoş bir ağaç, ya çürümüş ve mikroplu kütük: Meyvesi, yeşilliği olmadığı gibi zararlı da.

Ya temizlenmeli, ya dezenfekte edilmeli, ya toprağın derinliklerine gömülmeli. Ki insanlığa zarar vermesin.

Kötü söz ne kadar sahibine ait olsa da zararı sekiz mahalle öteye değil, sekiz memleket ötesine ulaşabiliyor. Habis davranışlar her ne kadar sahibini bağlar denilse de, zararı kitlelere bulaşabiliyor.

Vahiy kendi mesajıne ‘kelimetü’n-tayyibetün-güzel bir kelime’ diyor. Ve onun kökü sabit olup en güzel yemişler veren bir ağaca benzetiyor. Arkasından da insanlığı bu erdeme, bu anlayışa, bu saflığa ve bu güzelliğe davet ediyor.

 

Hüseyin K. Ece

22.06.2014

Zaandam-Hollanda